İbrahim GÜÇLÜ
(ibrah,mguclu21@gmail.com)
Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD)’in Ortadoğu’da bir İslam Devleti kurmak için harekete geçmesi, 1916’da hayata geçen Sykes-Picot Antlaşmasının Ortadoğu’da yarattığı suni sınırların ve suni kurulan devletleri ortadan kaldırmak; 22 Arap Devletinin tekleşmesini sağlamak olarak ilk planda çarpıcı bir şekilde algılanmaktadır. Oysa bu algı genel olarak doğru olsa bile, tümüyle doğru değildir.
IŞİD’in hedefi, bir Birleşik Arap Devleti kurmak değildir. IŞİD’in amacı, Birleşik Bir İslam Devleti kurmaktır. Bu birleşik İslam devleti de, tüm İslamların değil, suni Müslümanların devletidir. Ayrıca tüm suni Müslümanların değil, selefi Müslümanların devletini kurmak istiyor.
Bu devlet konseptinde, sadece Arapların devleti yok. Bütün Müslüman suni ve selefiliği benimseyen farklı milletlerin devleti. Bu devlet de, ulusların aktör ve sosyolojik olarak bir değeri yoktur. Bütün milletlerin ulusal değerlerini, Müslümanlık, selefi suni Müslümanlık potasında eritmeyi, eritemiyorsa tasfiye ve yok etmeyi amaçlamaktadır.
IŞİD bundan dolayıdır ki, Kürtlere karşı savaşıyor, Kürtlerin Kürdistan’ın Güneyinde ve Batısında devlet kurmasını engellemeye çalışıyor.
Bu nedenle IŞİD, Sykes – Picot Antlaşmasını ortadan kaldırmıyor.
Sykes-Picot Antlaşmasının yarattığı stratejik bir anlayış, bir ruh var. IŞİD, o stratejik anlayışa ve ruha uygun hareket ediyor. Kendisince yeni sınırlar çiziyor.
Bu sınırları çizmesinin de uzun vadede olanaklı olmadığı ortada.
IŞİD’e karşı bütün dünyanın birleşmiş olması bunun en somut delilidir.
*****
Kürtlerin devlet kurması için zaman çoktan geçmiştir. Kürtlerin devletleşmesi tarihsel anlamda geç kalmış bir olaydır. Buna rağmen, Kürdistan’ın Güneyinde Bağımsız Devlet kuruluşu somut bir projeye dönüşmüş durumda.
Hem bütün Kürtditsan’da ve hem de Kürdistan’ın Güney parçasının devletleşmesi konusunda, bütünlüklü değil, parçalı bir yaklaşım var.
Kürdistan’ın Güneyinde, YNK, GORAN, İslami ve ideolojik partiler devletleşmeye karşılar.
Kürdistan’ın Kuzeyinde PKK/HDP, Kürdistan’ın Batısında PKK/PYD, Kürdistan’ın Doğusunda PKK/PJAK, Kürtlerin devletleşmesine karşılar. Kürtlerin devlet olmaması için mücadele ediyorlar. Sömürgeci devletlerin Kürtlerin devletleşmesini engellemesi için, onlara yol gösteriyorlar, strateji belirliyorlar. Sömürgeci Devletler birlikte Kürtlerin devlet olmasını engellenmek için mücadele etmeye hazır olduklarını açıkça ifade ediyorlar.
Onların dışındaki Kürtler, Kürdistan Devletinin kuruluşunu destekliyorlar.
Bulunduğumuz aşamada, Kürdistan’da Devlet kurmanın liderliğini Kürdistan Federe Devlet Başkanı Mesut Barzani, KDP ve onun müttefikleri yapıyorlar.
Kürtlerin devlet isteyen partileri, örgütleri, kurumları, toplumsal kesimleri süreci, doğru okuyorlar. Buna göre de hareket etmeye çalışıyorlar. Bu nedenle bu kesimin, çabalarını yoğunlaştırmaları gerekir.
Diğerleri de PKK ve yandaşlarıdırlar. Onların islah olması görünmüyor. Onların kitle tabanının konuyla ilgili aydınlatılması bir görev olarak orta yerde durmaktadır.
******
Bence Türk Devleti’nin “Güney Kürdistan’a saldırısı” tanımı yerinde bir tanım değildir. Böyle bir tanım yapıldığı zaman, PKK’ya yönelik operasyonlar, Güney Kürdistan’a yönelik operasyonlarla özdeşleştirmek anlamına gelir. Bu doğru değildir.
Bugünkü koşullarda, Sömürgeci Türk Devleti’nin, Güney Kürdistan’a saldırması, çıkarlarına uygun değildir.
Yine bu aşamada Sömürgeci Türk Devleti Kürdistan Federe Devleti ile stratejik siyasi ve ekonomik çıkarlara sahip. Bilindiği gibi Sömürgeci Türk Devleti Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan, “Kürtlerin Irak’ta devlet olması Irak’ın bir iç sorunudur. Bu nedenle Kürtlerin devlet olmaya karar vermeleri halinde Kürtlerin Devleti bizim için sorun olmaz” diye açıklama yaptı.
Cumhurbaşkanı’nın bu açıklaması, Kürdistan’ın Güney’inde PKK üssüne ve kamplarına yönelik hava operasyonlarından sonra Başbakanın yaptığı açıklamalardan ortaya çıkan kesin bir durum var ki, Sömürgeci Türk Devleti Kürdistan Federe Devleti’ne değil, PKK üssüne ve kamplarına yönelik bir operasyon içindeler.
PKK ise, başından beri Sömürgeci Türk Devleti’nin bir projesi olarak ulusal mücadele hayatımıza ve sosyal yaşamımıza girdi.
Sömürgeci Türk Devleti, PKK ile içeriden kendisi için bir güç yaratmak, Kürt ulusal hareketini provoke etmek, Kürt siyasal ve toplumsal ulusal güçleri kontrol etmek, Kürtlerin devlet olmasını engellemek için bir proje olarak yapılandırdı.
PKK daha sonra diğer sömürgeci devletlerle (İran, Irak, Suriye) ilişki kurarak kendisine özerk bir alan yaratırken, bütün sömürgeci devletlerin bir projesi haline geldi. Ve onların hesaplarına ve çıkarlarına uygun hareket etmeye başladılar.
Bu durum, bir yandan Türk Devleti derin güçleriyle, diğer yandan da diğer devletlerle hareket ettiler. Bulunduğumuz aşamada da PKK, bu statüsünü güçlendirerek devam ettiriyor.
PKK, Kürdistan’ın Güney’inde işgalci ve hukuk dışı bir güç olarak var oldu. Güney Kürdistan’da KDP ve YNK ile savaştı. Bu çatışmalar sonucu birçok Kürt insanı ve savaşçısı katledildi.
PKK’nın Kürdistan’ın Güneyindeki güçlerle, diğer parçalardaki yurtsever güç ve örgütlerle çatışması, onları tasfiye ederek Kürdistan’ın bütün parçalarında egemen, hegemon olma, kendi ideolojik, parti ve lider diktatörlüğünü kurmak ve yapılandırmak içindir.
PKK, bu aşamada da bu amacından vazgeçmiş değil. Bu amacını gerçekleştirmek için de, Kürdistan’ın Güneyinde Kürdistan Başkanı ve KDP ile düşmanca bir mücadele sürdürmekte. Taktik olarak bugün YNK ve GORAN Hareketine dost görünse de esasından onlara düşman, ileride tasfiye etmesine çalışacağı güçlerdir.
Bu aşamada. Kürdistan Başkanına ve KDP’ye düşmanlığını, Kürt ulus devletine karşı olmakla meşru hale getirmeye çalışmaktadır.
PKK, uzun yıllardır Kürdistan Federe Devletini yıkmak için çalışmaktadır. Kürdistan Federe Devletini yıkmak için de onu 2. İsrail Devleti ilan ederek şeytanlaştırmakta ve düşmanlarını çoğaltmaya gayret göstermektedir.
PYD ve PJAK da PKK’nın birer aparatları, İran ve Suriye Devletlerininin çıkarlarına hizmet etmekte, Kürdistan ulusa örgüt ve partilerini tasfiye etmeye çalışmaktadırlar.
Özellikle PYD tam anlamıyla bir Suriye örgütü ve aparatı olarak hareket etmekte ve Kürdistan’ın Batısında bir diktatörlük kurmuş durumda. Kürdistan örgüt ve partilerine hayat hakkı tanımıyor. Halk ve Kürt yurtseverleri üzerinde terör estiriyor. Öldürüyor ve tutukluyor.
Sömürgeci Türk Devleti, Kürtlerin en başta egemenlik ve iktidar hakkı olmak üzere kolektif haklarını tanımaya hazır değiller.
******
Sömürgeci Türk Devleti, bu koşullarda Kürdistan’nın Güneyindeki PKK kamplarına operasyon yapıyor. Kürdistan’ın Batısında “Güvenlik Bölgesi” gibi girişimlerde bulunuyor,
Kürdistanlılar bu gerçekleri görerek hareket etmelidirler.
Sömürgeci Türk Devleti’nin, Kürtlere yönelik hiçbir hareketi, kabul edilemez ve meşru görülemez. Sömürgeci Türk Devleti’nin işgalci ve sömürgeci statüsüne karşı mücadele etmek milli ve müşterek bir görevdir. Bu hareket ve uygulamalara karşı birlikte mücadele etmek bir ulusal çıkarlarımızın da bire gereğidir.
Bununla birlikte, PKK’nın Kürdistan örgütü olarak hareket etmediği ve Kürdistan örgütü olarak davranmadığı gerçeği de görülerek, PKK’ya karşı ortak bir siyasi strateji de tayin edilmelidir.
Bu nedenle sorun, sıradan bir tepki sorunu değil. Kürtlerin kalıcı bir ulusal strateji tespit ederek bunu hayata geçirmesi gerekir.
*****
Başından beri yanlış bir tespit var. Bu yanlış tespit, Kürt milletinin sorununun bir barış sorunu olarak tespit edilmesidir.
Oysa Kürt millet sorunu, kendi kaderini kendi iradesiyle tayin etmesi, en azından federal statüde egemenlik ve iktidarının Kürdistan’da sağlanmasıdır. Federal sistemin olmaması halinde, Kürtlerin bağımsız devlet olmasıdır. Ondan sonra da hangi milletle konfederal bir devlet olacağına karar vermesidir.
Eğer bu çerçevede Sömürgeci Türk Devletiyle Kürtler bir anlaşma yapacaksa, bu konuda temsilci PKK olmayacak. Kürtlerin gerçek siyasi temsilcileri ulusal güçler olacak.
******
BU AŞAMADA OLUP BİTEN GELİŞMELERİN HİÇBİRİ, KÜRT VE TÜRK HALKLARININ ÇIKARLARINI TEMSİL ETMİYORLAR…
AK Parti hükümeti, 2013 yılında Öcalan’ı Kemalist derin devlet güçlerinden kopardılar ve yanlarına çektiler.
Öcalan’la Kürt meselesini kendi normlarınca, kendi çerçeve anlayuşlarıyla çözeceklerini; bütün parçalardaki, özellikle de Güney Yani KürdistanFedere Devlet ve Batı Kürdistan sorununuda Öcalan’la kontrol edeceğini, bunun yanında da PKK’yi de silahlandıracağının hesaplarını yaptı.
Öcalan’da bu konularda önemli sözler verdi. Ama O da PKK’nın silahsızlanmasının olanaksız olduğunu, silahsız PKK’nın bir kıymete sahip olmadığını biliyordu.
Ayrıca silahsız bir PKK’nın kendisi için de tehlike olduğunu, PKK’nın silahlı olması halinde devletin kendisine değer vermeyeceğini biliyordu.
Ayrıca PKK’nın silahlanmasının sadece PKK yönetimine de bağlı olmadığını, PKK’ya destek veren devletlerin iradesinin önemli ve hatta tayin edici olduğunu en iyi o biliyordu.
Bu çok bilinmeyenli ve karmaşık bir denklemle “Çözüm Süreci” denilen hikaye başladı.
Böylece karşılıklı bir oyun başladı.
Öcalan, 2013 Newrozunda silahlı mücadele döneminin son bulduğunu açıkladı. Bu açıklamaya bağlı olarak PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakacağı umudunu aşıladı ve sundu.
Ama boş ve kandırmaca bir umuttu.
Zaman içinde PKK’nın silah bırakmayacağı kesinlikle anlaşıldı. Bu aşamadan sonra, silahlı PKK’nın Türkiye’den uzak durmasına yatırım yapıldı.
Hükümetinde Kürt milletinin temel grupsal ve kolektif haklarını teslim etme kapasitesinde olmadığı açığa çıktı.
Hükümet sadece Kürtlerin bireysel hakları çerçevesinde adımlar attı. PKK, hükümetin bu yaklaşımını silahlı yapısının gerekçesi yaptı.
Sözün özü: İki cambaz bir ipte oynamaya başladı.
İki canbaz bir ipte oynarken, her iki taraf da kendilerini güçlendirmesi için plan, manevra ve hesaplar yaptılar.
“Çözüm Sürecinde de” ilerleme olsun diye de hükümet PKK’nın yaptıklarına ses çıkarmadı ve hayati müdahalelerde bulunmadı. Hükümetin bu siyaseti hem PKK’nın meşruiyeti alanını genişletti ve hem de kitle tabanının genişlemesini sağladı.
Hükümet legal siyaset alanında da HDP’nin kendisine müttefik olacağını düşünürken, PKK, Kemalist güçlerle, CHP, Ak Partiye karşı olan liberal solcular, Aydın Doğan Grubu, hükümetin düşman ilan ettiği Gülen hareketiyle içli dışlı oldu.
7 Haziran genel seçimlerinde AK Partiyi yıkmak isteyenler kendileri tarafından bunu yapamayacağını biliyordu. HDP’nin barajı aşması halinde Ak Partinin tek başına hükümet olmasını engelleyeceğini çok iyi biliyorlardı.
Bu nedenle HDP Truva atı haline getirildi.
AK Parti karşıtları planlarında başarılı oldular. HDP eliyle AK Partiye karşı darbe yaptılar.
Bu güçler, HDP’yi destekleme konusunda garanti de aldılar. Bu en önemli göstergesi ve sözü de, “Seni Başkan Yapmayacağız” açıklaması oldu.
Genel seçimlerden sonra bu gerçekler açığa çıktı. PKK ve HDP’den yar olmayacağı AK Parti için kesin bir görüş oldu.
Bu nedenle Ak Parti HDP’yi koalisyon görüşmeleri dışında tuttu.
Bununla HDP’Yİ cezalandırmanın ilk adımını attı. HDP de bunu bildiği için, zaman içinde yalpalasa bile AK Parti ile koalisyon ve ortak hükümet yapmayacağını açıkladı.
AK Parti düşmanlığını, CHP VE MHP başbakanlığındaki hükümete kayıtsuz şartsız destek olacağını açıklamakla tam anlamıyla ortaya koydu.
Ben genel seçimlerden sonra AK Partinin HDP’yi ve PKK’yi cezalandıracağını yazdım ve bir iki televizyon programında açıkladım.
Son gelişmeler, AK PARTİ HÜKÜMETİNİN, PKK’NIN SİLAH BIRAKMAYACAĞINA KESİN KARAR VERMESİNDEN SONRA ASKERİ OLARAK PKK’Yİ ZAYIFLATMAK VE TEHLİKE OLMAKTAN ÇIKARMAK İÇİN YAPTIĞI BİR OPERASYONDUR.
PKK DE SAVAŞ İLAN ETMİŞTİ. BU DA ÖNEMLİ GEREKÇE OLDU. PKK’DA SİLAH BIRAKMANIN GEREKÇELERİNİ YARATTI.
HEM HÜKÜMETİN VE HEM DE PKK’NIN YAPTIKLARI, KÜRT VE TÜRK HALKLARININ ÇIKARINA UYGUN OLMADIĞI TARTIŞMASIZ.
Amed, 30 Temmuz 2015