İbrahim GÜÇLÜ
Türkiye ve Kürdistan’ın Kuzeyinde önemli gelişmeler oluyor. Elbette bu gelişmelerin kendi iç dinamikleri olduğu gibi, bölgesel çapta ve dünya çapında da dinamikleri var.
Kürdistan’ın Kuzeyi, bölünmüş bütün Kürdistan’ın bir parçası olduğundan, bölge dinamiklerinden, Ortadoğu’daki gelişmelerden doğrudan etkilenmek durumundadır. Kürdistan, bölünmüş yapısı, uluslararası sömürge karakterinden dolayı, sömürgesi olduğu devletlerden bağımsız bir gelişme ve devinim gücüne sahiptir. Bu nedenle, Kürdistan’ın bir parçasındaki gelişmeleri değerlendirirken, diğer parçalardaki gelişmeleri görmek ve onlara dikkat etmek de kaçınılmazdır.
Türkiye’de, Kürt milli hareketine ve PKK’ya yönelik gelişmeler, aynı zaman da diğer parçaları etkileyen bir durum olduğundan şüphe yoktur.
Buna rağmen, okumuşlar, aydınlar, siyasetçiler ve onların kurumları, meşreplerine, ideolojilerine, konumlamalarına, tarafgirliklerine göre Türkiye ve özellikle Kürdistan’da olup bitenleri, analiz ediyorlar, tanımlıyorlar ve anlamlandırıyorlar.
Çoğu analizler, tanımlamalar ve anlamlandırmalar da, gelişmeleri açıklamaktan uzaktırlar. Herkesin yoğurt yiyişi yordamında, körlükler taşıyorlar. Günün tümünü değil, belli saatlerini aydınlatır özelliklerine sahipler. Böyle olunca da, karanlığın sürgit etmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Bu sakatlığın ortaya çıkmasında, devleti tanımamakla, devletin yaptıkları ve yapacaklarını bilmemekle bir ilişkisinin olduğundan şüphe yoktur.
Türk Devleti kurulduğu günden itibaren, kendisine güvenen bir devlet değildir. Çünkü meşru olmayan yollar kullanılarak, halka rağmen, halk hiçe sayılarak, bir imtiyazlı gruba dayanarak, başka milletlerin yok sayarak ve tasfiye ederek kurulmuştur. Varlığı güçlü temellere dayanmamaktadır. Bundan dolayı da, ayakta kalmak, yaşamını sürdürmek için, akıl almaz, insanlık dışı, devlet olmakla bağdaşmayan yol ve yöntemlere başvurmuştur. Kürtleri yok saymak, buna bağlı olarak Kürt milletini ortadan kaldırmak için asimilasyon, yani Kürtleri Türkleştirmek metodu gibi en sıradan bir metodu uygulamakla kalmayıp, Kürtlerin millet olarak fiziki yapısını ortadan kaldırmak için de sürekli ve planlı bir jenosid ve toplu katliam hareketi sürdürmüştür.
Aynı uygulamayı dayanmak istediği, Türklere bile yönelik olarak yapmaktan geri durmamıştır.
Türkiye’deki ve Kürdistan’daki gelişmeleri devletin bu yapısal konumu içinde ele alınmadığı için, son gelişmeler, Fetullah ve PKK/HDP’ye yönelik operasyonlar kafaları tümden karıştırmakta. Ezberleri bozmakla kalmayıp, kafa karışıklığına ve şuursuzluğa yol açmaktadır. Bundan dolayı herkes, sessiz ve rasyonal olmayan bir tepkisellik içindedirler. Gelişmeleri anlamaktan uzaktırlar.
Türkiye’de ve Özellikle Kürdistan’da olup bitenleri, anlamak çok basittir. Ve olup bitenleri sadece Hükümetin ve Cumhurbaşkanının otoriterleşmesi ile açıklamak, Kemalist Sömürgeci Devleti tanımamak anlamına gelir. Çünkü Türkiye’de otoriterlik yapısaldır. Devletin sömürgeci, otoriter, demokratik olmayan yapısı, kurumlarına ve yöneticililerine doğrudan ve organik olarak otoriterliği aşılamak durumundadır. Özcesi, kimse cumhurbaşkanından daha demokrat değildir.
Demek ki sorun daha başka ve daha kapsamlıdır.
Türkiye’nin böyle bir handikapı var. Eğer demokrasi, mevcut devlet yapısı üzerinden tanımlamaya çalışılırsa, devleti tanımama, olayları kavramama gibi bir tehlike ortaya çıkar.
Devletin bu yapısallığı, sözde düzen ve sistem içinde olmayan muhalifleri, örgüt ve partileri de otoriterlik hastalığına düçar etmiştir. Bu muhaliflerin bile demokrat olma şansları olmamıştır.
*****
Kemalist Türk Devleti, niteliği itibariyle halka ve halklara karşıdır. Çünkü bir imtiyazlı elitin devleti olarak kuruldu. Kürtleri yok sayarak ve Türk halını dışlayarak kuruldu.
Kemalist Türk Devleti;
1-Türk halkına karşıtlığını, İslamcılara karşıtlığıyla ifade etti.
2-Kürt milletine karşıtlığını da, Kürtleri millet olarak yok sayma ve inkâr etmekle, ırkçılıkla, asimilasyonla, Kürtleri Türkleştirmekle ifade etti.
Kemalist Türk Devleti, kuruluşundan sonra, Kürt milletini yok etmek için, planlı jenosidi ve katliamı strateji olarak benimsemiştir. 1970’lerden sonra bu stratejinin yeterli olmadığını anladıktan sonra da, yeni ve içerden bir strateji benimsedi.
Kemalist Türk Devleti, Kürt milli hareketini, Kürdistan siyasi ve toplumsal güçlerini tasfiye etmek için operasyonal bir örgüt olarak PKK’yı Kürtler adına kurdu.
PKK, BU MİSYON VE GÖREVİNİ KÜRDİSTAN’IN KUZEYİNDE VE DİĞER KÜRDİSTAN PARÇALARINDA LAYIKIYLA YERİNE GETİRDİ VE GETİRMEYE DEVAM EDİYOR.
Devlet açısında burada bir sorun yok. Durumdan memnun. Ama devletin yöneticilerindeki değişiklik, durumu farklılaştırdı. Kemalist yöneticilerin aparatı olan PKK, yeni yöneticilere uyum sağlamadı ya da sağlayamadı. Çünkü daha büyük bir vekalet konsorsiyum koalisyonu tarafından yönetilmeye başlanmışlardı.
Devlet için sorunlu durum burada ortaya çıktı.
Devlet, PKK’yı Öcalan vasıtasıyla “Çözüm Süreci” denilen konseptle, yeniden eski fabrika ayarlarına döndürmek istedi. Tespit ettiği stratejiye uygun bir hale gelmesini istedi. Kandil’deki PKK patronları ve onların üzerindeki vesayetçi güçler tarafından bu engellendi.
Vekâlet savaşıyla, bu strateji tümden karşı alındı. PKK’nın devlet tarafından çizilmiş olan sınırların dışına çıkmaya başladı.
Devlet, şimdi kendisinin oluşturduğu ve kendisi için tehlikeli hale gelen PKK aparatını ortadan kaldırmaya çalışıyor. Olup bitenler bunun alametleri.
Ne yazık ki bunlar olurken Kürtler zarar görüyor.
Böylece devlet PKK’yı kurarken nasıl kazançlı olmuşsa, PKK aparatını kırmak isterken de kazançlı durumdadır.
*****
Fetullah Örgütü de kuruluş misyonundan uzaklaştığı için parçalanmaya ve tasfiye edilmeye çalışılıyor.
SON SÖZÜMÜ SÖYLERSEM: TÜRKİYE’DE VE ÖZELLİKLE KÜRDİSTAN OLAN: DEVLETİN KURDUĞU, AMA BİR DÖNEM SONRA BÖLGE DEVLETLERİ VE ULUSLARARASI GÜÇLERİN PLAN VE PROJELERİ ÇERÇEVESİNDE DEVLETİN SINIRLARININ DIŞINA ÇIKAN ÖRGÜTLERİN/APARTLARININ KIRILMASI VE ORTADAN KALDIRILMASIDIR.
Amed, Aralık 2016