15-16 Ağustos 2024 günlerinde Gürcistan’ın Başkenti Tiflis’de, ‘Kafkasya Kürdleri: Ulusal Perspektif’ konulu bir konferans vardı. Konferansı aşağıda isimleri belirtilen şu örgütler düzenledi:
Organîzatör (Komaleya Kurdên Gurcistanê Tonahî (Andro Çıldaqûşî), Encûmena Hemahengî (Faisa Younes), Fonda Pêşvebirina Çanda Kurdean (Îbrahîmê Filît), Enstîtuya Kurdî ya Qefqasyayê (Hejarê Şamil)
Peyamên pîrozbahî yên rexistin û kesatiyan. Xwendina peyamên ji derve.
Konferansa, davet üzerine İsmail Besikci Vakfı olarak biz de katıldık. Konferansta Kürdistana Sor başlıklı bir bildiri sundum. İbrahim Gürbüz ve Nihat Gültekin de birer bildiri sundu.
Konferansta konuşmacılar genel olarak Kürdçe konuştular. Soru-cevap bölümümde de genel olarak Kürdçe konuşuldu, Kürdçe tartışıldı. İbrahim Gürbüz ve Nihat Gültekin de Kürdçe konuştu. Benim konuşmamı Salih Kebirbirî Kürdçe’ye çevirdi.
Konferansta Başur’dan, Bakur’dan, Rojhilat’tan, Rojava’dan, Horasan’dan, dünyanın çeşitli bölgelerindeki Kürdlerden 70’in üzerinde akademisyen, siyasetçi, yazar Kürd katıldı. Bu konferans bu Kürdlerin birbirlerini tanımalarında, biribirlerinin yapıp ettiklerini öğrenmelerinde büyük bir fırsat yarattı.
Konferans ‘Ey Reqip’in okunmasıyla başladı. Konferansın kapanışında da ‘Ey Reqip’ okundu.
Üç gün üç gecelik Tiflis gezisinde bir konu çok dikkatimi çekti. Kamu biları da dahil hiçbir yerde Gürcistan bayrağı görmedim. Sokak başlarında, pençelerde, balkonlarda vs. Sadece Gürcistan Parlamentosu’nda ufak boyutlu bir Gürcistan bayrağı dalgalanıyordu. Şehir merkezinde birkaç binada Avrupa Birliği bayrakları asılaydı. Buralarda Avrupa Birliği bayrakları yanında Gürcistan bayrağı da vardı.
Tiflis yeşillikler arasında hoş bir şehir. Şehrin ortasından Kura Nehri geçiyor. Arkadaşları kur sözcüğünün derin anlamına gelen Kürdçe bir sözcük olduğunu vurguluyor. Kura Nehri Azerbaycan’da Aras ile birleşir ve Hazar Denizi’ne dökülür.
Gürcistan, 4 milyona yakın nüfusu olan bir devlet. Tiflis özellikle Arap turistle tarafından ziyaret edilen bir şehir. Otellerde bu rahat bir şekilde izlenebiliyor.
Konferansta sunduğum bildiri şudur:
***
Kürdistana Sor Sorunu’nu irdeleyebilmek için önce bazı saptamalarda bulunmamız gerekir. Kürdler, Kürdistan, Kürdçe hakkında, aslında çok geniş tarihsel belgelerin varlığı söz konusudur. Fakat Kürdler bir devlete sahip olmadıkları için, bu belgeler, gerektiği gibi toplanmamış, değerlendirilmemiştir. Bu çerçevede bir Kürd arşivinin olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Dile getirilen bu devletsizliğin iki önemli sonucu vardır.
Devletsizliğin birinci sonucu şudur: Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılmasıyla, devletsizlik birbirlerine paralel giden iki süreçtir. Kürdleri, Kürdistan’ı, bölen, parçalayan, paylaşan devletlerin her biri, Kürdlere, baskı, zulüm altında asimilasyon politikaları uygulamıştır. Düşün yasakları, vazgeçilmez uygulamalar olmuştur. Devlet terörü eşliğinde uygulanan bu politikalar, Kürdler, Kürdistan, Kürdçe hakkında sağlıklı araştırmalar yapılmasına engellemiştir.
Bölünme, parçalanma, paylaşılma, Kürd sorununu, Kürdistan sorununu belirleyen en önemli süreç olmuştur. Bugünü belirleyen süreç de budur.
Devletsizliğin ikinci önemli sonucu, Kürdler, Kürdistan, Kürdçe hakkındaki tarihsel belgelerin yağmalanması olmuştur. Örneğin, Melaye Ciziri, Faqi Teyran gibi Kürd şairleri ya görünmez kılınmakta, veya bu şairlerin eserleri, Fuzuli, Baki gibi şairler üzerine kaydedilmektedir. Kürdçe eserler, Farsça, Arabça, Türkçe diye kaydedilmektedir. Kürdistan’da, Kürdçe el yazmaları toplanmakta, Konya İl Kütüphanesi’ne gönderilerek görünmez kılınmaktadır.
***
Bölünme, parçalanma, paylaşılma, kendini durmadan üreten, çoğaltan bir süreçtir. Kürdistan, 17. Yüzyılın ortalarında, 1639 Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu ve İran İmparatorluğu arasında bölünmüş, paylaşılmıştır.
İran Kürdistan’ının kuzey kesimleri, 19. Yüzyılın ilk çeyreğinde 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay Antlaşmalarıyla Çarlık Rusyası’nın denetimi altına girmiştir. Bu Ortaçağda Revadi (955-1071) ve Şeddadi Devletlerinin (951-1174) egemen olduğu kesimlerdir. Bu kesimde, 1923-1929 arasında Kürdistana Sor (Kızıl Kürdistan) yer alacaktır.
Osmanlı Kürdistan’ı 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’yla Türkiye, Büyük Britanya (sonradan Irak), ve Fransa (sonradan Suriye) bölünmüş ve paylaşılmıştır.
Coğrafi bölünmeler, siyasi bölünmeler birbirlerini takip etmiştir. Daha doğrusu birbirleriyle paralel giden süreçlerdir. Kürdlerin iradelerine rağmen çizilen sınırlarla aşiretler daha sonra aileler bölünmüştür. Örneğin, Kürdistan’ın Güneyinde, birbirleriyle Kürdi, Kürdistani ilkelerde bile anlaşamayan iki siyasal parti, Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan Yurtseverler Birliği böyle bir ilişkiler ağında vucut bulmuştur.
Sovyetler Birliği’nde Kürdistana Sor’un 1923’de kurulması, 1929’da lağvedilmesi de bu ilişkiler ağında gelişmiştir. Ermenistan-Azerbaycan Çatışmasında Kızıl Kürdistan yazısında bu ilişkiler etraflı bir şekilde irdelenmektedir. İlk olarak 9 Aralık 2009’da yayımlanan bu yazıyı Kürdistana Sor yazısının bir bölümü olarak buraya alma gereğini duydum.
Ermenistan-Azerbaycan Çatışmasında Kızıl Kürdistan
Tarihte sayısız olay gerçekleşmiştir. Bu olaylar ancak, araştırmacılar tarafından incelendiği, üzerinde yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı zaman tarihsel olay olurlar. Tarihte değerlendirilmemiş, üzerinde incelemeler yapılmamış sayısız olay vardır. Bu olaylara değinmemenin çeşitli nedenleri olabilir. Örneğin, siyasal sisteme, siyasal rejime egemen olan resmi ideoloji, bazı konuların incelenmesine, o konulardan söz edilmesine yasaklar getirmiş olabilir.
Uluslararası ilişkilere yön veren temel ilkeler, hala, adalet, özgürlük, eşitlik, barış, insan hakları gibi değerler değildir, kaba güçtür. Kaba gücü elinde bulunduranlar, kendi ulusal çıkarlarını savunabilmekte, uluslar arası ilişkilere yön verebilmektedir.
1980’lerin sonunda, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Birliği oluşturan 15 Federe cumhuriyetin, Birlik’ten ayrılıp kendi bağımsız devletlerini kurmalarından sonra, Azerbaycan ve Ermenistan arasında büyük bir savaş patlak verdi. Bu savaş, Yukarı Karabağ üzerindeki egemenlik haklarıyla ilgiliydi. 1992 savaşı sonunda, Ermeniler, Azerilerin egemen olduğu bazı toprakları işgal etler. Karabağ üzerinde de egemenlik kurdular. 1992 savaşı sonunda Ermenilerin işgal ettiği bazı topraklar, Kızıl Kürdistan topraklarıydı.
Kızıl Kürdistan, 1923 de, ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı doğrultusunda, Sovyetler Birliği yöneticileri tarafından, Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölge olarak kurulmuştu. 1923-1929 yılları arasında yaşadı.
1992 savaşında, Ermenistan’ın işgal ettiği topraklar, Ermenistan’la Karabağ arasındaki bu bölgeydi. Bu bölgedeki başlıca şehirler, Laçin, Kelbecer, Kubatlı, Zengilan ve Cebrail’di. Ayrıca, Kızıl Kürdistan’a, Zengezur’un bir kısmı da dahildi.
Bugün, Ermenistan’la Azerbaycan arasında yoğun bir anlaşmazlık var. Anlaşmazlık, Karabağ ve Kızıl Kürdistan toprakları üzerinde sürüyor. Bu anlaşmazlığın giderilmesi için, Rusya Federasyonu, Türkiye, ABD, Avrupa Birliği yoğun bir çaba sarfediyor. 2 Kasım 2008 tarihinde, Ermenistan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanları, Moskova’da, Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı Dimitriy Medvedyev’in arabuluculuğuyla bir araya geldi. Moskova Deklarasyonu denilen bir deklarasyon açıklandı. Bu deklarasyonda Kürlerden hiç söz edilmiyor. Deklarasyonda Kürtlerin adı geçmiyor.
2 Aralık 2009 da, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, (AGİT) Atina’da, Ermenistan ve Azerbaycan Dışişleri Bakanlarını buluşturdu. İki taraf arasındaki anlaşmazlıkla ilgili müzakereler yapıldı. Minsk Grubu Eşbaşkanı ülkeler, Rusya Federasyonu, Fransa, ABD, Ermenistan ve Azerbaycan Dışişleri Bakanlarıyla bir toplantı gerçekleştirdi. Yukarı Karabağ sorununa, Ermenistan’ın, 1992 de, işgal ettiği topraklardan çekilme sorununa bir çözüm aranıyor. Burada da Kürtlerin adına, haklarına, hukukuna hiç değinilmemiş olması, üzerinde durulması gereken bir olgudur. Belarus’un başkenti Minsk’te toplanıp Azerbaycan-Ermenistan anlaşmazlığına çözüm arayan devletlere Minsk Grubu ülkeler deniyor.
Kızıl Kürdistan sorununa biraz değinmekte yarar var. Hejarê Şamil, tarihçi, gazeteci, Letif Memmed Bruki ile bir röportaj yaptı. Hejarê Şamil, Letif Memmed Bruki’nin, Rusya ve Uluslar arası Gazeteciler Federasyonu üyesi, www.kurdist.ru sitesinin genel yayın yönetmeni olduğunu belirtiyor. Bu röportaj, “Kafkasya Kürdistan’ı İdeası” başlığı altında 13 Aralık 2008 de www.kurdistan-post.org da yayımlandı. Sitede hala asılı duruyor. Röportajın, “Kafkasya Kürdistan’ı İdeası Kürtleri Birleştirebilir” şeklinde alt başlığı da var. Bu röportaj, Kızıl Kürdistan hakkında çok değerli bilgiler içeriyor.
Kızıl Kürdistan Özerk Bölgesi’nin 1923’te nasıl kurulduğu, 1929’da neden lağvedildiği, bu röportajda ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Bu özerk bölgenin lağvedilmesi, Ermenilerin, Azerilerin, bunların çıkarlarını koruyan ve savunan Stalin’in ve Mustafa Kemal’in isteklerinin çakışmasıyla olmuştur. Daha sonra, Kızıl Kürdistan Özerk Bölgesi’nde yaşayan Kürtler, 1930’larda ve İkinci Dünya Savaşı sürecinde Orta Asya’ya sürgün edilmişlerdir. Bugün, Kırgızistan’da, Türkmenistan’da, Kazakistan’da, Özbekistan’da Kürtler yaşıyorsa, bu sürgünler nedeniyledir.
Kürtler, 1950’lerde, 1960’larda, 1970’lerde, 80’lerde, Erivan Radyosu’nun Kürtçe yayınlarından dolayı her zaman, Ermenilere, Ermenistan’a şükran duymuşlardır. Ama Ermenistan’ın Kürt özerkliğini, Kızıl Kürdistan’ı hiçbir zaman istemediği bilinmelidir.
Kürtler Medler döneminden beri, daha eski zamanlardan beri bu bölgededir. Burası da Med İmparatorluğu’na bağlı bir bölgedir. Kürtlerin bu bölgedeki varlığı Türklerden de Ermenilerden de öncedir. 11 ve 12. yüzyıllarda, bölgede, Revadi, Şeddadi gibi, Kürt hükümetleri vardı. Selahattin Eyyubi’nin bu bölgeden olduğu biliniyor. 1930’larda, Kürtlerin bu bölgeden Orta Asya’daki Federe Türk Cumhuriyetlerine sürgünü, Kürtlere çok büyük bir darbe indirmiştir. Kalanlar da 1992 deki Ermenistan-Azerbaycan savaşı sırasında, Kızıl Kürdistan topraklarından kovulmuşlardır. Bu işgalden sonra, Ermeniler, yer isimlerini, tamamen, Ermeni isimlerle değiştirmişlerdir. Kürtçe olan isimleri yasaklamışlardır.
1980’lerin sonlarında, Perestroyka (yeniden yapılanma) ve Glasnost (açıklık, şeffaflık) döneminde, Stalin tarafından, Orta Asya’ya sürgün edilen halklar, kendi ülkelerine dönmeye başladılar. Kırımlılar da bunlardandı. Kırımlılar da İkinci Dünya Savaşı sırasında sürülmüşlerdi. Orta Asya’daki çeşitli cumhuriyetlere sürgün edilen Kürtler de, temsilcileriyle Moskova’ya gittiler. Devlet Başkanı Gorbaçov’dan, kendi ülkelerine, Kızıl Kürdistan’a dönüşlerini sağlanmasını istediler. Gorbaçov bu öneriye sıcaktı. Ama, Kürtlerin ülkelerinin önemli bir kesimi Azerbaycan işgali altındaydı. Sadece Azerbaycan değil, Ermenistan da Kürtlerin dönüşüne, Kürtlerin özerk bir bölgeye sahip olmasına karşıydı. Gorbaçov yönetimden ayrıldığında, Kürtlerin istekleriyle ilgili hiçbir gelişme olmamıştı.
Bugün, Ermenistan ve Karabağ arasında yer alan, Laçin, Kelbecer, Kubatlı, Zengilan, Cebrail, Zengezur’un bir kesimi, tarihte, Kürtlerin yaşadığı topraklar olarak bilinmektedir. 1923 de, Kızıl Kürdistan Özerk Yönetimi bu topraklar üzerinde kuruldu. Bu özerk yönetim, ancak, 1923-1929 yılları arasında yaşayabildi. Daha sonra, Orta Asya Federe Türk Cumhuriyetlerine sürgünler yaşandı. Kalanlar da 1992 Ermenistan-Azerbaycan savaşı sırasında ülkelerinden kovuldular. Bu Kürtler, Azerbaycan’ın çeşitli yörelerinde, sürgün hayatı yaşıyor. Azeri yönetcilerinin sık sık dile getirdiği “kaçgunlar”ın büyük bir çoğunluğu bu Kürtlerdir. Tabii Azeri yöneticiler, “kaçgunlar” derken, Kürt adını anmamaya büyük bir özen gösteriyor.
Ermenistan’ın ve Azerbaycan’ın, “bölge Ermenidir”, “bölge Azeridir” diyerek, Kürtleri hiç anmadan, Kürt toprakları üzerinde böylesine çekişmeleri, dikkate değer bir süreçtir.
Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı’nın arabuluculuğuyla Moskova’da, Ermenistan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanlarının toplanması, yayımlanan deklarasyonda Kürtlerin adının hiç anılmaması, Kürtlerin haklarından, hukukundan hiç söz edilmemesi, yine, üzerinde durulması gereken bir olgudur. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT), Minsk Grubu devletlerinin,Ermenilerin işgal ettiği topraklardan söz ederken, geri çekilmelerinin gereği dile getirilirken, bu toprakların aslında, Kürtlerin yaşadığı topraklar olduğuna, buraların, 1923-1929 yılları arasında Kızıl Kürdistan Özerk Yönetim olarak anıldığına hiç dikkat çekilmemesi, bu toplantılar sonunda yayımlanan bildirilerde, Kürtlerden hiç söz edilmemesi, uluslar arası ilişkilere yön veren anlayışı açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Uluslar arası ilişkilere yön veren anlayış hala, özgürlük, eşitlik, adalet gibi değerler değildir, kaba güçtür.
Kürtlere Eleştiri
Kürtlerin bir kısmı, örneğin PKK, “devlet baskı aracıdır, onun için biz devlet istemiyoruz” diyor. Federasyon istemediklerini vurguluyor. Devlet baskı aracıdır ama her şeyden önce devleti olmayan halklar üzerinde bir baskı aracıdır. Devletin ideolojik ve zorlayıcı baskı araçları, sistematik olarak devleti olmayan halklara karşı çalıştırılır. “Devlet Türklere de baskı yapıyor” demek, Kürtlere yapılan, baskıdan, zulümden dolayı devleti aklamak anlamına gelmektedir. Çorum’u, Yozgat’ı, Çankırı’yı, Kastamonu’yu vs. düşünelim. Oralar sıkıyönetimlerle mi idare ediliyor? Orta Anadolu’da, Batı Anadolu’da “faili meçhul” cinayetler var mı? Oralarda da insanlar kaçırılıp cesetleri birkaç gün sonra, şurada- burada bulunuyor mu? Veya, kaçırılan insanlardan hiç haber alınamaması oralarda da oluyor mu? Orta Anadolu’da veya Batı Anadolu’da, köylerin yakılması yıkılması, ormanların yakılması söz konusu mu? Örneğin, Antalya’da, Bodrum’da, Çanakkale’de, ormanlar yandığı zaman, “Yüreğimiz yanıyor, ciğerimiz yanıyor” deniyor. Ama, Batı’da ormanlar yandığı zaman bunları söyleyenler, Kürt bölgelerindeki ormanları bizzat kendileri yakmıyorlar mı? Kürt köylülerinin, yanan ormanları söndürmelerine engel olunmuyor mu? O zaman, “devlet Türklere de baskı yapıyor” demek, devleti aklamak olmaz mı?
Orta Anadolu’da, Batı Anadolu’da JİTEM var mı? Buralarda da aileler yerlerinden, yurtlarından ediliyorlar mı? Bütün bunlar hep Kürtler için uygulanmıyor mu?
Taş atan Kürt çocukları çok ağır ceza istemleriyle yargılanırken, “bir şehide karşı beş DTP’li öldürülmelidir” sözü, ifade açıklaması olarak, ifade özgürlüğü olarak değerlendiriliyor. Kürtlerin taş atması, çocuk da olsalar ağır cezai yaptırımlarla karşılanırken, Kürtlere taş atılmasının serbest olduğu ima ediliyor. Gerek polis, gerek Cumhuriyet Savcılığı, gerek mahkemeler bu doğrultuda kararlar veriyor.
Dünyada da bu böyle. Sudan’daki sistematik zulüm, baskı, soykırım, Darfur’daki Fur halkı için yapılıyor. İsrail egemenliği altında yaşayan Filistinliler için de durdum budur. Günümüzde, devleti olmayan halkları yönetmek, ancak baskıyla, zulümle olabiliyor.
Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığının temel nedenlerinden biri, Kızıl Kürdistan Özerk Bölgesi üzerindeki hak iddialarındır. Her iki devlet de Kürt topraklarına sahip olmak için mücadele ediyor. Ortada neden Kürtler yok. Güçlü bir Kürt özerkliği olsa, Stalin Kürtleri sürgün edebilir miydi? Laçin, Kelbecer, Zengilan, Kubatlı, Cebrail, Zengezur gibi şehirlerde Kürtler yaşamlarını sürdürselerdi, Ermenistan ve Azerbaycan Kürt toprakları üzerinde böylesine çekişebilirler miydi? Bu tür haksızlıkların yaşanmasına engel olmak için Kürtlerin de benzer bir siyasal yapıya ihtiyaçları yok mu?
Kürtler konusunda büyük bir unutma-unutturma söz konusu. Bunun çarpıcı örneklerinden biri herhalde, 1923-1929 Kızıl Kürdistan’dır.
Burada, bir konuya daha değinmek gerekiyor. Kürt sorunu konusunda Sovyetler Birliği eleştirildiği zaman, bu eleştiri komünizm düşmanlığı olarak algılanıyor. Bu algılama yanlıştır, yanlış bir değerlendirmedir. Doğru değerlendirme şu soruların gündeme getirilmesiyle olur. Sovyetler Birliği, neden mazlum Kürt halkı karşısında otoriter, totaliter, faşist yönetimlerle işbirliği yapmıştır? Neden mazlum Kürt halkının değil, otoriter, totaliter, faşist yönetimlerin yayında yar almış, onların çıkarlarını savunmuştur?