YEREL YÖNETİMLER DİLSEL, DİNSEL VE KÜLTÜREL GRUP HAKLARI KONFERANSI

Mehmet GUL
20.01.2024 günü TAKSİM HİLL HOTEL’de KÜRT-KAV tarafından düzenlenen YEREL YÖNETİMLER DİLSEL, DİNSEL VE KÜLTÜREL GRUP HAKLARI başlıklı KONFERANS başarıyla tamamlandı.
KONFERANS 2 bölüm halinde devam etti.
KONFERANS, KÜRT-KAV Başkanı Mehmet Celal BAYKARA’nın konuşmasıyla başladı.
BAYKARA konuşmasında Türkiye’deki yerel yönetimler ve azınlık siyasetinin sorunlarına dikkat çekti. Önümzdeki günlerde yapılacak olan Yerel Yönetim Seçimleri bağlamında bu konferansın önemli olduğunu belirten BAYKARA, “Bu konferansta iki şeyi göreceksiniz: Birincisi, çeşitli ülkelerden davet ettiğimiz değerli konuklarımız bulundukları ülkelereden ve dünyada Yerel Yönetimler ve azınlık haklarının ne durumda olduğunu aktaracaklar. İkincisi ise bizzat Türkiye’de yaşayan ve konuyla ilgili mesai harcayan değerli hocalarımızdan Türkiye’deki yerel yönetimler ve azınlık haklarının ne durumda olduğunu, dünya ile Türkiye arasında ne gibi farklar bulunduğunu ve çağdaş dünya ile buluşmak için neler yapılması gerektiğini aktaracaklar.” dedi.
Necdet GÜNDEM’in Moderatörlüğünü yaptığı 1.Bölümde İsveç’ten, 12 yıl süre ile yerelde Belediye Başkanlığı yapan Abidin DÜNDAR, Feredal Almanya’dan iki dönem Berlin Eyalet Milletvekilliği yapan Hakan TAŞ ve Güney Kürdistan’dan Siyasetbilimci Dr. Nazdar SAJADİ bu ülkelerin yerel yönetimler ve azınlık hakları politikası hakkında bilgi verdiler.
Slaytlar eşliğinde İsveç Yerel Yönetimlerinin işleyişi ve yapısı hakkında bilgi veren DÜNDAR, “anayasal olarak azınlık statüsünde bulunanlar ve göçmenler” şeklinde tasnif ettiği kesimlerin bulunduğunu ve azınlık sattüsünde olanaların haklarının anayasal güvence altında olduğunu ve bulundukları her alanda temel haklardan yararlandıklarını, bu haklardan yararlanmalarını sağlamanın hem merkezi hem de yerel yönetimlerin görevi olduğunu belirittikten sonra, “göçmen hakları, anayasal olarak azınlık statüsünde değildir fakat yerelde haklarını kullanabilirler ve başvurmaları durumunda kendi dili ve kültürü ile yaşamaları için yerel yönetimler bu imkanları sunmaktadırlar” dedi. İsveç deneyinden dikkat çeken ayrıntı, yerel yönetimlerde seçimi kazananın yanında muhalefetin de yönetimin çeşitli kademelerinde yer almasıdır.
Federal Almanya’dan katılan ve kendisinin de Kürt olduğunu söyleyen Sol Parti üyesi Hakan TAŞ, Almanya’nın azınlık (gerek inanç ve gerekse etnisite bağlamında) hakları konusunda ayrıntılı bilgi verdi. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik şartı çerçevesinde bir politika izleyen Alman Devletinin, resmen azınlık statüsünde olanların yanında, gerekli şartlara haiz olmaları durumunda azınlık oluşturmayan toplumsal kesimlerin kültürel haklarını da koruyup kolladığını, bu kesimlerin kendi dili ve kültürü ile yaşamaları için gerekli imkanları sunduğunu aktardı.
Güney Kürdistan’dan katılan Nazdar SAJADİ Soranice yaptığı konuşmasında (Dr. Nazdar SAJADİ’nin konuşmasını aynı anda Mevlüt OĞUZ Türkçeye çevirdi) Orta-Doğu, Irak ve Güney Kürdistan hakkında geniş bir bilgi vererek konuşmasına başladı. Ardından Irak ve Güney Kürdistan bağlamında azınlıklardan ve haklarından söz etti. İdari ve politik olarak bu hakların yaşanmasında hala kimi sorunlar olduğunu söyleyen SAJADİ, her şeye rağmen Irak ve Güney Kürdistan’da gerek inançsal gerekse etnik olarak bütün kesimlerin haklarının anayasal güvence altında olduğunu belirtti. Bunun önemli bir ilerleme olduğunu söyleyen SAJADİ, “Güney Kürdistan’da yaşayan azınlıkların haklarını kullanmak ve merkezi hükümetin bu hakların temini konusunda gerekli hassasiyetleri sunmak bakımından oldukça duyarlı olduğunu” dile getirdi.
