Sayın Azad Sağnıç’ın Dêrsîm isyanı lideri Seyîd Rizonun seyîdliği ile ilgili yazmıș olduğu makalesinde dile geirdiği Hz. İbrahim’in Kürd olabileceği ve dolayısıyla Hz. Muhammed SAV’de onun soyundan olduğu için Kürd olabilme ihtimalinin vs. değinmiș olmasına ragmen, sayın Sağnıç’ın makalesinin ana teması Dêrsimli ölümsüz lider Seyíd Rizo ve Dersim isyanidir.
Azad Sagnic yazısında Seyid Rızonun hayatından mücadelesine ve dönemin işgalci devleti tarafından yapılan hukuksuzluktan kesitler anlatılmaktadır. Her Kürdün zevkle okuyabileceği güzel bir makale olmasına rağmen, bu makaleye karşı sayın Mehmet selim Çürükkaya’nın Kürd milliyetçileri ile alay edercesine bir cevap niteliğinde yazmış olduğu yazı ilginçtir.
Sayın Çürükkaya’nın Azad Sağnıç şahsında Kürd milliyetçilerini hedef almış olması, onun yazarlığının yanında yılların tecrübeli birikimi de düşünüldüğünde, bu yazının milliyetçi Kürdlere karşı bilinçli olaraktan küçük düşürücü ve basit bir mantıkla yazılmış olduğu kanaatindeyim.
En başta Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed’in Kürd olduklarına dair merhum Abdulmelik Fırat dahil bir çok kișinin de yer yer değinmiş olduğu bir konudur. Suların çekilmesiyle beraber, Nuh’un gemisinin Cudi veya Agiri dağında karaya oturduğu iddiasını gözönünde bulundurursak insanlığın yeniden Kürdistanda yaşam bulmasıyla, Kürdlerin Nuh Peygamber kawminin bir devamı olduğu iddiası da vardır. Bütün bunlar birer gerçek, birer iddia veya efsane olsalar da, asıl konu sayın Çürükkaya’nın sömürge bir ulusun yurtseverlerini milliyetçilik adı altında işgalci ve sömürgeci egemen ulusların ırkçı milliyetçileriyle kıyaslama gafletine düşmüş olmasıdır!
Kendisi de biliyor ki sayın İsmail Beşikçi hocamızın da sık sık dile getirdiği gibi, Kürdlerin kurtuluş mücadelesinde milliyetçi olmaları kaçınılmazdır. Ve Kürdlerin milliyetçilikleri ile işgalci egemen ulusların milliyetçilikleri farklıdır. Kürd milliyetçiliği ırkçılıktan uzak olmasına rağmen egemenlerin milliyetçilikleri ırkçılıktır.
Selim Çürükkaya, Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed’in Kürd olabilme iddiasına karşın, Kürdlerle alay edercesine; ‘’ Hz. Adem ile Havva cennetten kovulduktan sonra ilerlerken arkadan Havvaya el atan Hz. Ademe Hz. Havvanın kürtçe MEKKE (yapma) diye tepki göstermesiyle orası şimdiki müslümanların kutsal şehri olan Mekke oluşmuştur. Yine ilerlerken tekrardan Hz. Ademen Hz. Havvaya tekrardan el atmasıyla yine Hz. Havva yine kürtçe MEDİNE (görürler) diyerekten tepki verir ve şimdiki Medine şehri isimlendirilir. Yani Çürükkaya Hz. Adem ve Havva’nın aslında Kürtçe konuşmuş oluyorlar, hadi onlarda Kürtmüşler” diyerekten kendince alay etmektedir.
Sayın Çürükkaya, bu konudan epey zevk almış görünmekte; çünkü Kürd milliyetçileri ile alay etmeye devam etmektedir. Bir diğer alay konusu: 90 yılların başında Kürd siyasetçi ve yazarı sayın Mahmut Levendinin Elvis Presley’in Kürdtür diye yazmış olduğu mizahı, sanki Kürdler gerçekten de böyle ciddi bir iddiası varmışçasına alaycı bir şekilde ciddi bir örnek gibi yazmış olması dikkat çekmektedir.
Sayın Çürükkayanın kürd milliyetçilerini işgalci ulusların ırkçılarıyla kıyaslayıp alay konusu ettiği zaman, kendisine karşı gelecek haklı tepkilere karşı da verebileceği mantıklı bir açıklamasının olması gerektiğinin de bilincindedir umarım. Yoksa adama sorarlar, işgalci devletin, Kürdlerin varlık iddialarını çürütebilmek için ortaya atmış oldukları türk dil ve güneş teorisi misali, Kürdlerin Kart kurt sesleri ile ortaya çıkan dağlı türkler olduğu iddiasıyla, sizin Hz. Adem ve Havva benzetmelerinizle Kürdistanlı Hz. İbrahimi ve Kürd milliyetçilerini hedef almanızdaki amaç nedir acaba?
Kaldı ki Hz. İbrahim bir kürd, arap veya başka bir ırktan olsa bile, Kürdistan’ın bir şehri olan Harran, yada Urfalı olması nedeniyle Kürdistani olduğu sizce gerçekçi değilmidir?.
Belli ki sayın Çürükkaya, kendini halen o kaba Apocu “enternasyonalist” psikolojisinden kurtaramamiştır!
Çeto Omeri
12.11.2018
Not: Azad Saǧnıç ve Selim Çürükkaya ‘nın yazılarını da aşaǧıya alıyorum!
————————————————————————-
Azad Sağnıç / Seyitlik İslami inanışa göre peygamber soyundan gelen ailelerinkullanabileceği bir unvandır.
İslam bilginleri son peygamberleri Hz. Muhammed’in Arap olduğu konusunda tam bir görüş birliğinde olmaları, Kürtlerdeki Seyitlik unvanını tartışmaya açmıştır. Kitap-ı Mukaddes’in ve diğer Semavi dinlerin tartışmasız ön kabul gördükleri İbrahim Peygamber Mitani kökenli Harranlıdır. Harran ise bir Kürdistan şehridir, Harran bir Kürdistan şehri ise o halde İbrahim Kürt’tür. Yine İslam bilginlerinin ısrarlı bir şekilde Hz. Muhammet’in İbrahim’in soyundan geldiğini söylemektedirler. Bu anlamda söyleyemedikleri iki şey var. Birincisi Hz. Muhammet’in Kürd tiranı Nemrut’a akraba oluşu, ikincisi ise; İslam Peygamberinin etnik kökenin Kürd oluşudur.
Ancak Seyit Rıza seyitlik unvanı ile çok ilgili değildir. Şöyle ki; 1926 yılında Diyarbekir genel müfettişi İzzettin Paşa ona sormuştu: “Seyit Rıza siz misiniz?” O bilge insan şöyle cevap vermişti: “Ben Dersim’li Rızo’yum Dersim’de her meşe altında ve her dağ başında binlerce Rızo yatar. Şu halde siz hangi Seyit Rıza’yı soruyorsunuz?” Soruya soru ile karşılık verip Seyitlik unvanının onun için pek fazla bir şey ifade etmediğini genel müfettişin ezberini bozarak cevaplamıştır.
Seyit Rıza’nın babası Seyit İbrahim ulusal bilinci ve eğitimini Seyit Rıza’nın silah arkadaşı olan Dr. N. Dersimi’nin dedesi Colıkzade Mehmet Ali Efendi’den almıştı.
Seyit İbrahim, Colıkzade Mehmet Ali Efendi’den aldığı ulusal bilinci 1863 yılında yaşama gözlerini açan oğlu Seyit Rıza’ya aktarmış ve oğlunu tam bir yurtsever bilinçle donatmıştı.
Zeki ve kabiliyetli olmanın yanı sıra ileriyi göre bilme yeteneğine de sahip olan küçük Rıza, kısa zamanda babasının ve yöre halkının dikkatini çeker. Seyit Rıza’nın babası ölümünden sonra aşiretin liderliğini kendisine verilmesi üzerine vasiyetini yapar.
Babasının ölümünden sonra Ağdat Köyü’ne yerleşir. Mütevazılığı hiçbir zaman elden bırakmayan, halkının tüm sorunlarıyla mümkün olduğunca birebir ilgilenmeye ve bu sorunların en adil ve demokratik bir şekilde hal yoluna koymaya çabalardı.
Komşu aşiretlerle uyum içinde olan bu aşiret reisi, aynı zamanda Ermeni Katliamı’ndan kurtulabilen on binlerce Ermeni’ye kucak açmış, Kürd misafirperverliğinin gereği ve binlerce yıl iç içe yaşamış olan bu iki halkın dayanışma içinde olması gerekliliğinin en güzel örneğini vermiştir.
1935’lere gelindiğinde Kürdistan’da sömürgecilerin istilasına uğramayan tek bölge Dersim kalmıştır. Aynı yıl meşhur “Tunç-eli Kanunu” çıkartılır. Dersim’de sıkıyönetim ilan edilir. Sıkıyönetim Komutanı ve Tunceli Valisi, Koçgiri katliamını yapan sakallı Nurettin paşa’nın damadı General Abdullah Alpdoğan’dır.
M.Kemal 1936 yılının meclis açılış konuşmasında “Dahili işlerimizde en mühim safha Dersim’dir. Ezilmesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır” diyordu. Sadece M.Kemal değil, onun kanatları altında büyüyen *TKP’e adına İ.Bilen de, Rasim Davaz imzası ile Komüntern’e gönderdiği raporda. Dersim Kürt Milli Mücadelesini “devrimci(!) Kemalist iktidara karşı Kürt feodalizminin başkaldırısı olarak” rapor ediyordu. Kürtler o günün dünya konjonktüründe yapayalnız, Kemalistlerin vahşetine ve insafına terk edilmişlerdi. Ne batı dünyası, ne de Sovyetler, Kürtlerin haklı talep ve isteklerine kulak vermiyordu.
1937’de savaş başladı.
Dersim bugün olduğu gibi sömürgecilerin önünde diz çökmedi. Savaşta yenilmeyen Kürtler iç ihanet ve entrikalarla yenilmiş oldular. Şahin bey ve Alişêr gibi kurmaylarını kaybeden S Rıza daha fazla kan dökülmemesi için TC’nin görüşme talebini kabul ederek Erzincan’a gitti. Ancak kendisinin deyimi ile “Hukumato beserref û zureker” kendisini tutukladı. 5 Eylül 1937 günü tutuklanan S.Rıza ve arkadaşlarının duruşması 17 Kasım 1937 gününe kadar devam etti. 65 yaşından büyüklerin idamı infaz edilemeyeceğinden yaşının küçültülmesi için dava açılır. Oğlunun yaşındaki Muhudanlı S. Hüsen’in tanıklığıyla yaşı küçültülür. Kendisine sorulduğunda verdiği cevap şu olmuştur “ oğlumdan iki yaş daha küçük olan bu kişinin sözüyle yaşımın 65 ten daha küçük olduğuna inanmışsanız benim diyeceğim bir şey yoktur.”Oğlu Resik Hüsen’in yaşı ise iki yaş büyütülür.
Seyit Rıza bu hile ve desiselere karşı“Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, Bu bana dert oldu. Sız de bana diz çöktüremediniz Bu da size dert olsun” diyerek ne güzel tanımlamıştı, cellatlarını.
Tatil günlerinde mahkeme yapılmaması evrensel bir kaide olmasına rağmen Pazargünü araba farları ve lüks lambaları ışığında duruşma yapılır ve verilen idam kararlarıPazartesi günü Elazığ buğday pazarında infaz edilir. Temyiz hakkı Tunceli yasasındayoktur. Mahkemenin kararları vali ve sıkıyönetim komutan A.Alpdoğan’ın onayı ile infaz edilir. Zaten Alpdoğan boş bir kağıda imza atarak mahkeme kararınınonanmasını, kararın açıklanmasından önce yapmıştır.
Seyit Rıza idam sehpasına giderken dimdiktir. Yağlı ipi kendisi boynuna geçirmiş ve altındaki sehpayı kendisi tekmelemiştir.
Seyit Rıza’nın kızı yakılan babasının naaşından kalan küllerinin kendisine iade edilmesi veya küllerinin gömüldüğü yerin bildirilmesi için Adalet bakanlığına gerekli başvuruda bulunmuştur. Ancak üzerinden yıllar geçmesine rağmen hiçbir resmi açıklama kendisine yapılmamıştır.
*Sosyalizm ve toplumsal mücadele ansiklopedisi Cilt 6
Azad Saǧnıç
………………………………………………………….
Selim Çürükkaya / Hz. Adem de Kürt’müş!
Selim Çürükkaya / Tarihimiz inkar edilmiş ya.
Bize siz yoksunuz denilmiş ya!
Millet olarak bir şeyin yaratıcısı değilsiniz denilmiş ya.
Diliniz yok, kültürünüz yok, geçmişiniz yok denilmiş ya!
Bu durum bizde de Sayın Azad Sağnıç’ın psikolojisinin gelişmesine neden olmuş.
Böylesi bir baskıya, aşağılanmaya, inkara, maruz kalanlar, işi tersinden alan birsavunma mekanizması geliştirmeye çalışırlar.
Benim tarihim en eski tarihtir, hatta tarihi başlatan bizim millettir.
Siz daha yokken biz vardık.
Milattan önceleri her şeyi biz icat ettik.
Dilimiz en kadim dillerden biridir.
Kültürümüz yeryüzünün en güçlü kültürü olmasaydı bu kadar baskı ve zulüme rağmenyok olurduk.
Adem ile Havva Kürttür.
İspatı da şöyledir: “Allahu Taala Adem ile Havva’yı cennetten attığı zaman, Arafdağına düştüler. Bir müddet sonra kalkıp yürürler. Çıplak olduklarından örtünmekiçin, incir yapraklarıyla hayalarını örterler.
Havva önde sallana sallana yürürken, ardından giden Adem tahrik olur ve yanaşıpHavva’ya el atar.
Sağına soluna bakan Havva “Mekke” (yapma) der.
Orasının adı Mekke olarak kalır.
Az giderler uz giderler. Bir hayli de yorulurlar.
Adem dayanmaz bir daha Havva’ya el atar.
“Medine” (Bizi görürler) der Havva.
Oranın adı da Medine olarak kalır.
Gördüğünüz gibi Havva Kürtçe konuşuyordu. Adem de en azından Kürtçe anlıyordu.
Ve itirazla karşılaşınca, rahat duruyordu.
Gılgamış’ın Kürt olduğunu iddia edenler var.
Spartaküs’ün kürtlüğünü bile tartışanlar oldu.
Elvis Presley’in Mardin’ li bir ailenin çocuğu olduğunu bile yazdılar.
Bizim Azad Sağnıç da Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed’i Kürt yaparak zirve yaptı.
Ben bu Psikolojiyi Türk milliyetçilerinin ruh halinden biliyorum.
Jön Türkler, Türk diye bir milleti var etmek için ne yalanlara baş vurdular, biliyormusunuz? “Sümerler Türk’tür” dediler, Etilere sahip çıktılar. Orta Asya’daki bütünhalkları Türk saydılar. Orhun abidelerini diken atalarımızdır dediler. Allah’ı bir kurt kılığına sokup Türk bir beyin kızıyla kurt’ u Tanrı dağının eteklerinde seviştirerek, kızıhamile bıraktılar. Türklerin soyunun bu erkek çocuktan geldiğini iddia ettiler. MacarAtilla’yı Türk saydılar. Amerika’daki Kızılderili’ lerin Orta Asyandan Rusya’ya, oradan Kanada’ya, Kanada’dan Amerika’ya giden Türkler olduğunu iddia ettiler. Yazının kendilerinin icadı olduğunu, medeniyetin onlar tarafından dünyaya yayıldığınısöylediler. Taşları hamur gibi yumuşatıp kanunlarını taşa yazdığı için. Hamur– Abi’ yibile halis muhlis Türk yaptılar
Aşağılık psikolojisine kapılan Türk ve Kürtler’in bu masallarını dinlediğimde, Türkfilminden izlediğim bir sahne gözlerimin önünde canlanır hep Oda şöyle:
Kadın Urfa’nın yoksul bir mahallesinden göç eder. İstanbul’ un yoksul bir semtineyerleşir. Zengin semtlerde horlanır, dışlanır. kadın yerine konulmaz.
Aradan zaman geçer, kadının kocası para kazanır, vaziyet değişir.
İstanbulun lüks semtlerinin birinde daire satın alınır, dayanır, döşenir.
Kadın önce eski giysilerinden kurtulur, saçlarını, tırnaklarını, yürüyüşünü değiştirir, kaşlarını arkaya kıvırır, dudaklarına ruj sürer.
Kendisini kendisi olmaktan çıkarır.
Evin büyük salonunun duvarlarına Osmanlı Paşalarından birinin iki tablosunu asar.
Evini ziyaret eden komşularına, duvardaki tabloyu gösterir:
“Karşıda gördüğünüz rahmetli dedemdir, Libya’dan Yemen’e savaşmadık cephebırakmamıştı! Ne kadar da heybetli değil mi? Vay ben sana kurban olayım” derdi.