“Kim bilir, belki de PKK bütün bunları Kürdler devletleşmesin diye yapıyor. Devlet kurmayı hedefleyen ilkeli yurtseverliği “ilkel milliyetçilik“ olarak adlandıran, “ulus- devlet dönemi bitti“ deyip, ulusal devlet sınırları dahilindeki bir mahallede özyönetim ilan etmeye kalkışanların, sosyal ve siyasal realiteden kopuk bu vizyonlarını gözden geçirme zamanı gelmedi mi?”
Yeter Polat
BasHaber – “Sanki bilerek ve kasıtlı olarak, özellikle Kürdçe konuşulan, Kürd kültürünün taşıyıcısı niteliğindeki yerler hedef alındı. Kürd kültürü ve medeniyetinden söz edildiğinde, Silvan, Cizre, Hakkari, ve Diyarbakır’ın Sur ilçesi gibi yerleşim yerleri akla gelirdi. Kürdler öncelikle bu birikimlerinin ayakta durması ve yaşaması için çaba sarf etmeliydiler. Düşünsenize, bir zamanlar Silvan’da Kürd olup da esnafla Türkçe konuşmak alay konusu olurdu. Ama bugün sokaklardaki egemen dil Türkçe’dir. Eğer Kürdlerin illa da bir yönetime ihtiyaçları varsa, o da özyönetim değil, “dil yönetim” olmalıydı.“
HDP’nin yüzde 70’in üzerinde oy aldığı Silvan, Silopi, Cizre, Varto, Nusaybin ve İdil gibi yerleşim yerlerinde ‘özerklik’ ilanı ile başlayan çatışmalı sürecin en önemli sonuçlarından bir tanesi de çatışmalar nedeni ile yerlerinden göç etmek zorunda kalan insanların içinde bulunduğu zorlu koşullar. 1960’lı ve 1990’lı yıllarda yaşanan göçten farklı olarak Kürdler önce şehirlere şimdi de köylerine ya da güvende hissedebilecekleri yerlere göçüyor.
Devletin son 30 yıllık PKK ile mücadelesinde ilk defa hem ahlaki hem de psikolojik üstünlüğü ele geçirdiğini iddia eden Kıran, “PKK ‘özyönetim’ yanlışında ısrar edip Kürd halkını mağdur ettikçe, devlet de tüm gücüyle PKK’yi köşeye sıkıştırmaya, halk nezdinde mahkûm etmeye zorladı. Çünkü devlet bu göçe sebep olan şeyin PKK’nin yanlış politikası olduğunu bildiğini“ ileri sürüyor.
“Güç ve imkanınız var ise tek taraflı bağımsızlık ilan edebilirsiniz, ancak özerklik özyönetim ilan edemezsiniz“ diyen Doç. Dr. Abdullah Kıran, özerklik ve özyönetimin iç hukuksal düzenlemelerle olabileceğini vurgulayarak, “Federalizm bile iç hukuksal düzenlemeyle elde edilebilir. Maalesef ‘özyönetim’ ilanı, Kürd kentlerinin, Kürd medeniyetinin yıkımı için açık bir davetiye olmuştur. Burada acı olan, ‘Cizre’de hata yaptık’ dedikten sonra, Yüksekova ve diğer yerlerde de aynı hatayı tekrarlamak” olduğuna dikkat çekiyor.
Kürdlerin illa da bir yönetime ihtiyaçları varsa, o da ‘özyönetim’ değil, ‘dil yönetimi’ olmalıydı diyen Muş Alparslan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Abdullah Kıran BasHaber’in sorularını yanıtladı.
Kentlerde savaşmanın kentlerin boşalmasına neden olacağı gibi birçok deneyim var dünyada. PKK, kent savaşı başlatırken on binlerce insanın mağdur olacağını, kentlerin boşalacağını öngörmedi mi? HDP, DBP yöneticileri hendekler, barikatlarla tahkim edilmiş, ‘demokratik özerklik‘ ilanları ile baltayı kendi seçmenlerinin ayaklarına vuracaklarını tahmin etmediler mi?
Bunu görmek için siyaset yapmaya bile gerek yok. Devlet, egemenlik ve iktidar olgularından haberdar olan herkes, bir devletin, özellikle de “egemenliğini” hedef alan her girişim karşısında suskun kalmayacağını bilir. Dünyadaki bütün devletlerin kıskanç oldukları ve başkalarıyla paylaşmak istemedikleri yegane şey “egemenliktir.” 21. yüzyılda, uluslararası hukukun kimi kazanımlarıyla biraz gevşemiş veya gevşetilmiş olsa da, dünyada halen Jean Bodin ve Thomas Hobbes’in tanımladıkları türden “mutlak bir egemenlik ilkesinin“ geçerli olduğunu biliyoruz. Bu egemenlik düşüncesine göre devletler, milli sınırları dahilinde kamu güvenliğini sağlama adına her türlü tedbiri alabilirler ve bu tedbirler söz konusu devletin iç işleri bağlamında ele alınır. Hafız Esad 1980’de Suriye kentlerini uçaklarla havadan vurup 20 binden fazla insan öldürdüğünde kim ne demişti ki?
PKK’nin, kentlerde hendek ve barikatlar kurarak tek taraflı özyönetim ilanı, telafisi asla mümkün olamayacak yanlış bir politikaydı. Galiba bu işin en trajik yönü de HDP’nin yüzde 70’in üzerinde oy aldığı Silvan, Silopi, Cizre, Varto, Nusaybin ve İdil gibi yerleşim yerlerinin seçilmesiydi. Buralardaki yerel yönetimler, nerdeyse son 20 yıldır zaten HDP ve daha önce kapanmış veya kapatılmış Kürd partilerinin elindeydi. Kaldı ki özyönetim denilen şey de, merkezi hükümet ile belirli bir hukuksal antlaşma çerçevesinde, bir nevi yerel yönetim ve yerinde yönetim kapsamında olabilecek bir durum. Yani bir bağımsızlık değil. Gücünüz ve imkânlarınız el verdiğinde, sizler tek taraflı olarak bağımsızlık ilan edebilirsiniz; ancak özerklik ve özyönetim ilan edemezsiziniz. Çünkü özerklik ve özyönetim iç hukuksal düzenlemeyle olabilecek bir durumdur. Federalizm bile iç hukuksal düzenlemeyle elde edilebilir. Maalesef özyönetim ilanı, Kürd kentlerinin, medeniyetinin yıkımı için açık bir davetiye olmuştur. Burada acı olan, “Cizre’de hata yaptık” dedikten sonra, Yüksekova ve diğer yerlerde de aynı hatayı tekrarlamak olmuştur.
Devlet, PKK ile kent savaşına tutuşacağı zaman, Suriye’de olduğu gibi on binlerce insanın göçeceğini, bu insanların mağdur olacağını ve yeni ve uzun vadeli tehlikelere neden olacağını öngörmedi mi? Neden sadece can güvenliği sağlamaya çalışma dışında tedbir almadı da bu insanlar mağdur oldu?
Kanımca devlet, son 30 yıllık PKK ile mücadelesinde, ilk defa hem ahlaki hem de psikolojik üstünlüğü ele geçirdi. PKK özyönetim yanlışında ısrar edip Kürd halkını mağdur ettikçe, devlet de tüm gücüyle PKK’yi köşeye sıkıştırmaya, halk nezdinde mahkûm etmeye zorladı. Çünkü devlet bu göçe sebep olan yapının PKK’nin yanlış politikası olduğunu biliyordu. 1990’larda Kürdleri göçe zorlayan devletti. Yıllar sonra devlet bu hatasını anladı ve köylerinden çıkarılmış olanlara tazminat ödeyerek, bir nevi hatasını telafi etmeye çalıştı. Ancak PKK böyle vahim bir hata işlediğinde, devlet kendince güvenliğe öncelik verdi, göç ve mağduriyeti çok da görmek istemedi. Evet devlet isteseydi bu kadar kan dökülmez, göç ve yıkım da bu boyutlarda olmazdı. Ancak güvenlik konusunda zaafiyet içinde görünmemek için derhal müdahale etmeyi seçti ve bedeli ne olursa olsun, egemenliğini bir an önce tesis etme yoluna gitti. Eğer PKK veya başka bir örgüt, Duhok veya Amediye’de hendek kazsaydı, Güney Kürdistan Hükümeti de aşağı yukarı aynı şekilde davranır, öncelikli konu olarak kendi egemenliğini tesis etmeye bakardı.
PKK ile devletin bu göçün yaşanacağını, kentlerin boşalacağını, yıkılacağını bildiklerini varsayarak sormak gerekirse, Çözüm Masası’na dönmenin bedelinin bu mu olması gerekiyordu? Yoksa tabiri caiz ise ortada bir ‘plan’ mı vardı? PKK’li yöneticilerin ve Demirtaş’ın ‘hendek siyaseti yanlıştı‘ dediği bir sürece geldik. PKK neden kendisine uzun vadede dahi zarar verecek, halk ile arasına mesafe sokacak bu maceraya girişti?
Bir kere PKK’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra, tekrar şiddete dönmesi kadar yanlış bir karar olamaz. Burada bir plan yok veya olsa olsa plansızlık var. Hangi kurmay akıl, nasıl bir strateji ile böyle bir karar aldı, bunu anlamak, buna akıl erdirmek mümkün görünmüyor. Maalesef ne PKK ve ne de HDP, Kürd hareketinin 7 Haziran seçimleri ile elde ettiği kazanımı okuyamadı, analiz etmedi ve anlayamadı. Çünkü 7 Haziran seçimlerinden sonra Kürd hareketi tarihte ilk kez, Kürd meselesini Meclis’te, barışçıl yollar ve demokratik bir zeminde çözüme kavuşturma şansı elde etti. Velev ki İmralı Masası devrildi, olsun, hiç önemli değildi, bu kez bu masayı Meclis’te kurma imkanı doğmuştu. Zaten CHP de her durumda bu süreç Meclis çatısı altında, hukuki bir zeminde yürüsün demiyor muydu? İşte size Meclis’in kapıları sonuna kadar açılmıştı, neden yararlanamadınız? Kaldı ki, eğer PKK şiddet sapağına girmemiş olsaydı, HDP 1 Kasım seçimlerinde yüzde 15’ten daha fazla oy alabilir, Meclis’e 100 civarında milletvekili gönderebilir, belki de iktidara bile ortak olabilirdi. 100 tane milletvekili New York’ta BM önünde üç günlük bir açlık grevine girdiğinde, Türkiye, Kürdlerin ana dilde eğitim hakkını tanır ve bir damla kanın dökülmesine de gerek kalmazdı. Selahattin Demirtaş’ın, Türk solunun akıl hocalığında, daha 7 Haziran gecesi, “Biz ne içerde ne de dışarıda AK Parti ile koalisyon kurmayacağız” demesinden daha vahim, bir siyasi açıklama olabilir mi? Siyaset bir uzlaşma, bir sonuç alma sanatıdır. Kürd halkı o desteği, kendi egolarınızı tatmin etmek için vermedi, sizlerin de iktidarın bir ucundan tutarak kendi meselesine çözüm üretmesi için verdi. Maalesef HDP, siyaseti çok gereksiz bir şekilde kişiselleştirdi. Sanki Kürdlerin derdi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti iktidarını düşürmekmiş. Koca Kürd hareketi, Türk solunun ütopik birkaç sloganı ile boğduruldu. Yazık oldu, yazık edildi.
Çatışma ve göçertmelerin haritasına bakıldığında, tümü ile PKK’nin paralel iktidar olduğu, tabanın PKK’den yana olduğu yerler olduğu, ahalinin genellikle politik Kürdler olduğu, Kürd kültürünün halen canlı olduğu, Kürdçe konuşulan yerler olduğu, genellikle sınırlardaki yerleşimler olduğu veya sembolik, tarihi değeri olduğu farkediliyor. Ve böyle bir savaş ile bu yerlerin yakılıp yıkılacağı ve nüfusun göçertileceği tahmin edilebilir. Bu durumda böyle bir savaşın kararını vermek PKK açısından nasıl izah edilebilir?
Tabi akıl ve mantık ile açıklanabilecek bir durum değil. Sanki bilerek ve kasıtlı olarak, özellikle Kürdçe konuşulan, Kürd kültürünün taşıyıcısı niteliğindeki yerler hedef alındı. Bir Kürd kültürü ve medeniyetinden söz açıldığında, Silvan, Cizre, Hakkari, ve Diyarbakır’ın Sur ilçesi gibi yerleşim yerleri akla gelirdi. Kürdler öncelikle bu birikimlerinin ayakta durması ve yaşaması için çaba sarf etmeliydiler. Düşünsenize, bir zamanlar Silvan’da Kürd olup da esnafla Türkçe konuşmak alay konusu olurdu. Ama bugün sokaklardaki egemen dil Türkçe’dir. Eğer Kürdlerin illa da bir yönetime ihtiyaçları varsa, o da özyönetim değil, “dil yönetim” olmalıydı. Dil bir kimliğin DNA’sıdır. Bugün Türkiye’de Kürd dili ölüyor, Kürdler de Türkleşiyor. Maalesef PKK’nin Kürd dili ve kültürüne sahip çıkma gibi bir derdi, bir vizyonu ve politikası hiçbir zaman olmadı. Bu harekete katılan Suriye ve İran Kürdleri bile Türkçe konuşur.
Devlet birçok kentin yıkılması ardından, acil istimlaklara girişerek, yeniden güvenlikli mimarisi olan kentlerin inşasına başlayacağını ifade ediyor. Sokak aralarında panzerlerin dolaşabileceği geniş caddeler devletin evlerini yıktığı Kürdlerle ilişkisini onarabilecek mi?
PKK hendek ve barikatlarla Kürd kentlerini hedef haline getirmeden önce, devletin buraları yıkıp, güvenlik anlayışı doğrultusunda yeniden dizayn gibi bir girişimi yoktu. Şüphesiz evleri yıkılan, göçe mecbur kalan Kürdler hem devlete hem de PKK’ye öfke duymaktadır. Ancak devletin de, 1990’ların anlayışı ile hareket etmediğini kabul etmemiz gerekir. Mesela Diyarbakır’ın Sur İlçesi’nin, Diyarbakır Belediyesi’nin 2012’de hazırladığı bir plana bağlı kalarak, UNESCO kriterleri esas alınarak yeniden imar edileceğinin söylenmesi önemlidir. Başbakan Ahmet Davutoğlu, yeniden imar sürecinde şehrin tarihi ve mimari realitesinin göz önünde bulundurulacağını Diyarbakır’da açıkladı.
Bölgede 500 bin ile 1 milyon arasında insanın evinden barkından olduğu, bunlardan birçoğunun evlerinin yıkıldığı ve artık dönüş koşullarının kalmadığı biliniyor. Bu kısa sürede Türkiye’de politik koşullardan kaynaklı en büyük göç dalgası. Türkiye nüfusunun 70/1’nin, Kürdistan’da yaşayan her 12 kişiden birinin göçtüğü, yer değiştiği söylenebilir. Bunun yaratacağı sonuçları detaylandırırsak, ekonomik olarak nasıl bir manzara ortaya çıkıyor?
Galiba bu yıkımın en tahrip edici tarafı, yaklaşık 650 bin civarında insanın yerinden olması ve çoğunun, artık başlarını koyacağı bir evlerinin olmamasıdır. Düşünün, bin bir zahmet ile bir ömür çalışıyor ve bir ev, bir yuva kuruyorsunuz ve bir gün ansızın o eviniz yıkılıyor. Binlerce insan, kendi toprakları üzerinde muhacirleşti. Garip, yoksul, perişan Kürd nereye gideceğini de bilemiyor. Bazen Batı’ya göç ediyor, tam yerleşip bir iş kurarken, birdenbire alevlenen ırkçı bir dalga ile geri geri kaçmak zorunda kalıyor. Daha geçen yıl yaşadığımız Antalya olaylarını düşünün.
Bu göçün sosyal sonuçları da var, demografyanın değiştirilmek istendiğinden, Kürdlük refleksi güçlü nüfusun dağıtılmak istendiği iddialar var, bir yandan Suriyeli Arap göçmenlerin bölgeye yerleştirilme planları ve uygulamaları söz konusu? Bunu nasıl izah edersiniz?
Dünyada nüfus mühendisliği konusunda Türkiye devletinin eline su dökecek başka bir ülke yok. Kürd kentlerinin orta yerine hendek kazıyıp özyönetim ilan edenler biraz da bu konuları düşünmeliydiler. PKK’nin Türkiye ile didişmesi, Kürdlerin Suriye ve Irak’taki kazanımlarını da tehlikeye attı.
Göç sonucunda 300’e yakın sivil can kaybı, iki taraftan yüzlerce genç insanın katli, ekonomik yıkım, esnaf iflasları, eğitimde, sağlıkta, yerleşimde ve birçok boyutta mağduriyet yaşandı. Tüm bunların sonucu ne olacak? Kürdler kendi yaralarını kendi mi saracak, yoksa yeniden masaya dönüldüğünde bu insanların sorunlarının giderilmesi de konuşulacak maddelerden biri olabilecek mi?
Maalesef can kayıpları çok yüksek; çatışmalar başladığında bu yana 4- 5 bin civarında can kaybı olduğu söyleniyor. Ekonomik kayıplar ve yıkımlar telafi edilebilir, ancak giden hiçbir can geri gelemez. Tabi yapılan bütün yanlışlar ve yitirilen bütün canlara rağmen, Kürd meselesinin çözüme kavuşturulacağı yer, bütün dünyada olduğu gibi, bir masa etrafında bir araya gelmekten geçiyor. Bir masanın yeniden nasıl kurulacağı az çok bellidir. Ancak eğer o masa bugün kurulamıyorsa da, PKK’nin yapacağı bir şey var: Derhal, kayıtsız ve şartsız olarak bu şiddetten, bu hendek ve barikatlardan vazgeçmeli, Türkiye’de silahlı eylemlerini durdurmalıdır. Ben şuna inanıyorum, eğer PKK Türkiye’de silahlı eylemlerine son verirse, Irak Kürdistanı bağımsızlığa bir adım daha yakın olacak, Suriye Kürdleri de daha rahat bir devletleşme şansını elde edecektir. Çünkü böyle bir durumda Türkiye, Suriye Kürdleri için engel çıkartmayacak, Suriye meselesinde de çözüm daha rahat olacaktır. Sykes – Picot Antlaşması’ndan tam 100 yıl sonra Ortadoğu’da Kürdlerin devletleşme şansı ortaya çıktı; Çünkü Suriye ve Irak devletleri çöktü. Kim bilir, belki de PKK bütün bunları Kürdler devletleşmesin diye yapıyor. Devlet kurmayı hedefleyen ilkeli yurtseverliği “ilkel milliyetçilik“ olarak adlandıran, “ulus- devlet dönemi bitti“ deyip, ulusal devlet sınırları dahilindeki bir mahallede özyönetim ilan etmeye kalkışanların, sosyal ve siyasal realiteden kopuk bu vizyonlarını gözden geçirme zamanı gelmedi mi? Birileri Kandil’e hatırlatmalı: Beyler Soğuk Savaş dönemi 25 yıl önce bitti; zihniyeti ve temel aktörleri de tarih sahnesinden çekildi. Yine egemen devletlerin, uluslararası sistemin en önemli aktörleri olduğu çok kutuplu bir dünya var. Sosyalist ekonomik sistem, kapitalist ekonomik model karşısında iflas etti; Sovyetler çöktü; sosyalizm öldü, asla Kürdün davası olamaz. İnsanlık, mağara dönemi komünal hayata geri dönüş yapamaz. Kimsenin dört ayak üzerinde yürümeye niyeti yok! Eğer Komünist Çin, 1970’lerde kapitalizme, kapitalist ekonomik modele rücu etmemiş olsaydı, Sovyetler Birliği’nden önce darmadağın olmuştu.
http://www.basnews.com/index.php/tr/interviews/271364