Kısa bir aradan sonra 2. Bölüme geçildi.
Prof. Dr. Aziz YAĞAN’in Moderatörlgünde başlayan 2. Bölüm; KONFERANSA SKYP üzerinden katılan Hukukçu Dr. Derya BAYIR’ın, FEDERAL ve ÖZERK YÖNETİM SİSTEMLERİNDE YARGI, konulu konuşmasıyla başladı.
Derya BAYIR konuşmasında, Federal ve Özerk Yönetimlerde anadil ve kültürel hakların ötesinde eşit katılımlı bir yönetim için her alanda katılım gerektiğini ve bu bağlamda yargının da özerk ve yerel haklakrını koruyan tarzda yeniden inşa edilmesi gerektiğini dile getirdi. Dünyanın muhtelif ülkelerinden bu konuda örnekler veren Derya Bayır, örneğin Belçika’da yüksek yargıda, Belçika toplumunu oluşturan kesimlerden birer kişinin yer aldığına vurgu yaptı. “Yargının adil olması için hem yerelin kendi dilinde hem de kendi gelenekleri bağlamında kurulması gerekir. Yüksek yargının da buna göre, yerelden katılımlarla oluşması zorunludur. Aksi durumda adil bir yargıdan sözedilemez” dedi. Kimilerinin ‘biz hala kendi dilimizi konuşmanın mücadelesini veriyoruz, yargıda bizden olan hukukçuların yer almasını değil talep etmek, düşünemiyoruz bile’ dediğini duyar gibi olduğunu belirten Bayır, “oysa dünya artık çok farklı şeyleri konuşuyor; kültürel haklar konuşulmuyor bile, tartışılan konu, eşit bir katılım ve yönetim için ülkeyi oluşturan halkların her alanda yer almasının nasıl sağlanacağıdır” dedi.
Dr. Derya BAYIR’ın ardından “YEREL YÖNETİMLERDE KÜLTÜREL ÇALIŞMALARIN YERİ ve ÖNEMİNE SOSYOLOJİK BİR BAKIŞ” başlıklı konuşmasıyla söze başlayan Prof. Dr. Ahmet ÖZER, Türkiye’deki asimilasyon sürecinden sözetti ve ardından “Kürtler sadece asimile edilmemiştir, aynı zamanda düşürülmüştür de” dedi. “Düşürülmeye” örnek olarak iki anekdot aktaran ÖZER şunları söyledi:
“Bir gün Mersin’e yolum düştü. Benden önce gideceğim yerdeki insanlara birileri “gelen Kürt’tür, professördür”, demiş. Yaşlılarımız bunu duyunca sevinmişler, “vay be, demek ki bir Kürt de professör oluyormuş” diye memnuniyetlerini bildirmişler. Gideceğim yere vardığımda Kürtçe olarak herkesi selamladım. Birden şaşırdıklarını gördüm. Baktım ki birileri alçak bir sesle, “ya bu Kürtçe konuşuyor, ne biçim professör” diye fısıldaşıyorlar. Bir başka örnek daha: Benim çok iyi tanıdığım bir arkadaşım, hastalanan annesini doktoro götürüyor. Annesi Türkçe bilmiyor. Ama doktor Kürt ve çok iyi Kürtçe biliyor. Doktor, Kürtçe olarak, nasılsın ana, neren ağrıyor, diye sorunca anamız oğluna dönüyor ve Kürtçe diyor ki; “Oğlum, ben sana beni doktora götür dedim, bu ne biçim doktor, Kürtçe konuşuyor,” demiş. İşte asimilasyonun ötesinde “düşürülme” dediğim şey budur. İnsanın kendisine, diline, kültürüne, gelenk ve göreneklerine yabancılaştırılması ve sahip olduğu her şeyin değersiz, işe yaramaz olduğuna inandırılmasıdır. Bu örneklerden anlayıruz ki Kürtçe konuşan bir doktor, öğretmen, mühendis vb. olamaz. Ancak Türkçe ya da bir başka dilde, yani halkamızın anlamadığı bir dilde konuşursan doktor, mühendis öğretmen olabilirsin.”
Anadilinin yaşatılması ve günlük hayatın her alanıda konuşulması gerektiğini belirten ÖZER, annesinden bir anekdotu Kürtçe aktararak konuşmasını bitirdi: Türkçeşi şöyle:
“Annem bana, anadil, bir insanın anasıdır; eğer anadilini bilmiyorsan öksüzsün. Anadil bir insanı adam eden/onurlandıran şeydir; eğer anadilin yoksa adam değilsin/onursuzsun. Anadil bir insana sevgiyi öğreten şeydir; eğer anadilin yoksa sevmeyi bilemezsin. Anadil bir insana düşünmeyi öğreten şeydir; anadilin yoksa aptalsın. Nihayetinde anadil bir insanın derisidir; deri insanı, bütün organlarıyla sarıp sarmalar, insan suretinde ortaya çıkarır; eğer anadilin yoksa, senin derin de yoktur, bir ucubesin.”
