Celâl Temel
14 Temmuz 1958’de Irak’ta gerçekleşen sol darbe sonrasında, Haşimi Krallığı devrildi ve on iki yıldır Sovyetler Birliği’nde sürgünde bulunan Güney Kürdistan hareketinin lideri Mela Mustafa Barzani Irak’a döndü. Irak Kürdistan’ındaki bu gelişme ve dünyada gelişen ulusal kurtuluş hareketleri, Türkiye’deki Kürd uyanış sürecine de etki yaptı. Kuzey Kürdistan’da sessizlik bozulmaya başladı.
Kürd üniversite gençliği ve bir kısım Kürd aydınları, Türkiye’deki Kürdlerin durumunu tartışıp değerlendirmeye başladılar. Zaman zaman bazı toplantılar yaptılar. Musul-Kerkük’te meydana gelen bazı olayları bahane eden CHP’li ırkçı bir parlamenterin, Kürdlerin aleyhinde TBMM’ne bir önerge vermesi, Kürd gençleri tarafından protesto edildi. Çeşitli yerlere toplu telgraflar çekildi.
Güney Kürdistan’daki gelişmeler ve 31 Ağustos 1959’de Diyarbakır Yeni Yurt gazetesinde Musa Anter’in köşesinde “Kımıl” adlı Kürdçe bir şiirin yayımlanması, devleti çok rahatsız etti. Çeşitli takipler sonunda, 1959 yılı sonlarında 50 kişilik bir Kürd grubunu tutuklama kararı alındı. Mehmet Emin Batu hücrede ölünce davanın başladığı 3 Ocak 1961’de, yargılanan sayısı 49 oldu. “Kürd” veya “Kürdistan” ifadelerini kullanmamak için, dava kamuoyuna, “49’lar Davası” olarak yansıtıldı. Bu yazıda, “49’lar Davası’nın Şehidi” olarak nitelendirilen ve davanın adının “49” olmasına da neden olan Mehmet Emin Batu’yu anlatacağız.
Mehmet Emin Batu, Mardin Ömeryan yöresinde, Nusaybin’e bağlı Tinatê (Kutlubey)[1] köyünde, fakir bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Resmi doğum tarihi 1935 görünse de ailesi, 1932 doğumlu olduğunu belirtiyor. Emin 10 yaşlarında iken annesi ölür. İkinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği o yıllarda babası Ahmet de üç yıllık askerliğe gidince dört çocuk yetim ve öksüz kalır. Köyde onlara yardımcı olacak kimse yoktur. Emin’in babasının ikinci evliliğinden olan ve Emin’in vefat ettiği 1960 yılında dokuz yaşında olan kardeşi Faris Batu’nun belirttiğine göre, o sıralarda, tüm köy fakirmiş, soğanı olan zengin sayılırmış!
Annelerinin ölmesi, babalarının askere gitmesiyle, ortada kalan çocuklar, akrabaları ve köyün muhtarı aracılığıyla, Mardin’de varlıklı bir ailenin yanına verilirler. Bir doktor ve dönemin Mardin Belediye Başkanı onlarla ilgilenir. Baba askerden döndükten sonra da yanlarında kaldıkları aile, çocuklara yardımcı olmaya devam eder. Diğer çocuklar okuyamazken zeki bir çocuk olan Mehmet Emin, o ailenin desteğiyle okur. Ortaokulu Mardin’de, liseyi Diyarbakır’da okur ve 1955 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girer.
Emin, arkadaşlarıyla tutuklandığı 17 Aralık 1959 tarihinde. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiydi, mezun olmak üzereydi. Hem çalışıyor hem okuyordu. Belki hâkim, belki savcı, belki avukat olacaktı. Beraber tutuklandığı arkadaşı Feyzullah Demirtaş (1936-2019), Emin’i ve gözaltına alındıkları günü şöyle anlatıyor:
“Emin küçük yaşta öksüz kalmıştı. Adını hatırlayamadığım bir doktorun sayesinde, ilk, orta ve liseyi bitirmişti. Cebeci’de bir apartmanın bodrum katının bir odasında beraber kalıyorduk. Aynı yerde, Dr. Şerif Karakoyunlu ve bir arkadaşı kalıyordu. Ay sonunu, sağa-sola borçlanarak tamamlıyorduk. Emin, fakir ve onurlu bir arkadaştı. Bir ara haber vermeden bir hafta boyunca gözükmedi. Eve geldiğinde, bu müddet zarfında bir nakliye şirketinde hamallık yaparak kazandığı parayı bana verdi. Ailemden gelen parayı da beraber harcıyorduk.
Olay günü sabahı saat yedide zil çaldı. Kapıyı açtığımda paltolu, fötr şapkalı biri, ’Emin Batu burada mı?’ diye sordu. ‘Evet ama henüz uyanmadı, siz kimsiniz?’ diye sorunca, ‘Ben Emin’in amcasıyım.’ dedi. İçeri buyur ettim, ‘Dışarıda beklerim.’ dedi. Emin’i uyandırdım, durumu anlattım. ‘Benim amcam, fötrlü[2] amcam yok ki’ dedi ve yukarıya kapıya çıktı. Ben de alelacele yarım kalmış tıraşımı tamamladım, peşlerinden bodrumdan yukarı (kapıya) çıktığımda, Emin iki adamın arasında, kollarından sürüklenerek bir arabaya bindirilmekteydi.
‘Durun, arkadaşımı nereye götürüyorsunuz?’ dememe rağmen gaza basıp gittiler. Bir taksiye atlayarak onları takip ettim. Onlara yaklaştığım sırada, arabadakilerden biri, ‘Ne var ne istiyorsun?’ dedi. ‘Arkadaşımı nereye götürmek istediğinizi öğrenmek istiyorum.’ dedim. Merak ediyorsan bizimle gel.’ dediler. Beraber Ankara 1. Şube’ye gittik…”[3]
Feyzullah Demirtaş, sırf arkadaşına sahip çıktığı için tutuklanır. Harbiye Zindanında beş ay kaldıktan sonra, ilk sorguları takiben 17 Mayıs 1960 günü, üç arkadaşıyla birlikte tahliye olur. Demirtaş, tahliyeden hemen, Emin’in ölümünden yaklaşık dört ay sonra, Karaca Ahmet Mezarlığına giderek, arkadaşı M. Emin Batu’nun mezarını bulur. Bir Din Hocası, Feyzullah Demirtaş’a, “Hatırladım onu. Nur yüzlü bir gençti. Çok yazık, böyle insanlara kıyıyorlar.” der ve mezarını gösterir. Feyzullah Demirtaş, 1960 yıl mayıs ayı sonlarında, yakın arkadaşı Emin Batu’nun mezarını ziyaret ederken yaklaşık bir yıl sonra cezaevinden çıkan Musa Anter de aynı zamanda yakın köylüsü olan Mehmet Emin’in mezarını ziyaret etmek ister. Mezarın yerini sorup öğrenir. Davada yargılanan Dr. Koco Elbistan’la (1930-2013) birlikte mezarı yaptıracakları sırada, mezarın boş olduğunu görürler!.[4] Anlaşıldığına göre, mezar, arkadaşları tarafından sıkça ziyaret edilince Kürd’ün ölüsünden de korkan devlet, mezarı ortadan kaldırır…
- Emin Batu’nun hücrede hastalanıp, hastanede öldüğü, başlangıçta diğer hücrelerdeki tutuklulardan saklanmıştı. Musa Anter, hemşerisi (davada tutuklanan iki Nusaybinli vardı) M. Emin Batu ile ilgili olarak, şöyle diyor: “O kış çok soğuktu, M. Emin Batu hücrede hastalanmış, mide kanaması geçirmiş, kan kusmuş, ilgilenmemişler. Hastaneye kaldırdıklarında geç kalınmış. Ölümü bizden saklandı. … Bir ara, Emin’in kan içindeki hücresine bakabildim. Ağzından akan kan ile hücre duvarına şunları yazmıştı: ‘Esaret bahçesinde bir gül olmaktansa, hürriyet bahçesinde bir diken olmayı tercih ederim’…“ [5]
Diğer tutukluların anlatımlarında da duvarlarda kan izleri olduğu belirtiliyor. Dr. Naci Kutlay, şöyle diyor: “Mardin köylerinden yoksul bir ailenin çocuğuydu. Ankara Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiydi. ‘Karıncayı incitmez’ denilen karakterde biriydi… Bir ara, Karadenizli bir er, ‘Ha size yazıktır daa’ dedi. Bu ölümü ima etmek istemiş. Meğer o gün Emin hücresinde kan kusmuş, fenalaşmış. Hastaneye kaldırıldıktan kısa bir süre sonra ölmüş. Hücrenin duvarlarında kan izleri vardı…” [6]
1960 yılı nisan ayı sonlarında, tutuklular hücrelerden koğuşlara alınınca arkadaşları, Emin Batu için koğuşta bir anma toplantısı yaparlar. Anlaşıldığına göre, M. Emin Batu’nun ölüm tarihi 25 Şubat 1960’tır. Bilindiği gibi, “49’lar” diye adlandırılan dava, bu ölüm tarihinden yaklaşık bir yıl sonra, 3 Ocak 1961 tarihinde başladı.
49’lar Davası, Kuzey Kürdistan’da yeniden uyanış sürecinin başlangıcı oldu. 1959 yılından 1984 yılına kadar süren 25 yıllık bu süreç, Kuzey Kürdistan’da, “Kürdlerin Silahsız Mücadele” dönemi olarak da adlandırılabilir.[7] Mehmet Emin Batu, bu sürecin başlangıcında, genç yaşta canını kaybeden bir Kürd yurtseveridir…
49’lardan, hâlen, Dr. Naci Kutlay (1931), Ziya Acar (1934) ve Dr. Mehmet Aydemir (1937) yaşıyorlar. Onlara sağlıklı günler dilerken 49’ları ve 49’ların şehidi M. Emin Batu’yu saygıyla anıyorum…
NOT: Bu yazı için bazı bilgiler veren, değerli dost Hüseyin Aslan ve İzmir’de yaşayan M. Emin Batu’nun kardeşi Faris Batu’ya teşekkürler.
/CT/
[1] Tinatê köyü, önceleri Nusaybin’e bağlıyken, daha sonra Midyat’a bağlandı. Nusaybin-Ömerli-Midyat üçgeninde bulunan Tinatê, Musa Anter’in doğduğu Stilîlê (Akarsu) bucağına çok yakın, yörenin önemli bir köyüdür. Nüfusun büyü kısmı, İzmir, Adana gibi yerlere göç etmesine karşın günümüzde 1500’i aşkın nüfusa vardır.
[2] Otuzlu, kırklı, ellili yıllarda, Kürdistan’ın pek çok kasabasında, böyle fötr şapkalı, devlet adına hareket eden garip adamlar vardı. Türkçe bilen bu adamlar, güya kasabalıların Ankara’daki işlerini yürütüyorlardı. Asıl görevleri, devletin Kürd halkını fazla tanımadığı bu dönemlerde, devlet adına istihbarat yapma görevi yapmaktı. Bunlara çeşitli yerlerde, devletin adamları, zilamê bejik, wanê nîvco (yarım adamlar) gibi adlar veriliyordu. M. Emin’in Batu’nun ailesi, Emin’in kapısına dayanan bu adamın da bunlardan biri olduğunu belirtiyor…
[3] Yavuz Çamlıbel, 49’lar Davası, Bir Garip Ülkenin İdamlık Kürtleri, Algıyayın, 2007, s. 212-213
[4] Musa Anter, Hatıralarım, Aram Yayınları, 2011, s. 144
[5] Anter, age, s. 144
[6] Naci Kutlay, Anılarım, 1998, s. 82
[7] Celâl Temeli, 1984’ten Önceki 25 Yılda Türkiye’de KÜRDLERİN SİLAHSIZ MÜCADELESİ, İBV Yayınları. 2015