PKK Sonrası Kürt Siyasi Alanının Yeniden Yapılanması: Dört Parçalı Kürdistan’da Jeopolitik ve İdeolojik Dönüşüm

Husamettin TURAN

PKK Sonrası Kürt Siyasi Alanının Yeniden Yapılanması: Dört Parçalı Kürdistan’da Jeopolitik ve İdeolojik Dönüşüm

PKK’nın silahlı mücadeleyi sona erdirmesi, yalnızca Türkiye’nin iç güvenlik paradigmasında değil, aynı zamanda Güney Kürdistan, Rojava, Rojhilat ve Kuzeydeki Kürt siyasal yapıların konumlarında köklü dönüşümlere kapı aralamaktadır. Türkiye’nin PKK tehdidini gerekçe göstererek sürdürdüğü sınır ötesi askeri ve diplomatik müdahaleler, özellikle Rojava ve Güney Kürdistan’da Kürt siyasal yapıların özerk gelişimini önemli ölçüde sınırlandırmıştı. Bu müdahaleler, uluslararası hukukun meşru müdafaa ilkesi çerçevesinde, terörle mücadele konseptiyle meşrulaştırılıyordu. Ancak PKK’nın silahlı varlığının sona ermesi, Türkiye’nin bu çerçevede hareket alanını daraltmakta ve Kürt aktörlerin uluslararası arenada daha özerk bir konum edinmesini mümkün kılmaktadır.

Güney Kürdistan, 2005 Anayasası çerçevesinde tanınmış bir özerklik zemini üzerinde hareket etmekle birlikte, Türkiye’nin Kandil bölgesindeki PKK varlığına yönelik operasyonları, bölgesel güvenlik rejimini belirleyen temel dış faktörlerden biri haline gelmişti. Bu bağlamda Türkiye, hem askeri hem ekonomik araçlarla Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni (KBY) bir çeşit dışsal dengeleyici unsur olarak şekillendirmiştir. Ancak PKK’nın askeri kapasitesinin ortadan kalkması, KBY’nin hem Türkiye karşısındaki pazarlık gücünü artırabilir hem de Bağdat’la ilişkilerde daha otonom bir çizgiye yönelmesini sağlayabilir. Uluslararası hukukta devlet dışı silahlı aktörlerin yokluğu, merkezi hükümet ile alt-bölgesel yapılar arasındaki ilişkiyi sivil siyasi alana çektiği ölçüde, KBY’nin uluslararası tanınma stratejilerinde daha proaktif bir pozisyon alması beklenebilir.

Rojava’da ise PYD liderliğindeki Demokratik Özerk Yönetim’in, PKK ile olan ideolojik ve yapısal bağlantısı, başta Türkiye olmak üzere birçok devletin bu yapıyla kurduğu ilişkileri sınırlı ve ihtiyatlı düzeyde tutmasına neden olmuştur. Bu durum, Rojava’da elde edilen otonom yapının uluslararası tanınırlığını engellemiş, Suriye krizine dair anayasal çözüm senaryolarında bu yapıların dışlanmasına zemin hazırlamıştır. Ancak PKK’nın silahlı varlığı ve etkisinin sona ermesi, PYD’nin kendisini daha yerel temsiliyetle tanımlamasına olanak sağlayabilir. ABD’nin Rojava’daki Kürt güçlere yönelik desteği, şimdiye kadar daha çok güvenlik kaygıları ekseninde gelişmişti; fakat silahlı yapıların dönüşümüyle birlikte bu destek, siyasi tanınırlık ve yönetişim kapasitesine evrilebilir. Bu, Suriye’nin gelecekteki anayasal yapısında federal ya da adem-i merkeziyetçi çözümlerin gündeme gelmesine imkân sağlayabilir.

Bu iki Kürdistan arasında stratejik yönelimler açısından belirgin farklılıklar gözlemlenmektedir. Güney Kürdistan, enerji kaynakları, kurumsal yapılaşma ve uluslararası muhataplık düzeyi açısından daha yerleşik ve formelleşmiş bir öznedir. Buna karşın Rojava, hâlâ çatışma sonrası geçiş sürecinin belirsizlikleriyle karşı karşıyadır. Her iki yapının ortak paydası ise, PKK’nın ortadan kalkmasıyla birlikte Türkiye’nin askeri ve diplomatik baskılarından görece bağımsızlaşma potansiyelleridir. Bu gelişme, Kürtlerin kolektif siyasi ajandasını daha açık ve meşru bir zemin üzerinden kurmalarını olanaklı kılmakta; silahlı mücadelenin sona erdiği bir dönemde, Kürt siyasal taleplerinin devlet-dışı aktörler üzerinden değil, doğrudan uluslararası hukuka eklemlenmiş özerk yönetimler ve siyasi partiler aracılığıyla ifade edilmesini teşvik etmektedir.

Kuzey Kürdistanı’nda ise, PKK’nın silahlı mücadeleyi sona erdirmesiyle birlikte, Kürt siyasi hareketinin yeniden yapılandırılması süreci başlamıştır. Bu süreçte, Abdullah Öcalan’ın düşünsel mirası, devlet aklı tarafından Kürt toplumunun iç bütünlüğünü sağlayacak bir denge unsuru olarak yeniden çerçevelenmektedir. Öcalan’ın “demokratik ulus” ve “yerel özyönetim” kavramları, devlet söylemiyle çelişmeyen bir siyasal tahayyül olarak revize edilmekte ve Kürt siyasetinin çeşitliliğini aşındırabilecek bir “monolitik ideolojiye” evrilmesi riski taşımaktadır. Devlet aklı, Öcalan düşüncesini “ılımlı, denetlenebilir ve yerli” bir Kürt politikası olarak yeniden üretip, bunu resmi paradigmanın içine yerleştirme niyetindedir. Bu çerçevede, farklı Kürt siyasi akımlar örneğin ulusalcı, seküler veya İslamcı damarlar ya marjinalleştirilecek ya da “bölücü” olarak kodlanacaktır. Bu, Kürtler içindeki çoğulculuğun görünmezleştirilmesi, farklı taleplerin sapma olarak değerlendirilmesi ve temsil çeşitliliğinin törpülenmesi anlamına gelir.

Doğu Kürdistanı’nda ise, PKK’nın silahlı mücadeleyi sona erdirmesi, Kürt siyasi hareketlerinin İran devletiyle olan ilişkilerini yeniden değerlendirmelerine neden olabilir. Doğu Kurdistan’daki Kürt partileri, bu yeni dönemde kendi stratejilerini gözden geçirerek, daha çok sivil ve siyasi yollarla hak arayışına yönelebilirler. Bu durum, İran Kürdistanı’nda da Kürt siyasi hareketlerinin daha fazla meşruiyet kazanmasına ve uluslararası destek bulmasına katkı sağlayabilir. Ayrıca, Güney ve Güneybatı Kürdistan’daki Kürt yapıların uluslararası alandaki yükselişi, İran’daki Kürtler açısından bir tür “siyasi çekim alanı” yaratabilir.

PKK’nın silahlı mücadeleyi sona erdirmesi, dört parçalı Kürdistan’da Kürt siyasi alanının yeniden yapılandırılmasına ve uluslararası ilişkilerde daha özerk bir konum edinmelerine olanak tanımaktadır. Bu süreç, Kürt halklarının barışçıl ve hukuk temelli yollarla kendi geleceklerini inşa etmeleri için tarihi bir fırsat sunmaktadır. Türkiye’nin PKK tehdidine dayalı müdahale zemini çökerken, Kürtlerin kendi siyasi ajandalarını uluslararası hukuk çerçevesinde yeniden tanımlamaları ve inşa etmeleri artık çok daha gerçekçi bir olasılıktır. Bu, Ortadoğu siyasetinde yeni bir dönemin ve Kürt siyasal gerçekliğinin çok boyutlu yeniden kuruluşunun işaretidir.

Hüsamettin TURAN

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *