Sayın Burkay’ın görüşlerini değerlendirme ve bazı tezler (III)

İbrahim GÜÇLÜ

İkinci makalemde Sayın Kemal Burkay’ın görüşlerini analiz ettim. Ama sonuçlanmadı. Bu yazımda Sayın Burkay’ın görüşlerini değerlendirmeye devam edeceğim. Bazı tezler üzerinde de duracağım.

9-EĞRİ OTURUP DOĞRU KONUŞACAKSAK TÜRKİYE’DE GENEL ANLAMDA DEMOKRASİ SORUNU YOK. TÜRKİYE OLACAĞI KADAR DEMOKRASİDİR. BUNDAN ÖTE BİR DEMOKRATİK HALİ OLAMAZ. ÖTESİNİ DÜŞÜNMEK BİR HAYALDİR. BU DURUM TÜRK DEVLETİNİN KURULUŞ FELSEFESİNE VE TÜRK MİLLETİNİN SOSYOLOJİK YAPISALLIĞIYLA İLGİLİDİR. BU KONUDA BİR POPÜLİZM VAR. SORUN DEVLETİ DEĞİŞTİRMEKTİR.

Bu konu, Kürt ve Türk demokrasi savunucularının hepsini – kendilerinin de demokrasi ile bir alakaları yok- ilgilendiriyor. Tartışılması gereken bir tez olarak ileri sürüyorum. Bu konunun çok yönlü, kapsamlı tartışılacağını umut ediyorum.

Türkiye’de son 70 yılda bir demokrasi havariliği var. Türkiye hep demokrasiye kavuşturulmak istenir, fakat bir türlü de Türkiye demokrat olmaz. Sonunda da demokrasi havarilerinin tüm isteğinin, bir Kemalist Hükümet yerine, Kemalizm’den doğrudan etkilenen, Kemalizm’in içselleşmiş hali içinde olan sivil denen hükümetlerin yer değiştirmesi; ya da tersinin olmasıdır. Yani birbirine benzeyenlerden, ya da aralarında çok küçük farklar olanlardan birinin gelip, birinin gitmesidir.

Şimdilerde de demokrasi havarilerinin dediği demokrasi de, Cumhuriyet İttifakı Hükümetinin gitmesini sağlamak, Cumhur İttifakı Cumhurbaşkanını göndermek onun yerine Millet ittifakının Hükümet olmasını sağlamak ve bu ittifaktan birilerinin cumhurbaşkanı yapılmasıdır. Millet İttifakı da, sivil faşist geleneği olan İyi Parti, demokrasinin has düşmanı Kemalist CHP, diğer bazı Kemalizm kalıntılarından oluşuyor. Millet İttifakı içinde olanların, demokrasi havarilerinin hayal etikleri bir demokrasiyi gerçekleştirebilmesini düşünmek tam anlamıyla ham hayaldir. Millet İttifakı da demokrasiyi gerçekleştirmeyeceklerine göre, bu demokrasi havariliğinin bir anlamı olmazsa gerek.

Eğri oturup doğru konuşacaksak, demokrasi havarilerinin göremediği ve görmek istemediği gerçek, Türkiye’de tahayyül edilen genel anlamda demokrasi sorununun olmadığıdır. Türkiye, olacağı kadar demokrasidir. Bundan öte bir demokratik hali olamaz. Ötesini düşünmek bir hayaldir. Zaten 70 yıldan fazla sözde demokrasi mücadelesinin tecrübeleri de bunu gösteriyor.

Çünkü mevcut devletin kuruluş felsefesi, dayandığı insanlık dışı dayanaklar, Anti-Kürt, Anti-Türk -İslam, sivil asker diktatörlüğü yapısallığının ortaya koyduğu sosyolojisi ve devletin Türk milletinde yaratığı Kürt düşmanlığı ve ırkçılığı yapısallığıyla ilgilidir.

Onun için Türkiye’de Türk demokrasi savunucularının bir kere, Kürt demokrasi havarilerinin bin kere yaptıkları bir popülizmdir. Dipsiz kuyuya taş atmaktır. Yel değirmenleriyle savaşmaktır. Bugüne kadar da yapılan maalesef budur.

1977 yılında Milli Cephe yönetimdeydi, anti – faşist mücadele gereği ve demokratikleşmenin sağlanması için Sayın Kemal Burkay (Özgürlük Yolu) CHP-Ecevit’i destekledi. CHP-Ecevit, Süleyman Demirel’in öncülük ettiği milli cepheye karşı seçimleri kazanmasına rağmen, Türkiye’ye demokrasi gelmedi.

O zaman Türkiye’nin herkes için, özellikle demokrasi savunucuları ve Kürtler için temel sorunu saptamak gerekir.

Türkiye’nin birinci sorunu devleti değiştirmektir. Eğer devlet değişirse demokrasi denilen şey olacaksa olacak. Yoksa demokrasi istemek bir hayaldir ve gerçekleşmesi mümkün olmayan bir olgudur.

Bunun yanında daha acı gerçekler de var.

Türk Devletini ya da hükümetlerini demokrat görmeyenler, onlardan daha demokrat değiller. Belki de daha da geri bir düzeyi temsil ediyorlar. Daha kötü bir noktadadırlar. Yeni tarz bir diktatörlük peşindeler.

Türkiye’de, eğer stratejik, güncel, acil bir amaç tespit edilecekse o da tekçi, üniter, ırkçı, sömürgeci, bir elitin/bir anlamda bir milletin diktatörlüğü olan üniter devletin köklü ve radikal olarak değiştirilmesidir. Kürtlerin ve Türklerin ortak devleti olacak federal devlet sistemini en azından acil olarak istemektir.

Federal devlet, belki o düşünülen demokrasiyi sağlayacaktır.

Bu nedenle, federal devlet atlar, demokrasi arabadır. Tersi arabayı atların önüne koşmaktır.

10-TÜRKİYE’DE MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM VE SOSYALİST DEVRİMCİLİK, SOSYALİSTLERİN GÖREVİNİN SOSYALİZM İÇİN MÜCADELE OLDUĞUNU ANLATIYOR. BUNUN YANINDA DEMOKRASİNİN ACİL OLMADIĞINI ORTAYA KOYUYOR. SAYIN KEMAL BURKAY SOSYALİST DEVRİMCİ OLARAK TÜRKİYE’DE DEMOKRASİYİ DEĞİL SOSYALİZMİ SAVUNUYORDU.

Türkiye’nin stratejik sorununun demokrasi mi, sosyalizm mi olup olmadığı konusu 1960’larda çok büyük tartışmalara yol açtı. Bu konuda sol ve sosyalistim diyen herkes bu tartışmalara taraf oldular.

Bu tartışma büyük iki bölünmeye yol açtı. TİP içindeki ve M. Ali Aybar’ın başını çektiği sosyalist kesim, kendilerini “Sosyalist Devrimciler” olarak tanımladılar. Bir dönem TİP içinde parti içinde muhalefet olan ve zamanla parti dışına çıka sosyalistler ise kendilerini “Milli Demokratik Devrimciler” olarak tanımladılar.

Bu iki büyük sosyalist bölünme de kendi içlerinde homojen değillerdi. Değişik grupları, hem önemli grupları içinde barındıran bölünmelerdi.

Sayın Burkay’ın da üyesi olduğu TİP içindeki “Doğulular Grubu” “Sosyalist Devrimciler” grubu içinde yer alıyorlardı. Kürt sosyalistlerinin küçük bir bölümü, “Milli Demokratik Devrimciler” grubu içindeydiler.

Milli Demokratik Devrimciler, “Türkiye emperyalizme bağımlıdır. Bağımsızlık sorunu diye stratejik bir sorunu vardır. Türkiye önce bağımsız ve demokratik devlet olmalıdır. İkinci aşamada da sosyalizm kurulmalıdır.”

Sosyalist Devrimciler, “Türkiye’nin bağımsızlık sorunu yoktur. Türkiye bağımsızlığını kazanan bir ülke ve devlettir. Sosyalistler olarak, sosyalist devlet ve düzeni kurmak için çalışıyoruz ve mücadele ediyoruz” diye açıkça görüş sahibiydiler. Yani sosyalistlerin görevi, demokrasiyi getirmek değildir, demokrasinin alternatifi sosyalizmi kurmaktır demek istiyorlardı. Ben de o zaman grubun içindeydim.

Bu tezin, o gün de bu gün de Türk sosyalistleri için doğru olduğu ortada. Ayrıca bizim/benim sosyalist devrimcilerden yana olmamızın nedeni, Mili Demokratik Devrimcilerin Türk milliyetçisi olmaları, askere güvenmeleri, iktidarı sol ve Kemalist dedikleri sivil ve asker bürokrasiyle kurguladıkları ve yeniden bir Kemalist düzen kurmak istemelerindendi. Kürtler olarak ben/biz böyle bir düzen ve sistemin Irak ve Suriye Baas Faşist Diktatörlükleri gibi olacağını, bunun da Kürtler için felaket olacağını düşünüyorduk. Doğru da düşünüyorduk.

Sayın Kemal Burkay da “Sosyalist Devrimcilerin” aktif bir üyesiydi. Emek Dergisinin de yazarıydı. Türkiye’de sosyalist düzen için mücadele ediyordu. Bir sosyalist olarak bunu yapması doğruydu da. Ama bugün için Türkiye demokrasisini stratejik bir amaç haline getirmesi, hem sosyalistliğine aykırı hem eski sosyalist devrimci dönemindeki doğru düşüncesine aykırıdır.

Sayın Burkay’ın, Kürtler için entegrasyoncu, yeni bir bağımlılık biçiminin devamından yana olmak anlamına gelecek demokrasi mücadelesini stratejik anlamda savunması, oldukça sorunlu ve üzerinde durulmaya değer bir konu olduğunu düşünüyorum. Çünkü Kürtlerin mücadelesi Kuzey parçasında da her hal ve şartta milli hakların kazanılması mücadelesidir. Kürt milletinin, kendi kaderini kendi iradesiyle tayin etmesidir. Bağımsız Devlet olmasıdır.

11-SAYIN BURKAY’IN TEZİNE VE GÖRÜŞÜNE GÖRE BÜTÜN KÜRTLER İŞBİRLİKÇİ OLABİLİRLER. BUNUN KADAR TEHLİKELİ, KÜRDİSTAN ULUSAL KURTULUŞUNA KARŞI OLAN BİR DÜŞÜNCE OLAMAZ. KÜRT EGEMEN SINIFLARI BUGÜNE KADAR MİLLİ MÜCADELEYE ÖNCÜLÜK ETMİŞLERDİR. MİSYONU ABARTILAN SOSYALİSTLERİN ÖNCÜLÜK ETTİĞİ BİR KÜRT MİLLİ MÜCADELESİ YOKTUR. SADECE KATILIMLARI VARDIR.

Sayın Kemal Burkay, Kürt sosyalistlerinin geçmişte, ittifaklar, Kürt milliyetçileri, Kürt egemen sınıfları hakkında yaptıkları yanlışı, bulunduğumuz aşamada da devam ettirmekle kalmıyor, daha tehlikeli bir boyut kazandırıyor.

Sayın Burkay diyor ki: “Kürt feodalleri, burjuvaları ise, şu son iki yüzyıllık tarihimizde görüldüğü gibi, çoğu zaman sömürgeci güçlerle iş birliği içinde oldular. (Bugün de düzen partileri içinde, parlamentoda ve hükümette milletvekillikleri ve bakanlıkları paylaşıyorlar.) Elbet bunlar arasında Mir Bedirhan, Şeyh Ubeydullah, Şeyh Sait, Seyit Rıza gibi yurtsever harekete katılanlar, hatta başı çekenler oldu ve biz bunları işbirlikçi kesimden ayırdık, hep saygı ile andık, anıyoruz.”

1960-70’lerde de Kürt egemenleriyle ilgili tartışmalar ve niteliksel farklı yaklaşımlar vardı. Niteliksel yaklaşım farklılığı, Kürt milliyetçileriyle, Kürt sosyalistleri arasındaydı. Kürt milliyetçileri, Kürt egemen sınıf ve tabakalarını milli mücadelenin mantığı, çıkarları, sonuç alıcılığı, tarihsel ve toplumsal misyon olarak düşman kabul edilmesini yanlış buluyorlardı.

Kürdistan milli kurtuluş mücadelesinin tarihi, öncülük yapısı da onların görüşlerinin doğruluğunu ortaya koyuyordu.

Kürt sosyalistleri ise, Kürt egemen sınıf ve tabakaları bir bütün olarak düşman gösterdiler. Bununla farkına varmadan toplumsal bölücülük yapmakla kalmadılar, Kürt milli kurtuluş mücadelesine büyük zarar verdiler. Kürt milli ittifakını ve birliğini engellediler. Kürt milli cephesinin kuruluşunun önüne geçtiler. Kürt milliyetçiğini ya küçümsediler ya önemsemediler ya yok saydılar ya da Kürt milliyetçiliğine düşmanlık yaptılar.

Her ne kadar Rizgarî Hareketi, bir dönem bu anlayıştan farklılık göstermişse de, bir dönem sonra Sovyetçi Sosyalistlerin karşı saldırıları karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Bütün bunlara rağmen, Kürt sosyalistleri arasında da, bu konuda da küçük ve ince ayrım hep devam etti. Rizgarî Hareketi, KUK Hareketi Sayın Burkay tarafından milliyetçi hareketler olarak tanımlandılar. O dönemde de bu konuda en farklı olumsuz görüş Sayın Burkay’ın ve hareketinin görüşleriydi. Bugün de bu görüşlerini ileri sürmeye devam ediyor.

Sayın Burkay, Kürt egemen dinsel ve sosyal aristokrat sınıf ve tabakaların milli kurtuluş hareketinin önderlerini –Ki bunlardan, Şeyh Abdulselam Barzani’yi, Şeyh Mahmut Berzenci’yi, Mele Mustafa Barzani’yi, Simko Ağayı, Qadi Mihemed’i, İhsan Nuri Paşayı ve Kör Hüseyin Paşayı, Mele Selim’i saymaması da ayrıca bir ilginç yaklaşım biçimi ve kategorileştirme- bir kaçını sayarak, hem onları ve hem de Kürt egemen sınıflarının niteliksel milli mücadeleye katılımını küçümsüyor diye düşünüyorum.

Ayrıca sayın Burkay’ın Kürt egemen sınıflarının milli kurtuluş mücadelesindeki öncülüğünü liderlere indirgeme gibi sosyolojiye, toplumsal gerçeklere, Kürt milli kurtuluş mücadelesi yapısallığına aykırılığı da ayrıca üzerinden durulmaya değer bir konudur.

Sayın Burkay’ın başka tehlikeli düşüncesi de o ki, onun kriterlerine göre her Kürt işbirlikçidir, ya da işbirlikçi olur. O kriter de devletle bir şekilde ilişkili olmaktır.

Bu kritere göre Kürt egemenleri işbirlikçi oluyor. Bunun yanında Kürtlerin işçileri, köylüleri, avukatları, doktorları, öğretmenleri, memurları ve diğer toplumsal kesimlerin hepsi bir şekilde devletle ilişkililer, ya da devletten maaş alıyorlar. Onların da işbirlikçi kabul edilmesi gerekir.

Eğer Türk partilerinde milletvekili olmak işbirlikçilik kriteri ise, o zaman Kürt siyasi sınıfının bazı üyeleri milletvekili oldular, çoğunluk üyeleri de milletvekili olma arzusu taşıdılar. Bugün de taşımaya devam ediyorlar. O zaman Kürt siyaset sınıfının da işbirlikçi sayılması gerekir.

Bu yaklaşımda sanki Türk burjuva ve muhafazakâr partilerde yer alanlar Kürtler işbirlikçi sayılıyor. Ama TİP, CHP, SHP ve benzeri “sol“um diyen örgütlerde yer alan Kürtler işbirlikçi sayılmıyor. Bunu da anlamak oldukça zordur.

Bu yaklaşım tehlikeli, yanlış, Kürt gücünü kıran bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın benimsenmesi olanaklı değildir.

Kürdistan’ın Kuzeyinde milli ayaklanmalardan sonra Kürt egemenlerinin çoğunun idam edilmesi ve Kürt milli hareketinin katliamlarla bastırılmasından sonra, onların sessizliğe gömülmelerini işbirlikçilik olarak nitelendirmek hem büyük bir vicdansızlık, hem de büyük tarihi bir yanılgıdır. Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin tarihsel mahiyetini ve içeriğini anlamamaktır.

Bu düşünce kesinlikle yanlıştır.

Sayın Burkay, halen Kürt egemen sınıflarının, Kürdistan milli hareketlerinin öncüsü olduğunu da görmek istemiyor. Kürdistan Federe Devletinin kuruluşunda etkin ve belirleyici irade olan KDP ve Barzaniler, bu egemen sınıfların temsilcileri konumundadırlar. Halen onlar adına halkla birlikte milli kurtuluş mücadelesine öncülük etmektedirler. Bağımsız Devlet hedefinden vazgeçmedikleri gibi, o hedefe adım-adım yaklaşıyorlar. Aynı egemen sınıfların temsilcileri 25 Eylül 2017 tarihinde yapılan bağımsızlık referandumuna da öncülük ettiler. Olumlu sonuç aldılar. Halkın iradesiyle, Bağımsız Kürdistan kararının alınmasını sağladılar.

Tarih boyunca Kürdistan milli hareketlerine öncülük edenler, Sayın Kemal Burkay’ın işbirlikçi dediği Kürt egemen sınıflarıdır.

200 yıllık tarih boyunca, Mir Bedirhan, Şeyh Ubeydullah Nehri, Şeyh Abdulselam, Sımko Ağa, Şeyh Sait Efendi ve Cibranlı Halit Bey, İhsana Nuri Paşa ve Kör Hüseyin Paşa, Seyit Rıza, Şeyh Mahmut Berzenci, Şeyh Ahmet Barzani, Mele Mustafa Bazrani, Qadi Mihemed, Mele Selim, diğer tüm diğer milli liderler Kürt egemen sınıflarından geliyorlardı. Onlar Sayın Burkay’ın ifade ettiği gibi tek şahıslar değillerdi. Kürt egemen sınıflarını, Kürt milletini temsil ediyorlardı. Kürt milletinin çoğunluğuydular. İdam edildikleri zaman da birçok bey, şeyh, aşiret reisi, ağa, aydın, mele arkadaşlarıyla idam edildiler.

Ayrıca Kürdistan’da, Şey Abdulselam’ın liderlik yaptığı özek Kürdistan Bölgesinin, Ağrı Kürt Hükümeti, Kürdistan Mehabad Devleti (1946), Kürdistan Otonomisi (11 Mart 1970), Kürdistan Federe Devleti (1992) onlar tarafından kuruldular.

Bugün de Kürdistan Federe Devletinin incelenmesi bize bu gerçekleri anlatır.

Sayın Burkay’ın “Öte yandan biz Kürt sosyalistleri, başından beri aşiret, mezhep sınırlarını aştık, ağalık, şeyhlik gibi feodal biçimlere karşı olduk, ulusal bilince ulaşmanın yanı sıra, her türlü sömürü ve baskının olmayacağı daha ileri bir toplum düzenini, sosyalizmi savunduk” diyor.

Bu yaklaşım Kürt sosyalistlerin misyonunu abartmaktır. Çok açık ki sosyalistlerin öncülük etiği bir Kürdistan milli kurtuluş hareketi yoktur. Sosyalistlerin Kürtlük adına yarattıkları bir statü olmamıştır.

Şu çok iyi bilinmeli ki, Kürt egemen sınıflarında, feodallerde milli şuurun olmayacağı tezi, büyük bir haksızlık, Kürdistan tecrübesiyle dışlanan bir durumdur. Tersine onlar tüm halk kesimlerinden daha fazla milli şuura sahiptirler. Kürt milli değerlerini yaşatmaktadırlar. Dünyadaki milli kurtuluş mücadeleleri de bu görüşü genel anlamda bize anlatmaktadır.

Sosyalist kurama göre de, milli kurtuluş mücadelesi milletin milli burjuvalarının işidir. Sosyalistler sadece destekleyicidirler. Çünkü sosyalistlerin işi sosyalizmi kurmaktır. Tabi ki ezilen ulusun sosyalistleri de, vatansever olmak gibi bir görevle de karşı karşıyadırlar. Geçmişte Kürdistan’ın Kuzeyindeki Kürt sosyalistleri bu görevlerini yeterince yerine getiremediler. Umut edilir ki önümüzdeki dönemde bu görevlerini yerine getirsinler.

Diyarbekîr, 21. 09. 2021

(Devam edecek)

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *