Kutsal metinlerin tarihsel-arkeolojik-kültürel kaynakları konusu vahiy meselesini yeniden tartıştırdığı için sorunlu bir alandır. Kuran-Tevrat-İncil-Avesta böyle diyorsa böyledir diyenler ile akıl ve nesnel bilgiyi temel alanların kapışması hiç bitmeyecek olsa da bu metinlerin birbirini destekleyen, birbirinin önünü açan tarafları da vardır. Nuh, tufan ve gemi meselesi bu alanın en çok tartışılan konularından biridir ve Nuh’un kim olduğu, tufanın hangi zamanda gerçekleştiği ve eğer varsa geminin nereye indiği her zaman büyük bir merakın konusu olmuştur.
Israe͏̈l Joseph Benjamin, Doğu’da Beş Yıllık Gezi (1846-1851) adlı metninde Kürtlerin o tarihlerde yılda üç kez Ararat Dağı’nın zirvesine tırmandığını ve burada ibadet ederek insanlığı taşıyan geminin anısına saygı gösterisinde bulunduklarını aktarıyor. Ne var ki Benjamin, günümüzde Cudi olarak bildiğimiz yerden bir yanlışa mahal vermeden Ararath olarak bahsediyor. Yazar detaylı olarak konum bilgileri veriyor ve bu dağın Zaxo’dan 4 fersah (bir fersah 5-6 kilometredir) uzakta olduğunu söylüyor. Basil Nikitin’in de bölümler aktardığı bu metin kafa karışıklığının giderilmesi için iyi bir örnektir.
Benjamin’in bu dağa Ararath demesinin sebebi Kutsal Kitap’taki Kalde geleneği ile ilgilidir. Tufan olayı onlardan alınmış ve yeniden yazılmıştır. Yaratılış 8:4’te “Gemi yedinci ayın on yedinci gününde Ararat dağlarına oturdu” diyor. Yani bahsedilen tek bir dağ değil, dağlar silsilesi yahut bir ülkenin dağlarına verilen genel bir isimdir. Yeşeya, II. Krallar Kitabı ve Yeremya’da ise Ararat bir ülke, bir krallık adı olarak geçiyor. Anlaşılan o ki Tevrat’ın Ararat dağları demesinin sebebi Urartu İmparatorluğu’nun (M.Ö 8-7. yüzyıl; Kürt kaynaklarında Xaldî İmparatorluğu) sınırlarıyla ilgilidir. Bu sınırlar güncel Kürdistan haritalarındaki gibi güneydoğuda Zagros dağlarını içine alır ve bu silsileyi takip ederek batıda Akdeniz’e ulaşır. Batlamyus, henüz 2. yüzyılda Coğrafya adlı yapıtında bu dağlara Kürt Dağları diyor. Tevrat’ın Süryanice çevirilerine bakıldığında ise durum çok daha net ortaya çıkıyor; Yaratılış 8:4’te geçen Ararat dağları ifadesi Tûrê Kardû (Kürt Dağları) olarak tercüme edilmiş. Yani özellikle 10. yüzyıl Ermeni kaynaklarında yoğunlaştığı gibi Ararat dağları / dağı, Ağrı Dağı (Ermenice Büyük ve Küçük Masis Dağı) değildir.
Kuran ise Nuh’un gemisinin Cudi’ye oturduğunu söyler. Hud Suresi’nin 44. ayetinde bir dağdan bahsedilmez; ama Cudi’nin ismi verilir. Oysa Arap kaynaklarında 8. yüzyıla kadar bugün Cudi Dağı dediğimiz dağın ismi, tıpkı Akad, Asur ve Babil belgelerinde geçtiği gibi, Nippur / Nissir Dağı ve daha sonrasında ise Kürtçe hali olan Zerkarî Dağı olarak geçer. Yani gemi aslında Kuran’a göre de günümüzde Cudi dediğimiz dağa inmemiştir. Fakat 9. yüzyıl ve sonrasındaki kaynaklar ısrarla BaKarda (Kardu) ülkesindeki Cudi Dağı’nı işaret ederler. Bu dönemin siyasal kaygılarıyla ilgili olsa gerek.
Ephraim Avigdor Speiser’in Mezopotamyalıların Kökeni kitabı şüpheye yer vermeyecek şekilde Gutilerin Kürt olduğu tezini ortaya koyar ve Guti adının Kuti, Cuti, Cudi, Curti, Gurdi, Kurdi gibi çeşitli telaffuzlarına değinir. Arapça’da G harfi olmadığı ve bu harfin C’ye dönüştüğü de göz önüne alınırsa Kuran’ın da Cudi ismiyle tıpkı Tevrat’taki gibi bir dağdan değil Kürdistan’dan veya bu ülkedeki dağlardan bahsettiği görülür. Nitekim Sümer, Akad ve Asur belgelerinde zaman zaman daralsa da Gudium olarak geçen ülkenin sınırları, Susa ile Qarqamiş arasındaki dağ silsilesini takip eder. Yani o zamanki Kürt ülkesi de Zagroslardan günümüzdeki Güneydoğu Torosları’na kadar olan alanı kapsar.
