Kürdistan Siyasetinde Eksen Kayması -2

Kürt ve Kürdistan  Sorununun  Çözümüne  Bakışta  Dört Kategori

Kürt ve Kürdistan Sorunu nedir? Kim nasıl değerlendiriyor? Eğer geniş bir perspektiften bakacak olursak, bu konuda farklı tanım  ve çözümlerin sözkonusu olduğunu görebiliriz. En genel şekliyle dört kategoriden sözetmek mümkün.

Birinci kategoridekilere  göre bu sorun; ‘’Dış mihrakların Türkiye’yi  bölmek üzere icat ettikleri bir terör sorunudur’’.Türk Devleti sorunu bu şeklide tanımladı ve onyıllarca buna göre  bir politika izledi. ‘’Tek vatan, tek millet, tek devlet, tek bayrak’’ ekseninde, asimilasyon, inkar ve imhaya yönelik ‘’çözüm’’ gayreti bu anlayışın temel amacı oldu. Bu siyasal zihniyetin savunucuları inkar siyasetini bir kenara bırıktığını söylese de, zamana yayarak varmak istediği “çözüm”, her yönüyle kendisini devlete bağlı ve tabi hisseden bir kuşak ve toplum yaratmaktır.

İkinci kategoride  yer alanlar, esas olarak aynı olmakla  birlikte  nüansta farklılık göstermekte, nispeten liberal bir tutum takınmaktadırlar. Bu kategoridekilerin kimisine göre sorun, ‘’Türkiye’de yaşayan  Kürt vatandaşların yaşadığı bölgelere özgü ekonomik gerilik, ihma , feodal  yapı ve feodal tahakkümden kaynaklanan bir sorundur’’. Kimilerine göre ise sorun, ‘’Kürt vatandaşların kültürel haklarının tanınmamasından kaynaklanan ve dil haklarının seçmeli dersler ve yerel yönetimlerde sağlanacak  ademi merkeziyetçi yapıların oluşturulmasıyla  çözülecek bir sorunudur’’. Bir diğer kesime göre ise sorun, ‘’Türkiye’deki tüm vatandaşların anayasal vatandaşlık temelinde bireysel eşitlik ve demokratik katılım ile çözümlenecek bir sorunudur’’.

Üçüncü kategoride  yer alanlar,  Kürtlerin ulusal ve Kürdistan’ın ülkesel varlığını gözardı etmekle birklikte  Kürtlerin ‘’ferdi’’ varlığını ve  sınırlı da olsa ‘’kollektif haklar’’a sahip olduğunu kabul eden ve bu eksende çözüm önerenlerdir. Bu kategorideki  kimilerine göre  sorun, ‘’Avrupa  Yerel  Yönetimler Özerklik  Şartı’nın tüm Türkiye’de uygulanması’’ ile çözülebilecek bir sorundur. Kimilerine göre  ise Türkiye’de Kürtlerin  varlığının kabulü  ve dil kültür, eğitim gibi  haklarıyla birlikte, tüm Türkiye’de iller bazında  ‘’eyalet sistemi’  vb. bir  sistemin uygulanması’’yla  çözülebilecek bir sorundur.

Dördüncü kategoride, Kürtlerin ulusal, Kürdistan’ın ülkesel varlığını esas alan yaklaşımlar yer alır. Bu kategoridekilere göre, ‘’Bu mesele Türkiye’de Kürt sorunu, Kuzey  Kürdistan’da Kürdistan halkının bir statü ile, özyönetim ile kendisini özgürce yönetmesi’’ sorunudur. Bu kategoridekiler de çeşitlilik arz etmektedirler.

Kürdistan’da otonom bir yönetimi, federal, konfederal, bağımsız devlet seçeneklerinden herhangi birini savunanlar bu kategoride yer almaktadırlar. Bu Kategoridekilerin Kürdistan’ın parçalanmışılığı sorununa ve Türkiye’deki demokrasi sorunu ile Türkiye’de yaşayan Kürtlerin sorunlarının çözümüne bakış açılarında da farklılıklar sözkonusudur.

Kürtleri yok etmeye yönelik, inkar ve asimilasyon siyesetinin artık hiçbir şekilde kabul edilemeyeceğini, bu siyasetin ‘’Türkiye’nin bekası için’’ bir çözüm  üretemeyeceğini gören Türk Devleti; henüz yasal ve anayasal bir değişikliğe gitmemiş olsa da, artık Kürtleri birey hukuku temelinde kabul eden biçim itibariyle bir ‘’Türkiye Devleti’’ olmaya karar vermiş görünüyor. Bu yeni ‘’Türkiye Devleti’’ konsepti, ‘’Anayasal vatandaşlık temelinde  bireysel hakları kabul ederek, sorunu bundan ibaret bir Kürt sorunu’’ ile sınırlandırarak, çözmek isteyen, ama Türkiye’nin yukarıda tanımlamış olduğumuz sorunlarına kalıcı bir çözüm sunmayan sözde ‘’Türkiye devleti’’dir. Öyle anlaşılıyor ki bütün mesele, sorunun, ‘’Kürdistan sorunu’’  şeklini almasını önlemektir. Bu konuda bir strateji oluşturduğu açıktır.

Kürtlerin de bu stratejiye uygun bir şekilde dizayn edilmesi, devletin bu yeni yol haritasının önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Tablo bu iken,  Kürt siyasetinin söylem, tutum ve programları daha bir önem arz etmektedir. Kürt aydın ve siyasetçilerinin küçümsenemeyecek bir bölümü  ikinci ve üçüncü kategoride yer almaktadırlar. Türk devlet yöneticilerinin, yazar ve siyasetçilerinin belli bir kısmı da ikinci ve üçüncü kategoride yer almaktadırlar. Elbette ki imha, asimilasyon ve inkar siyasetini  yürüten ilk kategoridekiler ile ikinci ve üçüncü kategoridekileri aynı göremeyiz. İkinci ve üçüncü kategorildekier de sorunu bir Kürdistan sorunu olarak çözmek yerine, İstanbul ve Şırnak’ı aynı eksende değerlendirip, çözüm arayan bir bakış açısına sahiptirler. Kimi Kürt siyasal güçleri açısından, yazının ilk bölümünde de belirttiğim gibi, bir ‘’Türkiyelileşme’’den çok, Kürtlerin ‘’Yeni Türkiye’’  konseptine ‘’entegre’’ edilmesi anlayışı sözkonusudur.

HDP ve PKK’nin de değişik söylemlerle dile getirdikleri, ‘’Ortak vatan, demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, bayrakla sorunumuz yok’’, ‘’ulus devletler dönemi kapanmıştır’’ yaklaşımı da üçüncü  kategoriye denk düşmektedir. Bu yaklaşım sahiplerinin bir kısmı, ‘’gerçekten de buna inandıkları ve realist buldukları için bunu savunduklarını’’ ifade ederken; küçümsenemeyecek bir kısmı da ‘’Biz, yıllardır vermiş olduğumuz bedelleri nasıl yok sayarız. Bu bedeller elbette ki Kürdistan içindir. Bu ‘Türkiyelileşme’ siyaseti, stratejik değil dönemin gerektirdiği bir taktiktir’’ demektedirler.

‘’Ortak vatan, demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, bayrakla sorunumuz yok’’, ‘’ulus devletler dönemi kapanmıştır’’ anlayışını gerçekten de doğru ve realist gören, günümüzde, artık ‘’Kürdistan’’ ve ‘’Kürt ulusu’’ eksenli  statüye dayalı çözümün ‘’dar’’, ‘’zamanı  geçmiş’’ bir siyaseti ifade ettiğine inanan ve savunanlara şunu sormak hakkımızdır: Bugüne kadar Kürdistan’ın varlığı ve özgürlüğü için, Kürt ulusunun kendi geleceğini özgür bir şekilde belirlemesi  için verilen bedellerin bir açıklamasını yapabilecek misiniz?

Bu bedeller ve onlarca yıldır Kürdistan adıyla özgürlük ve  bağımsızlık hedefiyle kurulan partiler, örgütler hep yanlış mıydılar? Kürdistan’a, Kürt ulusuna ve onun devletleşme hakkına yönelik yazılıp çizilenler ve bu uğurda yürütülen mücadele hep yanlış mıydı? Kıbrıs’a, Filistine, bütün dünya uluslarına ‘’reva’’görülen bir hak neden Kürtler için ‘’zamanı geçmiş’’ olsun?

Doksan yıl önce de ve Dersim isyanındaki yıkımdan sonra da, ‘’Kürdistan’’ ve ‘’Kürt ulusu’’ eksenli örgütlenme, statü ve özgürlük mücadelesi, ‘’zamanı geçmiş’’ düşünceler olarak kimilerince ifade edilmişti. Kimilerince ‘’Türkiyelilik’’ olarak ifade edilen bu ‘’entegrasyon’’ fikri o dönemlerde de savunuluyordu . Yoksa, Kürt ulusal bilinci, tekrar o günlere mi  geriletilmek isteniyor?

‘’Ortak vatan , demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, bayrakla sorunumuz yok’’, ‘’ulus devletlerin zamanı geçmiştir’’ siyasetini bir ‘’taktik’’ olarak ifade edenlere gelince: Bu siyaseti gerçekten de bir ‘’taktik’’ olarak görenlerin, öncelikle Kürdistan halkına bu ‘’taktik’’in ne için, nasıl ve neye karşılık yapıldığını açıklamaları lazım. Aynı şekilde, bir milletin varlığı, bir ülkenin varlığı, bir halkın kendisini  özgürce yönetmesi hakkı nasıl oluyor da ‘’taktik’’ bir mesele olarak görülebiliyor? Eğer bunlar taktik iseler, ‘’stratejik’’ olan nedir? Eğer bunlar ‘’taktik’’ olabiliyorsa, o zaman herşey, her an ‘’taktik’’ olabilir demektir; hiçbir ‘’değer’’in  herhangi bir önemi yok demektir. O halde, tek belirleyici faktö ve önemli olan tek parametre, sadece  o andaki menfaatler midir ? Ve  bu menfaatler kimin menfaatleridirler? Kim bu menfaatlerin şeklini, sınırını ve bunun ‘’menfaat olduğunu’’ belirliyor?

Bugün kimilerince dillendirilen‘’ortak vatan’’ ‘’tek vatan’’ı; ‘’demokratik ulus’’ ‘’tek millet’’i; ‘’demokratik cumhuriyet’’ ‘’tek devlet’’i; ‘’bayrakla bir sorunumuz yok’’ ‘’tek bayrak’’ı çağrıştırmıyor mu? Peki  bu benzerlik bir ‘’tesadüf’’ müdür, yoksa  aynı siyasetin farklı söylemlerle dile getirilmesi  midir?

Yukarıda dile getirmiş olduğum dördüncü kategoridekileri, aralarında koşulların yorumlanması, siyasal çözümde farklılıklar ve gerçek eşitliğin tanımlanması anlamında önemli  ayırımlar olmasına rağmen, genel olarak ‘’Kürdistani’’ kategori şeklinde tanımlayabiliriz. Kürdistani eksende yer alanların Kürtlerin ulusal ve ülkesel varlığının tartışma konusu yapılmasını, hiç tereddütsüz bir şekilde kendilerine yapılmış bir hakaret olarak kabul etmeleri gerekir. Bu, aslında, herşeyden önce insan haklarına aykırı bir yaklaşımdır.

Bizi biz yapan bu iki temel değerin varlığını bizimle tartışan, bizim biz olmadığımızı bize kabul ettirmeye çalışan herkesi; asimilasyon, inkar ve imha ile bizi  tarih sahnesinden silmeye çalışanlarla elbette ki bir tutmuyoruz. Elbette ki kimileri bazı hakların verilmesiyle sorunun çözümlenebileceğini düşünebilirler. Ama, son kertede, sorun “entegrasyon” ve ‘’Kürdistanileşme’’ noktasında iki farklı eksende yoğunlaşmaktadır.Türkiye’nin tüm sorunlarına özgürlük, demokrasi, adalet, eşitlik temelinde çözümler geliştiren, Kürt ve Kürdistan sorununun çözümünde Kürdistan halkının özgür iradesine saygıyı esas alan gerçek Türkiyeli parti ya da partiler bugün ne yazık ki yoktur. Kürdistan özgürlük mücadelesinin  değişik düzeylerde ittifak yapabileceği esas  partiler  de bu niteliklere sahip Türkiyeli partiler olacaktır. Türkiyeli  bir partiyi  oluşturmak, %90 Kürt  potansiyeline dayanan bir  siyasal kesimin işi olmadığı gibi; herhangi bir partinin kendisini ‘’Türkiyeli’’ parti olarak adlandırması, onu ‘’Türkiyeli’’ kılmıyor. Türkiye halkının içinde kitleselleşecek ve Kürdistan’ın ayrı bir ülke olduğu gerçekliğini kabullenecek bir partidir sözkonusu ‘’Türkiyeli’’ parti.

Üçüncü ve dördüncü kategoridekilerin, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde, değişik boyut ve sorunlarda ortaklaştıkları noktalarda, yaşamın akışı içinde iş ve güçbirliklerinin gündeme gelebileceğini de gözardı etmemek lazım.

Evet, kimilerinin ‘’taktik’’ adı altında, kimilerinin de ‘’inanadığı’’ için, Kürdistan halkının , kendi ülkesinde kendisini  özgürce  yönetebileceği  bir statünün, devletleşme hakkının ‘’yanlışlığı’’ üzerine yaptığı ‘’teori’’lerin  gelecek vizyonu açısından belleklerde yarattığı tahribatı görmemiz gerekir. Bazen öyle tablolarla karşı karşıya kalıyoruz ki, ‘’Kürdistan’’dan  sözettiğinizde, bazı Kürt aydın ve siyasetçilerinin gözünde ‘’hayalci’’, ‘’Türkiyeliliğe’’ kendilerini alabildiğine kaptıran bazılarının gözünde  de ‘’oyun bozan ’’ olarak görülebilmektesiniz. İşte yaşanan bu  derin  travma ve tahribata karşı,ülkemize ve özgür geleceğimize inatla ve ısrarla sahip çıkmak göreviyle karşı karşıyayız.

PAK ve Özgürlükçü, Demokrat Kürdistani Parti

Kürtler kollektif hakları olan bir millettir. Kürdistan, Kürt ulusu ile birlikte, bir çok etnik azınlığın, dinsel, mezhepsel, sosyal kategorlerin üzerinde yaşadığı ülkenin adıdır. Bu gerçekliğin kabulü, Kürtlere ve Kürdistan halkına saygının abc’sidir. Her bireyin, her topluluğun iradesine saygı, özünde o birey ve topluluğun varlığına saygıdır. Kürt milletinin ve Kürdistan halkının kendi geleceğini özgürce belirleme, kendi ülkesinde kendi özyönetimiyle, bir statüyle kendisini yönetme hakkı ve özgürlüğü vardır. İnsan haklarına, adalete, demokrasi ve özgürlüğe saygısı olan herkesin Kürdistan halkının bu hakkına, bu özgürlüğüne saygı duyması, yine insan haklarının abc’sidir. Bir hakka saygının abc’si o hakkın uygulanabilmesi için gerekli olan özgür, eşit ve demokratik koşulların yaratılması için herkesten önce çaba gösterilmesidir.

PAK, sorunu şu eksende  tanımlıyor: En temel ulusal demokratik hak ve özgürlükler için mücadeleyi de içeren özgürlük ve demokrasi mücadelesinin içinde yer alınmalıdır. Eşit ortaklık temelinde Kürdistan ve Türkiye federasyonu günümüz koşullarında gündemleştirilerek, sorunun çözümünde  federal, konfederal, bağımsız devlet seçeneklerinden birinin koşullara göre uygulanacağı bir perspektif programlaştırılmalıdır.

Türkiye’deki Kürtler açısından sorunun çözümü Türkiye’deki özgürlük ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Kürdistan’ın parçalanmışlığına son vermek ve bunun biçim ve yöntemi konusunda nihayi kararı Kürdistan halkına bırakmak, sorunun demokratik yollardan ve gönülülük temelinde çözülmesi için gerekli olan temel demokratik bir  davranıştır. Bu temelde de PAK, kamuoyuna açıklamış olduğu ‘’Güncel Talepler Programı’’ ile bugüne hitap ederken, sorunun esas çözümü konusunu da kendi programıyla net bir şekilde tanımlamıştır. PAK bir din, mezhep, etnisite, şahıs, siyasal  gelenek ya da tek bir  sosyal kategorinin değil; iradesi kendi elinde olan, tüm Kürdistanlıların özgürlükçü, demokratik partisidir.

Herhangi bir düşüncenin, bir siyasal hareketin  şiddetle bastırılmasını reddetmek, bizim gibi düşünmeyenlerin özgürlüğünü kendi özgürlüğümüz kadar savunmak, barışçıl çözümlerin olmazsa olmazıdır. Kürt ve Kürdistan sorunun çözümünde kim nasıl düşünüyor ve ne çözüm öneriyor olursa olsun; iradeye saygı esas alınırsa, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılırsa, eşit, özgür ve demokratik koşullar yaratılırsa, Kürdistan halkının da diğer özgür dünya halkları gibi, kendi özgür iradesiyle federal, konfederal ya da bağımsız bir ülkede yaşama konusunda iradesini göstereceğinden kuşkum yoktur.

7 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan tablo, bir çok boyutuyla değerlendirilebilir. Bu sonuçlar bir kez daha şu soruyu sormamızı gerektiriyor: Mevcut  Kuzey Kürdistan siyaset sahnesinde   ‘’Türkiyelilik’’ ya da başka tanımlamalar altında  siyasetini  yürüten  Kürt egemen siyasal  hareketinin  dışında, farklı görüşlere ve programlara sahip ve ‘’Kürdistani ‘’ değerleri  esas alan partilere  gerek var mıdır, yok mudur? ‘’Böyle bir ihtiyaç yoktur’’ diyenlerin, değişik biçim ve boyutlarda mevcut siyasal yapının yörüngesinde siyaset yapmaları, o eksendeki  çalışmaya dolaylı ya da dolaysız yollardan güç katmaları yadırganamaz.

Ama, ‘’farklı  siyasal yapılanmalara ihtiyaç vardır’’ diyenlerin de bunun gereklerini yerine getirmeleri bugün daha bir önem kazanmıştır. Elbette ki, bunun kolay bir iş olmadığı tartışma götürmez bir gerçekliktir. Ama, ülkemizin geleceği açısından da yaşamsal bir öneme sahip bir zorunluluktur. İşte, PAK, çok sesli, çok renkli siyasetin bir gereği olarak, geniş  kitleleri kucaklayacak özgürlükçü demokrat bir Kürdistani partiye ihtiyaç olduğunu söylüyor ve kendisini de bu ihtiyacı örme çabasının bir halkası olarak görüyor.

Bugün ortaya çıkan ülkesel, bölgesel ve global konjonktür, bizlere önemli görevler yüklemekte, tarihi fırsatlar sunmaktadır. Kürdistan’ın dört parçasının birbirini güçlendireceği bir ‘’Kürdistani strateji’’ye ihtiyaç vardır. Bağımsızlığa yürüyen  Güney Kürdistan’ın varlığı, ulusal birliğini sağlaması durumunda Rojava Kürdistanı  için de özgürlüğün mesajlarını vermektedir. Doğu Kürdistan’da yeni bir hareketlenme görülüyor. Bu gerçeklik Kuzey Kürdistan’da tüm özgürlükçü, demokrat Kürdistanlıları güçlü bir havuzda  birleşme  tarihsel göreviyle karşı karşıya getirmiştir. Kuzey Kürdistan’da gelişecek yeni, güçlü bir yapılanma, tüm Kürdistan’ı etkileyecektir.

Bugün özgürlükçü, demokrat Kürdistani eksende yer alan bir çok şahsiyet, grup, çevre, örgüt ve parti vardır. Yola yeni çıkan herkes ‘’varolanlar eski bir geleneğin devamıdır, dardır’’, ‘’daha geniş kesimlere hitap eden bir oluşuma ihtiyaç vardır’’ demekte, ama sonuçta kendileri de pratikte ‘’kendi geleneklerinin grubunu‘’ oluşturmaktan öteye geçememektedirler. Bu yaklaşım, her geçen gün, ‘’küçük dükkanlara’’ yenilerinin eklenmesine, varolanların da daha da küçülmesine yol açmaktadır. Hatta aynı siyasal gelenekten gelen kadroların ‘’aynı ya da çok yakın program ve perspektiflere sahip’’ ama ‘’birleşmeyen’’ bir kaç ‘’gruba’’ dönüşmelerine  de tanık olabilmekteyiz.

Bir gerçeği kabul edelim: DDKD-KİP, PDKT, KUK, PSK, Rizgari, Ala Rızgari, Tekoşin, Kawa vd.; bütün bu geleneklerden herhangi biri, değişen dünyanın, değişen  Kürdistan’ın yeni ihtiyaçlarına uygun bir yeniden yapılanmaya gidemedikleri için, güçlerini kaybetmişlerdir. Bunlardan hiç biri 1980’lerden sonra toplumda bir çekim merkezi olmayı başaramamıştır. Eğer herhangi biri başarsaydı, diğerlerini de etrafına toplama şansını yakalayabilirdi. Gelişememenin, büyüyememenin elbette ki, bir çok nedeni vardır. Ama, realite budur. Ayrıca bu geleneklerin çoğunun, geleneğin devamcısı olarak temsil hak ve hukukuna sahip bir ‘’devamcı’’sı da yoktur.

Şimdi bu somut gerçeklik ortada iken ve sözünü ettiğimiz kesimlerin düşünsel ve siyasal perspektifleri de önemli oranda birbirine yakınlaşmışken, bugün, yeni bir  siyasal eksende  bütünleşip Kürdistan halkına güçlü bir seçenek sunmak yerine, yine her grubun ‘’kendi geleneği’’ üzerinden yeniden örgütlenme çabasının toplumda bir karşılığı var mıdır? Tüm bu geleneklerin de, son 30 yıllık sürecin de tüm emek ve mücadelelerini, kendi değeri olarak gören ve sahiplenen yeni bir özgürlükçü, demokrat Kürdistani partiyi örmek daha doğru ve gerçekçi bir yol değil midir? Başarısını devam ettirememiş gruplardan herhangi biri üzerinden ‘’yeniden’’ örgüt kurarak, başkalarını kendi zeminimize çekemeyeceğimiz açık değil midir? Yeni ve farklı bir siyasal kültür ile  büyümüş yeni bir nesil ile karşı karşıya olduğumuzu unutmadan  çözümler geliştimek durumundayız.

Mevcut gücün zayıflamasına sebep olan bu ‘’bölük pörçük’’ tablo, halkımızın ihtiyaçları dikkate alındığında, deyim yerindeyse ‘’lükstür’’, yazıktır diyorum. Geçmişin tüm emeklerinin bugünlere taşınmasının en sağlıklı yolu, herkesin  bugünün ihtiyaçlarına göre, siyaseti yeniden tanımlaması ve bu temelde yeni siyasal perspektiflerin  geliştirebilmesinden geçer. Birleşmeyi sürüncemeye bırakan ‘’bekle gör’’ anlayışıyla, zaman kaybetmenin kimseye bir yararı yoktur. Bu dağınıklıktan en çok kaybeden Kürdistan halkı olacaktır.

Geçmişte yaşanmış ve belleklerde olumsuz izler kalmasına yol açmış ‘’birleşememe’’ tecrübeleri de, hiç bir kişisel ve grupsal kaygı da, bu tarihsel ve yaşamsal adımı atmaya engel oluşturmamalıdır.Yamalı bohçalar değil, aynı siyasal ve düşünsel perspektife sahip kadroların ortak bir parti disiplini altında yeni bir siyasal kültür örmeleridir sözkonusu olan. Ve bu mümkündür, zorunludur. Herşeye rağmen ‘’kendi  doğru bildiği yolda yürümekte’’ ısrar edenlere elbette ki saygı duymaktan başka yapabileceğimiz bir şey yoktur. Ve elbette ki, tüm Kürdistanlıları tek partide birleştiremeyiz, birleştirmeye çalışmak doğru da değildir. Ama, tek bir siyasal partide birleşebilecekler birleşmelidirler.

Bir parti içinde birleşemeyecekler de, güncel işbirliklerinden başlayarak Kürdistani, ulusal demokratik bir program etrafında bir araya gelmenin alt yapısını örmelidirler.. Kürdistani olmak sadece programlarda, söylemlerde kalmamalıdır. Üstelik Kuzey Kürdistan’da yaşanan bunca acıyı, ödenen bedeli, harcanan emek ve elde edilen kazanımları yok sayarak, birilerinin yapmayı ‘’adet’’ haline getirdiği gibi, ‘’Kürdistani’’ olmayı sadece kendine has bir vasıf olarak görmek, ne siyaseten, ne de vicdanen hiçbir ahlaki değere denk düşmez. Tarihi kendilerinden başlatıp, kendileriyle  bitiren yaklaşımlar eninde sonunda ‘’totaliter’’ bir yapıdan öteye geçememişlerdir. Ve zaten kitleleri kucaklayamamış herhangi bir siyasal oluşumun, söylemde kalmış ‘’Kürdistani’’liğinin, sorunun çözümü açısından fazla bir değeri de olmayacaktır. Yaşamın içinde, halkımızın sorunlarına sahip çıkarak, Kürdistan’ın özgürlüğü için halkımızı örgütlemektir işin esasıdır. Bunun da yolu günümüzün  gerektirdiği araç ve yollarla, sabır ve kararlılıkla halkımızın içinde çalışmak, çalışmak ve çalışmaktır.

PAK, özgürlükçü, demokratik, Kürdistani çizgide, bağımsız, kişilikli çizgisiyle, her gün kendisini yeniden üreterek, çalışmalarını yoğunlaştırmaktadır. PAK, kendi gerçekliğini esas alarak, başkalarına göre ve başkalarıyla ‘’yarış’’ anlayışıyla hareket etmeden sabırlı bir şekilde kitlelerele kucaklaştıkça, halkımıza daha sağlıklı bir mücadele yolunu açacaktır. Bu hepimizin omuzlarında duran tarihsel bir görevdir. 30.06.2015

Mustafa  Özçelik 

PAK(Partîya Azadîya Kurdistanê-Kürdistan Özgürlük Partisi) Genel Başkanı

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *