Türk ve Türk Devleti!

Şeyhmus Özzengin

Ulusların örgütlenmesinde, siyasi tercihleri bakımından farklılıklar görürüz. Zaman zaman sert ve diktatoryal eğilimler ağır basabilir. Hatta jenosidlere varan olaylara bile imza atılabilir. Ama bu kural genel geçer bir kural değildir. Toplumun tarihsel sürecine, kendisine özgü ve tarihsel genleriyle de ilişkilidir.

Tarihi dlarak, “İlkel insan”dan gelen ve kalan “barbar”lık ile, modern çagda bir devleti inşa ve ulus olarak örgütlenme sürecindeki kendi amaçlarına özgü barbarlık, ayni şey değildir.

Çağdaş uluslar, tarihsel süreçteki “barbar”lığı terkederek, modern toplumları örgütlediler. Devlet şiddet yanlısı bir eğilim gösterdiğinde, karşı koymayı ve sistemi değiştirmeyi uygun buldular. Ama suni uluslar ve yapma devletlerdeki ulus-devlet ilişkisi, farklı bir yol izledi ve genel geçer sosyolojik kavramların dışında izahata ihtiyaç duyulan yeni sosyolojik vakalar olarak ortaya çıktılar. Bu tür yapısal devletlet ve ulusları, sosyolojinin genel kavramları ile izah etmek ve taşıdıkları travmaları gözardı etmek mümkün değil: Mesela tarihte bir ulus olarak izleri olmayan, ama Osmanlı İmparatorluğun dağılma sürecinde suni bir ulus ve devlet olarak önümüze çıkan “türk”(ler), başka ulusların kanı, toprakları, malı ve kemikleri üzerinde devlet oldular. Aslında %90’ı türk olmayan, ama devletin adı ve dayatması sonucu türk olmayı bir iç travma olarak kabul eden bu devşirme topluluktlar, suni bir dil ve suni bir devlet etrafında ganimetlere barbarca sıkı sıkıya sarılarak, sahip çıkma örgütlenmesine gittiler. Aslında onları ortaklaşlaştıran gerçek, gaspetikleri topraklar ve mal-mülktür. Onları bir çıkar etrafında birleştiren ve devlet-ulus ilişkisini belirleyen gerçek, tarihsel kader birliği değil, bu ganimet-çıkar birliğidir.

Sol söylevin “halk-devlet ve iktidar” kavcramları Türk ulus sosyolojisi ve devletleşme süreçlerini izah etmiyor. Türk sosyolojisi ve Türk Devleti’ni izah etmek için yeni kavramlara ihtiyaç var. Yeni ve cesaretli, gerçekliklerini dile getirecek kavramlara ihtiyaç var.

özellikle Türk devletini (tek dil, tek din, tek millet ve diktatorluk) “faşizm” gibi bir kavramla izah etmek büyük bir yanlıştır. Faşizm, İkinci Dünya Savaşı’nda, Hitler Almanyasında, Mousoloni İtalyasında ortaya çıkan bir özel yönetim şeklidir. Sol söylev günün şartlarında bu yönetim şekillerine “faşizm” demiş. Bazı yerlerde de bu, “diktator”luklar (Saddam’ın Irak’ında) olarak siyasal bir tercih olarak önümüze çıkar. Ama bunların ömürleri kısa ve belli buhran dönemlerine denk gelen, buhran sonucu kitle tabanı bulan rejimlerdir. Türkleri ve Türkiyeyi bu kategori içinde değerlendirmek yanıltıcıdır ve Türk milleti ve devletinin barbarca, suni inşası sürecine uymadığını belirteyim.

Türk devleti, Türk milleti ve türk dili suni yaratılmiş ve tekler üzerinde inşa edilmiştir. Bu tezin (Türk-İslam sentezi) karşıtı olarak görülen dini ve ulusal grupların yokedilmesi projesi de, bu projenin gereği olarak pilanlanmiştir.. Örneğin Ermeni soy kırımı, Rum-Pontus soykırımı ve Türk devleti’nin kuruluşundan itibaren zamana yayilan Kurd jenosidi, bu planlamanın sonuçlarıdır. Çünkü siz suni olarak başka ulusların toprakları ve kemikleri üzerinde bir millet ve bir devlet yaratacaksınız. Buna engel teşkil edecek milletleri, dinamikleri  “temizliyor”sunuz(!) Bu jenosidtir ve Türkler bu suçu işlemiş. Türk Devlet’i de bu suçun bir organizasyonudur. Bunun adı barbarlıktır.

Bu pilanlama, müsülman, ama türk olmayan başka küçük gruplardan oluşan azınlıkların asimile edilerek türkleştirilmesi üzerine inşa olmuş. Türk ve barbar kavramlarının birleştiği ve ayni sesi verdiği nokta da burasıdır zaten. Yani devşirme bir millet ve bu devşirme miletin “Türkiyede yaşayan herkez Türktür, Türk kanı, asena kurt hikayesi, ergenekon destanı hikayesi, türk ve müsülman olmak şartı” üzerinde bir de ideolojisi ve yalan tarih oluşturuldu. Burda ; barbar, Türk ve Türk devleti üçlü bir olgu olarak, birleşik bir hal aliyor. Millet, din, oluşum hikayesi ile devlet ayni iskeletin kemikleri olarak iş görüyor. Yani biz şimdi kendilerine “türküm” diyenleri devletten ayrı, Türk devletini de bunlardan ayri kategorilerde değerlendiremeyiz. Çünkü devlet türkü yaratmiş, türk devletin malıdır. Var olan bir melletin ihtiyaç duyduğu bir devlet yok, bir devletin ihtiyaç duyduğu bir dil ve bir millet var ortada. Bu sosyolojik bir vakadır ve suni olarak yaratılmiştir. Sosyolojinin, ulusların sivilizasyon sürecirne uymayan, ters bir suni politik tercihtir. Bu tercih, 1917 Rus devrimi’nin karşıtı güçlerce bölgesel politik bir ihtiyaç sonucu öngörülmüş bir stratejik tercihtir.

***

Dolayisiyle Türk miletini, Türk Devleti’nden ayırma ve Tür miletini, Türk devleti’ni ayri ayri yerlere koyma ve farklı misyonlar yükleme, hem yanlış ve hem de yanıltıcıdır. Kurd aydının, Kurd ulusalcısının, yaptığı en büyük hatalardan biri buradadır..

Türk ve Türk Devleti ayni şeydir ve varlıkları birbirlerine bağlıdır. Biri olmadan diğerinin olma şartı ve şansı yok. Bunun için “Türk, devleti için vardır” kavramı sıkça söylenir. Burda tarihsel evrimleşme sonucu bir ulustan değil, suni üretilmiş ve devletiyle zorunlu bir bağa tabi tutulmuş bir “türklük”ten bahsediyorum..Kendini Türk gören ve türk olmayı kabullenmiş herkes bu bağın içindedir.

Normal uluslarda devlet, halkı için varken, türklerde “Türk milleti, devleti için var”dır. Çünkü “ihtiyaç”(tan) kaynaklı kurulmuş Türk devleti, Türk milletini oluşturmuş. Ama diğer toplumlarda millet önce var ve ihtiyaç duyarak kendine devlet kurmuş. Devlet onun hizmetinde iş görür durumdadır. Türklerde ise, millet devletin hizmetindedir.

Dolayisiyle benim “barbar Türkler” kavramım, bu tezin sonucudur ve Kurd milliyetçi bilncimin esas tezlerinden biridir. Kurdlerin, bu barbar yapılanma ve saldırılarına maruz kaldığı ve daha büyük saldırıları da beklemek zorunda olduğu gerçeği de buradadır. Kurdler bu gerçeği bilince çıkararak, buna göre milli bir duruş sergilemek zorundadır. Kendi Ulusal Kurtuluş Cephesini oluşturmak ve ulusça direnmek zorundadır. yoksa diğer yok edilen halklar gibi, kurdler de Kuzey Kurdistan’da zamanla eriyip gidecekler. Zamana yayılarak gelen bir jenosidle karşı karşiyayiz. Bir biyolojik, dilsel ve kültürel jenosidle karşı karşiyayiz.

Türkler ve Türk devleti, kurdleri hedefine koymuş ve zamana yayılan bir jenosidi sürdürüyor. Bu tekçi yapı, şu anda kurdleri asimile ederek, asimile olmayi redederek, direnenenleri öldürerek, sürerek, sindirerek sorunu çözme pilanı içindedir.

Kurd aydını bunun sosyolojik neden ve gerekçelerini ortaya çıkarma ve tedbirini alma yerine; “faşizm, halkların kardeşliği, halk ve devlet iki ayrı olgudur, milliyetçilik tehlikelidir, ırkçılık tehlikelidir” gibi kavramlarla kendi kendini kandırarak, türklerin, kurdler üzerinde denediği süreci hızlandiriyor.

Kurd ulusal bilincinin gelişmesinin “ırkçı”(lık)la değil, Kurdlerin kendi topraklarına sahip çıkma ve devlet kurma ile alakalıdır. Kurd miliyetçiliğini “ırkçılık” olarak sunanlar, Kurdlerin devletleşmesini ve ulus olarak dünya uluslar ailesinin bir parçası olarak yaşamasını istemeyenlerdir.

***

Türkler ve Türk Devlet’i, kurdleri yoketmeyi hedefine koymuş. Gücü yeterse; diğer halklar gibi Kurdleri de etkisiz hale getirecek. Kurdler üzerinde asimilasyon, dejenerasyon, entegrasyon ve imha stratejileri bir bir ve başarılı bir şekilde yürütülüyor.

Kurd siyasetçisi, Kurd aydını, Türk milletinin ve Türk devletinin bütünsellik içinde, kurdler üzerindeki pilanını tartışmaya ve bilince çıkarılmasına engel oluyor. Kurd miliyetçiliğine ilişkin Türk sol söyleve sığınarak, “tehlikeli” diyerek, hem kurdlerin uluslaşma ve hemde ulusal devletini kurma girişimi engelleniyor. Yani “Kurd milliyetçiliği tehlikelidir”(!) demeye getiriyor. Bu da Türk ve Türk devlet pilanın, kurdler üzerindeki stratejisinin bir parçası olduğu gerçeğini rafa kaldıriyor. Çünkü Türk saldırılarına karşı kurdleri koruyacak tek zırh ulusal bilinçtir, milli bilintir.

**

Normal toplumlarda devlet, toplumun en üst organıdır. Bir yönetim aygitidir. Demokrasi, cumhuriyet, teokrasi, mesruiyet, mutlakiyet, diktatörlük (fasist, askeri) vb. kavramlar da devleti yönetim tarzlarinin adidir. Uluslaşma sürecini izleyerek devletleşen uluslarda, bir devlet, dönem dönem bu yönetim tarzlarindan birinin tarziyla islev görebilir. Devletin karakterinde süreklilik arzeden özellikler icin siyasi dilde cesitli kavramlar var elbete. Ama bu kavramların hiç birinin “Türk milleti” ve  Türk devleti ve onun tarihsel sürecine uymadığını söylüyorum.

Türk devleti askeri bir yapılanmadır ve askeri sistemi esas alan bir işleve sahiptir. Diğer bütün kurumlar (parlemento-seçim, hukuk, yasa, üniversite, eğitim, polisiye yapılar, istihbarat vb.) bu sistemin hizmetindedir. Kırmızı kitapcıklarla devlet bürokrasisi iş görür. Nelerin tehlikeli olduğu, hangi alanların tehlikeli olduğu bu kitapcıklarda kırmızı çizgilerle belirtilmiş gizli talimatlardır. Bu kitapcıklar askeri uzmanların eliyle hazırlanır. “Devletin bekası” denilen olgunun sırrı bu kitaplardadır. Bugün elinde silah sokaklarda kurdleri kurşunlayanlar, bu kitapcıklara göre devletçe görevlendirilmiş, iş gören devlet tetikçileridir. Devleti için canını vermeye hazır Türk, devlet bütünselliğinin adıdır bu türk saldırıları. Bir evde kadın, çocuk 7 kurdü kurşuna dizdikten sonra hıncını alamayan, üzerlerine benzin dökerek yakan barbarlığın adıdır.

örnegin “sömürgeci devlet, anti-demokratik devlet Türkiye icin bu kavramlar dogrudur.” Denilebilir.

Kurdistan denilen topraklar; varlığı kabul edilmemiş, sınırları tesbit edilmemiş ve sömürge bile olmayan, sömürgecilikten de çok çok aşağıda, Türk Devleti için statüsüz, ganimet topraklardır. Kurd ulusu, varlığı resmi düzeyde kabul edilmeyen bir ulustur. Dolayisiyle bu denli barbar bir uygulamaya tabi tutulmuş topraklarda, alışılagelmiş kavramlar iş görmüyor. Kavramlar doğru kavramlar, ama bu denli aşağıda tutulan bir işgalın barbarlığına cevap olmiyor. Sömürgelerde yaşayan ulusların varlığı ve sömürge toprakların sınırları, coğrafik ismi inkar ve redde tabi tutulmamiş. Ne kara Afrika’da, ne Hindistan’da ve ne de arap topraklarında buna rastlayamazsınız. O halde Türk mileti ve Türk devletinin durumu özeldir ve özel kavramlarla izahata ihtiyacı var.

Bizim, hiç bir “olur mu” ya yer bırakmayacak şekilde, Kurd Milliyetçiliği”nin stratejik hedeflerini net olarak belirlememiz lazım. Türk millet-devlet ilişki ve kuruluş gerçeğine uymayan kavramlarla hareket ederek, strateji belirlersek, büyük  yanılgıya düşeriz.

Biz kimle, nasıl bir barbarlık ve yapılanma ile karşı karşiya olduğumuzu yerli yerine koyamazsak, hedeflerimizi karartmaktan ve ulusal bilincimizi edilgen bir yapıya sokarak, üretken siyaset yürütmeyi engellemiş oluruz. Bu gün Kurd milliyetçiliğinden öcü gibi korkanlar düşmanlarımız olması gerekirken, aydınımız, siyasetçimiz ve örgütler bu cevherden korkar olmuş. Oysa bizim ulusal bilincimiz ve bütünsellik teşkil edecek ulusal birliğimiz burdan geçer. Bizi bölgede kendi topraklarımız üzerinde devletleştirecek güç milli ruhtur. Her ulus gibi, kurdler de tarihsel dokusu gereği kendi toprakları üzerinde devlet olma hakkı ve talebidir. Bunun ne “ırkçılıkla, ne ilkellikle” ilgisi yok. Bu ulusun birliğinin panzehiridir.

Bugün PKK eliyle geliştirilen söylevler, kurdlerin ulus olarak kendi davalarından vazgeçmeyi, kendi ulusal topraklarından feragat etmeyi, kendi dil ve kültürlerinden vazgeçerek asimile olmayı ve devlete engre olup, bir türk olarak yaşamayı tercihten başka bir şey değildir. Düşmanımız bu gerçeği bildiği için bizi bir, bir, üç, üç ve on, on katlederek sindiriyor.

01.08.2021

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *