İnsan hakları savunucuları korunmadan insan hakları da korunamaz

Dünya İşkence Karşıtı Örgütü (OMCT) bünyesinde oluşturduğumuz İnsan Hakları Savunucuları SOS çalışma grubunun toplantısını geçen hafta gerçekleştirdik. Çalışma grubumuz hem OMCT’nin 1986’dan bu yana biriktirdiği deneyimden hem de insan hakları savunucularının korunmasına ilişkin diğer insan hakları örgütlerinin ulusal ve uluslararası düzeydeki girişimlerinden yararlanıyor. İnsan hakları savunucularının gördüğü baskının ulaştığı düzeye dikkat çekmek amacıyla çalışma grubunun ismi SOS olarak belirlendi.

Toplantımıza dünyanın farklı yerlerinden insan hakları savunucularının korunması alanında çalışan uzmanlar katıldı. Çalışma grubu geçen haftaki toplantıda tartışmayı şu sorular ışığında yürüttük:

1) İnsan hakları savunucularının susturulmak istenmesinin nedenleri nelerdir?

2) İnsan hakları savunucularına yönelik baskı ve şiddetin asıl nedenleri nelerdir?

3) İnsan hakları savunucularının baskı görmesine yol açan atmosferler nelerdir?

4) İnsan hakları savunucularının gördüğü baskı karşısında neler yapılabilir/yapılmalıdır?

İnsan hakları savunucularının, devletler veya devlet dışı aktörler tarafından susturulmak istenmesinin temel nedeninin, dünyanın her yerinde insan hakları ihlallerine karşı durmamız olduğunu bir kez daha tespit ettik.

Raporlama, belgeleme ve savunuculuk faaliyetleriyle kadınlar, çocuklar, LGBTİ+ bireyler, mülteciler, etnik ve dini azınlıklar, işkence mağdurları gibi hak ihlallerine maruz kalan kişi ve toplulukların sesi olmaya çalışan insan hakları savunucularının baskı gördüğüne dair veriler paylaşıldı ve deneyimler aktarıldı. Faillerin aleni şiddet uygulamalarıyla, toplumun dezavantajlı ve bu nedenle zaten görünürlüğü düşük kesimlerini daha da görünmez kılmayı hedeflediği; buna karşılık insan hakları savunucularının faaliyetlerinin, ihlalleri görünür kılarak toplumun dikkatini çektiği vurgulandı. Raporlama ve belgelemenin yanı sıra savunuculuk faaliyetlerinin de ihlallerin görünür hale getirilmesine önemli katkı sunduğunu tespit ettik.

Çalışma grubu toplantısına katılanların ikinci soruya verdikleri en yaygın cevaplar, politik irade eksikliği, yargı bağımsızlığının olmaması ve insan hakları savunucularına karşı yürütülen karalama kampanyaları oldu.

Deneyim aktarımlarını dinlerken, insan hakları savunucularının maruz kaldığı baskı biçimleri arasında kendilerinin veya aile üyelerinin tehdit edilmesi, işten çıkarılma, fiziksel şiddete maruz kalma, yaralanma hatta öldürülme, gözaltına alınma, tutuklanma ve ülkelerini terk edip başka bir ülkede sığınmacı olarak yaşama zorunda kalma gibi pratiklerin sıkça kullanıldığını bir kez daha fark ettik. Moderatörün süreyi yönetmekte en zorlandığı oturum, bu baskılar üzerine yapılan konuşmalar sırasında oldu; zira her bir katılımcı, baskı pratikleriyle ilgili birçok örnek verebilecek durumdaydı. Uzun yıllardır birlikte mücadele ettiğimiz arkadaşlarımızın veya bizlerin yaşadığı deneyimler anlatıldığı için katılımcılar bu oturumda uzun uzun konuşmak istediler.

Moderatör arkadaşımız, tüm bu deneyimleri dinledikten sonra, dünyanın farklı yerlerindeki insan hakları savunucularına uygulanan baskılar ışığında, küresel düzeydeki eğilimin “devletlerin insan hakları savunucularına yaklaşımının, ülkedeki genel durumla doğrudan bağlantılı olduğunu” gösterdiğini ifade etti.

Örneğin, bir ülkede işkence ve kötü muamele yaygınsa, o alanda çalışan insan hakları savunucularının faaliyetlerini rahatça yürütmesinin beklenmesi gerçekçi olmaz. Bu örnek, kadın cinayetlerinin sürdüğü bir ortamda kadın hakları savunucularına, mülteci karşıtı politikaların olduğu bir yerde mülteci hakları savunucularına, silahlı çatışmalar ve savaşlar sürerken barış aktivistlerine ya da yasaklı konularda araştırma yapan ve görüşlerini açıklayan aktivistlere ve gazetecilere genişletilebilir.

Toplantıda, baskı gören insan hakları savunucularının yaşadığı bölgelerin temel ve ortak özelliklerinin, demokratik hakların kullanımının engellendiği, hukukun üstünlüğü prensibinin sorunlu olduğu, barışın tesis edilmediği ve aksine şiddet ile çatışmaların yaygın olduğu ya da savaşların devam ettiği bölgeler olduğu görüldü.

Hesap verebilirlik ve cezasızlığın önlenmesi talebimizin bu çatışma ortamlarında ne kadar önemli olduğunu vurguladık. Bu noktada baskıya maruz kalmamızın temel nedeninin, şiddet, çatışma ve savaşın taraflarının biz sivil insan hakları savunucularını koruyacak politikalar benimsemek yerine bize baskı uygulaması ve saldırması olduğunu bir kez daha tespit ettik. Üçüncü soru çerçevesindeki tartışmamızda, biçimi ve düzeyi fark etmeksizin her türlü şiddet ortamının biz insan hakları savunucularının çalışmalarını hızla zorlaştırdığı sonucuna vardık.

Son yıllarda, insan hakları savunucularına uygulanan baskının keyfi biçimde özgürlüğünden maruz bırakma olduğunu gözlemledik. Soruşturmaların ve davaların keyfi bir şekilde ve genellikle politik saiklerle açıldığı; özelde dava açılan insan hakları savunucusunu, genelde ise insan hakları hareketini susturmayı hedeflediğine dair farklı deneyimler paylaşıldı. Gözaltına alınan, tutuklanan veya uzun süren yargılamalarla uğraşan insan hakları savunucularının durumunun, toplumun geneli üzerinde bir caydırma etkisine yol açtığı belirtildi. Bu noktada, 24 Eylül’de mahkeme karşısına çıkan Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı hocamız, duruşmanın ardından benzer bir riske dikkat çekerek, işkence görenlerin bu sorunu ifade etmekten çekinmeye başladığını söyledi. Çalışma grubu üyelerinin hemfikir olduğu nokta şu: Yargılama ve hapse atılmanın, kişiyi özgürlüğünden mahrum bırakmanın ötesinde çoklu etkisi var.

Son soru, yani “gördüğümüz baskı karşısında neler yapılabilir ve yapılmalı?” sorusuna verilen yanıtlar daha kısa oldu. İlk yanıt, insan hakları faaliyetlerimizi ve mücadelemizi evrensel prensipler çerçevesinde, mağdurun ve failin kimliğine bakmaksızın yürütmeye devam gerektiği oldu. Öte yandan, insan hakları hareketine karşı yürütülen yargılama baskısının görünür olmasının, yalnızca insan hakları savunucularının değil, mağdurların da korunması anlamına geleceği ve bu yönde çalışmalarımızı sürdürmemiz gerektiği önerisi yapıldı.Yargılandığımız davaların izlenmesi gibi pratik önerilerin yanı sıra, bize yönelik baskıların politik ve yapısal kök nedenlerini tespit ederek mücadelemizi bu yönde geliştirmemiz gerektiği önerildi.

Vesselam, mağdurun sesi olmaya çalışırken sesi kısılmaya çalışılan insan hakları savunucularının sesi olmaya devam etmeliyiz.

(Oİ/VC)

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *