Kürtleri kurban olmaya zorlamak!

Kürtleri kurban olmaya zorlamak!

    

 

Yahya Munis

yahyamunis@hotmail.com

 

Bilindiği gibi bu günlerde Orta Doğu’nun, Türkiye ve Kürtlerin gündem maddelerinden birincisi Irak’ta kurulacak bağımsız Kürt devletidir. Bununla ilgili yığınla TV programı, medyada makale ve sosyal medya platformlarında tartışmalar başını alıp gidiyor. 

Tüm dünyadaki Kürtlerin birinci gündem konusu da budur. Yani demem o ki siyaset ve medya takipçisi  Kürtler tüm meseleleri bir kenara itip bu konuya odaklanmış durumdalar.

Ak Parti hükümetinin bu konuda değişmiş olan hasmane tavrı Kürt dünyasında büyük tepkiyle karşılanmaktadır. İçlerinden biri olarak benim gibiler de, Ak Parti için tahribattan başka, zerre kadar getirisi olmayan bu tavırdan dolayı mahcubiyet ve şaşkınlık içerisindedirler.  

Dine ve dindarlara muhalif olanların, Ak Partinin bu kabul edilemez, yarar getirmez ve zerre kadar isteklerine yönelik getirisi olmayacağı gibi sonuç vermez bu tavrını dine, dindarlığa mal etmeleri de işin cabası. Bu durum dindar Kürtlere ciddi ve taşınmaz bir yük getirmiş olup, bu kesimi toplumsal yaşamda ciddi sıkıntıya da maruz bırakacak gibi görünüyor. 

Eğer Kürt halkının hakları söz konusu olduğunda , “dindar Türkler” Kemalistlerle aynı safta yer alabiliyorsa, tüm Kürtler ve özellikle dindar Kürtler için sözün bittiği yere gelinmiş demektir. 

Bu tavırlarıyla dindar Türkler, Kürtleri kaybetmekle kalmazlar, dindarlıklarıyla mücessem olan Kürtleri din-karşıtlarının kucağına itip anti-İslam bir kulvara da sevk etmiş olurlar. Bu vebalın altında kalkmak mümkün olmayacağı gibi, Cenabı Allah yolunda olduğunu sanan bu kesim, bu hareketleriyle Cenabı Allah’ın düsturunu, yanlışlıklarına, ırki çıkarlarına alet etmiş, Cenabı Allah adını ve yolunu istismar ettikleri için de Cenabı Allah’tan ciddi bir sille de yiyebilirler. Kaldı ki, Ak Partinin ve dindar Türklerin bu tavırlarının dünyevi maslahatları için de zerre kadar bir getirisi olamayacağı aşikardır. Hamasetçe üzerinde titredikleri değerler için de büyük bir felaket getirisi olabilir. Bildiğimiz gibi koskoca Osmanlı imparatorluğu’nun ve (eksikleriyle beraber) bu kurumun şahsında mücessemleşmiş bulunan İslam birliğinin yıkılışı, bu tür süfli siyasetin neticesinde cereyan etti. 

Türkiye için bu tarz siyaset, 35 yılın pratiğiyle göstermiştir ki, PKK ve yandaşlarının güçlenmesinden başka hiç bir sonuç doğurmamıştır.

Takip ettiğim kadarıyla başta Sn. Erdoğan olmak üzere, dindar Türkler işin vahametinin farkına varmadığı için (sanki dünyayı kendileri yönlendiriyormuş gibi mütekebbir bir havayla) sabah akşam hamasi beyanatlarda bulunuyorlar.  

Zaten hep şunu düşünmüşümdür, devletin ve dindar Türklerin bu Kürt-karşıtı tavırları yani her halükarda o meşhur meseldeki gibi “Kürt anasını görmesin yeter” tavırları olmasaydı PKK gibi  her yönüyle Kürt milletinin dinine, imanına, fıtratına, sosyal ve toplumsal yapısına 180 derece zıt bir yapının Kürtler nezdinde bu kadar yer ve taraftar bulamazdı.

Ak Parti siyasetinin ideolojik ve stratejik mutfağının öndeki kadrolarından, Sn. Erdoğan’ın  düşünce ortaklarından ve konuşma metnini hazırlayan kadroların önde gelenlerinden olan Sn. Aydın Ünal’ın bu konuyla ilgili Yenişafak Gazetesi  31.08.2017 tarihli aşağıda yer alan makalesini insan okuduğu zaman bu gruptaki (üstelik bizi yöneten) siyasetçilerin nasıl bir dünyada yaşadıklarını, yanlışlıklarını ve çelişkilerini nasılda insanların akıllarıyla alay edercesine, minnetsiz ve üstten bakar bir eda ile insanlara kabul ettirmeye çalıştıklarını insan hayret içerisinde müşahede ediyor.

Örnek olarak Sn. Ünal; 

“İngilizler dünyanın neresinde sınır çizdilerse, son derece kasıtlı olarak, kardeşleri, akrabaları, milletleri birbirinden ayıracak, ya da taraflar arasında çatışma çıkaracak şekilde çizdiler. İttifakları engellemek, çatışmaları körüklemek, Batı medeniyetinin güvenliği için önemliydi.”

“1. Dünya Savaşı sonrasında Kürtlerin yaşadığı bölge 3 ülkeye dağıtıldı: Türkiye, Irak ve Suriye. İran’la birlikte Kürtler 4 ülkeye bölünmüş oldu.”

“İran, Irak ve Suriye’de Kürtler çok ağır zulümlere, hatta zaman zaman soykırım girişimlerine maruz kaldılar” diyor.

Adama sormazlar mı? Madem ki “Emperyalistler bu sınırları son derece kasıtlı olarak, kardeşleri, akrabaları, milletleri birbirinden ayıracak, ya da taraflar arasında çatışma çıkaracak şekilde çizdiler. İttifakları engellemek, çatışmaları körüklemek, Batı medeniyetinin güvenliği için çizdilerse.”ise

“1. Dünya Savaşı sonrasında Kürtlerin yaşadığı bölge 3 ülkeye dağıtıldı: Türkiye, Irak ve Suriye. İran’la birlikte Kürtler 4 ülkeye bölünmüş oldu.”

“İran, Irak ve Suriye’de Kürtler çok ağır zulümlere, hatta zaman zaman soykırım girişimlerine maruz kaldılar.”

(…) diyorsun. Peki neden aynı yazıda, “Türkiye, bölgedeki tüm Müslümanları tuzağa düşürecek (sanki evvelden tuzağa düşürülmemiş, kurumsal olarak Osmanlı İmparatorluğu şahsında mücessemleşen İslam ümmetini yıkıp parçalamak için evvelce Emperyalistlerce çizilmiş olan sınır ve haritaları rızanın ötesinde ölümüne bekçiliğine soyunarak) harita düzenlemelerine karşı bedeli ne olursa olsun “dik duruş” muhafaza edilmeli”dir diyorsun. Sizce bu görüş, İslamın itikadi yönde vahim sonuçları olabilecek, ümmet anlayışına zıt ve (dilim varmamasına rağmen) katıksız Kemalizm’in  İslamist versiyonu değil midir?

1-Bir kere, madem mevcut haritalar emperyalistlerce kendi çıkarları için ve Müslümanları bir birine düşürmek ve sömürmek için çizilmişse, Müslümanların görevi bu sınırları kaldırmak mıdır yoksa mazlum Müslümanların uğradığı zulmün devamı için “gavurların”” safında yer alıp Cenabı Allah’ın gazabını göze alarak da olsa Emperyalist “gavurların” çizmiş olduğu sınırların bekçiliğini yapmak mıdır?

2- Yine madem, Kürtler, (bu Emperyalist devletlerin uşağı olup) zalim olan “İran, Irak ve Suriye’de çok ağır zulümlere, hatta zaman zaman soykırım girişimlerine maruz kaldılar” ise, Kürtlere düşen bu zalim devletlerin egemenliğinden kurtulmak için mücadele etmek ve bu özgürlük mücadelelerinde (eğer sözde değil de gerçekten kardeşleri ise) Türk kardeşlerinin görevi onları destekleyip onların yanında yer almaları değil midir? Yoksa kendi dünyevi çıkarları için Kürtleri bu zalimlerin egemenliğinde tutup, onları kurban olmaları için zorlamak mıdır? Yani dindar Türkler, mazlumdan yana mı, yoksa zalimden yana mı yer almalılar? Sizce görevleri ne olmalıdır?

Bu dindar Türklerin Kürtlere karşı birinci vakası da değildir. Kemalistlerin 1924 yılında hilafeti kaldırdıkları zaman Kürtler,  Şeyh Sait önderliğinde Kemalistlerin bu hareketine tepki olarak başkaldırdıklarında da dindar Tükler Kürtleri yalnız bırakıp zımni de olsa Kemalistlerin yanında yer aldılar. Tabii bundan sonra da Kemalistler 90 yıl boyunca dindar Türklere hayatı dar ettiler.

Bırakın Türklerin görevi, ben insanım, Müslümanım ve Müminim diyen herkesin bu özgürlük mücadelesinde Kürtlerin yanında yer alması gerekmez mi?

Mümin ve Müslüman her fert ve toplumun görevi zalime karşı mazlumun yanında yer almak değil midir?

“Türkiye’nin parçalanması” meselesine gelince, eğer Kürtler Türkiye’de Türklerle (sözde değil de gerçekten) eşit haklara sahip ise, Türkiye’nin kurucu unsuru iseler, bu kuruculuk vasfını gereği yerine getiriliyorsa, tıpkı Türkler gibi ülkenin eşit sahibi iseler, Türkiye’de eşit vatandaş ve birinci sınıf aktör iseler, hiç kimseden emir almayan özgür vatandaş iseler ve mutlu bir yaşama sahip iseler, neden bu “paha biçilmez nimetlerin” kaybını da göze alarak Türkiye’yi bölmeye kalkışsınlar? Türkiye’den ayrılmaya çalışsınlar? Yoksa Sn. Ünal da mı bu söylediklerimizin gerçek olmadığına inanıyor. 

Bence hem Kürtler hem de Türkler sözün bittiği yere varmış bulunmaktadır. Kürtlerden ziyade Türkler ve özellikle dindar Türkler külahını önlerine koyup bir an önce bu soruna adilane ve İslamca bir çare bulmalıdırlar. Yoksa çok geç kalmış olurlar!

Burada son bir şey söylemek istiyorum:

Tarih boyunca Kürt halkı, haksız olarak hiç kimsenin hak ve hukukuna tecavüz etmediği gibi hiç kimseye zulüm de etmemiştir.
200 yıla yakındır Barzani ailesi Kürt halkının hem siyasi hem de dini liderliğini yapmaktadırlar.

Karakter olarak, zulüm yapmadılar, açlığa, sürgüne, işkence ve ölümlere uğradılar fakat zalime de boyun eğmediler. 

Ölümüne iki karakterlerinden taviz vermediler. O da Kürt halkının meşru hak ve hukukunun istemleri ve İslam şeriatına göre yaşamanın imkanları. Yani demek istediğim, bu müstesna aile Mevlana Halid Bağdadi (Şehrezori) -ki büyük dedeleri Mevlana Halid’in ilk halifelerindendir – Şeyh, Meşayih ve hatta “ziyaret” sayılacak bir ailedir. Ziyaretten maksadım, haksız olarak onlara ilişenler çarpılırlar. Buna dair bariz bir örneği aşağıda anlatacağım.

  Genel olarak Kürt milletine özel olarak da bu aileye karşı yanlış yapıp haksızlık yapanların iflah oldukları görülmemiştir. Örneğin; bilindiği gibi Mesut Barzani’nin babası Mele Mustafa Barzani Nakşibendi Tarikatının dini önderi ve büyük bir alimdi. Kırk yılı aşkın Kürtlerin özgürlüğü için mücadele etti. Bilerek Şeriat’a  aykırı hiç bir hareketi olmadığı her kesin malumudur. Bu mücadelede mutlak zafere ramak kala, 1975 yılında o zamanın Cezayir hükümetinin girişim ve ara buluculuğu ile Kürtlerin destekçisi İran Şahı ve Saddam arasında Kürtlerin kanı mukabilinde bir antlaşma yapıldı ve Kürt ayaklanması son derece kanlı bir şekilde bastırıldı.
Bu antlaşmaya direkt ve dolaylı kim bulaşmışsa zaman içerisinde perişan, rezil rüsva olarak belasını buldu.  O zamanın Cezayir devlet Başkanı Hewari Bumedyen beyin kanaması geçirdi. Yıllarca bitkisel hayatta yaşayıp öldü. Onun Dışişleri Bakanı İran-Irak savaşının ilk yıllarında arabuluculuk yapmak için İran’a giderken uçağı Hakkari civarında belirsiz bir füzenin isabet etmesiyle düşürüldü. Uçak içerisinde kurtulan olmadı. Şah ve Saddam’ın akıbeti hepimizin malumudur.
Kürt kanı üzerinde yapılan Iran-Irak antlaşması esnasında Türkiye’de Ecevit-Erbakan koalisyonu vardı. Bu iki zatın da bu işe dolaylı katıldıkları hepimizin malumuydu. Her ikisinin akıbetleri yakın zamanın tanıkları tarafından bilinmektedir.  

Bu söylediklerimin gerçekliği ve Allah katında konumlarıyla ilgili kendimden bir anektodu burada anlatmak isterim:

Güneydoğu Anadolu bölgesinin en etkili Nakşibendi tarikatının Şeyhi (aynı zamanda birinci derecede akrabam ve yakın dostum),  Şeyh Muhammed Nurullah Seyda Elcezeri Mayıs 1985 yılında elim bir trafik kazasında vefat etti. Vefatının akabinde kendisini rüyada gördüm. Vefat ettiğini hatırladım. Kendisine: “Bildiğim kadarıyla cenabı Allah, kendisine yakın vefat eden dostlarına keşif –keramet ihsan edip geçmiş ve gelecekle ilgili bilgileri kendisine veriyormuş.” Kendisi cevaben “evet” dedi. O zaman müsaade ederseniz size bazı sorular sormak istiyorum deyince, “buyurun” dedi.

Bende; kendisine birçok soru sordum ve cevaplarını aldım.

Konumuzla ilgili soru ise şu oldu:

“Sen Mele Mustafa Barzani hakkında ne düşünüyorsun?” Deyince kelimesi kelimesine bana aynen şunu söyledi: “Ah Yahya, ben daha sağ iken Mele Mustafa Barzani’nin kıymetini bilmedik-bilmiyordum. Fakat öldükten sonra Allah katında ne kadar kıymetli (bir zat) olduğunu orada gördüm.”  

Ak Parti içerisinden birisi olarak benim, Ak Parti liderliğine naçizane tavsiyem: Mazlum Kürt halkı ve onun liderleri olarak Barzani ailesi ile ilgi kısa olarak anlatmaya çalıştığım tarihi vakayı pür dikkatle 

gözönünde bulundurarak Kürtlerin hak ve hukuk meselesinde girişim ve adım atmalarında daha da dikkatli olmaları, bu ibretli vakayı göz önünde bulundurmalarında fayda görüyorum. Her daim Cenabı Allah’ın mazlumdan yana olduğu unutulmamalıdır. Yoksa hem kendilerine hem de Türkiye’ye yazık etmiş olurlar. Öbür dünyadaki akıbetleri işin cabası! 

 

Sn. Aydın Ünal’ın Makalesi:

Yenişafak Gazetesi 31 Ağustos 2017

http://www.yenisafak.com/yazarlar/aydinunal/ak-parti-ve-gelecek–5-kurt-meselesi-2039899

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *