Yeni Anayasa= Kimlikler Demokrasisi = Yeni Federal Devlet…

İbrahimGÜÇLÜ
İbrahimguclu21@gmail.com

Türkiye’de yeni bir anayasa için tartışmalar başlamış durumdadır. Bunun için Kürtlerin olmayan mecliste de bir komisyon oluşturuldu.

Yeni anayasa sorunu, yeni bir devletin yapılandırılması sorunudur. Özellikle de biz Kürtleri daha çok ilgilendirmektedir.

Her Kürt yurtseveri aydınların, yazarların, kanaat önderinin; Kürt siyasi ve toplumsal kuruluşlarının bu sorunda aktif taraf olması gerekir.

Bu konuda taleplerimizi netleştirmemiz gerekir.

Kürtlerin bu konuda dört başı mahmur gerçek anlamıyla ortak bir konferans yapmaları da gerekir.

                                               *****

Türkiye’de anayasa üzerine tartışmalar, yeni değildir, on yılları kapsayan bir sorundur.

Sorunun, 1982 Anayasa’sı olduğu kanaati, Türkiye’deki genel ve yerleşik bir kanat olmasına rağmen, bu yaklaşım, tarihsel hafızanın yanılgısından öteye bir şey değildir.

Gündeme giren Anayasa tartışması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerini, kurumlarını doğrudan ilgilendiren, başından beri yanlış kurgulanan bir devlet yapısının, onun dayandığı siyasal ve ideolojik sistemin yeniden yapılandırılması, yeniden tasarımlaştırılması ve senaryolaştırılması sorunudur.

Yeni anayasanın, kapsayıcı, “sivil”, “çoğulcu demokratik”, “eşitlikçi”, bütün ulusların ve etnik grupların, farklı dinlerin, mezheplerin, ideolojilerin, sosyal sınıf ve katmanların yani herkesin anayasası olabilmesi için, en başta bazı prensipsel ve kurumsal yeni kavramlaştırmalar, yeni bir çerçeve anlayış üzerinde konsensus sağlamak gerekiyor.

Türkiye’de, tarihsel, sistemsel, rejimsel ve devletsel bir sorun olan Anayasa Sorununun on yıllardır çözümlenmemiş olması, Türkiye’ye ve Türkiye halklarına pahalıya mal olmuştur.

Bundan dolayı bu sorun, mutlak anlamda, doğru-dürüst, adamca, Türkiye’nin gerçeklerine, evrensel ilkelere, çoğulcu yeni bir demokrasiye, doğal-bireysel-kollektif hak ve özgürlükler konseptine, eşitlikçilik prensibine göre çözümlenmesi gerekir.

Ama ne yazık ki, Türkiye’de anayasa sorunundaki tartışmalar bağlamında da, üçüncü dünya insanın ve yöneticilerinin refleksiyle karşı-karşıyayız. Türkiye insanı, anayasa sorununu, 1982 Anayasası bağlamında ele aldığı için, 25 senedir kendisini aldatmaya, karın doyurmayan değişikliklerle uğraşmaya devam ediyor.

Yeni dönemde, bu yapıdan kesinlikle çıkmak, bilgi toplumunun modern, demokratik ve özgür insan ve kurum refleksini geliştirmek gereklidir.

Ortak bir anayasa tanımı gereklidir…

Yeni, sağlıklı, kapsayıcı, herkesin olacak bir anayasa hazırlanacaksa, öncelikle bir anayasa tanımı üzerinde anlaşma sağlamak gerekir.

Bu tanım da, “kim/kimler için yeni bir anayasa?” sorusu etrafında geliştirilmelidir.

Anayasalar, bir kesimin, bir elitin kaleme aldığı, bütün topluma kabul ettirdiği bir metinler olacaksa, bu metinleri, evrensel hukukun kapsamı içinde anayasa kabul etmek olanaklı değildir. Bu metinler, olsa-olsa otoriter, totaliter, faşist devletleri, sistemleri, rejimleri meşrulaştıran belgelerdir.

Bugüne dek Türkiye’de olan da budur. Bu anlayıştan çıkmayınca, demokratik ve çoğulcu bir anayasa yapılamaz. Bu nedenle anayasanın, devleti, rejimi, siyasal sistemi, bütün alanlarıyla, toplumsal gerçeklere, doğal, bireysel ve kolektif hak ve özgürlüklere ve eşitlik prensibine göre tanımlayan, kurallara bağlayan bir “toplumsal sözleşme” olduğu üzerinde anlaşma sağlanması gerekir.

Bu anayasa tanımı, anayasanın hazırlanmasında ve kabul edilmesinde tüm toplumsal unsurların, taraf kabul edilmesini öngörür.

Türkiye gerçeğinde bu tanımı somutlaştırırsak: Anayasa, Türklerin, Kürtlerin, diğer etnik grupların, farklı dinlerin ve mezheplerin, farklı toplumsal kesimlerin ve sınıfların, işçilerin ve emekçilerin, aydınların, egemen sınıfların, farklı ideolojilerin anayasası olmalıdır. Onların, çıkarlarının ortak denklemini ve bileşkesini oluşturmalıdır.

“Sivil Anayasa” tanımı yeni bir tuzak olmamalıdır…

AK Parti, 1982 Anayasası’nın askeri yönetim tarafından hazırlanmasından öykünerek, “sivil anayasa” tanımından yola çıkıyor. Ama tartışmalar, düşünülen anayasanın sivil olmasının teknik olarak düşünüldüğü ve öz olarak düşünülmediğini ortaya koymakta. Anayasa’nın AK Parti tarafından tek başına, ya da AK Parti ile birlikte tüm partilerin onayıyla mecliste kabul edilmesi, anayasayı sivil yapmaz.

 Hatta teknik bir sivil anlayış, tam da yeni bir tuzak oluşturur.

Biliniyor ki 1982 Anayasa’sı, Türkiye halkları, özellikle de Kürtler ve evrensel planda meşruiyeti olmayan bir anayasadır.

Bu nedenle bu anayasaya muhalefet etmek bugüne kadar olduğu gibi, oldukça kolaydır. Ama “sivil anayasa” adı alında sivillerin hazırladığı bir “militer”, otoriter ve totaliter bir anayasa, büyük bir tehlike ve tuzak oluşturacaktır.

Sivil bir anayasa, Türkiye’nin çoğulcu ulusal- etnik, dinsel-mezhepsel, sınıfsal, ideolojik yapısına uygun olan, devleti ve rejimi yeniden tanımlayan/tasarlayan, bunun için saydığımız toplumsal ve ulusal-etnik aktörleri doğrudan taraf kabul eden ve onların onayına dayanan bir anayasadır.

Anayasa Sorunu: Türkiye Cumhuriyet’inin tarihsel ve çatışmaya kaynaklık eden sorunudur… 

Türkiye’de “anayasa sorunu”, sanıldığı gibi, sadece askeri darbeler sonrası bir sorun değildir. 1982 sonrası bir sorun, hiç değildir.

Türkiye’de anayasa sorunu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan sonra, üstelik de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna temel alınan Lozan Antlaşması ile başlayan bir sorundur.

Lozan Antlaşması, Türkiye’ye bir tanım getirdi. Bu tanım üzerinden hareketle bir anayasa hazırlandı.

Lozan Antlaşması, Türkiye’de, Türk dışında var olan Müslüman ulusal ve etnik grupları, dini ve mezhebi azınlıkları ret etti ve onların haklarını güvence altına almadı, sadece gayri-Müslim azınlıkları kabul etti.

Böylece Türkiye’de “ulus – devlet” süreci değil ve “devlet-ulus” süreci başladı. Önce devlet kuruldu, sonra bu devlet için bir ulus, bir Türk ulusu oluşturuldu.

Türk ulusunu oluşturmak için de, Kürtlerin varlığı ret edildi, Kürtlerin Türk olduğu tezi devlet yapılanmasının bel kemiğini oluşturdu. Bu anlayış, bir devlet ideolojisini Kemalizm’i oluşturdu.

1924 Anayasası da hazırlanırken, “devlet ulusun” anayasası olarak bir çerçeve kazandı. Bu anlayış, günümüze kadar da devam etti.

1924 Anayasası, 1961, 1982 Anayasaları, bu anayasalardaki tüm değişiklikler bu üniter ve tekçi toplum paradigmasına göre hazırlandılar.

Türkiye toplumunun gerçeklerine dayanmayan tanımdan yola çıkarak oluşturuldular. Böyle olunca da, bu anayasalar, Kürtleri bir ulusal topluluk olarak, diğer etnik grupları, İslam dışındaki dinleri, suni dışındaki mezhepleri, Kemalizm dışındaki ideolojiler, sivil ve asker elit dışındaki toplumsal kesimleri yok sayarak, düzenlendiler.

Bu nedenle, tarihsel ve son bulmayan toplumsal, siyasal çatışmalar başladı. Kürtler, anayasada dışlandıkları/ötekileştirildikleri ve hakları tanzim edilmedikleri için, bugüne kadar ayaklanmaya devam ettiler.

Kemalizm ideolojisine göre anayasalar düzenlendikleri ve Kemalizm dışındaki ideolojiler meşru kabul edilmedikleri, dışlandıkları için farklı ideolojilere sahip olan kesimler, komünistler ve diğer ideolojik gruplarla çatışma kaçınılmaz oldu.

İnanç özgürlüğü olmadığı, devlet dini/Kemalist din dışındaki İslam dini ve diğer dinler dışlandığı için, devletle dinciler çatışması 80 yıldır devam ediyor.

Yeni bir devlet tanımı ve yeni toplumsal bir paradigma gereklidir… 

Yeni bir anayasa için, bugüne dek hareket noktası olarak benimsenen, Türkiye tanımından vazgeçmek, yeni bir Türkiye tanımı üzerinde anlaşmak gerekir. Bugüne dek hazırlanan anayasalarda, devlet yapılanmasına, siyasal sistem örgüsüne, Türk unsuru egemen hale geldi.

Türkiye’nin ulusal-etnik, dinsel-mezhepsel, toplumsal-sınıfsal, ideolojik çoğulculuğu ret edildi.

Yeni bir anayasa için, Türkiye gerçeği olan çoğulculuğun bir toplum paradigması olarak kabul edilerek, yeni anayasaya çerçeve oluşturması gerekir.

Anayasalar, ideolojik metinler değildir ve ideolojik metinler olmamalıdır Bu nedenle ideolojilerden bağımsız olan, insanlığın tarihsel düşünce ve ideolojik faaliyeti sonucu ortaya çıkan, ortak düşünce değerleriyle belirlenecek nötr, kimliksiz, sıfatsız, “renksiz” metinler olmalıdır. 

Türkiye’nin çoğulcu gerçeklerindeki yeni bir Anayasanın belirlediği devlet yapısı, üniter ve tekçi olmayan, tüm uluslardan, etnik gruplardan, ideolojilerden, dinlerden, mezheplerden, kültürlerden ve dinlerden bağımsız, düzenleyici, bütün kesimlerin temsilini öngören bir devlet olmak zorundadır.

Devlet, bu bağlamda ulus devlet değil, uluslar, ideolojiler, sınıflar üstü bir devlet olmalıdır.

Bu bağlamda, “liberal anayasa” kavramı da sorunlu bir kavramdır. Doğal hak ve özgürlüklerin benimsenmesi/temel alınması, bireysel ve kollektif (grup) hak ve özgürlülerin güvenceye bağlanması, insanın devletten önce ele alınması bağlamında sahip olduğu değerleri anayasanın içselleştirmesi anlamında ve sınırlandırması içinde, bu tanımın ancak önemli ve anlamlı olacağını düşünüyorum.

“Liberal anayasa”, “sosyalist anayasa”, “sosyal-demokrat anayasa” ve hatta “faşist anayasa” kavramını çağrıştırma bağlamında da sorunlu bir anayasa tanımıdır.

İnsanın ve insanların oluşturduğu toplulukların doğal ve mutlak hakları vardır. Bu hakların herhangi bir devlet, rejim tarafından yasaklanması, kabul edilmemesi, dengeleri alt-üst eden bir sorundur.

Demokratik bir anayasanın, herkesi (birey ve topluluk anlamında) kapsayan bir anayasanın ortaya çıkması için, doğal haklar kategorisini benimseyen bir anayasa olmak zorundadır. Bugüne dek Türkiye’de hazırlanan anayasalar doğal olan haklar kategorisini gözeterek hazırlanmış anayasalar olmamıştır. Bu nedenle inkârlara dayalı bir anayasa konsepti ortaya çıkmıştır.

Kürtlerin kendi doğal ve topluluk/grup kimliği inkar ve ret edilmiştir. Kürtlerin, Türkiye’deki diğer etnik, dinsel, mezhepsel, ideolojik, sınıfsal toplulukların doğal hakları benimsenmediği için otoriter ve totaliter anayasalar Türkiye’nin kaderi olmuştur.

Bireysel ve kollektif (grup) hakları konseptinin benimsenmesi gerekir…

Türkiye’nin ulusal-etnik, dinsel-mezhepsel, toplumsal-sınıfsal, ideolojik, kültürel ve dilsel çoğulculuğuna uygun demokratik bir anayasanın yapılması için, bireysel ve kolektif (grup) haklar kategorisi konsept olarak benimsenmeli ve içselleştirilmelidir.

Bireyin haklarını güvenliğe kavuşturan ve genişleten bir anayasa, kolektif hakları benimsemiyor, içselleştirmiyor ve atlıyorsa, o anayasa; demokratik, kapsayıcı, ihtiyaçlara cevap veren, çatışmaları engelleyen, barışı sağlayan bir anayasa olamayacağı gibi, bireysel hakları da koruyan, genişleten ve güvenceye bağlayan bir anayasa olamaz.

Çünkü bireysel haklarla kollektif haklar birbirinin içine geçen olgular olduğu kadar, birbirini yaratan ve tanımlayan unsurlardır da.

Bu nedenle, bugüne dek Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde hazırlanan anayasaların, bireysel haklara bile güvence olmaması bundan ileri gelmektedir.

Kürtler, diğer etnik topluluklar, birey oldukları kadar bir topluluk oluşturmaktadırlar. Bu ulusal ve etnik toplulukların, hem bireysel ve hem de kolektif hakları gözetilerek yeni anayasa yapıldığı zaman demokratik ve kapsayıcı bir anayasa ortaya çıkabilir.

Kürtlerin, Kürtçe konuşması bireysel bir haktır. Kürtlerin kendi dilleriyle eğitim-öğretim yapmaları kolektif bir haktır. Kürtlerin birey olarak siyaset yapma hakkı, bireysel bir haktır. Ama Kürtlerin, kendi siyasi partileri ile siyaset yapmaları, kendilerini temsil ettirmeleri, iktidarı paylaşmaları, devletin sahiplerinden biri olması kolektif bir haktır.

Yeni anayasa, bu kollektif hakları gözetmediği zaman, demokratik olmayacak, kapsayıcı ve sivil de olmayacaktır.

“Devlet-Ulus” vatandaşlık ilişkisi ve egemenliğin paylaşılması…

Demokratik ve kapsayıcı bir anayasanın hazırlanması ve benimsenmesi için, devlet birey ilişkisinin ve egemenlik kavramının doğru tanımlanması gerekir.

İnsan tarihsel olarak daha önce gelen bir kategoridir. Devlet, daha sonraki tarihsel, sosyal, siyasal bir kategoridir. İnsanlar tarafından oluşturulmuştur, insanlar tarafından da güdülmesi gerekir.

Bu nedenle önce insan ve sonra devlet gelir.

Ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti pratiğinde: Önce devlet kurulmuştur, devlet ulusu yaratmıştır.

Bu denklem içinde, hem Türkler dışında Kürtler ret edilmiş ve asimile edilerek Türk ulusuna dühul olması benimsenmiştir.

Hem de insan; güdülen, önemsenmeyen, hakları öncelikli olmayan bir unsur olmuştur.

Bu da doğal olarak, otoriter ve totaliter egemenlik anlayışını getirmiş, egemenlik sivil ve askeri elit elinde toplanmıştır. Diğer toplumsal kesimlerin, ulusal ve etnik toplulukların tüm egemenlik hakları gasp edilmiştir.

Bu bağlamda da, “egemenlik kayıtsı şartsız Türk milletindedir” sözü Türkiye’nin çoğulcu gerçeklerine aykırı olduğu gibi, hiçbir zaman da Türk milletinin de olmamıştır.

Yeni anayasa oluşturulurken, hak ve adalete uygun bir egemenlik tanımı yapılması gerekir. Bu tanımda, egemenlik sadece Türk milletine ait olmamalıdır.

Egemenlik, içerde Türkler, Kürtler, diğer etnik topluluklar, diğer toplumsal kesimler ve topluluklar tarafından paylaşılan, dışarıda da global dünya ve Avrupa Birliği ile paylaşılan bir tanıma kavuşturulmalıdır.

Bu olgu aynı zaman da, iktidarın kimin olacağı sorununu da çözümleyecek. Devletin, yasamanın, hükümetin, tüm kurumlaşmanın Türkiye’nin ulusal-etnik, dinsel-mezhepsel, toplumsal-sınıfsal, ideolojik çoğulcu gerçeklerine göre yeniden yapılandıracaktır.

Bireyin, ulusal ve etnik ve diğer tüm toplulukların temsil hakkını projelendirecektir.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti anayasaları, bir seçkinci elit dışındaki tüm toplumsal kesimlerin, Türk ulusu dışında Kürtlerin, diğer etnik toplulukların temsilini benimsemeyen bir otoriter ve totaliter rejim anayasaları olmuştur.

Yeni bir demokrasi: Federal/kimlikler demokrasisi tasarımı…

Türkiye’de mevcut demokrasi anlayışı ve paradigması ile demokratik, yeni, sivil ve kapsayıcı anayasa oluşturulamaz.

Türkiye’deki mevcut demokrasi anlayışı, Kemalizm’in, “devlet-ulus” yapısının çerçevelendirdiği, iktidar ve egemenliğin paylaşılmasını ret eden, Türkiye’nin çoğulcuğunu görmeyen ve hatta ret eden tekçi, otoriter ve totaliter bir demokrasidir.

Bu nedenle, yeni bir demokrasi tasarımının, evrensel demokrasi ilkelerinin güdümünde yeniden yapılması gerekir.

Türkiye’nin çoğulcu yapısına uygun olan, rasyonal, yönetebilir, adalet ve eşitliği inşa edecek, toplumsal barışı sağlayacak demokrasi de, federal/kimlikler demokrasisidir.

Yeni anayasa tartışılırken, belki de en başta gelen konu, tartışılması ve çözümlenmesi gereken sorun, bu sorundur.

Yeni anayasa için benimsenmesini önerdiğim federal/kimlikler demokrasisi, yaşayan rasyonal demokrasilerdir.

Türkiye’nin üyesi olduğu AB’nin birçok ülkesinin benimsediği bir demokrasi projesidir. Türkiye de AB üyesi olmak istediğine göre, bu rasyonalizmi ve sistem yapılanmasını benimseme gibi bir rahatlığının olduğunu düşünüyorum.

Evrensel hukukun belirlediği sözleşmelerin referans alınması…

Türkiye Cumhuriyeti, BM’nin üyesidir. AB’nin üyesi olmak istemektedir, bunun için müzakere sürecindedir. Bunun dışında birçok uluslararası platforma ve kuruluşa, AGİK’e ve benzeri kuruluşlara üyedir.

Yeni anayasa hazırlanırken, BM Beyannamesi, İnsan hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi, diğer uluslararası sözleşmeler, AİHM Kararları da, referans kabul edilmelidir.

AB Devletlerinin anayasaları, teknik ve içerik olarak mutlaka incelenmeli ve onlar Türkiye’nin çoğulcu yapısına uygun bir içsellikle ele alınmalıdır.

Yeni Anayasa yeni bir devlet sorunudur…

Yeni anayasa, toplumsal sözleşme olarak, Kürtlerin, Türklerin, diğer etnik toplulukların üzerinde anlaştıkları yeni bir devleti tanımlayacaktır.

Bundan dolayı yeni anayasa, yeni bir devlet sorunudur.

Bu devlet, üniter, tekçi ve otoriter olmayan, egemenliği ve iktidarı tek millete vermeyen devlettir.

Bu devlet de, uluslar arası STANDARTLAR AÇISINDAN EN AZINDAN FEDERAL BİR DEVLETTİR.

Sonuç yerine…

Türkiye’de, Türkleri ve Kürtleri bütün alanlarda eşitleyecek ve eşit haklara sahip olmasını sağlayacak, devleti herkesin devleti yapan ve başka ifadeyle ulus-üstü yapan, her ulusal ve etnik topluluğun hem birlikte ve hem de ayrı-ayrı kendi kendisini yöneten yeni bir federal/kimlikler demokrasisi sistemi tasarımını ortaya çıkaran yeni bir anayasa gereklidir.

Bu yeni anayasa, mevcut ezber bozulmadan yapılamaz. 

 

Diyarbekir, 12/16 Şubat 2016

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *