Soğuk Savaş Sonrası, dünyada ve Türkiye’de değişen koşullar gereği darbeler olmaz denilen bir dönemde, Türkiye’de 15 Temmuz 2016 günü bir darbe girişimi yapıldı. Bu darbe girişimi, geçmişteki girişimler gibi başarılı olamadı. R.T. Erdoğan’ın öncülüğünde halkın direnişiyle, yüzlerce insanın ölümü ve binlerce insanın yaralanması ile engellendi. Bu darbe girişiminin yarattığı sonuçlarla uğraşılmaya devam ediliyor. Aynı zamanda, bu darbe girişiminden sonra, birçok temel konu, yazılı ve sözlü basında da bütün şiddetiyle tartışılmaya devam ediliyor.
Ben de bu konulara, facebookta, televizyonlarda (Kürdistan 24, Gelê Kurdistan, TRT Kurdî, Kanal A), radyolarda (Tahran Kürt Radyosu) müdahil oldum. Şimdi de konuları köşe yazılarıma taşıyorum.
Türkiye’de Darbenin Yapısallığı ve İç Savaş Tehlikesi…
Dünyada ve Türkiye’de gündeme gelen değişikliklerden dolayı Türkiye’de bir daha darbe olmaz denildiği ve bu görüşün hâkim olduğu bir momentte darbe girişimi gerçekleşti. Bu da birçok insanı şaşırttı. Oysa ben başından beri, bu devlet yapısının devam etmesi halinde darbe girişimlerinin hep olacağını, olabileceğini yazdım. Ne yazık ki, Türkiye’de 15 Temmuz Darbe Girişimi ile bu görüşüm doğrulandı. Keşke bu görüşlerim doğrulanmamış olsaydı.
Benim bu görüşte sabitleyen neden, Türkiye’deki devletin karakteridir.
Türkiye’de devlet, Osmanlı İmparatorluğuna karşı bir darbe ile kuruldu. Bu devlet, milletin devleti, ulus devlet olmadı. Önce sivil ve askeri bürokrasi kendisi için devlet kurdu, bu devlet de bir millet oluşturdu. Bu devlet, Kemalist Devlet olarak yapılandı. Bu devlet de hâkimiyet ve egemenlik, kayıtsız şartsız sivil ve asker bürokrasinin oldu. Bu hâkimiyetin tekliği 1946 yılına kadar devam etti.
İkinci Dünya Savaşıyla kesin bir hâkimiyet oluşturan demokrasinin bir sonucu ve başka nedenlerden dolayı, Türkiye’de hakimiyet ve egemenlik yeni bir karakter kazandı. Sivil ve asker bürokrasinin hâkimiyetinin mutlaklığı yanında, siviller eliyle, yeni palazlanmakta olan burjuvazinin eliyle bu hakimiyetin sürdürülmesi yoluna gidildi. Bu yeni strateji ve siyaset sonucu, çok partili sisteme geçiş yapıldı.
Çok partili sistemle birlikte, 1950 yılında Demokrat Parti kanalıyla siviller iktidar oldu. Ama bu iktidar üzerinde sivil ve asker bürokrasinin denetimi, vasiyeti devam etti. Sivil ve asker bürokrasi, sivillerin onların tayin ettiği sınırların dışına çıktıklarını gördükleri, kendi kayıtsız hâkimiyetlerinin sarsıldığını, erozyona uğradığını tespit ettikleri zaman darbelerle yönetimi ele geçirmiştir.
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 Post Modern Darbeleri, bu devlet yapısının ve hâkimiyet anlayışının bir sonucu olarak gerçekleştirildiler. Askerler kendi hâkimiyetlerini yeniden sağlama bağladıktan sonra da, yönetimi sivillere devrettiler. Ama bu hâkimiyet sağlama döneminde, yapılmış olan tahribatlar, insanlara verilen acılar ve zararlar, 60 yıla yakın dönemdir devam ediyor.
Darbelerin yarattığı bu tahribatların ve insanlara verdiği zararların tartışması son bulmadan, 15 Temmuz Darbe Girişimi oldu. Bu darbe girişiminin de kaynağı, devletin yapısal karakterinin bir sonucudur. Türkiye’deki devlet yapısı değişmeden, darbelerin önünün kesin bir şekilde alınması olanaklı değildir.
Bütün darbeler, sivillerin bir kesiminin de desteğini almıştır.
15 Temmuz Darbe Girişimi, ileri sürüldüğü gibi salt bir Fettullahçı darbe girişimi değildir. Fettullahçılar tek başına darbe yapma refleks ve kapasitesine sahip değildirler. Bu nedenle 15 Temmuz Darbe Girişimi, Kemalistlerin ve Fettullah Cemaatinin ortak bir eseridir.
Bu darbe girişiminin başarıya ulaşmasının olanakları daha azdı. Öyle de oldu.
Çünkü:
Dünya ve Türkiye’nin değişen koşulları yanında, Türkiye’deki kitlede darbeleri engelleyici güçlü bir şuur oluşmuştu.
Askeri diktatörlüklerin Türkiye’yi yönetemez oldukları bilince çıkmıştı.
Ayrıca kitleleri güçlü bir şekilde harekete geçirecek yeni bir liderlik ve bilinci oluşmuştu.
Darbecilerin bunu hesap etmemeleri mümkün değildi. Peki darbenin başarı şansı olmadığı halde yapılmak istenen neydi? Çok açık ki bir iç savaş çıkarmaktı. Bu nedenle de darbeciler her tarafı yıkmayı hedeflediler. Hiçbir darbelerin yapmadığını yaptılar. Kendi meclislerini de bombaladılar.
Kemalistler, 7 Haziran seçimlerinde, HDP’yi Truva Atı haline getirerek yaptıkları darbe, 1 Kasım 2015’te genel seçimlerinde başarısızlığa uğratılınca: Kürdistan’daki vekâlet savaşı başlatıldı. Vekâlet savaşından yana olanların yenilmesinden sonra, askerlerin harekete geçirilmesi sağlandı. İşte bu eylemin adı, 15 Temmuz Darbe Girişimiydi.
Darbelerin Engellenmesi: Devletin yeni bir karakter kazanmasıyla olur. Ordu bünyesinde yapılmak istenen değişiklikler bunu sağlayamaz.
Darbelerin temel nedeni, Kemalist Devlet yapısıdır. Devlet, iddia edildiği gibi ulusun devleti değildir. Bir elitin, sivil ve asker bürokrasinin devletidir. Bu nedenle devlet, Türk halkının da değildir. Kürtlerin devleti hiç mi hiç değildir. Tersine devlet, Kürdistan’da işgalci ve sömürgeci. kimyası itibariyle, halka ve Kürtlere düşmandır.
Devletin bu yapısallığı, aynı zamanda darbeleri besleyen ve geliştiren bir rahimdir. Türkiye’nin ve Türkiye Halklarının darbe belasından kurtulması için, devletin karakteri ve yapısının değişmesi gerekir. Devletin, Türklerin, Kürtlerin, tüm etik toplulukların devleti haline gelmesi gerekir.
Bu da, ancak ve ancak devletin federal bir devlet olarak yapılandırılması ile mümkün olur. Temel değişikliği yaratacak nitelikteki değişiklikler değildir.
Bu büyük proje yanında, darbe girişimi sonrasında ordunun bünyesinde ve devlet yapılanmasında yapılan ve düşünülen değişiklikler, yeterli değişimler değildir. Sınırlı ve yeterli olmayan değişikliklerdir.
Darbe Girişimini engelleyen halk şuurunun gerçek anlamda demokratik bir karakter kazanması için, federal devlet yapılanmasını içselleştirmesi ve yeni bir devlet talebine sahip olması gerekir. Yoksa bu şuur, sadece darbeyi engellemekle sınırlı kalır.
Darbeler ve Kürtler…
Darbelerin bir nedeni de, her zaman Kürtlerle ilgili ulusal ve demokratik hak taleplerinin bölücülük olarak nitelendirilmesidir.
Bu nedenle, bütün darbeler döneminde, sadece Kürt yurtseverleri değil, tüm Kürtler zarar görmüşlerdir. Darbeler döneminde sadece Kürt yurtseverleri değil, Kürt beyleri, aşiret reisleri, ağlar, dini liderler de tutuklanmış, işkence görmüş ve cezalandırılmışlardır.
27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi döneminde yaygın ve örgütlü bir Kürtlük faaliyeti, Kürt ayaklanması olmamasına rağmen, toplumun yönetici kesiminden 600 kişi Sivas’ta kampa alınmışlar, onlardan 55’i daha sonra sürgün edilmişlerdir.
Bundan dolayı, Kürtlerin hem devletin yapısı ve hem de kendilerine yönelik uygulamalardan dolayı askeri darbelere karşı olmaları gerekir.
Elbette 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimine de karşı olmaları gerekir.
Buna rağmen, Kürdistan örgütlerinin darbeye açık ve eylemle karşı çıkmamasında, bu eylemliliğin R. T. Erdoğan ve AK Parti hükümetini güçlendireceği tezi yanlıştır.
Kürdistan partilerinin kendilerine özgü alanda ve özgün içerikle darbeye karşı çıkması önemli olacaktır ve olacak.
Böyle bir davranış tarzı, devletin yeniden yapılandırılmasında yeterince söz sahibi olmalarını fazlasıyla sağlayacaktır.