Bazen bir söz yazıya; yazı keskin bir çizgiye dönüşür.
Son yıllarda tekçi, tahakkümcü zihniyetin sahipleri genel insani ve evrensel hukuk normlarını bir kenara iterek; vicdani yargı terazisinin mihengine günübirlik çıkarlarını ve popülizmin cilalı bencil duygularını koyduklarını görüyoruz. Celladına aşık olanın ruh haliyle kendi egosunu yaşatmayı, nalıncı keseri gibi olayları ve olguları bireysel çıkarları doğrultusunda yontmak ve “ben” egosunu mistizmiyle farklılıklara ve gerçeklere “Polpotvari” metotlar/çözümler önermektedirler. Bu kültürün hamuruyla yoğrulan anlayışlar, kendileri dışında var olan renklere, ara tonlara tahammül edemez durumdalar. Kırmızı gören boğalar gibi yaşam arenasında debelenip durmaktalar. Karşısındakini dinleme anlama ya da empati kurma diye bir dertleri yoktur. Varsa yoksa kendi anlatımlarıdır. Oysa hepimiz biliyoruz ki iyi ile kötüyü ayırt edecek; zalim ile mazlumun arasındaki farkı test edecek tek turnusol kağıdı kişinin vicdanıdır.
Düşünün ki işgalci hamuruyla yoğrulan barbar sistem kendi muhaliflerini ve diğer farklı ulusları, etnik kimlikleri “sözde” kavramıyla yok saymayı bir devlet aklı haline getirmiştir. Bu sihirli ve yok sayıcı kavramları bulanlar ise sol etiketli Kemalist aydınlardır. Bu sol maskeli aydınlar sistem karşıtı duruyormuş gibi devamlı sistemi yeniden dizayn etmekle meşguller. Muhalif güç odaklarını tasfiye etmek için dışarıdan saldırmak yerine aynı dili kullanarak içten içe çürümeyi, çözülmeyi tercih ediyorlar.
Bu sözde devletin “malum” güç odakları işgalci bir mantıkla Kürdistan coğrafyasına hüküm sürmekte ve bütün zamanlarda siyasal yaşamı dizayn etmekle meşguller. Beşinci kol faaliyetleri çerçevesinde politik kadroların kılcal damarlarına enjekte ettikleri keskin, parçalayıcı ve karalayıcı dil giderekten keskin sirke gibi küpüne zarar vermekten başka bir işlev görmüyor. 12 Eylül öncesi ve sonrası bir çok örgütsel yapıdaki ayrışmanın ve giderekten güç olmaktan çıkmanın en önemli faktörlerinden biri de bu sivri ve provokatif dildir. Ayrışma süreçlerinde taraflar birbirini alt etmek için doğrudan suçlama ve yok etme siyasetini güderek birbirlerini minderin dışına atmaya çalışıyorlardı ve hala aynı şeye devam ediyorlar. Bu siyaset tarzı bir süre sonra asıl düşmanı gözden ırak tutmayı beraberinde getirdi. Bu vîrüs, politik bir tercih gibi bütün zamanlarda kendisine zemin yarattı. Oysa politik yapıların varlık nedenleri asıl düşmanına karşı dik durmayı gerektiriyor.
Bu siyaseti bir çözüm reçetesi gibi görenler nedense ağaçlardan dolayı ormanı görememe körlüğünü yaşıyorlar. Akıntıya karşı kürek çekmek beyhude bir çaba ve mantık silsilesine ters bir yaklaşımdır. Akıntının tersine kürek çekmek, yol almak için aşırı derecede enerji harcamak gerekiyor. Çünkü akıntının gücüne karşı fazladan efor sarf etmek gücün azalmasına neden olur. Bu gerçek herkes tarafında bilinen bir fizik kanunudur. Dolaysıyla güç olmak için küçülmek yerine büyümeyi esas alan kapsayıcı, bütünleyici bir politikayı tercih etmek gerekiyor.
Kısacası yaşam renkli bir hazine gibi alaycıdır, bazen bir söz, bazen bir yazı, bazen bir çizgi keskin bir bıçak gibi gerçekleri gözler önüne serer. Bazen bir söz yazıya; yazı keskin bir çizgiye dönüşür. Ve her şey alaycı bir edayla yaşamı tanımlar. Dolaysıyla birbirimizin yüreğini kanatacak ahulu sözcüklerden uzak durmak ve bir sonraki durakta aynı trene bineceğimiz ihtimalini göz ardı etmeden, iletişim köprülerini inşa etmek, gelecek için yaşamsal bir gerekliliktir… 12/05/2014