30 Nisan 1919 tarihli Serbestî gazetesinde “Kürd Muhacirlerinin Durumu” başlığıyla yayımlanan yazıda; tehcir edilen Kürdlerden sağ kalanların Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde açlık ve sefalet içinde bulunduklarını, bu durumun fazilet sahibi insanların yüreklerini yaraladığını belirterek, alınan tedbir ve kararların bir an önce uygulamaya geçirilmesi talebinde bulunur. “Son tehcir olayı, büyük acılar ve elim ananelerle doludur. Soru sormaya muktedir olmayan, nefsin horlanmasına sebebiyet verecek hallere tahammül edemeyen Kürdler, çalışma araçlarının olmayışı hasebiyle, Anadolu’da açlık ve sefaletin altında beş seneden beri mahv ve harap oldular.
Her biri memleketinde büyük bir refah içinde, dağların hürriyet havasını teneffüs ederek yaşayan bu mert ve milli mümtaz, fazilet sahibi insanlar son zamanlarda yürekleri yaralayacak acıklı muamelelere maruz kaldılar.
Bugün, bu haksızlıkların tamir edilmesi zamanında bulunuyoruz. Yani demek istiyoruz ki; her şeyden önce izzet-i nefsine hürmet edilmesini isteyen bu Kürd milleti, tehcir hadisesi hasebiyle çok hüzünlenmiş ve çok muzdarip edilmiştir.
Bu milli mağduriyete daha geniş bir devam imkânı bırakmayarak Kürdlerin memleketlerine iadesi zımnında alınacak tedbir ve kararlarının süratle icrasını temenni ederiz.
Hükümet; muhacirlerin yalnız memleketlerine iadesiyle yetinmemeli, menkul ve gayrimenkul mallarından mahrum edilmiş olan kardeşlerimize, geçici bir müddet için olsun, bir hayat vasıtası ve bu surete devam ve bekası için bir vasıtanın bulunup ve teminini yerine getirmelidir. Bu meselede; birçok insanın hayatına hatta ahlak ve iffetiyle alakalı olan bu mühim işte ciddiyetle hareket edilmesi, adalet ve insanlığa uygundur.
Hükümet dairelerinde işlerin ne kadar ağır yürüdüğü malumdur. Komisyon teşkili bizde gayet garip manalar ifade eder. Bir işin mahkûm ve başarısız olduğunu belirtmek için komisyona havale edildiğini söylemek bazen kafidir. Kürd muhacirlerinin memleketlerine iadesi, yapılmış olan müthiş haksızlıkların tamir ve telafisidir.”[1]
Farklı tarihsel kaynaklar incelendiğinde, Birinci Dünya Savaşı süresince, Ermeni “tehcirine” yakın derecede bir Kürd tehcirinin de yaşandığı apaçıktır. “İstanbul’daki Göçmenler Genel Müdürlüğü’nün resmî açıklamasına göre, Jön Türkler 1915’te Kürdistan’dan Batı Anadolu’ya 700 bin Kürdü sürgün ettirdi.”[2] Bu rakamlara Musul, Halep ve Rakka’ya tehcir edilen Kürdler dahil değildir. Dr. Nuri Dêrsimî’ye göre, 1914 yılından 1918 yılı sonuna kadar Kürdistan’da yapılan zararın büyük çoğunluğu Kürdlerden olmak üzere 1,5 milyon insan mağdur olmuştur.”[3] Ayrıca muhacir ve mültecilerin toplama ve dağıtım merkezleri olan Diyarbekir, Elazığ, Urfa, Antep ve çevrelerine kaçak olarak yerleşmiş olanlar da bu yekûna dahil değildir. Tehcir ve mecburi iskana tabi tutulan Kürdlerin belki yarısından fazlası çeşitli nedenlerle; açlık, olumsuz hava koşulları, hastalık ve en önemlisi de zaptiye (jandarma)’nın uyguladığı insanlık dışı muamelelerle ölmüş ya da öldürülmüştür. Dolayısıyla “İttihatçılar sevk ve iskana sadece Türkleştirme aracı olarak değil, bir savaş aracı, bir savaş stratejisi olarak başvurmuşlar.”[4]
Kürd mültecilerin iskâna tabi tutuldukları Ankara, Hüdavendigar, Konya, Kastamonu, Kayseri, Niğde, Kütahya, Eskişehir, Amasya, Tokat, İskenderun, Burdur gibi vilayet ve onlara bağlı yerleşim yerlerinde toplu olarak bir arada yaşamaları engellenecek, bulundukları yerleşim yerlerinde nüfusları hiçbir şekilde yerli ahalinin %5’ni geçmeyecek şekilde dağıtılmasına hassasiyetle dikkat edilmiştir. “Dini ve sosyal liderleri, aile reisleri kasaba merkezlerinde gözetim altında tutulacaktır. Bu tür uygulamalardaki asıl amaç, “lisan ve adetlerini terk” etmelerini sağlayarak “yararlı bir unsur” haline getirmektir.[5] Bu özel vurgulardan öyle anlaşılıyor ki ittihatçı sosyal mühendislere göre, lisan ve adetlerini terk etmeyen Kürdler, zararlı unsur olarak değerlendirilmiştir. Bu bakış açısı ve ondan esinlenen politikalar, cumhuriyet dönemi hükümetleri tarafından da sürdürülmüştür.
Birinci Dünya Savaşı sürecinde yaşanan Kürd tehcirine dair Memduh Selîm Bey’in şu kısa satırları ve değerlendirmesi, yaşanan her şeyi net bir şekilde açıklar mahiyettedir. “Bu savaşta her ulusun üzerine çöken faciaların toplamını bir anıt ile somutlaştırmak gerekse, tereddütsüz iddia ederim ki, kucağındaki çocuğuyla bir Kürd göçmen kadını, bu amacı belirlemek için en canlı tek konu olur.”[6]
Şimdiye kadar ortaya koyduğumuz kaynaklar ve belgelerden de anlaşılmaktadır ki, Birinci Dünya Savaşı sürecinde, Ermeni tehcirine yakın bir oranda ve şiddette Kürd tehciri de olmuştur. O zaman da ve bugün de Kürdleri, 1915’te yaşanan Ermeni katliamına ve jenosidine ortak etmek ya da bu ağır insanlık suçunun sorumluluğunu onlara yüklemek isteyenler vardır. Fakat, 20. yüzyılın başında işlenen bu ağır insanlık suçunun farkında olan bir kısım Kürd ve Ermeni aydınları ve kurumları, bu tür isnatları reddetmiş ve basın yoluyla da komuoyuna duyurmuşlar.
Ermeni tehcirinin önemli sevk merkezlerinden bir olan Diyarbekir’den Kürd Teali Cemiyeti Riyaseti namına Dr. Fuad imzasıyla “Kürdistan Cemiyetine” gönderilen telgrafta; 14 Kanuni Sani tarihli Ati nüshasında “Vilayeti Şarkiyemiz” başlığı altında tehcir meselesinden bahs olunurken, o acıklı meselenin en büyük sorumluluk hissesi Kürdlere yüklemek isteniyor. Biz vilayetimizdeki Kürdler namına bu isnadı haksız görür ve o olayın Diyarbekir’de vali bulunan Çerkez Reşit Bey’in sorumluluğunda gerçekleştiğine şahidiz.[7] Sözkonusu telgrafa Kurdistan dergisi adına verilen cevapta: Ati gazetesinin Kürdler hakkındaki iftirasına gazetemizin birinci nüshasında “İsimsiz Müsemmalar” makalesiyle mukabelede bulunulduğu gibi, cemiyet tarafından resmen Alemdar gazetesinde de protesto edildi. Bu gibi iftiracılar tarafından yapılan cinayetleri Kürdlerin masum alınlarına sürmek alışkanlığı öteden beri vardır. Ermeniler katillerini tanıyorlar. Ati gazetesinin feryadı, adalet meydanında beyhude yaygarasından başka bir şey değildir. Avrupa’yı aldatmak ve her katliamda olduğu gibi Kürdleri ileri sürmek sevdası geçmiştir. Ne Avrupa aldanır ne de Kürdler eskisi gibi sükût eder.[8]
Genel olarak “Ermeni Tehciri” süresince Kürdlerin Ermenilere karşı göstermiş olduğu tutum, Ermenice yayın yapan Joğa Wart gazetesinde yayımlanan yazıdan, açık ve net olarak anlaşılmaktadır. “Joğo Wart gazetesi, Dersim Ermenilerine karşı Kürdler tarafından gösterilmiş olan eser-i insaniyeti şükranla yad ediyor.
Mezkûr Dersim vukasında Joğo Wart gazetesinin verdiği malumata nazaran Kürdler sefil ve sergerdan (perişan) bir halde bulunan 10.000 Ermeni’yi iaşe ve infak ederek (geçimini temin ederek) Kafkasya’ya kadar sevk ve Ermenistan hükümetine teslim etmişlerdir.”[9] Mevzubahis yazının devamında, “İttihat hükümetinin nüfuz dairesinden uzak bulunan yerlerdeki Kürdlerin, İttihat hükümetine alet olmadıktan gayrı, onlara karşı silahla mukabele ederek Ermeni firarilerini muhafaza ettikleri” aktarılmaktadır.
“Münteşir Çağdamar” gazetesi de tehcir meselesinde, Kürd aşiret reislerinin tutumuna dair şöyle bir açıklamada bulunmuştur: Pek ender olmakla beraber bazı aşiret reislerinin Kürdlere has olan alicenaplık ve mertliği ihmal etmiş olmaları belki mümkündür. Fakat bunun dar bir dairenin hududu dahiline münhasır bulunduğu hakikati unutulmamalıdır.”[10] Gerek yazılı ve gerekse de sözlü olsun, birçok farklı kaynakta Joğo Wart ve Münteşir Çağdamar gazetelerinde bahsedilen olayların benzerleri, Kürdistan’ın birçok bölgesinde vuku bulmuş olan vakalardandır. Daha sonra aynı akıbet farklı bir derecede Kürdlerin de başına gelmiştir.
Robert Koehl göre “İskân, kontrol edilemez olduğuna inanılanların hâkim olunan bir bölgeden uzaklaştırılması ve onların yerine kontrol edilebilir bir nüfusun iskân edilmesidir. Yeniden iskân uygulamaları, bir bölgeye hâkim olmayı amaçlar. Yeniden iskân, nüfus değişiklikleri ve temizliğin bir aracı olarak imparatorlukların ulus devletlere dönüşmeleri sürecinde uygulanmış, bu devletlerin uyruklarının özellikleriyle ilgilenmelerinin sonucu olarak gündeme gelmiştir.”[11] 20. Yüzyılda gündeme gelen yeniden iskân ve uygulamaları modern bir olgudur. Modernleşme projesi, yaratıcı yıkıcılık olması niteliğiyle, kısaca yeniden iskân uygulamaları, ulus inşa projesinin bir parçası olacak biçimde asimilasyon uygulaması olarak örgütlendi.”[12]
Sonuç olarak, Birinci Dünya Savaşı sürecinde ve sonrasında bazı devletler tarafından asimilasyon, kitlesel tehcir, kıyımlar, etnik temizlik, soykırımlar gibi insanlık dışı kirli siyasetler benimsenmiş ve uygulanmıştır. Savaş sonucunda, imparatorluk sistemi dağılmış ve bunların hükmettiği coğrafyalarda ulus-devlet sistemi esasına dayalı onlarca yeni devlet kurulmuştur. Özellikle de Balkanlar, Avrupa ve Orta Doğu’da onlarca yeni devlet kuruldu.
Girişte de belirtiğimiz gibi, günümüz dünyası, iç içe geçmiş birçok krizi birlikte yaşamaktadır; çalkantılı, kaotik ve çatışmalı bir sürecin içinde yaşamakta ve bu yaşananları daha da derinleştiren, ağırlaştıran bir sürece doğru ilerlemektedir. “Böyle kaotik ve geçici dönemlerde, ezilen uluslar ve etnik topluluklar tam bir imha ve soykırım tehlikesiyle de karşı karşıya kalabilir. Ermeni soykırımı, Osmanlı yönetiminin en azından 19. yüzyıldan beri Ermeni toplumunun üzerinde yaptıkları baskı ve zulümlere rağmen, ancak 1. Dünya Savaşı sürecinde gerçekleşti. Naziler İkinci Dünya Savaşı sürecinde Yahudi soykırımı yaptılar. Güney Kürdistan Enfal (Halepçe ve başka yerlerde) soykırımı, Irak’ın 1970’lerden beri Kürd ulusu üzerinde yaptıkları zulüm ve katliamlara rağmen, ancak İran-Irak Savaşı sürecinde (1980-1988) gerçekleşti.”[13]
Yaşanmış gerçeklik tarihsel hafızamızdır, hafızayı diri tutup geçmişe takılı kalmamakla birlikte, iyi bilelim ki hiç şüphesiz olarak bugün geçmişten kopuk olarak inşa edilmediği gibi aynı şekilde gelecek tasavvurlarımız de geçmişten kopuk olmayacak. Dünya’da ve bölgemizde iç içe geçmiş birçok yeni kriz yaşanırken, yeni bir savaşın eşiğinde iken, bir tekerrür anlamında değil ancak Kürdler benzer durumlarla karşı karşıya kalmak istemiyorsa, tarihsel hafızasını diri tutmalı, gerekli doğru çıkarsamaları yapmalı ve zaman kaybetmeden ulusal demokratik bir zeminde kendi birliğini ve toplumsal kurumlarını oluşturmalıdırlar.
[1] Kürd Muhacirlerinin Durumu, Serbestî, no: 496, 15 Mayıs 1919
[2] Prens Süreyya Bedirhan, Kürd Davası ve Hoybun, Med Yayınları, İstanbul, 1994, s. 38
[3] Dr. Nuri Dêrsimî, Hatıratım, Doz Yayınları, İstanbul, 1997, r. 47
[4] Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918), İletişim Yayınları, 8. Baskı, Ankar, s. 32
[5] Fuat Dündar, Age., s. 414
[6] Memduh Selimbegî, Hewar-İmdad, Jîn: Aded: 19, 22 Mayıs 1335 (Jîn, Kovara Kurdî-Tirkî & Kürdçe -Türkçe Dergi (1918-1919), M. Emin Bozarslan, Deng Yayınevi, Sweden, 1985)
[7] Kurdistan Cemiyeti’ne, Kurdistan, sayı: 5, 13 Şubat 1919
[8] Diyarbekir Kürd Teali Cemiyeti Muhteremesi Nazar-ı Dikkatine, Kurdistan, sayı: 5, 13 Şubat 1919
[9] Kamuran Bedirhan, Kürdler ve Kurdistan, Serbestî, numro: 492, 11 Mayıs 1919, s. 2
[10] Kamuran Bedirhan, Kürdler ve Kurdistan: Kürdlerin hissiyatı, Serbestî, numro: 496, 15 Mayıs 1919
[11] Joost Jongerden, Türkiye’de İskân Sorunu ve Kürtler; Modernite, Savaş ve Mekân Politikaları Üzerine Bir Çözümleme, Vatey Yayınlar, İstanbul, 2008, s. 35
[12] Joost Jongerden, Age., s. 257
[13] https://kovarabir.com/11074/mehmet-emin-aslan-icinden-gectigimiz-surecte-dunyanin-yasadigi-krizler/