“Çözüm Süreci” ile ilgili uzaklara gitmeden yazmak istiyorum. Konuya 2013 Newroz’undan başlamak da yarar var.
2013 Newroz’unda, hükümetin yazıp Öcalan’ın eline verdiği mektup, okundu. Öcalan bu mektubunda, silahlı mücadele döneminin bittiğini ilan etti. Bunun gerçekleşmesi için de, ilk planda PKK’lılar silahlarıyla Kürdistan’ın Güney’in çekilecek, daha sonra da silahlını bırakacaklar. Öcalan’ın konuya ilişkin açıklaması ilkeseldi. Bu nedenle herhangi bir konuda pazarlık yapmaya da ihtiyaç yoktu.
PKK silahları bıraktıktan sonra da güya demokratik yolla kendi program hedeflerini gerçekleştirecekti!
Hükümet, bunun olamayacağını bile-bile çok sevindi.
Beklediğim gibi, Öcalan’ın bu emri Kandil tarafından yerine getirilmedi. PKK, geri çekilme göstermedi ve silahı bırakmayı da hiç düşünmedi. Çünkü PKK’nın silahlı olmanın ötesinde bir sermayesi yoktu. Silah bırakması halinde iflas edeceğini düşünüyordu. Yöneticilerinin de siyaset ve toplum üzerinde korku salmasının ve egemen olmasının olanaklı olmadığı biliniyordu..
İmralı, hükümetin çöplüğü ise, Kandil de İran’ın çöplüğü. Bundan dolayı, oynanan oyun Türk Devleti ile İran Devleti arasındaki bir oyun. İran Devleti’nin daha usta bir satrançcı olduğundan şüphe yok. İran Devleti galip geldi.
Mektuptaki diğer görüşler ise, hepsi Öcalan’ın derin devletten uzaklaşıp, hükümete yanaştığının ispatı için ileri sürdüğü konulardı.
Özellikle “İslam Kardeşliğinin Kürtlerle Türklerin ittifakını sağlayacağı tanımlaması” ilişkin söyledikleri tarihi gerçeklerle alakası yoktu.
“Misak-ı Milli Kongresi” hükümetin Osmanlıcılık tahayyüllerinin dışa vurumuydu. Yani Öcalan eliyle bütün Kürtlerin Osmanlı İmparatorluğu döneminde olduğu gibi Türk Devleti’nin egemenliği altına girmesini sağlama ve Kürdistan’ın tümünü Türk Devletinin sömürgesi haline getirmeyi amaçlıyordu.
Bunun bir hayal olduğu da tartışmasızdı.
O zaman olan neydi? Her iki tarafın Kürtlerin kaderi üzerinde oyun oynamasıydı.
Bu oyun orda durmadı. Öcalan’ın yeniden zoraki “silahlara veda” çağrısı yapması için seferber olundu. Sonunda Öcalan’ın dilinden 28 Şubat 2015’te denildi ki: “Asgari müştereğin sağlandığı ilkelerde silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihi karar vermek için PKK’yı bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum. Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanıdır.”
Öcalan, 2013 Newroz’unda, silahların kesin terkinden, hem de şartsız ve pazarlıksız bırakılmasından bahsederken, son açıklamasında silahların bırakılması konusunda hem pazarlık kapısını açtı ve hem de “tarihi bir niyet beyanını” dile getirdi. Hükümet bu açıklamaya da, inanmadığı halde 23 Nisan Çocukları gibi sevindi ve şakrak oldu.
Öcalan’ın 2013 Newroz deglerasyonundan daha kapsamlı bir muhtevada açıklama yapacağına ilişkin yaratılan beklenti de, tam da patalojik bir vakıa.
Ayrıca 28 Şubat 2013 tarihinde Öcalan’ın silaha ilişkin açıklamasına bağlı olarak da Hükümet ve HDP kurmayları Öcalan’ın 10 maddesini açıkladılar.
Bu maddelerin hepsi, hiçbir anlam ifade etmediği halde, çok şey ifade ediyormuş gibi tartışıldı. 10 Maddenin farklı içerikte tartışılması Kürt milletini aldatmaktan, Hükümet ve PKK’nın/Öcalan’ın piar çalışmasından başka bir şey değildir.
Öcalan’ın önerdiği ya da talep ettiği on madde, demokrasi kapsamı içinde ele alınan ya da alınacak konular. Diyebilirim ki ileri sürdüğü maddeler Türkiye’de bir sorun oluşturmaktan çıkmış durumdalar. Avrupa Birliği standartlarında demokrasinin yapılanmasını isteyen talepler bile değiller.
Bu on maddenin, Kürtlerin kolektif haklarıyla, Kürt ulusunun her millet gibi kendi kaderini kendisinin tayin etmesi kapsamındaki yaklaşımla, Kürtlerin kendi kendilerini yönetecek sistem önermesi, Kürdistan’da egemenliğin Kürtler tarafından gerçekleşmesiyle bir ilgisi hiç yok.
Eğer PKK bir devlet projesi ve Öcalan da devletin projesini hayata geçiren insansa, başka bir şey de beklenmemeli.
Ayrıca Kürt ulus devletine karşı olan, Kürt millet davası diye bir davası olmayan, Kürtlerle ilgili talep ve değerleri PKK’nın egemenliğinin vasıtası olarak kullanan Öcalan/PKK’nın bundan öteye bir şey yapmayacağı da bilinmeli.
*****
Devlet/Hükümet’in niyet ve amacını, Cumhurbaşkanının son açıklaması olmasaydı daha fazla irdelemek olanaklı olurdu. Oysa cumhurbaşkanı olaya son noktayı koydu. 2005 yılında “Kürt sorunu vardır” diyen eski başbakan ve şimdiki cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kürt sorunu yoktur” diye açıklama yaptı.
Bundan da kastı, “Kürtler daha fazla ne istiyorlar, verilecekler verildi”. Anlaşılan devlet/hükümet Kürt milletin hakları ile ilgili ununu eleyip eleğini asmış konumda!
Cumhurbaşkanı “Kürt sorunu yok” demesine rağmen, “çözüm sürecinden” bahsediliyorsa, kast edilen bir PKK sorununun olduğudur. Zaten AK Parti Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten de tam da bunu ifade etti. “Kürt sorunu yok, terör sorunu var. Ayrıca Diyarbakır Belediye Başkanı Kışanak’ta bunu açıkladı” dedi.
Kürtlere verilenleri saymamama gerek yok. Bunların hiçbir tanesi Kürtlerin kolektif haklarının iadesi niteliğinde değil. Kürt ulusunun kendi kaderini kendi iradesiyle tayin etmesi, egemenlik ve iktidar hakkını kullanması, devletin Kürtlerin devleti olmasıyla bir alakası yok.
Kürtçe eğitim-öğretim sorununu bile çözebilmiş değil.
*****
Çok açık olan bir şey var ki: Kürt ve Kürdistan Davası, bir millet ve ülke davasıdır. Ezilen ve sömürge bir milletin davasıdır. Kürt ulusunun da her millet gibi kendi kaderini kendi iradesiyle, federal, bağımsız ya da konfederal devlet tarzında tayin etme sorunudur.
Bu büyük dava, Öcalan’ın ve Erdoğan’ın düşünce dünyasına sığmayacak kadar büyük ve tarihi bir davadır. Öcalan’ın on kıytırık ve boş maddesiyle hiçbir şekilde tanımlanamaz.
Bu dava ile oyun oynamaya gelmez. Bu dava ile oynanması halinde ne büyük felaketlerin doğacağı bilinmelidir.
*****
Öcalan kendisini kurtarmak, PKK kendi egemenliğini güçlendirmek için oyun içinde olabilir. Silah bırakmayı istemeyebilir. Devlet/Hükümet de ömrünü uzatmak için politik manevralar yapabilir.
Ama her ikisinin de Kürtlerin kaderi, kolektif hakları, en başta da egemenlik, kendi kendini yönetme hakkı üzerinde oyun oynamamalıdır.
En başta Kürtler olmak üzere, vicdan sahibi insanlar Devlet/Hükümetin ve PKK/Öcalan’ın bu oyununa müsaade etmemelidirler.
Bu çirkin, kirli, çözümsüzlük ve çatışma yaratan oyun: Sadece Kürtlere değil, hiçbir etnik gruba, Türklere de yarar getirmeyecektir.
Bu oyuna karşı herkes mücadele etmelidir. Bu oyunu teşhir etmelidir.
Amed, 17 Mart 2015