Apo’nun Kehanetleri ve PKK

Dîyar BUDAK

Bir halka yapılabilecek  en büyük ve af edilmez kötülüğü ancak ve ancak onlar adına yola çıktığını söyleyerek onlara zulüm yapan parti ve liderleri yapabilir. Fakat bu Kürtler arasında maalesef gelenek haline gelmiş bir durum. Son bir kaç aydır devlet ve PKK arasında yürütülen “pêvajo” denilen süreç, Kürt  halkını derin bir manüplasyon cenderesine koymuştur.

Yarım asırdan beridir yürütmekte oldukları silahlı mücadelenin en büyük zararını halkımız görmüştür. Dünyanın her yerinde yürütülen ulusal mücadeleler halkın yaşam ve kazanımlarına kazanç getirirken, bizde Türk devletinin Kürt karşıtı politikalarının uygulanabilmesine yardımcı olmuştur. Yürüttükleri silahlı mücadele halkımızı kurtarmadan öte sadece daha fazla köleleştirilmesine hizmet ettigi bugün daha net görülmektedir. PKK “mücadelesinin” Kürt halkına faturası nedir ve TC devletine kazandırdıkları nedir diye düşündüğümüzde ilk akla gelenler;

-Halkını özgürleştirmek için eline silah alıp en ön saflara koşan on binlerce Kürt genci hayatını kaybetti. Bu TC devletinin Kürtlerden canını vermeye hazır olanları ayıklayıp yok etmesi sağlamıştır, bunun PKK mücadelesi olmaksınız başarılması mümkün değildi.

-Yaşanan çatışmalar yüzünden binlerce köy boşaltıldı ve köylerini terk edenler büyük şehirlere taşınarak buradaki kenar mahallerlerde gettolar oluşturdu. Buralarda ikinci sınıf insan muamelesi görerek yaşamak zorunda kaldı. Böylece Kürt dili ve kültürünün yok oluşu büyük bir hız kazandı. Bu durum TC devletinin asimilasyon politikasının başırılı olabilmesinde devasa bir rol oynamştır, bunun PKK mücadelesi olmaksınız başarılması mümkün değildi.

-Cezaevleri Kürtler için mesken haline geldi ve binlerce Kürt genci, aydın, yazar, siyasetçi cezaevlerinde hayatlarını tüketti. Bu da Kürt mücadesini teorik ayağını sakatlamış ve Kürtlerde yetişmiş insan potansiyeline ağır bir darbe vurmuştur. Bunun PKK mücadelesi olmaksınız başarılması mümkün değildi.

-Avrupa’nın ve dünyanın büyük bir kısmında Kürt diasporası oluştu. Bir çok ülkede mülteci Kürt yığınları oluştu. Bu durum gene ülke içinde mücadele edebilecek insanların nitelik ve niceliğine bir darbe olmuştur, bunun PKK mücadelesi olmaksınız başarılması mümkün değildi.

-Devlet PKK ile savaşta canı yanmış olan Kürtleri de kendi tarafına çekmeyi başarmış ve koruculuk, ajanlık gibi kurumlarla Kürdü Kürde kırdırtmayı başarmıştır.  Bunun PKK mücadelesi olmaksınız başarılması mümkün değildi.

Bunlar yazının akışı içinde duraksamaksızın yazarken akla gelen bir kaç sonuç. Daha detaylı ve akademik bir çalışma yapıldığında PKK’nin kırk yıllık mücadelesinin Kürt halkına faturasının ne kadar ağır olduğu daha net görülecektir. Zira şehirlerinde, kasabalarında ve köylerinde silah sesleriyle büyümüş olan nesillerin psikolojik travmaları ve çatışmaların sosyolojiye etkileri kaçınılmazdır.

Öcalan yakalandığı ilk günden itibaren devlete bugün yaptığı şeyi yapmaya hazır olduğunu defalarca deklare etti. Ve nihayet devlet Öcalan’ın teklifini kabul etti ve koşulsuz şartsız teslimiyet içeren teklifini kabul etti. Devlet Öcalan’ı bugün kullandığı gibi daha önce de kullanabilirdi. Neden bugüne kadar yapılmadı? Cevap komplike ve birden çok değişkeni barındırmakta. Tek tek bakacak olursak:

1- Kanaatimce TC Devleti cephe savaşının artık ordusunu diri tutabilmek için bir yöntem olarak görmekten vazgeçti, zira gelişen teknolojik gelişmeler sonrası modern savaş teknikleri cephede savaşan asker ihtiyacını minimize etmiştir. Modern savaş bir ekranın önünde gerçekleşiyor. Bir asker ekrana bakarıyor ve bazı tuşlara basıyor, öldürme ve yok etme işini yapan insansız araçlar var. Türkiye son bir kaç yıldır bu yönteme başvuruyor ve bu yöntemden de sonuç alabiliyor. Dolayısıyla dağa tırmanıp PKK ile savacak bir askere ihtiyacı kalmıyor, bu da PKK ile yürüttükleri savaşın orduyu hazırda tutmak için işe yaradığı düşüncesini rafa kaldırıyor.

2- TC devleti artık herhangi bir harcaması için halka hesap vermek zorunda değil. TC devleti her zaman orduya ve savaşa büyük yatırımlar yapmıştır. Yıllardan beri halkının büyük bir kısmı yokluk içinde yaşarken milyar dolarlar harcayarak askeri yatırımlar yapan TC devleti halkına PKK ile mücadele ettiğini söyleyerek savunma bütçesini en yukarda tutmuştur. Fakat bugün gelinen noktada devletin neyi nereye harcadığı konusunda muhalefete ya da halkın geneline hiç bir hesap vermek zorunda değil. Dolayısıyla gelinen aşamada TC devletinin PKK’yi gerekçe olarak gösterme ihtiyacı kalmamıştır.

3- TC devletinin sınır komşularına müdahale için PKK’yi gerekçe göstermesine gerek kalmamaıştır. Gerçekten de TC devleti yıllardan beri Irak ve Suriye devletlerinin sınırlarını tanımamakta ve ulusal güvenlik gerekçesi yani PKK’nin varlığını gerekçe göstererek bu ülkelerin topraklarında operasyonlar yürütmektedir.  Gelinen aşamada TC devletinin böyle bir ihtiyacı kalamıştır. Suriyedeki cihadist Colani hükümeti TC devletinin kuklası işlevi görmekte ve TC devletinin istekleri doğrultusunda çalışmaktadır. Hakeza Irak tarafında da Kürdistan Bölgesel Yönetimi TC devletinin kendi topraklarında yürüttüğü operasyonlara sessiz kalmaktadır. Dolayısıyla TC devletinin artık sınır ötesi harekat için PKK bahanesine ihtiyacı kalmamıştır.

4-Dördüncüsü ve en önemlisi kimsenin tam olarak bir fikir sahibi olamadığı gerekçedir. Anlattığımız ilk üç gerekçe Devlet Bahçeli’nin Öcalan’ı meclise davet etmesine yetecek ölçüde gerekçeler olmadığı aşikar. Bu noktada Ortadoğu üzerinde çalışmalar yapan uzmanların ve gazetecilerin söylediklerine baktığımızda, gerekçenin Ortadoğuda haritaların değişecek olması olarak gösterildiğini görüyoruz. Gerçekten de İsrail Devletinin İran’a müdahale konusunda aşırı istekli oluşu ve Ortadoğudaki haritaların değişmesi gerektiğini açıkça söylüyor olması, asıl gerekçe olabilir. Dikkat edildiyse Öcalan’ın meclise davet edilmesi ve kendisine “önder” denilmesi MHP’nin oylarında kayda değer bir değişim yaratmış gibi gözükmüyor, çünkü Türk halkında Bahçeli’nin bir bildiği vardır şeklinde okumalar görüyoruz. Bildiği şeyin de ancak ve ancak bölünme korkusu olabileceğini düşünüyorum.

Gerçekten de bütün dünyada gerilimin sürekli olarak yüksekdiği ve yükseliş trendinin artarak devam ettiği göze çarpıyor. Asya’dan Avrupa’ya çatışmalar ve gerilimler her gün hız kazanarak artıyor. Bununla birlikte aşırı sağ hareketler de dünyanın hemen hemen her yerinde büyük bir yükseliş gösteriyor. Sonunda büyük bir savaşın patlak vermesi kuvvetle muhtemel. Böyle bir durumda Ortadoğunun son derece hareketli olacağı ve hatta son yüzyılda olduğu gibi, şiddetin merkezi haline gelebileceği herkes tarafından öngürülebilir bir sonuç. Bu yaşandığında, yüzyıldır devletsiz olmasına rağmen, kimliğini yitirmemiş ve mücadelesinden vazgeçmemiş Kürt halkı, büyük devletler tarafından da tanınacak ve Birleşmiş Milletler’in bir unsuru haline gelecektir. Fakat söz konusu Kürt devletinin sınırları, günümüz itibariyle son derece belirsiz. Böyle bir durumda Küresel güçler aktif savaş sahalarına odaklanacaktır. Bilindiği üzere Kürtler 12 Mayıs 2025 tarihine dek dört ayrı devlet toprakları üzerinde aktif olarak savaş yürütmekteydi veya silahlı unsurlara sahipti. PKK’nin fesih kararı ile birlikte Kürtlerin silahlı özgürlik mücadelesi, üç devlet toprağı üzerinde gerçekleşiyor olacak. Bu durumda TC devleti kendi ülkesinde bir savaş olmadığını ve yeni dünya düzeninin Birleşmiş Milletlerinde yer alacak Kürt Devletinin sınırlarının kendi toprakları kapsamasına karşı çıkacaktır. Bahçeli’nin 22 Ekim tarihinden bu yana yaptığı tüm açıklamaları incelendiğinde, Türk tarafında böyle bir korkunun hakim olduğu görülecektir. Herkesin malumu olacaktır ki Bahçeli’nin kardeşlik ve Kürt sevgisi çok çok yeni bir durum.

En büyük kafa karışıklığı ise Kürtlerin nasıl tavır alması gerektiği konusunda kendini göstermekte. Gerçekten de bunca yazdıklarımdan sonra benim PKK’nin savaşması gerektiğini düşündüğüm sonucu çıkıyor gibi. Hayır! PKK’nin fesih kararı her ne olursa olsun  Kürtler açısından çok olumlu bir durum. Elbette PKK’nin artık hayatımızda olmayacak olması, en azından silahli bir şekilde olmayacak olmasının Kürtler açısından daha iyi olacağını düşünüyorum. Bunu da madde madde açıklamak isterim.

1-Öncelikle belirtmek gerekir ki PKK’nin varlığı, halkın mücadele etmesinin önündeki en büyük engel. Bu gerçekten de dünyanın her yerinde böyledir, senin için savaşan biri varsa senin kendi savaşını vermen gerekmiyor, destek vermek yeterli. Ama PKK’siz Kürtler inisiyatif alabilecek ve kendi mücadelesini halk olarak verebilecektir. Bu mücadele şiddeti barındırmayacağından meşruluğu asla tartışılamayacaktır ve daha geniş bir kamuoyundan destek alabilecektir.

2-PKK’siz bir Türkiye’de Kürtler üzerindeki yargı sopası çok zayıflayacaktır. Bugün Türkiyede yargılanan ve hapislerde çürütülen binlerce insana bunun yapılabilmesinin önü kesilecektir. Zira TC devletinin kendi yasaları da Kürtleri sadece ve sadece PKK üzerinden vurabilmektedir. PKK olmadığında hiçbir eylem PKK ile ilişkilendirilemeyecek ve PKK ile ilişkilendirilemeyen eylemlerin esasında düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında yahut gösteri ve protesto hakkının kullanılması kapsamında kalacağı açıktır. PKK’nin fiilen var olduğu bir durumda ise “örgüt üyesi olmak, örgüt adına suç işemek, örgüt propagandası yapmak” gibi bahanelerle her türlü düşünce ve faliyet cezalandırılabiliyor. Sonuç olarak PKK’nin olmaması Kürtlerin yararına olacaktır. Burada PKK öncesi durum -örneğin kırkdokuzlar davası- gerekçe gösterilerek  itirazlar yapılabilir. Fakat dünya 60 yıl öncenin dünyası değil ve ayrıca PKK’nin varlığı Kürtlerin yargılanması önlemiyor aksine sebep oluyor. PKK’siz Kürtlerin bu konuda her halükarda avantajlı olacağı bir gerçek.

3-PKK her ne kadar artık totaliter bir örgüt olmadığını söylese de idari teşkilatlanma ve yönetim biçimi olarak aşırı totaliter bir örgüttür. Lider koşulsuz şartsız takip edilir ve her dediği emir ve talimat olarak kabul edilir. Bunun için örnek aramaya gerek yok. Yıllardır düşman bellediği sistemin hapishanesine olmasına rağmen ve her yapıp ettiği Türk İstihbarat Teşkilatının gözetimi altında yapılıyorken bile, emirleri ve istekleri ciddiyetle kabul görüyor. İsteklerinin düşmanının istekleri olabileceğine dair kuşku olmaksızın yerine getiriliyor olması, her ne kadar absürd gelse de, önümüzdeki gerçeklik budur. Eğer Öcalan bugün fikir değiştirip savaşılması gerektiğini söyleyecek olursa, PKK gene onun dediğini yapacaktır. Bu durum maalesef PKK’nin devletin eline düştüğü sonucuna varmaktadır. Dolayısıyla TC devletinin kontrol edebildiği bir PKK’nin olmaması olmasından evladır. Ayrıca lidere bu denli teslimiyetin olmayacak olması, Kürtlerin gelişmesine de olanak sağlayacaktır. Gerçekten de bir Ortadoğu toplumu olmanın dezavantajı olarak bizler hep bir kurtarıcı, önder yahut peygamber bekledik bekliyoruz. Öcalan’a bu denli tapılıyor olmasının da, bu geleneğin de bir sonucu olduğunu söylemek gerekir. Kürtlerin bu mantıktan kurtuması ve peygamber beklemek yerine, kendi kendilerine mücadele etmeleri gerekiyor. PKK’nin halk üzerindeki etkisi zayıfladığında, halkın kendi mücadelsini vermesinin önü açılacaktır. Kürtler olarak diktatötlüğe, tek adam yönetimine karşı olduğumuzu her defasında söylememize rağmen, Öcalan’ın iradesine bu denli teslimiyet son derece sakıncalı. Örneğin Kürtlerin yüzyıllık asimilasyondan sonra, en önemli konusunun Kürt dili ve kültürü olması gerekirken, listenin başına konulan ilk hedef Öcalan’ın özgürlüğü oluyor. Çünkü büyük bir kitlede, Öcalan özgürleşirse her şeyi yoluna koyup çözebileceğine dair absürd bir inanç hakim. Bu büyük kitlenin varlığı da, siyasetçileri onlar gibi konum almaya itiyor. Milyonların iradesini Türk İstihbarat Teşkiltının elinde bulunduran kişiye teslim etmiş olması, büyük bir dezavantaj olsa da, PKK’nin sonunda feshediliyor olması, bu absürd inancı zayıflatacak ve gücü tek kişiden alıp halka yayacaktır.

4-PKK var olduğu sürece, karanlık noktalar hep olacaktı. PKK doğası gereği şefaf olamayan bir örgüt. Kiminle ne tür bir görüşme yahut pazarlık yaptığı konusunda halkın bilgi sahibi olmasının imkanı yoktur. Bu noktada halkın tam ve koşulsuz güvenini talep etmektedir. Fakat bilindiği üzere, PKK hakkında, bu güne kadar temelli veya temelsiz bir çok spekülasyon ortaya atılmış ve örgüt içi infazlardan söz edilmiştir. Halk nezlinde, bu tür spekülasyonlar, ayrılıklar ve kafa karışıklıkları yaratmaktaydı. Bu tür bir kafa karışıklığının en muazzam örneğini şu an hep beraber yaşamaktayız.

Görüldüğü üzere yazının ilk bölümünde devletin amacının ne olduğu/olabileceğini irdeledim ikinci bölümde ise devletin bu amacının gerçekleşmesi halinde sonuçlarının Kürt halkı açısından nasıl olabileceğini anlatmaya çalıştım. Elbette herkesin her zaman söylediğini söylemek durumdayız. Muazzam boşluklar ve belirsizlikler mevcut, neler konuşulduğu neler yapılmaya çalışıldığını anlatabilen hiç kimse yok. Siyasi baskılar sonucu son derece zayıflatılmış etkisiz kurye görevi gören Kürt siyasi hareketinin de, ne olup bittiği konusunda bilgisi yokken, elimden geldiği kadar mevcut durumu irdelemeye çalıştım.

 

(Makale içerikleri tamamen yazarın sorumluluğundadır. Sitemiz, bu görüşlerden dolayı herhangi bir sorumluluk kabul etmez.)

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *