İbrahim GÜÇLÜ
Yeni KDP’nin kuruluşu üzerine yazdığım makaleye karşı, olumlu ve olumsuz birçok değerlendirme, eleştiri, analiz aldım. Bu konuda katkıda bulunan dostların hiçbirini ayırt etmeden teşekkür ediyorum.
Ama bana gelen değerlendirme, eleştiri ve analizler, bu konuda yeni düşüncelerin üretiminin gerekliliğini ortaya koyuyor.
Ayrıca bu eleştiri, değerlendirme ve analizlerde eski ezberler var. Onların da üzerinde durmak gerekiyor.
Bunun için ben yeni KDP Kuruluşu üzerine düşüncelerimi genişletmeye ve derinleştirmeye gayret göstereceğim. Ama kişileri muhatap almadan, tespit, eleştiri ve analizleri yapacağım.
*****
Benim makalemle ilgili üç kategorik düşünce var. Bir de düşünce de sayılmayacak, hakaret ve suçlamaları içeren ilkel ve saldırgan davranış biçimi.
Birinci düşünce, ayrıntılarda eksiklik bulmalarına rağmen, makalemi tümüyle olumlayan düşüncedir.
İkinci düşünce, makaleyi olumlayan, ama temel bazı konularda eleştirileri olan düşüncedir.
Üçüncü düşünce, makalemi zamansız bulan, içeriğine önemli bir kapsamda eleştirileri olan düşüncedir.
Bu düşünceleri doğal karşılıyorum.
*****
Doğal olmayan şey, bu yazım karşısında tarafların, kişilerin anlamsız tepki içine girmeleri, paniğe kapılmalarıdır.
Yakın milli mücadele hareketimizin tarihini inceleyen bilir ki, 1974’den sonra Kürdistan’ın Kuzeyinde 3. Bahar Dönemi başladı. Çokçu (demokrat demiyorum) bir örgütlenme ortaya çıktı. Bu örgütler kısa sürede önemli işler yaptılar, değişik Kürt kesimlerine ulaşma, kitleselleşme olanağı buldular. Sosyolojik bir karşılık ve değer oluşturdular.
Ama hiç şüphe yok ki parti ve örgütlerimiz fikir üretmekle ve eleştiri ile büyüdüler. Kitleselleştiler. Kimlik kazandılar. Farklılıklarını ortaya koydular.
Milli Hareket içinde anlamlı hale geldiler.
En önemlisi de, ant-sömürgeci ulusal demokratik mücadelenin ve Kürt milliyetçiliğinin ideolojisini, araştırarak, inceleyerek oluşturdular. Ama bu ideoloji, aynı zamanda bazen çok sertleşen, sınırları zorlayan eleştiri ile oluştu. Yani o dönemdeki siyaset sınıfı, Kürt milli mücadelenin örgütsel ve bireysel neferleri, “eleştiri olmadan hareket olmaz, eleştiri olmadan fikir olmaz” düşüncesindeydiler.
Bu bağlamda da parti ve örgütlerimiz arasında, özellikle de ideoloji ve fikir üreten ligler arasında çetin kavgalar oldu.
Bu kavgalar, parti ve örgütlerimizi, yöneticilerini korkutmadı. Ürkütmedi. İlişkilerinin de gerilmesine yol açsa da kopmasına yol açmadı.
Ama demokrasinin olmaması, siyasi parti ve örgütlerimizin daha fazla gelişmesini engellediği gibi bölünmelerine, ufalmalarına, toplumsal ve sosyolojik değerlerini kaybetmelerine yol açtı.
*****
Şimdilerde yani bu aşamada, Kürdistan siyasi parti ve örgütlerinin en korktuğu şey eleştiridir. Bu nedenle de, siyasi örgüt ve partilerimiz, birbirlerini eleştirmiyorlar.
Siyasi parti ve örgütler, Kamu işi yaptıkları için de, kendi dışındakilerin bir hak ve hatta görev olarak onlara eleştiri yapması gerekir. Bu eleştiri de onları geliştirir. Buna da kapalılar.
Daha olumsuzu, yapılan eleştirileri anlama yerine, hakaretlerle karşılıyorlar.
Eleştiriye karşı bu olumsuz tutum ve yaklaşım, siyasi parti ve örgütlerimizin bünyesinin ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor.
Siyasi parti ve örgütlerimize yönelik küçük, sıradan bir eleştiri bile bütün taşları yerinde oynatabiliyor. Eleştiri olduğu zaman, Siyasi parti ve örgütlerimizi bir korku sarıyor. Ellerinde olan, sosyolojik karşılığı olmayan bir toplulaşmayı kaybetmekten korkuyorlar. Oysa zaten eriyen ve çözülen bir durum var.
Ne yazık ki insan, “bu durumda olan siyasi parti ve örgütlerimiz, milli mücadele gibi büyük bir davayı nasıl omuzlayacaklardır?” sorusunu sormaktan kendini alıkoyamıyor.
Bu durumu, bu düşünce ve davranış tarzını, çok iyi, hem de kara-kara düşünmeleri gerekir, diye düşünüyorum.
Eleştirmek için parti üyesi olmak mı gerekir?
Yine Parti ve örgütlerimizde, yapılan eleştiri karşısında tuhaf ve ilkel başka bir başka anlayışla daha karşı karşıyayız.
Deniliyor ki, “madem parti üyesi değilsen, risk almıyorsan, partiyi eleştiremezsin.”
Bu tavır ve düşüncede, parti ve örgütlerimizin bünyesinin ne kadar zayıf, kırılgan olduğunu ortaya koymakla kalmıyor. Halkı kucaklama diye bir dertlerinin olmadığını da ortaya çıkarıyor.
Parti üyeliğinin eleştir hakkını vereceğini düşünüyorlar.
Partilerimizin ve örgütlerimizin bu davranış ve düşüncesi kabul edilse bile (edilmesi olanaklı değil), siyasi parti ve örgütlerimiz için başka hayati bir gerçek var: O gerçek de parti ve örgütlerimizde modern çoğulcu katılımcı bir demokrasiye sahip olmamalarıdır.
Bundan dolayı da, düşünce ve fikir özgürlüğü, kendini ifade etme anlamında da siyasi parti ve örgütlerimizin tam anlamıyla bir özürlülükleri var.
Partili olduğun zaman da, düşünceni özgürce ifade edemediğine göre, önerilen tam anlamıyla bir kapan.
Bu davranış ve düşünce sisteminin diğer sakatlığı, toplumda anlamlı olmayan, sosyolojik karşılığı olmayan, partiyi ve örgütü kişiselleştiren bir örgütlenme furyasının yaratılmasıdır. Bir araya gelen birkaç ya da birkaç on kişinin parti kurmasını teşvik etmektir.
Bunun kabul edilmesi düşünülmez.
Partinin niteliğine ve esas meseleye ilişkin görüş belirtmeme…
En önemli konuda partinin niteliğine ve yeni parti paradigmasına yönelik önerime ilişkin bir görüş ve öneri yok. Her kes kendi kafasına taktığı paradigma üzerinden hareket ediyor.
Sorum çok açıktır. Tekrardan soruyorum: İsmi geçen aktörlerle, kitleselleşmeye yol açacak, halkı kucaklayacak, sosyolojik karşılığı olan, tarihsel dönemin ihtiyaçlarına cevap verecek milli demokrat bir parti yaratılabilinir mi? Yoksa yaratılamaz mı?
Sizin düşündüğünüz partinin niteliği ne? Eski ve mevcutlara benzer bir parti mi kuracaksınız, ya da odlukça farklı, döneme, milli ihtiyaçlara cevap verecek bir parti mi kuracaksınız?
Eğer bu parti, Irak KDP’nin niteliğinde bir parti olacaksa, adı geçen aktörlerle bu partiyi kurmak olanaklı mı?
Yapılan eleştirilerde bu hayati soruların hiçbirine yanıt verilmiyor.
Bu konuda yaptığım öneriye ise, her eleştirici gözünü kapatıyor.
İzlenilen yol ve yöntem sorunu…
Eleştiriciler, yeni KDP’nin kuruluşu için izlenen yol ve yönteme, eski, geleneksel, çözümleyici olmayan yöntem dememden, alınmışlar. Ama izlenilen yöntemin geleneksel olmadığını anlatan tek cümleleri de yok.
Yine soruyorum, parti kurucusu olmak isteyen aktörlerin, yasal ve açık bir parti kuruluşu için izledikleri yol yöntem doğru mu?
DKP ve HAK-PAR tecrübesine bakılırsa: Bu partilerin kuruluşu için, Kürdistan’da ve yurt dışında onlarca şehirde ve bölgede toplantı, konferanslar yapıldı. Bunların hepsi de halka açık toplantılardı. O toplantılarda da özgürce düşünceler aktarıldı ve öneriler yapıldı.
Bu aşamada yeni parti için bu toplantılar daha fazla elzem değil mi?
Bir arkadaş, bu toplantıların ve beylik söz olan “çalıştaylar” yapacaklarını söylüyorlar.
Oysa bir bilgiye göre, partinin Şubat ayında kurulması gerekir. Yani partinin 2 aydan daha az zaman içinde kurulması gerekir. Buna rağmen, ortada yapılan kitlesel bir toplantı, çalıştay falanda yok.
Kuruluştan sonra bu toplantıların yapılacağının ileri sürülmesi, başka bir ucubedir. . O zaman parti kurulmuş olacak, parti çalışmalarını da planlar. Bu durum, şimdiki tartışmamızın dışındadır.
O zaman farklı konular ve farklı tartışmalar gündeme gelecektir.
Eleştiri ve değerlendirmenin zamanı sorunu…
Bana, yeni KDP konusunda yöneltilen eleştirilerden biri, zamansız eleştiri, tespit ve değerlendirme yaptığımdır.
Eleştirinin zamanı yoktur. Verili duruma göre tespit, değerlendirme ve eleştiri yapılır. Verili durum değişirse, o zaman eleştiri, tespit ve değerlendirmenin kapsamı değişir.
Bu nedenle, bence bana göre tam zamanı.
Parti kurucusu aktörler açısından gecikmiş bir konudur.
Onun için kabul etmek gerekir ki, her verili durumda, her zaman eleştir metodu işletilir.
Eleştiri demek, düşünce üretmek demektir. İnsan da düşünen bir varlıktır. Düşünce üretmek zorundadır. Bu nedenle düşünce üretirken, her zaman bu düşünce üretimi içinde eleştiri, mukayese, tespit vardır.
Eleştiri için çok şeyin bilinmemesi tam da bir abes bir konu…
Deniliyor ki, “fazla şey bilinmiyor ki, yeni KDP konusunda değerlendirme, tespit ve eleştiri yapıyorsun.”
Bu eleştiri, eleştiri yapanları, bizleri aptal yerine koyuyor. Bizi tarihten ve gerçeklerden koparıyor.
En olumsuzu da, yeni KDP’yi kurmaya çalışanlara “haksızlık” yapılıyor.
Verili duruma bakarsak: PDK –Bakur 3 yıldan fazla zamandır yasal ve açık bir parti için çalışıyor. T-KDP’nin yeni KDP konusundaki görüşlerini bilebilir durumdayız. PWD’yi tanıyor ve biliyoruz.
Sonuç olarak, tanıdığımız bu aktörler, onlarla ilgi veriler, belgeler, onların kendi başlarında ve birlikte nasıl bir parti kuracağını bilebilecek kadar veri sunmaktadır.
Ayrıca yeni KDP’nin kuruluşu için de temel bilgiler var.
Bunun yanında, 2 ay sonra partinin kuruluşundan bahsediliyorsa, eğer daha bu konuda yeterli bilgi yoksa durum daha vahimdir. O zaman taraf olan aktörlerin kendilerini hızla gözden geçirmeleri gerekir.
Ayrıca yapılan iş, milli bir iş ve kamu işi ise, kamuoyunu bilgilendirmek bir zorunluluk olduğu kadar, bir vazife de. Parti kurucuları bunu yapmazsa, yarın ve gelecek günlerde kamuoyu platformunda olan insanları nasıl kazanacak, üye yapacak,, desteklerini alacak.
Parti kurmak risk mi? İbrahim Güçlü risk alır mı?
Benim görüşlerim eleştirirken de, benim risk almayacağım ifade ediliyor.
Risk konusunda beni eleştiren dostların bilmezler mi ki, ben riskleri sırtlayan adam olarak tanınırım.
Geçmiş tarihlerde, DKP ve HAK-PAR’ı ya da o kuşakta kurulan partiler döneminde parti kurmak riskti. Şimdilerde parti kurmanın bir riski yok. Ayrıca “Kürdistan” ismiyle partinin kuruluşu için de psikolojik eşik, aşıldı. Bu nedenle, “parti kurmak bir risktir. Bunun dışında olanlar, risk almıyor, bu nedenle de eleştiri yapamazlar düşüncesi” ilkel bir ezberdir.
Bu ezber de çoktan bozuldu. Bu ezberi bozanlarında başında geliyorum.
Ben DKP’ın de facto, HAK-PAR’ın fiili kurucularındanım. Üstelik HAK-PAR’ın kuruluşunda sonra isminin “Kürt Hak ve Özgürlükler Partisi” olmasını projelendiren insanım.
HAK-PAR program ve tüzükte gerekli değişiklikleri yapamayınca, özellikle de grup tasallutu ve vesayeti bütün ağırlığıyla parti üstüne çökünce çökünce, HAK-PAR’dan ayrıldım.
Türkiye ilk “Kürt” ismiyle dernek kurma projesini geliştiren insanların başında geliyorum. Bunu o günlerde yapmak, büyük riskti,, ben de bu riski aldım.
Diyarbakır Kürt Derneği ile aldığım risklere, aldığım cezalar ortada.
Dernek çalışmalarıyla, HAK-PAR çalışmalarıyla Kürtçe ve Türkçe yaptığım bütün siyasi yazılı ve sözlü savunmalarım riskliydiler. Ben, devlet bizim olmadığı için, hiçbir devlet kurumunun ve mahkemlerin de bizim olmadığını, meşru olmadıklarını savundum.
İbrahim GÜÇLÜ risk almaz diyen dostlar, hayatlarında devlet karşısında cebeleşmeyi ve mücadeleyi hiç göze almışlar mıdır? Devlete karşı Kürt milletinin haklarını dobra dobra savunmuşlar mıdır?
KDP-BAKUR’un devamı olduğu HEVGIRTIN-KDP’nin Türkiye’de o koşullarda legal kurulmasını önerdiğimi biliyorlar mı?
Daha sonra ben Türkiye’deki milli mücadele çalışmalarına açık ve doğrudan devlete karşı katılmak için, HEVGIRTIN-KDP’den ayrıldığım zaman da, genel Başkan arkadaş Hemreş Reşo’nun tutuklanıp serbest bırakılmasından sonra, parti levhasının asılabileceğin, bu konuda ben kendime düşenleri yapmaya hazırım, dediği biliyorlar mı?
HEVGIRTIN-KDP’den 2003 yılının başlarında (HAK-PAR’ın kuruluşunda kısa bir süre önce) Reşit Deli ile Ankara’da göz altına alındığımızı, çetin bir hukuki ve siyasi mücadele sonucu tutuklanmamızı engellediğimizi; daha sonra hakkımızda dava açıldığını, bu davada sorguda ve mahkemede ne kadar kapsamlı yazılı siyasi savunmalar yaptığımı biliyorlar mı?
Biraz daha geriye gidersek…
Genç yaşlarda, yine bir çok genç kahraman arkadaşımla, Kürtlüğün yasak olduğu, Kürtlerin devlet tarafından inkâr edildiği dönemde; Kürtlüğü savunan, Kürt milletinin haklarını savunan legal ve açık DDKO’yu kurma bize nasip oldu.
Yani illegalite ile kendimizi gizlemedik. Devletle karşı cepheden ve doğrudan milli ve siyasi mücadeleyi göze aldık. Bu mücadelenin sonuçlarına katlandık.
Sivil dönemde tutuklandık. Ama Askeri Darbe döneminde, yargılandık. Bu yargılama sırasında, çoğu Kürt büyükleri mahkeme karşısında Kürt olduklarını söylemekten korktukları dönemde, biz örgütümüz ve milletimizin haklarını; devlete karşı, sağa sola bükmeden savunduk. Yüzlerce sayfa, iddianameye cevap ve savunma metinleri verdik. Mahkemenin meşru ve bizi yargılayamaz olduğunu ifade ettik. Bunla ilgi de onlarca sayfa görüşü askeri mahkemenin dosyalarına yerleştirdik.
Askeri ceza evinde, haksızlıklara karşı mücadele ettik. Bunların başından gelenlerden biri de bendim.
Yargılanma sonucunda en yüksek cezayı alan iki kişiden (Ben ve Mümtaz Kotan) biri oldum.
Cezaevinde, dışarıdaki mücadeleyi örgütlemeye çalıştık. DDKD projesini, Komal Yayın evi projesini, Rizgari Dergisi projesini askeri cezaevinde planladık. Ceza evinden çıkar çıkmaz da, Kürt isimli bir yayın evini (Komal’ı), bir dergiyi (Rizgarî’yi), bit kitle örgütünü (DDKD’yi) hayata geçirdik.
Rizgarî’de tartışmaları ezop diliyle değil, milli mücadele diliyle ifade ettik.
Kimsenin derneklerde Kemalizm’ karşı alamadığı ve sömürgeciliği dillendiremediği zamanda, ben “Ant-Sömürgeci Demokratik Kültür Derneklerini” projelendirdim.
Kemalist prensiplere göre hareket etmeyeceğimizi, derneklerin programlarına alarak ortaya koyduk. Açıkça Türk Devleti’ni sömürgeci kabul ederek mücadele edeceğimizi amaç olarak belirledik. Kürdistan’ın birliğini savunduk.
Yurtdışında bulunduğum zaman, olanakların şöyle yada böyle belirlendiği koşullarda yeniden tutuklanmayı göze alarak Kürdistan’a döndüm.
Dönüşten sonra iki sefer ceza evinde yattım.
Onlarca davadan yargılanarak 20 yıla kadar hapis cezasına çarptırıldım.
PKK’ye karşı mücadelenin nasıl bir risk olduğunu belirtmeme bile gerek yok? Bu konuda tescilli bir konuma sahibim.
Bu konuları daha da uzatmak istemiyorum.
Parti milli mücadelede araçsa, hizmet etmez duruma gelirse ne yapmak gerekir?
Milletimizin bağımsızlığı, devlet olması, özgürlüğüne kavuşması amaçtır. Parti ve örgütler bunu sağlamak için araçtırlar.
Eğer bu araçların işe yaramadığı, ihtiyaca ve amaca cevap veremediği, anlamlı olmadığı, toplumsal bir karşılığının olmadığı açığa çıkarsa, değiştirebiliyorsan, değiştirirsin. Değiştiremiyorsan ortadan kaldırırsın.
Bir partinin kurucusu ve yönetici ve üyesi olabilirsiniz. O örgüt ve partide yararlı olamıyorsan; ya da o örgüt ve parti sizin ideallerinize ve amacınıza hizmet etmiyorsa, sen o örgüt ve partiden ayrılırsın.
Benim de herkesten farklı olarak belki de cesurca yaptığım budur.
Bazı dostlar, başka zamanlarda olduğu gibi, “Yeni KDP kuruluşu” üzerine yazdığım yazı üzerine, bunu pişirip kamuoyunun ve benim önüme sürdüler. Üstelik bunu yapan arkadaşlar da, KDP-Bakur’dan arkadaşlar.
Ama önlerindeki gerçekler ilgili de bir körlük içinde olduğunu nereden bilebilirlerdi?
Oysa genel başkanları Sertaç Bucak 40 senelik PSK örgütünü bıraktı.
HAK-PAR Genel Başkanlığı seviyesine ulaştı (ki ben de onun genel başkanlığını destekledim). Buna rağmen, HAK-PAR’ı terk etti.
Ayrıca, “Lêgerina Kurdên Demokrat”ın sözcüsü ve lideri konumundaydı. Onu dağıttı. Arkadaşlarıyla çok kötü çatıştı.
Bu çatışma, KDP-BAKUR platformuna da taşınarak, kopuşlara sebep oldu.
Dostlar buna ne diyeceksiniz? Bunu nasıl izah edeceksiniz? Eğer Sertaç Bucak’ın yaptığı meşru ise, benimki de meşru olsa gerek.
Yeni KDP’yi kuracak aktörler hakkında haksızlık yaptığım, yanlış bilgi verdiğim ve objektif olmadığım konusu…
Yeni KDP’yi kuracak aktörler hakkında doğru bilgiler verdiğimi, PWD hariç diğer iki aktörün tabanı söylüyor. Ama anlaşılan yönetici kadro, bu gerçekleri görmek istemiyorlar.
Benim dediği, PWD dışındaki iki aktörün kendi içinde uyumlu ve bütünlüklü olmadığıydı.
Üç aktörün de birbiriyle uyumlu olmadıklarını, bütünleşmelerinin zor olduğunu ifade ettim.
PWD’nin Durumu…
Önce PWD’ye haksızlık yaptığım konusunda başlayayım: Ben PWD’nin kendi içinde uyumlu ve bütünlü olmadığını söylemedim, yazmadım. Tersini söyledim. Benim söylediğim, PWD adına yeni parti kuracakların PWD ile uyumlu olmadıklarıydı. Ayrıca PWD değişmemiş, değişmez de demedim. Sadece dediğim, PWD’nin PKK genlerine sahip olduğunu. Bunun KDP geleneğinden gelen aktörlerle problemli olduğunu söyledim. Halen de öyle düşünüyorum.
KDP-BAKUR’un Durumu…
Beni eleştiren arkadaşlar, PDK-Bakur’u yanlış analiz ettiğim, onun hakkında yanlış bilgiler verdiğim görüşündeler.
Ayrıca onların bana yönelik eleştirilerinden, PDK-BAKUR’u tanımadıklarını saptamış durumdayım.
Bu nedenle, PDK-BAKUR gerçeğini ve şimdiki durumun biraz daha aydınlatmam gerekir.
Maddeler halinde anlatmakta fayda var.
1-PDK-BAKUR, söylendiği ve bilindiği gibi 1965 yılında kurulan TKDP’nin doğrudan mirasçısı değildir. PDK-BAKUR, HEVGIRTIN PDK’nın devamıdır. TKDP’nin çoğunluk üyeleri de HEVGIRTIN’ın kurucularıdır.. HEVGIRTIN-PDK kurulduğu zaman, bir grup da eski parti ismiyle çalışmalarını sürdürdüler. HEVGIRTIN, ikinci kongrede yapılan isim değişikliğiyle çalışmasına PDK-BAKUR olarak devam etti. Parti program ve tüzüğünde, HEVGIRTIN-PDK’nın kimler tarafından kurulduğu açıkça ifade edilmekte. Kimlerin mirasçısı olduğu da tanımlanmaktadır. Partinin isminin değişmesine karşı çıkanlardan biriydim. Çünkü isim değişikliğinin partinin çoğulcu objektif yapısına aykırı olacağını ileri sürdüm. Sonuç olarak da öyle oldu.
2-HEVGIRTIN-PDK’nın kuruluşundan sonra ortaya çıkan bölünme uzun zaman devam etmedi. Yeniden geleneksel bir şekilde birleşmeler oldu. HEVGIRTIN-PDK’nın kurucu olmayan, parti meclisi üyeliği ve yürütme kurulu üyeliği yapmayanlar, parti yönetiminden yer aldılar. Değerli insan Kek Hemreş Reşo’nun (ki bir ara parti yöneticileri tarafından da büyük iftiraya maruz kaldı. Kendisinin ajan olabileceği, parti üst organın da karar altına alındı) ölümünden sonra, yönetim sisteminde değişiklik yapıldı. Parti üç kişiden oluşan konsey tarafından yönetildi.
3-Bu yönetim 8 yıl boyunca kongre yapmadı. Ayrışma yaşadılar.
4-İki grup PDK-BAKUR ortaya çıktı. Bu gruplar da kendi içlerinde ayrıştılar.
5-Daha sonra, çoğunluğu “Lêgerînên Kurdên Demokrat”tan olmak üzere, 2012’de bir konferans yapıldı. Legal parti kurma iddiasından olanlar PDK-BAKUR’a üye oldular. 2013 yılında yapılan kongrede, legal parti kurma kararı yeniden alındı. Partiye sonradan üye olanların çoğunluğu parti meclisinde yer aldılar. Sertaç Bucak da genel başkan oldu.
6-Ne yazık ki, daha legal ve açık bir parti kuruluşu adımı atılmadan, parti meclisinde bölünme ortaya çıktı. Önceleri parti meclisi bünyesinde ayrışma oldu, sonra bu ayrışma dışarıya taştı. Kopuşmaya yol açtı.
7-Son kongreye gelindiğinde, eski meclisten kalan birkaç kişi oldu. Onların bir kısmı da son kongreden sonra ayrı durmaya başladılar. Oldukça yeni üyelerin çoğunluğundan bir meclis oluştu.
8-Son kongreden sonra, bu aşamada, yönetim ile üyeler arasında- tam anlamıyla bir kopuş söz konusu. Sonradan partiye katılıp da organik yapı kazanmayanlarla, eski partililer arasında bir kimya uyuşmazlığı şiddetle kendisini dışarı vurmuş durumda.
PDK-BAKUR bu atmosfer ve koşullarda, yeni KDP kurma çalışması içinde. Kendi içinde birlik ve bütünlüklü olmayan PDK-BAKUR yeni parti kuruluşuna katkısı hangi derece de olur?
Bunu da Kürt yurtsever kamuoyunun takdirine bırakmak lazımdır.
T-KDP’in Durumu…
Benim T-KDP’ye de haksızlık ettiğim, onunla ilgili de doğru ve objektif bilgiler vermediğim konusunda eleştiriler aldım. O zaman T-KDP’nin durumunu biraz daha açalım ve netleştirmeye çalışalım.
Bakalım, biz mi, yoksa eleştirenler mi haklı?
1-T-KDP Genel Başkanı arkadaşla bir aşamada “Bizava Partiya Kurdistanê (Kürdistan Parti Hareketi)” diye bir çalışma yürüttük. Bu çalışmaya başladığımız zaman, aramızda uzlaştığımız ve karar altına aldığımız bir sözleşme var. Bu sözleşmede, nasıl bir parti düşündüğümüzü, nasıl bir milli demokrat bir partiye ihtiyaç olduğu, mevcut siyasi partilerin konumu, PKK’ye tutum, kimlerle partinin kurulması gerektiği çok net şekilde belirtilmiş.
Bu partinin, KDP olmayacağı ya da KDP’nin birliğine dayalı bir parti olmayacağı da aramızda anlaştığımız kesin konulardan biriydi.
İkincisi, biz bu partinin mevcut siyasi sınıfla da kurulmayacağını, kurmayacağını da kesinlikle karar altına almıştık. Bu nedenle, bu partinin toplumda baskılanan milli dinamiklerin açığa çıkarılmasıyla olanaklı olacağını ileri sürdük. Bizim de yardımcı bir aktör, şartları olgunlaştıracak bir aktör, öncü olmayan bir aktör olarak konumlandırıyorduk.
Çalışmalarımızın bir aşamasında, böyle bir partinin kuruluşu için şartları olgunlaştıramadığımızı, ayrıca “Kürdistan Parti Hareketi”ni sürdüren bizlerin de bu parti için yeterli olgunlukta olmadığımız, aramızda da bütünlük ve birliğin olmadığı saptandığında, bu çalışmayı durdurmayı karar altına aldık.
2-Ama grubumuzun içinde olan M. Emin Kardaş bir parti kurulsun, yeter ki genel başkan olsun hesabındaydı. Bizim çalışmalarımızı durdurmamızdan sonra, bir arayış içine girdi. O aşamada, iki PDK-BAKUR vardı. Bunların arasında büyük bir rekabet vardı. Sertaç Bucak’ın genel başkanlığını yaptığı PDK-BAKUR, yasal ve açık bir parti kurmaya karar vermişlerdi. İkinci PDK-BAKUR grubu da bunların önünü kesmek istiyordu. M. Emin Kardaş onlarla ilişkiye geçti. Onlar için de durum bulunmaz bir fırsattı. Sonuçta adı parti olan, ama parti yapısı ve fonksiyonlarıyla alakası olamayan T-KDP’yi kurdular.
Özcesi, T-KDP, KDP-BAKUR’un yasal ve açık parti kurmasının önünü kesmek için kurulan bir parti. Bir likidasyon ve ön alma partisi. Dar bir amaçla kurulmuş bir parti. Şimdilerde bu partinin KDP-BAKUR ile kuracağı parti ne kadar sağlıklı, milli demokrat amaca hizmet eden, uyumlu, ahlaka uygun bir parti olabilir?
3-T-KDP kurulmadan önce de, bir grup arkadaş TKDP’nin devamı olduğunu açıklayarak, TKDP’ye sahip çıktığını ilan ettiler. Kurulan T-KDP aynı zamanda bunun önüne geçmek ve engellemek hareketi olarak ortaya çıkıyordu.
4-T-KDP’ye sahip çıktığını söyleyen grup daha sonra PDNK diye bir çalışma başlattılar. Bu grup, daha sonra yasal T-KDP ile birleşti. Bu birleşmenin normal bir birleşme olmadığını herkes ileri sürüyordu. Çünkü taraflar, birbirleri hakkında büyük suçlamalara sahiptiler. M. Emin Kardaş’ın birlik yapmasının, mali nedenlere dayandığı ileri sürülmekteydi. Ben de o görüşteydim. Gelişmeler de bunu ortaya çıkardı.
5-Bu arada, M. Emin Kardaş’ın birlik yaptığı bu insanlar da kurtulması gerekirdi. Bir grup insan bir arayış içindeydi. Bu arayışla M. Emin Kardaş’ın arayışı örtüştü. Birlik kurduklarını bir resepsiyon ile ilan ettiler. Ama ortada bir birlik yoktu.
6-Bu gelişmeden sonra, T-KDP’yi M. Emin Kardaş’a kurduran KDP-BAKUR grubu kopuştu, ayrı durmaya başladı. Kendilerini “Peyama Kurdistan” Derneğinde örgütlemeye başladılar. Bu aşamada da bu grubun T-KDP ile alakası kalmamış durumda.
7-PDNK’dan gelen grup daa şiddetli bir muhalefet içinde. İçerde tam anlamıyla bir kopuş içindeler. Ama üyelikleri son bulmuş değil. Partiyi ele geçirmeye, kendi ifadeleriyle M. Emin Kardaş’tan kurtulmaya çalışıyorlar.
8-Diyarbakır, İstanbul İl Başkanları, bazı ilçe başkanları şiddetli muhalefetler, ya da T-KDP’den ayrılmış durumdalar.
Bu duruma, parti genel başkanı olan insanın beş ay partiye sokulmaması, partide karşılıklı kaba kuvvete başvurulması eklenirse, o zaman durumun daha vahim olduğu ortaya çıkar.
T-KDP tablosu bu.
Bu tablo, ortada bir partinin olduğunu anlatıyor mu?
Bu tablo, birlik, uyum, bütünlük içinde olan bir partinin varlığını okumamıza olanak sağlıyor mu?
Bu tablo, yeni KDP’nin kuruluşu için bu grubun elverişli ve nitelikli bir grup olduğunu gösteriyor mu?
Bana parti kuruculuğu için teklif gelmediği için eleştirdiğim…
Benim Yeni KDP konusunda eleştiri yapmamı, bana parti kuruculuğunun teklif edilmemesine bağlayanlar var. Gerçekte bu eleştir vicdani, objektif bir eleştiri olabilir mi?
Birincisi, ben bu partinin kurucusu olmak istesem, bunu engelleyecek hiçbir güç olamaz. Ayrıca ben o zaman partinin kurucusu olmakla kalmam, partinin en önemli politika üreten aktörlerinden biri olurum.
Bunun nasıl olacağını merak edenler varsa onu da yeri gelince yazarım.
İkincisi, bunu diyenler, benim yıllardır yazdıklarımı anlamamışlar. Yeni KDP hakkında yazdıklarımı bile anlamamışlar.
Üçüncüsü bu iddiayı ileri süren ve eleştirilerine temel alan arkadaşlar:
-Benim HEVGIRTIN-PDK yani PDK-BAKUR’un kurucusu olduğumu bilmiyorlar.
-Onun ötesinde partinin en üretken kurucusu ve yöneticisi olduğumu bilmiyorlar.
-Parti programının, en modern ve demokrat parti tüzüğünün, hiç kimsenin aklında geçmeyen ve bugünkü yasal koşullarda bile partilerin aklında geçmeyen bir hukukun inşasının, bunlara bağlı parti yönetmenliklerinin hepsinin çerçevelenmesinin en etkin olan kurucu ve yöneticilerinden biri olduğumu bilmiyorlar.
-Partinin ideologlarından biri olduğumu bilmiyorlar.
-HEVDEM Dergisinin en önemli, birkaç isimle yazı yazan parti yöneticisi olduğumu bilmiyorlar.
-Benim ne kadar önemli bir aktivist ve çok çalışkan olduğumu da bilmiyorlar.
-Benim yaptığım işlerin, bir deste parti kurucusunun çalışmalarını tarttığını ve tartacağını bilmiyorlar.
-Bireysel maddi fedakârlığımı saymak bile istemem. Ben her şeyimi mili davaya göre konumlandırmış bir insanım. Ben ve eşim avukatız. Eşimin bir dönem hariç, bizler avukatlığı para için bile yapmadık.
-Benim milli davanın hizmetkârlığında, mücadele hayatımda yaptığım projeleri, ismi geçenlerin ezici çoğunlu bunu 50 sene sonra bile düşünemezler.
-Ben millet davasının aşığıyım. Ben Kürt milletinin bağımsızlığını ve özgürlüğünün aşığıyım. Birileri, benim parti ve örgütlerin aşığı olmadığımı hala anlamamışlar. Bu nedenle, ihtiyaca cevap vermeyen parti ve örgütleri rahatlıkla elimin tersiyle ittim ve iterim. Gücüm yeterse onları ortadan tasfiye eder ve ortadan kaldırırım.
Bundan dolayı örgüt ve parti dağıtıcısı olarak tanınırım.
Özcesi, ben milli davanın amatör ruhlu bir profesyoneliyim. Milli Dava benim her şeyimdir. Kürdistan’da bu mücadelede benimle yarışacak çok az insan var. Yarışmak isteyenlerin de kafası duvara çarparak parçalanır.
Hele ismi ortalıkta dolaşanlardan bir-ikisi dışarıda tutulursa, hiç kimse benimle yarışamaz. Yarışmak isteseler de zararlı çıkarlar. Bir yere kaçıp kendilerini gizlemek isterler.
Dördüncüsü: Ben PKK dışındaki tüm partileri, milli grupların ve Kürt yurtseverlerinin oluşturduğu partiler olarak kabul ediyorum. Onları, dost kabul ediyorum. Onları, yurtseverliğe uygun yaptıkları her işte destekliyorum. Açık ve kapalı toplantılarına katılıyorum.
Ama aynı zamanda, onları da eleştiriyorum. O partileri, örneğin, PAK, PSK ve diğer partileri eleştirmemin nedeni de mi, beni kurucu üye yapmamalarından ileri geliyor?
Bunu ileri sürmek ne kadar objektif, vicdani, adaletli olabilir.
Herkes beni bağışlasın, bence olsa-olsa ahmakça bir iddia olur
Amed, Ocak 2017