AyÅŸe HUR
2017 yılında TSK açıklamasına göre; 1984-2010 yılları arasında 50.169 PKK militanı “etkisiz hale getirilmiş”, 6.877 askeri personel ve 5.454 sivil “şehit” edilmişti.
İnsan hakları örgütlerinin raporlarına göre aynı dönemde binlerce köy boşaltılmış, binlerce “fail-i meçhul” adı altında yokedilmiş, binlerce kişi 20 yıl, 30 yıl hapislere mahkum edilmiş, milyonlarca kişi yerinden yurdundan edilmiş; yerleşim yerleri, meralar, yaylalar, ormanlar, doğa, su kaynakları “teröre karşı mücadele” adı altında tarumar edilmişti.
2010 sonrasında ise “savaş” sınırötesine taşındı. 2015’teki Şehit Yalçın Harekatı, 2017’deki Fırat Kalkanı Operasyonu ve İdlib Harekatı, 2018’de Zeytin Dalı Harekatı ve Kararlılık Harekatı, 2019’daki Barış Pınarı Harekatı ve Pençe-Kilit Harekatı, 2020’deki Bahar Kalkanı Harekatı ile Suriye ve Irak’taki “zayiatın” boyutunu tam olarak bilmiyoruz.
Nihayet bugüne geldik.
Yıllardır gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medyada, kitaplarda defalarca Kürt Meselesi üzerine yazmış, dünyadaki çatışma çözüm süreçlerine dair örnekler paylaşmış biri olarak 1 Ekim 2024’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin TBMM’de DEM Partili yöneticilerin ellerini sıkmasından ve 22 Ekim 2024 günü de PKK lideri Abdullah Öcalan’ı TBMM’ye gelip DEM Parti grubunda konuşmaya davet etmesinden sonra yaşananları elbette mümkün olduğunca tarihçi nesnelliği ile izlemeye çalıştım. İzlerken boş durmadım İrlanda, Güney Afrika, Filipinler, Endonezya’da yürütülen süreçleri anlattım.
18 Şubat 2025 günü Mazlum Abdi’nin “Merkezi hükümet kurumlarının Kuzeydoğu Suriye’ye geri dönmesini destekliyoruz” açıklaması üzerine Twitter’da şöyle yazdım:
“Kürtler önemli tarihsel dönemeçlerde (1918, 1945, 1960’lar, 1990’larda, 2000’lerde) atılması hem mümkün hem gereken radikal adımları at(a)mamışlardır. Bu sefer de öyle olacak galiba. Her halkın “Kendi Kaderini Tayin Hakkı” vardır. Demek Kürtler [bu haklarını] böyle kullanacaklar. Üzülerek saygı duyuyorum.”
Maalesef dilimi tutamadım ve 24 Şubat 2025’te Suriye’deki Dürzilerin özerklik ilanına ilişkin bir haberin üstüne şunları yazdım:
“Bir avuç Dürzi’deki cesaret, kararlılık “40 milyonluk” birilerinde yok.”
Bu twit hiç öngörmediğim şekilde popüler oldu (en son 687 bin kere görüntülenmişti). “Cesaret” terimi feodal anlamıyla ele alındığı için alınanlar oldu, hakaret edenler oldu, nihayet Arzu Demir, “Küçük burjuva ulus kibri ve 40 milyon” başlığıyla bir yazı yazdı. Halbuki beni birazcık tanıyan biri kastettiğim cesaretin, KKTHakkı ile ilgili olduğunu anlardı.
Bugün DEM Parti heyetinin İmralı’dan getirdikleri mektubu okurken, bu kanaatimi değiştirecek bir şey ummuyordum ama bu kadar ağır ve net bir teslimiyet de beklemiyordum. Öyle ki 20 yıl içinde Kürtler adına bu kadar üzüldüğüm bir gün olmamıştır. Her bir satırını analiz etmeye kalkmayacağım, sadece KKT Hakkı kapsamında, bırakın Bağımsızlık, bırakın Federasyon, bırakın Özerklik talebinde bulunmayı, “Paradigma” açısından dahi tarihi bir geri adım atıldı. Hele “kültüralist çözümler tarihsel toplumu sosyolojisine cevap olmamaktadır” gibi anadilde eğitim hakkını dahi tartışmalı hale getirecek “saptamalar”(!) yok mu… Öylesine tek taraflı bir açıklamaydı ki, toplumun paranoyak kesimi iyice paranoyaklaştı.
Elbette DEM Partililerin “Barışı İnşa Etmek” adını verdikleri bu “Şey”in olumluya, iyiye doğru evrilmesini tüm kalbimle diliyorum. Ama bundan böyle, bugünkü açıklamayı alkışlayanlar ile aramda ciddi bir ideolojik ve duygusal yarık açıldığını hissediyorum. Sanıyorum aynı hissiyat DEM Partililerde de bana karşı var.