Êzidîlerin kutsal mekanı Laleş, Duhok’a bağlı Şêxan ilçesine 10 km. uzaklıktadır. Laleş’in avulusunda, giriş kapısının sağında sizi siyah bir yılan kabartması karşılar. Bunun Nuh’un gemisindeki deliği kendi bedeniyle veya başıyla kapattığı söylenen ve daha sonra Nuh’a rehberlik eden yılan olduğu söylenir. Yılan Nuh ve kavmine yol göstererek onları dağdan indirmiş ve Laleş Vadisi’ne getirerek ilk ziyaretin nereye yapılacağını göstermiştir. Yapı tamamlandığında da duvara tırmanmış ve orada kalmıştır. Bugün Kürdistan’da adına “ziyarat” denilen bütün tapınaklar (yani Ziqurrat) “Marê Reş / Marê Ocêx” denilen bir siyah yılana sahiptir. İşte o yılanların tümünün Laleş’teki bu yılanın yavruları olduğu ve ziyaretleri koruduğuna inanılır. Ne var ki mesele sadece bir efsane değildir.
Kürdistan Gezisi’ni 1910 yılında yayınlayan B. Dickson buradan geçtiği bilgilerde, Nuh’un, gemisini Ayn Spina adlı bir Kürt köyünde inşa ettiğine ve geminin Sincar / Şîngar / Şengal Dağı’na doğru yol aldığına inanıldığını söylüyor. Ayn Spina bize Arapça’da gemi anlamına gelen Safina (سفينة) kelimesini çağrıştırıyor. Arapça’daki bu kelime Aramice’den alınmıştır ki Saphina; kesilmiş tahta levha anlamına geliyor. O da köklerini Akadca’daki Sapuna kelimesinden alıyor ve anlamı “düzgün biçimde bir tahtayı kesmek, düzeltmek.”
Sefine kelimesinin anlamı bize yeni bir kapı açıyor çünkü Güney Kürdistan’daki en önemli dağ silsilelerinden bir tanesinin ismi Sefîn’dir. Kuzeybatıda Daraşakran dolaylarından başlayıp Erbil’in kuzeyinden Koyê’ye kadar uzanan bu sıradağlara da Nuh’un gemisinin indiğine inanılıyor. Sefin dağlarının karşıtı olan Rewanduz Dağları ve en yüksek noktası olan Korek Dağı’nda ise bugün bile büyük bir gemi maketi bulunuyor. Bu dağlar ise Laleş’in kuzeyinden geçen Garê Dağları’na kadar uzanıyor.
Talmud’da şunlar yazılıdır: “Kral Sennacherib (Sanherib) Asur’a döndükten sonra bir tahta bulmuş ve ona bir put olarak tapmıştı, çünkü o tahta Nuh’u tufandan kurtaran geminin bir parçasıydı. Sennacherib puta dua etmiş ve bir sonraki seferinde başarılı olması durumunda oğullarını puta kurban edeceğine yemin etmişti. Ancak onun bu yeminini duyan oğulları, babalarını öldürüp Kardu’ya kaçtılar…” Anlaşılan o ki sadece tufanın hikâyesi değil geminin enkazı da daha sonra kutsal bir nesneye dönüştürülmüş, hatta put yapılarak tapılmış.
Öyle ki Talmud’tan binlerce yıl sonra Israe͏̈l Joseph Benjamin kitabında Kürdistan’daki kimi kiliselerde ve şeyh evlerinde bu gemiden tahta parçaları olduğunu, Şeyhlerin kendi kutsallıklarının ve soyluluklarını bu tahtalarla ispat etmeye çalıştıklarını aktarıyor. Irak’ın Arap kaynaklarında bugün Kürtlerin Şêxan (Şeyhan – Şeyhler) dediği ve Laleş’in bulunduğu ilçenin ismi Sefina’dır ki burası ismini yukarıda bahsettiğim Ayn Spina’dan alır. Özellikle Kürdistan’ın kuzeyindeki ve bugün Hz. Muhammed’in torunu olduğunu söyleyen şeyh-seyid ailelerinin, örneğin Urfa’daki Şeyhan aşiretinin, bu mıntıkadan yayıldığını biliyoruz.
Sir Leonard Woolley ve ekibinin yaptığı kazılardan çıkardığı tabletlerden, özellikle de 1932’de çıkarılan tablette geçen krallar listesinden Nuh’un M.Ö 2700’lerde yaşamış Sümer Kralı Utnapiştim olduğunu biliyoruz. Utnapiştim, er krallar listesinin onuncu sırasında yer alıyor ve Yahudi-İslam kaynaklarına göre de Nuh, Adem’den sonra onuncu sıradaki peygamberdir. Bu listedeki 7. kral ise Enok’tur; yani dinsel kaynaklarda geçen İdris; ilk kez kalem ile yazı yazmıştır. Yazının icadı da aynı döneme denk gelmektedir…
Nuh’un tufanı bir yazıya sığdırılamaz ama Kürdistan’ı dolaşırken dağların yüceliği ve bu bilgiler ışında kafamda durmadan şöyle bir soru dönüyor: Dünya siyasetinde sular yeniden yükselirken yeni bir Nuh bizi kurtuluşa götürecek mi? Kürdistanlıları bu yeni dönemde boğulmaktan kurtaracak gemi hazır mı?