KONFERANS’ın 2. Bölümünün son konuşmasını Prof. Dr. Şükrü ASLAN yaptı.
KÜRESELLEŞME ve YEREL YÖNETİMLERDE DEĞİŞEN İŞLEVLER başlıklı konuşmasında Şükrü ASLAN; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin asimilasyon politikasının yerelde nasıl uygulandığını ve yerel yönetimlerin bu konuda ne türdün bir işlev gördüğünü ayrıntılı bir şekilde aktardı. Bir öğrencisinin doktora çalışmasına dayanarak verdiği bilgide ASLAN; “1936 yılında yapılan bir nüfus sayımında Türkiye’de 22 ayrı dilin konuşulduğunu görüyoruz. 1960’lardan sonra bu dillerden geriye kalan üç dil olmuş: Türkçe, Kürtçe ve Arapça.” Diğer dillerin zaman içinde ya yok olduğunu ya da yaşamda kullanılamayacak kadar asimile edildiğini belirten ASLAN, “geriye kalan üç dil, oran olarak da varlığını koruyor; yani kimilerinin dediği gibi, azalmıyor ya da yok olmuyor. Ana dili Kürtçe olanların oranı 1936’da ne ise bugün de odur” dedi. Cumhuriyet tarihinde Yerel Yönetimlerin yer isimlerinin değiştirilmesi ya da Türkçe dışında konuşulan dillerin yasaklanması konusunda büyük işler gördüğüne işaret eden ASLAN örnek olarak GÖNEN’ı gösterdi. 1930’lu yıllarda GÖNEN Belediyesi, günün Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir habere göre, Arnavutça, Gürcüce, Boşnakça ve Lazca’nın “evde, işte, pazarda” konuşulmasını yasaklıyor. Günümüz dünyasında bu türden bir siyasetin hayata geçirilmesinin artık mümkün olmadığını belirten ASLAN, Cumhuriyet Türkiye’sinde 1960’lara kadar merkezi hükümetin yerel bir şubesi olarak çalışan Yerel Yönetimlerin bu tarihten itibaren merkeze itiraz etmeye başladığını, yerelin taleplerini de dikkate alan yöneticilerin işbaşına geldiğine vurgu yaptı. Türkiye’de Vedat DALOKAY, Ahmet İSVAN gibi ‘toplumcu’ belediye başkanlarının bu sürecin başlatıcısı olduğunu belirten ASLAN, 1980 öncesinde Ağrı ve Diyarbakır’da belediye başkanı seçilen Urfan ALPASLAN ile Mehdi ZANA’nın da bütünüyle Kürtlüğe sahip çıktıkları için Belediye Başkanı seçildiklerine yani merkezin iradesinin aksine bir eğilimin temsilcisi olduklarına dikkat çekti. “Bütün eksikliklerine rağmen HDP belediye başkanlarını önemsiyorum,” diyen ASLAN, “Bu başkanlar çok olumlu işlev gördüler; bütün kısıtlamalara rağmen önemli işler yaptılar; yerel isimleri geri getirdiler, kimi yerlere yerel değere sahip isimler verdiler. Yani merkezin hilafına işler yaptılar. Her şeye rağmen ben bu süreci ve bu süreçte yapılanları oldukça değerli buluyorum.”dedi.
Konuşmasının sonunda Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelerin Milliyetçilik fikrine göre şekillendiklerini belirten ASLAN, Türkiye’nin de milliyetçilik esasları üzerinde kurulduğunu ve diğer halkların Türk milleti menfaatine yok edilmek istendiğini belirtti. Yerel yönetimlerin bu sürecin işlemesinde büyük rol oynadığını belirten ASLAN, bu politikanın artık işlemediğini, kendi haklarının bilincinde olan halkların taleplerini dile getirmesi ve kazanması için milliyetçilik yapmalarının kaçınılmaz ve gerekli olduğunun altını çizdi. “Hala Türk milliyetçiliği yapanlar, etnik temelde siyaset yapanlara karşı çıkmakta, en doğal haklarını tanımamak için bunu bölücülük, milliyetçilik olarak değerlendirmektedirler; kendileri mülliyetçiliğin her türünü yaparken diğer halklardan etnik temelde siyaset yapmamalarını istemektedirler. Tam tersine, merkezin eğemenliğini kırmak ve demokratik bir yapı oluşturmak için etnik temelde bir siyaset yapmak gerekmektedir, “ diyen ASLAN, yerel yönetimlerin temel işlevinin, yerelin talepleri doğrultusunda çalışmak olduğunu, aksi takdirde demokratik bir düzenin kurulmasının mümkün olmadığını belirterek konuşmasını bitirdi.
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *