İbrahim GÜÇLÜ
Avrupa Birliği demokrasisinde, siyasi partiler, vazgeçilmez, yönetim yapana/yapacak sivil ve hayati aktörlerdir. Kurucularının özgür iradeleriyle, program ve tüzüklerini yaparlar. Yöneticilerini, başkanlarını, eş başkanlarını, sözcülerini özgürce seçerler. Demokratik karar süreçlerini işleterek, özgürce kararlarını alırlar. Hayata geçirirler. Seçimlere girerler. Seçimi kazanırlarsa, tek başına ya da koalisyon hükümeti kurarlar. Bu hükümetlerin ne yapacağı da, önceden bilinir.
Siyasi Partiler, hem hükümet ve hem de hükümet dışında, söylediklerini, kararlarını ve projelerini hayata geçirmezlerse, sadece üyeleri, taraftarları tarafından şiddetle eleştirilmezler, cezalandırılmazlar. Tüm toplumsal kesimler tarafından da eleştirilirler ve mahkûm edilirler.
Türkiye’de durum hiç de böyle olmuyor. Siyasi partiler, demokratik kurallara, hukuka, kendi program, tüzüklerine ve aldıkları kararlara göre hareket etmezler. Etik davranmazlar. Bugün söylediklerini, yarın unuturlar.
Türkiye’de siyasi parti çoğulculuğu 1946’dan sonra başladı. Demokrat Parti (DP) 1946 yılında kuruldu. Aynı yıl seçim yapıldı. Devlet iktidarı (devletin sahibi ve kurcusu olduğunu söyleyen CHP ve etrafında kümelenenler), hile ve hurda ile DP’yi iktidar yapmadı. Açık oy kullandırıldı ve gizli sayım yapıldı.
Çünkü Türkiye’de çok partili yapıya geçiş, zoraki, Avrupa devletlerinin gözünü boyamak, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Almanya olan ilişkilerini gizlemek, cezalandırılmaktan kurtulmak için geçildi.
Bu nedenle, Devlet Partisi olan CHP, her zaman, doğrudan asker ve sivil bürokrasinin vesayeti altında oldu. CHP dışındaki siyasi partiler üzerinde de doğrudan ve dolaylı vesayet hep var oldu. Onlarda devlet vesayetinin sınırları içinde hareket etmek zorunda oldular. O sınırları aştıkları ve zorladıkları noktada da, askeri darbelerle karşı karşıya kaldılar. Yönetimi askeri faşist sömürgeci diktatörlüklere terk ettiler.
Partiler, bu özelliklerinden dolayı, biri yazılı olmayan gerçek program ve tüzüğe, diğeri ise kamuoyuna açıklanan ama uygulanmayan yazılı program ve tüzüğe sahiptirler.
HDP: Niteliği ve Fonksiyonu, PKK İle İlişkileri…
HDP ve öncelleri üzerindeki vesayet, daha kaba, daha doğrudan ve daha kuralsızdır.
PKK, Kürt ulusal hareketinin siyasi ve toplumsal güçlerinin siyasi partilerinin kontrol edilmesi, tasfiye edilmesi, Kürtlerin bağımsız devlet doğrultusunda kendi kaderini tayin etmeyi engellemek için devlet tarafından projelendirildi. Bunun yanında, Türkiye’deki sol muhalefeti bastırmanın da aracı oldu. 12 Eylül Darbesinin de hazırlanmasında, diğer kontrollü sol örgütlerle birlikte destek oldular. Kullanılan enstrümanlar oldular.
PKK’nın bu yapısal durumu ve üzerindeki vesayet daha sonra bölgesel ve ulslaraası bir karakter kazandı.
İran, Irak, Suriye, Türk sömürgeci devletlerin ve diğer uluslararası güçlerin vesayeti altındaki PKK da, DEP’i, kendi vesayeti altında kurdu. DEP’le toplumda egemenlik alanını genişletti. Verili yasal konumdan yararlandı.
DEP’ten sonra kurulan tüm partiler de, aynı vesayetle ve aynı misyonla kuruldular. HDP, bu vesayet sisteminin yeni koşullardaki yapılanmasıdır. Eski Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın da açıkça ifade ettiği gibi, MİT ve Öcalan’ın bir projesidir. Bu nedenle HDP: PKK’ya bağlı ve güdümlüdür.
HDP’ye oy verenlerin çoğunluğu Kürtlerdir. Kürdistan’da otonomiyi, federalizmi, bağımsızlığı savunmalarına rağmen, PKK vesayetinden dolayı HDP kendisine “Kürt Partisi” diyemiyor.
HDP, demokratik, özgür iradesiyle karar alabilen bir parti de değildir. Bundan sonra da, bağımsız, özgür, vesayetsiz siyaset yapamaz.
Bu nedenle HDP’nin, PKK ile uyumsuzluğu düşünülemez. HDP’nin PKK ile uyumu, geleceğin bir sorunu değil şimdilerin bir sorunu. Tersi eşyanın tabiatına aykırıdır Kurucuları, yönetim organlarındaki kişiler, milletvekili adayları PKK’nın onayından geçmiştir.
HDP’nin gerçek program ve tüzüğü, PKK’nın emir ve talimatlarıdır.
HDP’nin 80 milletvekili çıkarmış olması da bu vesayetin, güdümün, bağımlılığın son bulması için yeterli değildir.
HDP’nin esas sorunu: Demokrasiyi geliştirmesi. Kürtlerin grupsal haklarının kazanılması, AK Parti’nin yolsuzluklarının ortaya çıkarılması, hiç değildir. Sorunu, PKK için egemenlik alanını genişletmektir.
Bu nedenle HDP’nin, PKK vesayetini aşma diye bir derdi de yoktur. Bu beklenti içinde olanlar, hayal peşindedirler.
HDP Yöneticileri, seçim sonrasında bir koalisyon olduklarını ve emanet oylara sahip olduğunu açıkça ilan ettiler.
HDP ile doğrudan sözlü ya da yazılı ittifak eden, liberaller, marjinal gruplar, sosyalistler, radikal ve liberal solcular, bazı dinci Kürtler, Kemalist devletin ana iktidar güçleri (Ergenekon v.b.);
Emanet oy veren Gülen Cemaati, CHP’liler, hatta MHP’liler, Aydın Doğan Medya Grubu, Liberal yazarlar ve gazeteciler de HDP’nin üzerindeki PKK vesayetini biliyorlardı.
Milletvekili adayları da bunu biliyorlardı. Kendi çıkarlarının peşinde koştular.
Hepsinin amacı, CHP ve MHP oyları ile AK Partiyi hükümetten düşürmek olanaklı olmadığı için, HDP’ye barajı aştırarak bu işi yapmaktı. Bu nedenle de, HDP operasyonel bir rol oynadı. Başarı da sağlandı.
Oysa MİT ve Öcalan birlikte, HDP üzerinden aynı operasyonu geliştirdiler. HDP baraj altında kalacak diye seçime soktular. Onlar da bu operasyonu, AK Parti’nin yeni bir anayasayı tek başına yapma ve başkanlık sistemini kurumlaştırması için yaptılar. Ama karşı darbe, başarı kazandı.
Öcalan, kişisel özellikleri ve lider konumundan dolayı bunu hazım edecek durumda değildir. Bu nedenle, HDP yöneticilerini ve Eş Başkanı S. Demirtaş’ı, fırsatı kollayarak cezalandıracaktır.
Öcalan, narsist kişiliğinden dolayı, kendisinden daha fazla popüler olmuş birine de izin vermeyecektir.
Bundan Sonra Neler Olur? HDP, İbresini AK Parti’ye Döndürür mü ve Döndürürse Ne Olur?
HDP’nin PKK vesayetinden çıkma diye bir derdi yok. Bu beklenti içinde olanlar, özgür ve demokratik siyaset yapmak istiyorlarsa, hayal kırıklığı içinde HDP’den ayrılırlar.
Emanetçi oy sahipleri için büyük bir sorun yok. Birinci amaçlarına ulaştılar. İkinci amaçları da, CHP, MHP ve HDP koalisyonunu oluşturmaktı. Bundan da başarılı olamayacakları anlaşılmaktadır. Erken bir seçimde yeni bir arayışa devam edecekler. CHP’nin en azından hükümet yapacak oylara kavuşması için çalışacaklar.
HDP’nin diğer müttefiklerinin de kendi grup ve kişisel çıkarları, ideolojik tercihleri nedeniyle, HDP’den ayrılmaları düşünülemez.
Milletvekilleri şimdiden, erken seçim hesabıyla, yeni milletvekilliği beklentisiyle seslerini çıkarmayacaklar, mevcut vesayet sistemine bağlılıklarını devam ettirecekler.
Çok etik ve ilkesel davranan, verdikleri söze bağlı kalmayı düşünen bir-iki milletvekili fire verir mi? Mevcut geleneksel siyaset ahlâkı ve tarzı içinde bu da zor görünüyor.
HDP’nin, kesinlikle Kandil (PKK)n yönetimi dışında hareket etmesi ve kararlar alması olanaklı olmadığı için, Kandil’in, AK Partiye ilişkin farklı bir siyaset ve strateji tespit etmesi halinde HDP’nin ona uyması dışında yapacağı hiçbir şey yoktur.
HDP’nin: A) CHP, MHP ile koalisyon yapma isteği, B) CHP ve MHP Azınlık Hükümetine destek olacağını açıklaması, C) Devlet Bahçeli’nin Başbakanlık yapacağı azınlık hükümetine karşı sesiz olması, zaten HDP’nin söylediklerine aykırı. Çaresizliği ifade ediyor. Ama operasyonel bir yapı olarak kendi dışından gelişen bu koalisyon önermelerine teslim olmak zorunda kalıyor.
Kürt millet meselesinde inkârcı ve katliamcı olan CHP, Türk ırkçı milliyetçisi olan MHP ile koalisyon ya da onların azınlık hükümetlerini, özellikle Devlet Bahçeli’nin Başbakanlığındaki azınlık hükümetini destekleme, HDP ‘deki Kürtlerin kolaylıkla kabul ve hazım edecekleri bir durum değildir.
Bu nedenle, sinyal Kandil’den ve Öcalan’dan bekleniyordu. Kandil’in, “AK Parti ile koalisyon yapmamak da ne oluyor, ilkelerle herkesle koalisyon yapmalısınız” dedikten sonra, Eş Başkanlardan Türk ve kadın olanı da aynı şeyi dillendirdi. S. Demirtaş da, hiç ihtiyaç olmadığı halde AK Parti’nin CHP ile kuracağı koalisyona destek vereceklerini açıklayarak sessizliğe boğuldu.
Bundan çıkan sonuç şu ki, HDP, AK Parti ile de koalisyona hazır. Ama AK Parti kendisine karşı operasyonal bir güç olarak kullanıldığı için, buna şimdilik kapılarını kapatmış durumda.
HDP için geriye kalan, Kandil ve Öcalan’ın istemesi halinde, AK Parti Azınlık Hükümetini desteklemek olabilir.
O aşamadan sonra, AK Parti karşısında çok ilkesel davrananların ne yapacakları, daha fazla merak konusu olacaktır.
Diyarbakır, 26 Haziran 2015