DİYARBEKİR 5 NOLU TRAJEDİLERİNDEN BİRİ OLAN MEHMET AKIN TRAJEDİSİ

Diyarbekir 5 Nolu Askeri Cezaevi 1980-84 arası dönemde insanlık trajedileri ile doludur. Bu trajedilerden biri de Rızgari/Ala Rızgari dava dosyasında birlikte yargılandığım Mehmet Akın’ın trajedisidir. Aradan 40 yılı geçmesine rağmen hafızalarda, özellikle benim hafızamda hâlâ canlı kalan Mehmet Akın’ı başta kendi grup arkadaşlarından acaba şimdi kaç kişi hatırlamaktadır; merak etmekteyim. Çünkü 5 Nolu ile ilgili 30’a yakın yazılan kitaplarda, konferanslarda bu arkadaşı hatırlayıp tarihe not düşen kaç arkadaş var. ANA ESAS DURUŞA GEÇ-2 kitabımda Tahliye başlıklı hikâyemde Mehmet Akın’la birlikte tahliye olmuş fakat serbest bırakılmamıştık. Askerlik için Diyarbekir Saraykapı Jandarma Karakolu’nda iki haftayı aşkın tutuklu kalmış, ikimizin de sağlık sorunları olduğundan direk askere götürülmeyip Diyarbekir Askeri Hastanesi’ne havale edildiğimizden Mehmet’i daha iyi tanımış oldum. Haftanın belli günlerinde ikimizin koluna kelepçe takılıp Saraykapı Jandarma Karakolu’ndan Askeri Hastane’ye yürüyerek götürülmüştük.

Her hastaneye gidişimizde saatlerce hastane bahçesinde iki jandarmanın kontrolünde ellerimiz kelepçeli beklerken dışarıya bakıyor, Fiskaya semti ve Dicle Nehri’nin akışını zevkle seyredip meşhur Hevsel Bahçeleri’nin başlangıcı olan yemyeşil vadiyi görüyorduk. Benim ve Mehmet Akın’ın ailesi de bizi yalnız bırakmayıp hastane bahçesinde birlikte oturuyorduk. Ailelerimiz öğle saati gelip doktora çıkarılmadığımız günlerde bizlere yemek getirmekteydiler. Sevgili Mehmet Akın’ın 5 Nolu annelerinden biri olan annesi Sacide Ana pişirdiği çörekleri bize getirip çayla içip iştahla yiyorduk. Beş yıl üç ayı aşkın cezaevi yaşamımda çörek yüzü görmediğimizden bize tadı çok nefis gelmekteydi. İki haftayı aşkın süre içinde askeri doktorların muayenesi sonucu ikimiz de bir yıllık rapor alıp askere gitmemiz bir yıl ertelenmişti. Ayrıca SİVAS SÜRGÜNÜ kitabımda da ondan bahsetmiştim.

1980-84 arası Diyarbekir 5 Nolu Askeri Cezaevi’nde yapılan zulüm ve işkencenin her türlüsü Kuzey Kürtlerinde devlete karşı büyük bir kırılma yaratmıştı. Nazi Kamplarından tek farkı gaz odalarının olmayışı ve toplu ölümlerin olmamasıdır. Zulmü sadece biz tutuklular görmemiş, cezaevi kapısında bizleri görmek için gelen ailelerimiz de zulmün değişik çeşitlerini görmekteydiler. Kuzey Kürtlerinde devletle yaşanan kırılma sadece tutuklularla sınırlı kalmamış, ailelerimiz ve tüm Kürt toplumu bu kırılmayı yaşayıp çeşitli travmalar yaşanmıştı. Cezaevi etrafında oturan pek çok aileler duydukları çığlıklar karşısında evlerini satıp başka semtlere yerleşenler çok olmuştu. Tutuklu ailelerimizin bizlere sahip çıkıp cezaevi kapısından ayrılmamaları tutuklular için bir güvenceydi. Resmi odaklara dilekçe üstüne dilekçe verip bizlerin akıbetini sormaları, 5 Eylül 1983 direnişinin kazanılmasında önemli faktörlerden biri olmuştu.

Mehmet Akın, politik grubumuza Suriçi bölgesinden katılmış, 12 Eylül darbesi ile yakalanıp uzun gözaltı süresinde işkencelerden geçip 5 Nolu Cezaevi’ne konulmuştu. Onu ilk kez gelen iddianamemizde ismini görmüş, mahkemelere çıkışta isim yoklaması sırasında sesini duymaktaydım. Bir duruşmaya çıkarken gardiyanlar bileğine taktığı kelepçeyi fazla sıkınca bağırmış bunun üzerine daha fazla kelepçesi sıkılınca çığlığı kulaklarımızı parçalamıştı. Sonunda görevli bir subayın emri ile kelepçesi gevşetilmiş, bağırması durmuştu. Mahkeme sonucu o da bizler gibi 8 yıl ceza almıştı. 1981-82-83 Eylül’üne kadar cezaevinde uygulanan vahşi işkenceler sonucu birçok tutuklunun olduğu gibi Mehmet Akın’ın da psikolojisi bozulmuş, tedaviye ihtiyacı olmasına rağmen o süreci tüm zorluklara karşın yaşamıştı.

Dava dosyamız 1984 Kasım ayında Askeri Yargıtay’ca onaylanınca ceza süresini dolduran bizler tahliye olduğumuzda Mehmet Akın da tahliye edildi. Önce Diyarbekir Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmüş, orada iki gün kaldığımızda Mehmet Akın’ın rahatsızlığını öğrenmiş oldum. 10-12 civarı tutuklu arkadaşla ceza süremizi tamamladığımızdan direk tahliye edilmeyip başka bir ‘suç’tan aranıp aranmadığımızın emniyet kontrolünden sonra askerlik şubesine götürülmüştük. Ben ve Mehmet Akın rahatsızlığımızdan dolayı askeri hastaneye sevk edilmiş, diğer arkadaşlarla birlikte Saraykapı Jandarma Karakolu’na kapatılmıştık. Sağlık sorunu olmayan arkadaşlar birer birer belirli askeri birliklere gönderilince ben ve Mehmet Akın jandarma karakolunda yalnız kalıp iki haftayı aşkın askeri hastaneye gidip gelmiş, sonunda birer yıl rapor almış tahliye olmuştuk. Birlikte kaldığımız jandarma karakolunda Mehmet Akın’la sohbet edip rahatsızlığını öğrenip yardım etmek isterken ileri derecede psikolojik rahatsızlığını fark etmiştim.

Ankara’ya ailemin yanına yerleştiğimde Mehmet’i hiç unutmamış yardım elimi de uzatamıyordum. Kendi derdime düşmüş, ardından Sivas iline sürgün cezamı çekmek için götürülmüş, şartlarım ağırlaşmıştı. Sonunda bir yıl ertelenen askerlik sürem dolmaktaydı ve askerlik sürgün cezasını keseceği bilgisini alınca iki hafta izin alıp Diyarbekir’e gidip askeri hastanede çürük raporu alınca askere gitmekten kurtulmuştum. Diyarbekir’de Mehmet Akın’ı aramaya başladım. Birçok tanıdıkla temas kurup yerini öğrenmek istiyordum. Sağ olsun Kemal Yıldızhan sorarak nerede oturduğunu bulup beni evlerine bırakmıştı. Sacide ananın elini öpüp Mehmet Akın’ı da kucaklamış iki saat kadar sohbet etmiştim. Mehmet dışarıya hiç çıkmıyordu, ailece de tedirgindiler. Maddi olanakları da olmayınca ciddi tedavi göremiyordu.

Sacide Ana bana; “Ankara’ya gelip Kenan Evren’e çıkmak istiyorum. Ben oğlumu onlara sağlam verdim onlar bana hasta olarak geri verdiler. Ona diyeceğim ki; oğlumu siz hasta ettiniz, tedavisini de yapmak zorundasınız, söylemek istiyorum. Ankara’da bana yol gösteren birini bulabilir misin”, sorusu beni duygulandırmıştı. Sacide Ana’ya; “Birlikte hapis yattığımız Mehmet Tevfik Demir’in abisi avukattır, bu konularda severek yardım etmektedir,” deyip adresi ve telefon numarasını vermiştim. Ankara’ya dönünce Tevfik ağabeyin avukatlık bürosuna uğrayıp durumu söyleyip; “Seni arayacaklar yardım eder misin” dediğimde; “Seve seve,” diye cevap vermesi beni mutlu etmişti, ona saygım bir kat daha artmış oldu.

İsveç’e gelip oturum alıp Stockholm’e yerleşince Kürt Federasyonu’na gidip gelirken Komita Girtîyan adında bir komite kurulduğunu öğrenince hemen komiteye girip çalışmaya başlamıştım. Yardım toplayıp cezaevine göndermek için çalışmalara başladık. Festivallerde kebap yaparak sattık, kahve ve çayla birlikte börek türü şeyler sattık. Kürd gecelerinde kitap sattık. Bazı Kürd yazarları masamıza bıraktığı kitabın satışının yarısını komiteye bağışlarken, benim de çalıştığım APEC Yayınevi sahibi değerli Ali Çiftçi ise çıkardığı tüm kitapları bize verip satışının tümünü komiteye bağışlamıştı. Komite’de para birikince 5 Nolu’da yatan arkadaşlara hiçbir grup farkı gözetmeden para göndermeye başladık. Bazı tutuklu ailelerin ekonomik durumu kötü olanlara da direk ailelere göndermeye başladık.

Aklımda ise Mehmet Akın’a nasıl ulaşabilirim fikri vardı, bazı tanıdıklara sorduğumda bilgileri yoktu. Bu arada yine 5 Nolu ailelerinden olup bizleri yalnız bırakmayan, bizler için 5 Eylül Direnişinde aile temsilcisi olarak içeri alınan değerli Bayram Yıldızhan Stockholm’e gelmişti. Mehmet Akın’ın yerini oğlu Kemal Yıldızhan bilebilirdi çünkü 1985’de Kemal beni evine götürmüştü. Bayram amcaya 5000 İsveç kronu verip Mehmet Akın’ın ailesine vermesini söyleyince götürüp vereceğini söyledi. Komiteden gönderilen tüm paraların makbuzları dosyamıza eklediğimizden bu kez elle göndereceğimizden dolayı bir kağıda; “Bu 5000 İsveç kronunun Mehmet Akın’ın ailesine verilecek,” diye bir tutanak tutup ben ve Bayram amca imzalayıp dosyaya koydum.

Mehmet Akın 1960 Diyarbekir Suriçi’nde doğdu, 1 Nisan 1999. İzmir Ege Üniversitesi Hastanesi’nde vefat etti ve İzmir Kaynaklar Mezarlığı’na defnedildi. Gönül isterdi ki, grubumuz böylesi zor dönemler için bir fon oluşturup bir komiteyle bedel ödeyen arkadaşlara yardım etmesidir. Fakat Ala Rızgari oluşumunun üzerinden 2 yıl geçmeden ve daha reorganizasyonunu bile yapamadan gelen 12 Eylül faşist darbesi birçok kurumlaşmayı engellediği gibi tüm Kürd gruplarının üzerinden de bir silindir gibi geçmişti. Buna rağmen bir şeyler yapılamaz mıydı, yapılırdı ve sorumluluk duyanlar yapmıştır. Mehmet Akın’ın ailesi Diyarbekir’de yaşayamaz duruma gelince, ayrıca Mehmet’in İzmir’de daha iyi tedavi imkânları bulacağı umuduyla 1990’lı yıllarda İzmir’e taşınmışlardı.

Sevgili Mehmet Akın’ı yaşayacağım sürece sevgi, saygı ve hasretle anacağım. Eğer bir gün 5 Nolu Diyarbekir Askeri Cezaevi tarihi yazıldığında Mehmet Akın gibi bedeller ödeyip sağlığını yitirenler anılmayacaksa o tarih eksik olacaktır. Bu yazıyı yazarken Mehmet Akın’ın akrabası olan dayısıoğlu Fahri Ordu’dan gördüğüm yardımlar için de ona teşekkür ederim. Benim ve Fahri Ordu’unun tüm çabalarına rağmen bir resmini bulamadığımızdan resmini ekleyemiyorum.
Mehmet Akın, Uyuduğun yer Güller bahçesinde olsun! Kalbimizde anılarınla yaşıyorsun!

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *