İttihat ve Terakki ilk katliamı,
Ezidi Şerkiyan aşiretine karşı gerçekleştiriyor.
İttihat ve Terakki 1908 Yılında ilk katliamı Ezidi Şarkiyanlara yapıyor. Bu aslında İttihat ve Terakkinin sonrasında gerçekleştireceği katliam ve soykırımların öncüsü niteliğindedir.
Neden Milli Aşiret Konfederansyonu Reisi İbrahim Paşa hedef alındı?
Ezidi Şarkiyan Aşireti lideri Hüseyin Kanco kimdi?
Hüseyin Kanco nun saldırılar karşısında tutumu ne oldu?
Milli İbrahim Paşanın ve Şarkiyan Aşiretinin akıbeti?
Namık: Hrant Dink Vakfının düzenlediği Mardin Sempozyumunda “İttihat ve Terakkinin İlk Katliamı; Ezidi Şarkiyanlar” başlıklı bir sunum yaptınız. Bunu konuşacağız ama öncelikle Hilmar Keiser kimdir, bize anlatır mısınız?
Hilmar:
Ben alelade bir insanım. Üniversitede tarih okudum.
1969 itibariyle aynı binada oturduğum Türk komşularımı ziyaret amaçlı, ilk defa 1982’de Türkiye’ye geldim.
Ardından 10 sene boyunca her yıl 6-8 haftalığına Türkiye’ye geldim.
Van’da, Hakkari’de, Mardin, Hatay ve Dersim’de bulundum.
Böylece Türkiye’yi tanıdım, ama geçmişte olduğu gibi, şimdi ki haliyle değil (gülümsüyor)
Ve 1985-1986 itibariyle Türk tarihiyle de ilgilendim.
Tarih üstüne master ve doktoramı yaptım. Ağırlık merkezi olarak türkiye’yi özellikle çukurova ve ermeni sorununu baz aldım.
Namık: Biz seni soykırım tarihçisi olarak tanıyoruz. Soykırıma dair çalışmalarından biliyoruz. Biraz bu konuda bizi bilgilendirir misiniz?
Hilmar:
Ben tarihçiyim, ilgi alanım Osmanlı’nın sosyo-ekonomik tarihi ve yapısı, Osmanlı Ermenileri’inin imhası aynı zamanda Osmanlı sosyal yapısını yok etti.
Bu anlamda ben bir soykırım tarihçisi değilim. Benim için Ermeniler’in imhası, Osmanlı sosyal tarihinin bir parçası. Dolayısıyla benim için önemli olan yaşanılanları kanıtlamak değil, anlamaktır.
Eğer sadece Ermeni soykırımı var dersek, o noktada bir şey anlatmış olmayız.
Namık: Mardin sempozyumuyla ilgili genel bir değerlendirmeniz var mı?
Hilmar:
Değişik bakış açılarını ve özellikle Derik ve benzeri yerlerin bölgesel tarihini araştırsan insanları tanımak ilginçti.
Bu durum eskiden böyle değildi. Eskiden Osmanlı tarihi, Osmanlı devletinin tarihiydi.
Bugün Osmanlı halkının tarihini; yani eyaletlerde, şehirlerde, topluluklarda neler yaşandığıyla ilgili tarihi yazıyoruz. Burada topluluktan kastım çeşitli dini etnik gruplar ve cemaatler.
Resmi tarihin dışına çıkıp, gerçekten Osmanlı halkının tarihini yazmak anlamında bir bakış açısı bu.
Namık: Yaptığın sunumla devam edelim; sen Ezidi Şarkiyan Aşiretine yönelik İttihat ve Terakki Cemiyetinin yaptığı katliamın ilk katliamları olduğunu iddia ediyorsun. Niçin buna İttihat ve Terakkinin ilk katliamı diyorsun? Bu katliam ne zaman ve nasıl gerçekleşti?
Hilmar:
Şarkiyanlarla ilgili çalışma daha büyük projenin bir parçası. Geçen yıllarda Diyarbakır’daki Ermeniler’in tarihi üzerine yoğunlaştım.
Diyarbakır’daki Ermeni imasını anlamak için bölgesel iktidar ve güç ilişkilerini ve yapısını analiz etmek lazım.
Bu yüzden İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır’daki tarihiyle ilgilendim. Ve bu noktada Diyarbakır eşrafıyla, Milli Aşiretinin arasındaki çatışma önemli.
Şarkiyanlar Milli Konfederasyonunun bir parçasıydı. Ve incelediğim de anladım ki Şarkiyanlara yönelik bu saldırı, İttihat ve Terakki’nin gelişmesinde çok önemli bir etkendi.
Namık: Bu noktada biraz Milli Konfederasyonunu anlatabilir misin?
Hilmar:
20.Yüzyıl Başlarında Diyarbakır’daki en önemli çatışma Arif Pirnççizade’nin girişimleriyle, Milli Aşireti ve Diyarbakır eşrafı arasındaydı. Mardin-Urfa arasındaki bölge ve Suriye çölünden Diyarbakır’a kadar olan bölge Milli’lerin kontrolündeydi.
Bu konfederasyon çoklu etnik bir yapıya sahipti. Başlıca kürtler’den oluşan bu yapıda Arap kabileleri, Viranşehir’de katolik Ermeniler, Suriyeli ortodokslar, hıristiyan Rumlar da mevcuttu.
Viranşehir’in yüzde 70’i hıristiyandı. Milli İbrahim Paşa bunları o bölge gelişsin diye oraya yerleştirmiştir. Aynı zamanda Ezidiler binbaşı Hüseyin Kanco nun egemenliğindeydiler. Hüseyin Kanco Milli İbrahim Paşa’nın sağ koluydu. Milliler Hamidiye Alaylarının bir parçası olduğundan Sultan Abdülhamit’in desteğini alıyorlardı.
Bu yüzden Hüseyin Kanco’nun binbaşılığı söz konusu.
Abdülhamit’in desteği veya hoşgörüsüyle Milliler, Diyarbakır ve Diyarbakır eşrafına karşı gelebiliyor ve bu politikayla köyleri yağmalıyabiliyorlardı.
1895 yılında Diyarbakır eşrafı, özellikle Arif Pirinççizade Ermenlier’e karşı bir katliam organize edip, onların topraklarının tapusunu kendi isimleri altında üzerlerine almışlardır. Bu aslında bir toprak çatışmasıydı. Eşraf dediklerimiz; aslında şiddet politikasıyla toprağa elkoyan tüccarlardı.
Dolayısıyla çatışma toprakla ilgiliydi. Din ve politikayla alakası yoktu. Mesele, Diyarbakır’da kimin üretim araçlarını, tahıl ve kervan yollarını kontrol ettiğiyle ilgiliydi. Çünkü bunlarla para kazanılırdı. Yani bu çatışma, milli İbrahim Paşa liderliğindeki çoklu etnik bir yapıyla Kürt-sünni-müslüman elitinin yani burjuvazinın Diyarbakır da ciddi bir çatışmasıydı.
Namık: Hollandalı akademisyen Joost Jongerdenin bu konuda, Milli İbrahim Paşa hakkında bir değerlendirmesi var. “Türkiyede İskan Sorunu ve Kürtler” isimli kitabında Milli İbrahim Paşa ve Diyarbakır eşrafı arasındaki çatışmaya değinir ve der ki, Milli İbrahim Paşa aslında Viranşehiri merkez yapmak ve burada gayrimüslimleri de toplayıp, büyük bir şehir kurup, etkinlik kurmak ister. Buna karşı çıkan Diyarbakırlı eşrafla da çatışma içerisindedir. Sen bu değerlendirme için ne dersin?
Hilmar:
Aslında Jongerden’in analizi esasen doğru. Ama benim yorumum biraz farklı. Çünkü Jongerden’e göre Milliler Osmanlı seçkinleri ve Pirinççizadeler ya da Diyarbakır burjuvazisi milliyetçi seçkinleriydi.
Ben ideolojiyi vurgulamak gerektiğine inanmıyorum. Fakat yine Jongerden’in vurguladığı üzere burada önem arzeden ekonomik çatışma.
Pirinççizadeler daha sonra Türk milliyetçisi oldular. Fakat aynı zamanda Kürt milliyetçisiydiler. Burada her şey parayla ilgiliydi. Din veya ideolojiyle ilgili değildi.
Namık: Bu katliam sadece Ezidi Şarkiyan Aşiretini mi hedefliyor, yoksa genel olarak Milli Konfederasyonunu mu?
Hilmar:
Bu duruma bir adım geriden bakmak gerekiyor. Milliler ve Pirinççizadeler yani eşraf, benim tabirimle burjuvazi arasındaki çatışma daha eskilere dayanıyor.
1905’te ve 1907’de Diyarbakır’daki telgraf ofisinin işgali söz konusuydu. Bir isyan organize edilerek, şehir teslim alınmış, Diyarbakır’ın kontrolü ele geçirilmişti.
Abdülhamit, İbrahim Paşa’dan vazgeçmesi için zorlanılmış, bütün bölgedeki kontrol ele geçirilmek istenmişti. Bu başarısız olmuştu.
1908 isyanından sonra Diyarbakır’daki telgraf ofisi 3.kez işgal edilmiş ve Diyarbakır teslim alınmıştı. Buradaki lider Ziya Bey, Arif Pirinççizade’nin yeğeni, daha sonra Ziya Gökalp olarak tanıdığımız kişiydi.
O sırada Damaskus’da Hicaz treninin emanet edildiği İbrahim Paşa’ya bir komplo düzenlendi. Pirinççizade ve müttefikleri, Damaskus’a telgraf gönderip İbrahim Paşa ve Milli’yi tehdit ettiler.
Bunun üzerine İbrahim Paşa Damaskus’u bırakıp aşiretin yanına geldi. Ve bu vaziyet Pirinççizade ve Ziya Gökalp tarafından meşrutiyete karşı isyan olarak gösterildi. Fakat bu söz konusu değildi. Hatta müMilli İbrahim Paşa’nın bağımsızlık ilan ettiği bile söylendi. Bunların hepsi yalandı hiçbirisi doğru değildi. Bütün bu söylentiler propaganda amaçlı kullanıldı ve bu propagandayla İstanbul daki hükümet İbrahim Paşa’ya karşı mücadeleye ikna edildi.
Namık: 1908 eylül ayı…..
Hilmar:
Hükümet orduyu seferber ediyor ve ibrahim paşa daha viranşehir’e gelmeden askerler orada oluyor.
Milli ibrahim paşa ve askerler arasında müzkareler olmasına rağmen, ibrahim paşa subaylar tarafından öldürülmek isteniyor. Bunun üzerine viranşehir’de sokak çatışmaları oluyor. Ve şehir büyük ölçüde zarar görüyor. Milliler su yollarını keserek askerleri güçsüz kılıyor. Fakat ararda gelen askeri birlikler millilerin geri çekilmesine yol açıyor.
Milli ibrahim paşa viranşehir’den hileli’ye hüseyin kanco’nun karargahına gidiyor. Milli ibrahim paşa viranşehir’den çıkar çıkmaz askerler bütün şehiri yağmalıyorlar. Bu çatışmalarla ilgisi olmayan insanları bile yağmalıyorlar. Hıristiyanlar da yağmalanıyor.
Diyarbakır eşrafından viranşehir kaymakamı kadri bey de yağmalamayı organize edenler arasındadır.
Namık: İbrahim Paşa’nın askeri gücü hakkında bilgimiz var mı, nedir durumu? Bu saldırı karşısında direnecek gücü yok mu?
Hilmar:
Millilerin kaybı askerlerin kaybından 10 kat daha fazlaydı. Bu demek oluyor ki Millilerin modern silahları mevcut değildi. Ve tabi ki sivilleri korumak durumundaydılar. Yani savaş evlerinin içindeydi, çadırlarının içindeydi.
Dolayısıyla sivilleri korumak adına geri çekildiler. Aynı zamanda toparlanmak için zaman yoktu. Yani güçlerini konsantre olarak kullanmadılar.
Namık: Geri çekildiği yer Kasrı Kanco oluyor.
Hilmar:
İbrahim Paşa Kasrı Kanco’ya gelip Hüseyin Kanco’ya danışır. Aslında direnmek ve savunmaya geçmek ister.
Hüseyin Kanco, bunun hiçbir anlamı olmadığını, düşmanın çok güçlü olduğunu ve Ezidiler olarak anlaşmaya varılması gerektiğini düşündüğünü söyler.
Bu noktada Milli İbrahim Paşa ve Hüseyin Kanco arasındaki ittifak bozulur. Ve Milli İbrahim Paşa Sincar’a kaçmaya çalışır.
Hüseyin Kanco bağlılığını reddeder ve barıştan yana olduğunu söyler. Çünkü halkını koruyamayacağını belirtir. Viranşehir’de kadınlara tecavüz edilmiş, çocuklar öldürülmüştür.
Namık: Hüseyin Kanco ile İbrahim Paşa’nın yolları ayrılıyor. İbrahim Paşa Sincara kaçmaya çalışıyor. Ezidi katliamına gelmeden İbrahim Paşanın akıbeti ne oluyor?
Hilmar:
İbrahim Paşa Nusaybin’in güneyinde dizanteriye yakalanır çok hastalanır ve ölür. Arap olan Şammar ve Tayan kabileleri ailesinin de bulunduğu gruba saldırır, oğulları ve eşleri Nusaybin’deki Osmanlı yetkililerine teslim olur ve tutuklanırlar.
Namık: Saldırıyı düzenleyen devlet güçleri kimlerdir?
Hilmar:
Bunlar öncelikle Osmanlı ordusu, düzenli birimler ve Arif Pirinççizade’nin ve Ziya Gökalp’in organize ettiği çetelerdir.
Arif Pirinççizade ve Ziya Gökalp Diyarbakır’da kendi adamlarından oluşan iki bin kişilik silahlı bir güç organize etmişlerdir. Normalde bu adamların görevi köy yağmalama veya ayaklanma organize etmekti.
Mardin’den gelen başka bir grup da vardır. Çünkü Mardin kaymakamı Kadri Bey Ezidiler’e karşı cihad ilan etmiştir.
Bunlarla birlikte Mişki Aşiretinin üyeleri bunun yanı sıra Arif Pirinççizade ile birlikte hareket eden Karakeçi Aşireti ve Metine Aşireti Millilere, bilhassa Şarkiyanlar’a karşı birleşmişlerdir.
Bunun ötesinde Arif Pirinççizade ve Ziya Gökalp o dönem Diyarbakır valisi olan Mahmut Arif Paşa’yı Arif Pirinççizade’nin Derik kaymakamı olması için zorlarlar.
Böylece Derik kaymakamı hükümet tarafından geri çekilir ve Arif Pirinççizade Derik’te Osmanlı devleti’nin temsilcisi olur. Bu çok önemlidir.
Namık: Anladığım kadarıyla Arif Pirinçzadenin Derik kaymakamı olması önemli bir aşama. Bundan sonra saldırı nasıl gerçekleşiyor? Ne oluyor orada?
Hilmar:
Arif Pirinççizade kişisel olarak bu saldırıyı organize ediyor. Bu sırada Hüseyin Kanco, Ferik Emin Paşa ile görüşüp silahlarını bırakıp teslim oluyor. Ve Ferik Emin Paşa bütün halkın güvenliğini garanti ediyordu.
Fakat silahlar teslim edildiği anda Arif Pirinççizade adamları ve Ferik Emin Paşa halka saldırı düzenliyor ve şehri yakıyorlar.
Namık: Saldırının ayrıntılarını anlatabilir misin?
Hilmar:
Ferik Emin Paşa Hüseyin Kanco’dan üçyüz altın para çalmış ve hükümetten saklamaya çalışmıştır.
Mişki aşiretinin üyeleri Kasrı Kanco’da kadınlara tecavüz etmiş ve erkeklerini öldürmüştür.
Ferik Emin Paşa Kasrı Kanco halkından Bese adlı 14 yaşındaki bir kıza tecavüz etmiş ve kaçırmıştır. Yani general de Diyarbakır’dan gelen çeteler gibi çalmış ve tecavüzlere ortak olmuştur. Binlerce koyun, yüzlerce at, develer, çadırlar herşeyi çalmışlardır. Yüzlerce kişi ödürülmüştür. Bazıları ikibinin üzerinde Şarkiyan ve Millinin öldürüldüğünü söyler.
Mardin’den Urfa’ya Diyarbakır’dan çöl’e kadar olan Milliler’in yaşadığı bölge yağmalandı, köylerini yerle bir ettiler.
Namık: Bu bilgileri nereden topladığın hakkında bize bilgi verebilir misin?
Hilmar:
Evraklar İstanbul Osmanlı arşivinde var. Hüseyin Kanco ve eşleri arasındaki telgraflar var. Kasrı k
Kanco’ya gelmiş olan İngiliz konsolosluğunun raporları, görgü tanığı raporları ve Amerikan misyonerlerinin raporları da mevcut. Olaylardan sonra bir soruşturma raporu da var. Ama esasen söylenebilir ki bütün suçlular cezasız kalmıştır.
Hatta katliamdan sonra insanlar sahip oldukları her şeyi bağışlamaya mecbur bırakılmışlardır. Kurbanlar hükümete bağış yapmak zorunda kalmışlardır.
Arif Pirinççizade’nin yakalaması adına hiçbir şey yapılmadı. Savcı kayıtları ve soruşturması dört ay bekletildi.
Bu arada Arif Pirinççizade Diyarbakır milletvekili oldu. Ve parlementoda bir soruşturmayı engelledi. 1909’da öldükten sonra soruşturmalar devam etti fakat hükümet olayların üstünü kapatmaya çalıştı, bütün bölgede olağanüstü hal ilan edildi, kimsenin giriş çıkışına izin verilmedi.
Namık: Olağanüstü hal derken neyi kastediyorsun?
Hilmar:
Osmanlı’daki mevcut hukuk tümüyle yürürlükten kaldırıldı, oraya giriş yasaklandı. Mardin’deki Amerikalı misyonerler, oradaki Ezidiler’e yardım etmeye çalıştılar. Fakat oraya giriş yasak olduğu için ajan gibi gizlice girip çıkan insanlara ihtiyaç duyulmuştu. Tabiki aynı zamanda o bölgeden çıkış da yasaktı. Pratik olarak o bölge kocaman bir hapishaneydi.
Dinan Ezidilerinden oluşan yüz elli kişilik bir grup bölgeden kaçıp Diyarbakır’a gitmek isterken, yolda Cünan Kürtlerine ait bir köyde durdurulup bir mağaraya kapatılıp Arif Pirinççizade’nin emriyle öldürüldüler. Bunlar 150 kişiydi, kadınlar, erkekler ve çocuklar..Çocukların kafaları kesildi, hamile olanların karınları deşildi. Sadece 13 kişi kaçabildi.
Bunlar Diyarbakır’a geldi. Fakat Arif Pirinççizade birkaçının kaybına sebep olsa da aralarından bazılarının raporları mevcut. Ve bu katliam gerçekten bir katliamdı. Ama Osmanlı’yı ilgilendirmedi.
Namık: Böylesi büyük bir katliamın gerçekleştirilmesinde bu kişilerin Ezidi inancına mensup olmalarının payı nedir?
Hilmar:
Yani Mardin eşrafı cihad ilan etmişti. Onların müslüman olmadıkları için Kürt olmadıklarına inanılıyordu.
Aynı zamanda hükümet de Ezidileri müslüman olmaya zorlamak için katliamdan yayarlanmaya çalışıyordu. Katliamdan dolayı meydana gelen güçsüzlüğü fırsat bilip yardımları sadece müslüman olmak isteyenlere yapıyordu.
Amerikan misyonerleri yardım etmeyi kabul etseler de karşılığında Ezidi çocuklarını protestan okullarına göndermek istiyorlardı.Yani misyonerler de sadece onları dönüştürmek için yardıma hazırdı. Hükümet de bunu gözönüne alarak onların sünni yapmak için yardım etmiştir.
Yani bu demek oluyor ki bu yardımlar katliamın devamı niteliğindeydi. Çünkü bu yardımlarla Ezidiler Ezidi olarak yok edilmek isteniyordu.
Namık: Bir, Osmanlı hükümetinin yardımından bahsettin, onu soracağım; bir de Şarkiyanlar ne zaman din değiştiriyor?
Hilmar:
Osmanlı hükümeti yardımları teminat karşılığında veriyordu. Bu yardımları almak için teminat vermek gerekiyordu. Teminatlar tapulardı. Yani Osmanlı hükümeti sadece zenginlere yardım etti ve zenginleri daha zengin, fakirleri daha fakir yaptı.
Osmanlı hükümetinin tek derdi vergi girişlerini kontrol etmek ve korumaktı. İnsanlara yardım etmek değildi.
Şarkiyanlar çok sonra müslüman, sünni oldular, Dinanlar daha sonra..
Bu dönemde insanlar inançlarına bağlı kaldı ve hayatta kalmaya çalıştılar.
Ama çok önemli olan bir şey var. Hüseyin Kanco uzun süre hapiste tutuldu. Milli İbrahim Paşanın oğullarından da fazla hapis yattı. Bunula yapılmak istenilen Şarkiyan’ın liderini tutsak alıp zoraki dönüştürmeyi kolaylaştırmaktı.
Namık: Yakın tarihten alıp getirdiğimizde (1894-96 Ermeni Katliamlarını da düşündüğümüzde) bu katliam nereden duruyor?
Hilmar:
Burada çok önemli olan bir şey var, Milliler ve Şarkiyanlara yönelik bu katliam şiddet kültürünün devam ettiğini gösteriyor. Ve devrimin idealleri eşitlik, birlik ve hukuk devleti Diyarbakır’da uygulanmıyor ve aynı 1895’teki gibi sorumlular cezasız kalıyor.
Şarkiyan ve Dinanlar’a yönelik katliama baktığımızda 1915’teki Ermeni katliamındaki şiddetin aynısını görebiliriz. Arif Pirinççizade’nin oğlu Fevzi Bey 1915’te Diyarbakır’daki Ermeniler’in katledilmesinin baş organizatörüdür.
1908’deki yağmalamayı düzenleyen Ziya Gökalp Ermeni imhasının ideolıjik beynidir.
Yani bu demek oluyor ki Pirinççizade ve Diyarbakır eşrafının şiddet ve cinayet kültürü Ziya Gökalp aracılığıyla direkt Diyarbakır’dan İttihat ve Terakki’nin merkezine taşınmış oldu.
Bu 1915’teki şiddeti genel anlamda anlatmak için ciddi bir kaynak. 1908’deki Şarkiyan katliamınan itibaren görüldü ki din özgürlüğü, hukuk devleti, hayat ve mal varlığının korunması boş sözlerdi.
Namık: Ziya Gökalp Türkiyede milliyetçi ideolojinin babası olarak kabul ediliyor. İttihat ve Terakki içerisinde çok önemli bir konumu var. Merkezi umumide yer alacak, fikirleriyle İttihat ve Terakkinin politikalarını etkileyecek, hatta Cumhuriyette, Mustafa Kemalin milliyetçilik anlayışında da etkili olduğu söylenir. Ama senin burada çizdiğin başka bir Ziya Gökalp portresi var. Biraz daha anlatabilir misin bize; kimdir Ziya Gökalp ve bu bütün süreçlerdeki rolü, etkisi nedir?
Hilmar:
Türkiye’de Ziya Gökalp’ın gençlik yılları hiç konuşulmuyor. Ziya Gökalp Diyarbakır il idaresi içerisinde Arif Pirinçzadenin ve ailesinin ajanıydı.
Bir çok evrağı kopyalayıp ailesine göndermiştir.
Söylendiği gibi takip edilip sürgün edilmedi, hatta Diyarbakır idaresinde kariyer yaptı. Devletten gelir elde ediyordu. Siyasi sürgün söz konusu değildi.
Toprak sahibiydi, o da ermeni köylerini kontrol ediyordu.
1908’de şiddeti organize etti, seçim sonuçlarını manipüle etti.
Yani bilindiği gibi bir filozof veya bir bilgin değildi. O bir politikacıydı ve sert bir şekilde politika yaptı . Hatta gerektiğinde silahlar kullanılırdı.
Bu politikadan hiç vazgeçmedi, daha yükseğe taşıdı ve devam etti. Her zaman milli iktisad üzerine ve ekonomi politikaları üzerine konuşuluyor. Bunlar teori değildi onun büyük yağmalamalarının gerekçeleriydi. Ziya Gökalp ve Arif Pirinççizadenin küçük çapta Şarkiyanlarla denedikleri 1915’de büyük çapta denendi.
Ve insanlar hep para kazandı, sadece kendi cepleri için, ulus için değil.
Namık: II. Meşrutiyetin ilanından, Temmuz 1908’den itibaren Diyarbakırda öne çıkan bu eşrafın daha da güçlendiğini görüyoruz. Ezidi katliamı, ardından Ermeni katliamında çok ciddi rol oynadıklarını ifade ettin. Sonraki süreçlerde bu etkinlik nasıl devam edecek?
Hilmar:
Devam ettiler. Mustafa Kemal’in yanında Fevzi Bey meclis başkan yardımcısı ve bakan oldu. Bununla birlikte Diyarbakır toplumu onlarca yıl onların kontrolünde kaldı.
Kürtler ve Ermenilere yönelik suçlar sadece devlet, İttihatçılar ya da Kemalistler taarafından yapıldı denemez, hayır onların yanında olan Kürt elitleri Ermenilerden sonra kendi insanları olan Kürtlere de zulüm etmiştir.
Diyarbakır’daki bugünkü problemleri sadece devletin üzerine yıkamayız. Olanlarda Diyarbakır ve Mardin burjuvazisinin payı vardır. Onlar kemalistliği kullanarak kendi insanlarını yağmalamışlardır. Sadece kendilerini düşündüler.
Namık: Bu yaşananlar devlet mekanizmasının bilgisi dışında yapıldı demek zor her halde?
Hilmar:
Bu noktada dikkatli olmak lazım. Devletten bahis ederken dikkatli olmak lazım.Devlet neydi, devlet nasıldı, kaç polis vardı, kaç memur vardı, kaç asker vardı?
O dönemde devletin merkezinde eşrafın desteği vardı. Devlet bölgede çok sonraları etkin ve güçlü oldu.Yani bu eşrafın, devletin ve burjuvazinin birlikte çalışmasının bir sonucuydu. Eşraf devletin görevlerini yerine getirdi ve karşılığını aldı.
Namık: Bütün bu katliamların gerçekleşmesinde dinin rolü nedir? Farklı bir dinden olmak etki mi ediyor?
Hilmar:
Milliler, müslüman sünnilerdi. Fakat aralarında Rum ortodokslar, Süryani ortodokslar, Ermeni, Ezidi ve aleviler bulunuyordu. Dinin bilincinde ve farkındalardı fakat bu anlamda ayrımcılık yoktu. Yani birlikte yaşanıyordu.
Pirinççizade ve onun gibiler ve Kürt milliyetçileri dini politik olarak kullandılar ve bunu politikalarına gerekçe gösterdiler.
Dini radikalizm Kürt toplumunun tarihinden gelen bir tutum değildir. Geleneksel Kürt toplumunda herkese yer vardı ve yaşam birliği milliyetçiler tarafından kasten, bilinçli olarak yok edildi. Dinin arkasına gizlenildi.
Namık: Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Hilmar:
Geçen sene Diyarbakır’da düzenlenen sempozyum, bu sene yine Hrant Dink Vakfı tarafından Mardin’de düzenlenen sempozyum ve yine buradaki, arşivdeki araştırmalar gösteriyor ki Türkiye’de halkların birarada yaşaması mümkün. Osmanlı toplumunun yaşamış olduğu bir gerçek. Ve bugün Türkiye’de de farklı toplumların saygıyla ve anlayışla birlikte yaşaması mümkün ve yolun adı demokrasi. Ve istenilen iyi günler geçmişte değil, gelecekte.
Sadece bunun için emek harcamak gerek.
Namık: Çok teşekkür ederim.
(Kaynak: İMC TV DÎROK, 77. Bölüm – Hazırlayıp sunan: Namık Kemal Dinç)
Dirok 77. Bölüm: Hilmar Kaiser door imctv
Dirok 77. Bölüm: Hilmar Kaiser
http://www.mezopotamya.gen.tr/drok-tarih/ittihatcilarin-ilk-katliami-h1782.html