İbrahim GÜÇLÜ
Sürgünlük ve mültecilik, insanlığın, dünyanın, milletlerin en eski sorun ve yaralarından biridir. Bir topluluğun diğer bir topluluk üzerinden egemen olma, özellikle imparatorlukların, devletlerin oluşumundan sonra sürgünlük ve mültecilik sorun olmaya başladı. Dönemlere göre değişti. Sürgünlüğün ve mülteciliğin yoğun olduğu dönemler, savaş dönemleridir. Bu savaşlar haklı da olabilirler, haksız da olabilirler. Savaşın haklılığı ve haksızlığı sürgünlüğün ve mülteciliğin kaderini değiştirmiyor. Her iki savaş halinde de eşitlenen ve aynılaşan konumlar oluyorlar.
Emperyalistlere karşı ezilen, sömürge, bağımlı ulusların mücadelesinde, egemen devletlerin kendi aralarındaki, emperyalistlerin paylaşım savaşlarında sürgünler, mültecilik yoğunca gündeme gelir. Sömürge ulusların bağımsızlık ve özgürlük mücadelelerinde, sömürgeci egemen devletler, sömürge ve bağımlı ulusun nüfus demografisini bozmak, sömürgelerin ulusal kurtuluş savaşlarından insan ve savaşçı gücünü zayıflatmak için sürgünlere başvururlar. Kitlesel katliamlarla birlikte kitlesel sürgünler gündeme gelir.
Sürgün, hukuki ve siyasi anlamda, bir kimsenin, bir ailenin, bir aşiretin, bir halkın, ulusun kanaat önderlerinin ve egemenlerinin, bir ulusal ve dini ve mezhebi topluluğun yaşadığı ülkeden şehirden ve bölgeden uzak; başka bir ülkede, bir şehirde, bir bölgede zorunlu yaşamaya mahkûm edilmesidir.
Mülteci veya sığınmacı; bir dini, mezhebi, milliyeti, halkı, milleti, belirli bir toplumsal mücadeleci, siyasi düşünceleri, ulusal kurtuluşçu yapıları nedeniyle zulüm gören veya göreceği korkusu ve endişesi taşıyan, bu sebeple ülkesinden ayrılan/ayrılmak zorunda bırakılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen, iltica ettiği ülke tarafından endişeleri haklı bulunan kişiler, topluluklardır..
Birleşmiş Milletlerin tanımı ile mülteci, “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişi”dir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi sığınma hakkını şöyle tanımlar: “Herkesin zulüm karşısında başka ülkelere sığınmacı ve bu ülkelerce sığınmacı işlemi görme hakkı vardır” (madde 14/1). Göçmenlere bazen ekonomik sığınmacı denilmektedir. Toplu sığınma, iç savaşlar ve çatışmalarda, yoğun baskılarda, büyük afetlerde ortaya çıkmaktadır. Bireysel sığınma daha çok siyasal sebeplerledir.
Ne yazık ki mültecilerin konumları son yıllarda siyasetçiler ve siyasi partiler hatta otoriterleşen rejimler ve devletler tarafından araçsallaştırılmış bir sorundur. Mülteciler şüphesiz aynı zaman bir ülkede yaşayan yabacılardır. Kendisine demokrat diyen Avrupa Birliği ülkelerinden bile yabancı düşmanlığına ve faşizme, yabancılar temel ve enstrüman yapılmakta. Bu anlayışla kurulan, gelişen, iktidara alternatif olan Neo-faşist ve yabancı düşmanı siyasi örgütlenmeler ve partiler var. Bu nedenle yabancılara karşıtlık, “yabancı düşmanlığı” olarak tanımlanmaktadır. Bu yabancı düşmanlığı, ırkçı zehri topluma akıtarak ve zerk ederek; ırkçılığın toplumsallaşmasına kaynaklık etmektedir.
Son dönemlerde, Suriyeli mülteciler ve sığınmacılar bağlamında Türkiye’de yoğun bir tartışma var. Bu tartışma birçok bağlamda sürdürülmektedir. Suriyeli mültecilerin ve sığınmacıları, diğer yabancı sığınmacıları bir siyasi, sosyal, hukuki sorun olduğu tartışmasız. Bu sorunun çözümüne ilişkin bilimsel, sosyolojik, hukuki, siyasi çözümlerin üretilmesi ve sahaya sürülmesi oldukça normaldir. Ne yazık ki yapılan tartışmalar, önermeler, ağırlıklı olarak ırkçı ve yabancı düşmanlığı güdüsüyle yapılmaktadır.
Bu tartışmalar ve önermeler, 1975 yılında Arap-Kürt Savaşından sonra, hayatlarını kurtarmak için Türk Devleti sınırlarına dayanan Kürtlerle sınırları kapatan, Kürtleri ölüme terk edilen, katledilen ırkçı zihniyetin bir devam olarak görülmektedir.
Kürtler olarak biz en çok mültecilik ve sürgün olayı karşı karşıya kalan bir milletiz. Hem de toplu ve kitlesel sürgünleri sürekli yaşayan bir milletiz. Biz Kürtlerin mültecilik ve sürgün yaşamımız yüzyılları içine alan bir olaydır. Bundan dolayı Kürt ve Kürdistan tarihi bir başka bağlamda ve anlamda, toplu sürgünler ve mültecilikler tarihidir. Kürtlerin sürgünleri her zaman yaşadığı toplu katliamlar sonrasından yaşanmıştır.
Kürtlerin, Sömürgeci imparatorluklara ve milli kolonyalist devletlere karşı verdiği milli kurtuluş mücadelesi ve milli direnme hareketlerinin çoğunun yenilgiyle sonuçlanması, Kürdistan’ın toplu ve kitlesel sürgülerle insanlaştırılması fırsatını sömürgeci devletleriçin yaratmıştır.
Kürtlerin önemli bir bölümü Orta Anadolu’ya sürgün edilmiştir. Kürtler, Bağdat’a, Tahran’a, Şam’a, Horasan’a sürgün edilmişlerdir.
Orta Asya sınırlarına Kürtlerin ilk göçü 17. yüzyılda Safevi hükümdarı Şah Abbas’ın Türkmenlerden gelen saldırılara karşı kalkan vazifesi görmesi için Kürt aşiretleri İran’ın kuzeydoğu sınırlarına yerleştirmesiyle başlamıştır.
19. yüzyılın sonlarından itibaren Rus İmparatorluğu’nun bölgedeki işgallerinin hızlanması üzerine de buradaki Kürtlerin bir bölümü Türkmenistan içlerine doğru göç etmiştir.
Kürtlerin Orta Asya’ya en kapsamlı göçü ise 20. yüzyılda yaşanmıştır. 1937-1944 yılları arasında, dönemin SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) lideri Josef Stalin’in emriyle Sovyet sınırları içerisinde kalan pek çok halkla birlikte Kürtler de sürgüne uğramış, değişik 7 Cumhuriyet’e sürgün edilmişlerdir.
Bunun yanında bütün milli ayaklanma hareketlerinden sonra dünyaya, Avrupa’ya ABD’ye dağılmış mülteci Kürtler, büyük bir Kürt diasporası var.
Kürtler olarak, hem statüsüz ve hem de statülü mülteciler olmuşuz. Bir Kürdistan parçasından başka Kürdistan parçalarını sömürge olarak egemenliği tutan ülkelere gittiğimiz zaman, yani Suriye’ye, Irak’a, İran’a, Türk Devletine gittiğimiz zaman statükosuz mülteciler olmuşuz. Avrupa ve ABD’de statülü mülteciler konumunda olmuşuz.
Bundan dolayı, biz başka milletlerin sürgünlerini, mülteciliklerini daha iyi anlar ve içimizde acı duyarak tartışırız.
Türk Devletindeki Suriyeli, başka ülkelerin mültecileri, sığınmacılarıyla ilgili tartışmalara duyarlılıkla; insani değerler ölçüsünde; onların haklarını koruyan bir konsept içinde bakmalıyız.
Diyarbekîr, 10. 05. 2022