Umumi Savaş’ta Ermeni tehciri
Anatolya’nın eski yerleşik kavimlerinden olan Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde yer alan gayrimüslim unsurlardan biriydi. Batıdan yayılan milliyetçi fikirler, Kürdlerden önce Ermenileri harekete geçirmiş ve 1800’lerin son çeyreğinde milliyetçi Ermeni örgütleri kurulmuştu. Bu örgütlerin açık gizli mücadelesi ve diplomatik girişimleriyle, Ermeni meselesi, hem içerde hem de uluslararası platformlarda gündemin önemli konularından biriydi. “Ermeni meselesi, yakın şark meselesinden ayrı olmayan mühim bir meseledir. Berlin Anlaşmasından sonra birkaç kanlı safha geçirmiş, İngiliz, Rus ve Alman rekabeti arasında az-çok Ermeniler hırpalanmıştır. Avrupa diplomasisine aldandığından dolayı bu milletin uğradığı felaketler üzücüdür.”[1] 1895 ve 1909 olaylarından sonra, I. Dünya Savaşı başlayana kadar, Ermeni örgütleri ile dönemin imparatorluk yönetimini ellerinde tutan İttihat ve Terakki arasında genel hatlarıyla bir anlaşma söz konusuydu.
İttihat ve Terakki yönetimi, I. Dünya Savaş’ı başlamadan önce Ermeni Taşnak Komitesi liderleriyle Temmuz 1914’te Erzurum’da anlaşma sağlamak üzere bir toplantı yaparlar. Erzurum’da İttihatçılar ve Ermeni partileri arasında yürütülen görüşmelerin sonuçsuz kalması üzerine, başta İstanbul olmak üzere diğer vilayetlerde bulunan ve aralarında Kirkor Zohrab ile Vartkes Efendi gibi Ermeni milletvekilleri ve tanınmış Ermeni aydın, siyasetçi, tüccar, diğer ileri gelen şahsiyetlere karşı tutuklama operasyonları başlatılır. Ermeni partilerinin takibi ve önde gelen militanlarının etkisizleştirilmesi kararı alınarak, 6 Eylül 1914’te bir genel talimatla tüm vilayet ve sancaklara bildirilir.[2]
Bu gelişmeler karşısında, Ermeni guruplar da çeşitli bölgelerde harekete geçmeye başladı ve henüz Ruslar gelmeden önce Van merkezi zapt ederek Enver Paşa’nın damadı olan Vali Cevdet Beyi şehirden kaçmaya mecbur bırakmaları ve Müslüman halka eziyet etmeye başlamaları, savaşa doğru giden Osmanlının yönetimini elinde tutan İttihat ve Terakki erkanı içerisinde büyük bir heyecana sebep olmuş, Ermenilere karşı olan kin ve garazı artırmıştı. Bunun üzerine İttihat ve Terakki, bu meseleyi yeniden görüşmek ve değerlendirmek üzer genel merkezde sadece örgüt erkanının katıldığı bir dizi kapalı toplantılar yapalar. “İttihat ve Terakki ileri gelenleri, genel merkezlerinde yaptıkları gizli bir toplantı neticesinde, çoluk, çocuk demeyip, Ermenilerin bir ferdi kalmayıncaya kadar öldürülmelerine karar vermiş ve bu kararı yerine getirmeye “Teşkilat-ı Mahsusa” adı altında kopuk ve katil kimselerden oluşan çeteler kurup, idaresini Üçler İcra Komitesi adıyla Dr. Nazım, Dr. Bahattin Şâkir ve Maarif Nâzırı Şükrü’ye havale etmişlerdi.”[3]
Talat Paşa, Enver, Dr. Nazım, Dr. Bahattin Şakir, Cavid, Hasan Fehmi, Ağaoğlu Ahmet ve Kara Kemal gibi İttihatçı erkanın katıldığı bir toplantıda Dr. Nazım söz hakkı alarak, “Ermeniler şirpençe gibi öldürücü bir çıbandır. Şirpençe önemsiz bir sivilce zannedilir, sivilce halindeyken hazık (usta) bir operatör tarafından neşter ile kesilip kökünden temizlenmezse muhakkak öldürür. İcraat hem de kati icraat ister. Bu mecliste defalarca söylediğim gibi tekrar söylüyorum. Bu umumi temizleme hareketi kesin bir şekilde yapılmayacaksa fayda yerine zarar vereceği muhakkaktır. Ermenileri kökünden kazımak, memleketimizde bir tanesini bile bırakmamak, Ermeni ismini unutturmak lazımdır. Harp içindeyiz, bundan daha iyi bir fırsat bulunamaz. Büyük devletlerin müdahalesi, dünya basınının yaygarası gibi düşünceler de geçerli değildir. Olsa bile mesele bir emr-i vâki halini alır ve biter. Bu seferki teklifim kesin ve kat’i bir imha ameliyesidir. Ermenilerin bir ferdi bırakılmamak şartıyla imhaları lazımdır.”[4] Bu tartışmalar esnasında Maliye Nazırlığı da yapmış olan Mehmed Cavid Bey söz alarak, “Ermenilerin tek bir ferdi bırakılmamak şartıyla imha edilmeleri acil bir ihtiyaç olduğu gibi, Türkün ekonomik hâkimiyeti ele geçirmesi için lazım gelen tedbire de müracaat edilsin. Talat’ın emri üzerine reyler toplandı. Tasnif olundu. Neticede bir ferdi kalmamak üzere Ermenilerin imhalarında oy birliği olduğu anlaşılmıştı.”[5] Yukarıda da belirtildiği gibi “Ermenilerin bir ferdi kalmamak üzere” topyekün imha kararıyla birlikte, ekonominin de “Türkün hakimiyeti” altına girmesi için, “emval-i metruke” denilen Ermeni mallarının da Müslümanlara dağıtımını hedeflemiştir. Bu amaçla bir komisyon kurulur ve aynı zamanda komisyonun vilayet şubeleri oluşturulur. “Emval-i metruke”nin dağıtım işi, tamamen İttihat ve Terakki’nin kontrolünde olmuş.
Cemiyet merkezinde oybirliğiyle alınan karara resmi bir boyut kazandırmak için, 14 Mayıs 1331 (1915) tarihinde aşağıdaki kanun metni çıkarılmıştır.
“Madde 1: Savaş zamanında ordu ve kolordu kumandanları ve bunların vekilleri ve müstakil mevki kumandanları, ahali tarafından herhangi bir şekilde hükümet emrine, memleket müdafaasına, asayişe dönük çalışma ve tertibata karşı muhalif ve silahla tecavüz ve mukavemet görülürse derhal askeri kuvvetler ile şiddetli şekilde cezalandırmaya, tecavüz ve mukavemeti kökünden imha etmeye izinli ve mecburdur.
Madde 2: Ordu, müstakil kolordu ve alay kumandanları askeri icaplara uyan veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri köy ve kasaba ahalisini tek tek veya hepsini birden diğer yerlere sevk ve iskân ettirebilir.
Madde 3: İş bu kanun metni neşir tarihinden sonra geçerlidir. 13 Recep 1333”[6]
Nihayetinde tüm Ermeni siyasi parti ve cemiyetlerini hedef alan operasyon, 24 Nisan 1915’te gece yarısı başlatılır. Tehcir yerleri üç bölgeye ayrılmıştı ve bunlar içerisinde en kritik olan birinci bölge Erzurum’dan Bahaddin Şakir sorumluydu. Savaş başladıktan yaklaşık 5-6 ay sonra Dr. Bahattin Şakir, Dr. Nazım ve Maarif Vekili Şükrü’den oluşan ve “üçler icra komitesi” olarak bilinen İttihatçı liderler, Teşkilat-ı Mahsusa ismi altında hapishanelerden topladıkları katil ve kuteladan çeteler kurdular. Çıkartılan tehcir kanununa dayanarak, gruplar halinde resmi zaptiyeler tarafından yerleşim yerlerinden çıkarılıp Deyr-i Zor Sancağı gibi geçici ikamet yerlerine doğru yola çıkartılan sivil Ermeni grupları, bir müddet sonra tenha mevkilerde çetelere teslim edilerek çoluk-çocuk, kadın-erkek, ihtiyar-sakat demeden son ferdine kadar katl ve imha ediliyordu.
Ermeni tehcir, İttihat ve Terakki iktidarının önceden kendi içinde yoğun bir biçimde tartışarak aldığı planlı bir bütün olarak yok etme kararı olduğu anlaşılmaktadır. Bu kararla, çeşitli vesilelerle iç bölgelere iskân edilecek olanlar ile sevk edilemeyecek kadar hasta, sakat, ihtiyarlar ile kimsesiz fakir kadınlar ve çocuklar vilayet dahilinde Türk köylerine dağıtılarak iskân edilecektir. “Anadolu’da kalmasına izin verilen Ermenilerin hiçbir mahalde nüfusun %5’ini geçmemesi” gerekiyordu. Böylece Ermeniler yüzlerce yıllık yerleşik oldukları toraklarından sökülerek ana merkezi Deyr-i Zor Sancağı olmak üzere diğer yakın bölgelere sürülmüşler. Bu kararın uygulaması sürecinde, telafisi mümkün olmayan insanlık dışı çok vahim sonuçlar meydana gelmiş. “Böylece, “tehcir”in bir araç ya da “yeniden iskân” olarak değerlendirilecek kadar sıradan olmadığı, aksine merkezi iktidarın sorunun “kati bir surette çözümü” için aldığı siyasi bir karar olduğu ve bu kararın “insanlığa karşı suç” değerlendirilebilecek vehamette olduğu görülmüştür.[7]
(Devam edecek.)