İbrahim GÜÇLÜ
Türkiye’nin, Ortadoğu’nun koşullarında1950’ler iletişimin her açıdan zayıf ve hatta bazı alanlarda oldukça güçtü. Kürtler ve Kürdistan söz konusu olduğu zaman bu iletişimsizlik imkânsızdı demek yanlış olmaz. Ayrıca yaşayarak bu imkânsızlığı en yakından gören biz Anadolu Kürtleriydik. Biz Anadolu Kürtleri Kürdistan’dan koparılıp sürülen, kendi kendimize göçle başka bir milletin toprağına, Türk Bölgesine gelen aşiretlerdik. Ne yazık ki, bir dönem sonra Kürdistan’daki aşiretlerimiz, ailelerimiz, akrabalarımızla ilişkimiz tümden kopmuştu. Kürdistan’da yaşayan Kürt kardeşlerimizle iki ayrı dünyanın insanları olmuştuk. Koptuğumuz ve koparıldığımız ülkemiz Kürdistan’ın ismini de unutur olmuştuk. Devletin sömürgeci, inkârcı, ırkçı sopa ve havuç politikası bunu sağlamıştı.
Anadolu Kürtlerindeki okuma oranının çok düşük olması da Anadolu Kürtleriyle Kürdistan Kürtleri arasında iletişimsizliği ve ilişkisizliği derinleştiriyordu.
Kürdistan, biz Anadolu Kürtleri için masallardaki hayali dünyaydı. Bundan dolayı içimizi daha çok yakan bir kor gibiydi. Birde o masallardaki ülkemiz Kürdistan’a ulaşmamız, gelmemiz ve gitmemiz hayalimizden bile geçmiyordu.
Her Anadolu Kürdü Kürdistan’a gitmeyi bir tarafa bırakalım, bir Kürdistanlı Kürtle görüşme derin hasretini çekiyordu.
KÜRDİSTANLI ÜNİVERSİTE GENÇLERİNİNİ İDOLÜ SAİT ELÇİ…
Ortaokul sıralarından Kürtçü sosyalist düşüncelerin gelişmesi, okuma, Erivan ve Kermenşah Radyolarını dinleme ben de Kürdistan kavramını oluşturmaya başladı. Büyük Türk metropollerinde Kürdistanlılarla karşılaşacağımız umudu da yeşermeye başladı. Öyle de oldu. Ankara’da lisede okumaya başlayınca, Kürdistanlı üniversiteli öğrencilerle tanışma, görüşme olanağına sahip oldum.
Kürdistanlı üniversite öğrencilerle görüşmeye başladıktan sonra, üç idol isim telafuz ediliyordu. Bu idollardan ikisi Kürt milliyetçi cephenin liderleri Faik Bucak ve Sait Elçi’ydi. Üçüncü idol, Kürt solcularının lideri Dr. Tarık Ziya Ekinci’ydi. Ama o zaman da Milliyetçi idol liderlerin isimleri ön plandaydı.
Ben de Sait Elçi ismini o zaman duydum. Sait Elçi’nin hayatı ile ilgili olanları dinlemeye başladım. O dinledikleri bir efsane gibiydi. İnanmakta zorluk çekiyordum. Ama 1967 yılından sonraki yıllarda, daha açık gerçeklere ulaştım. O zaman anladım ki üniversite öğrencisi arkadaşlarımın Sait Elçi hakkında bana anlattıklarından daha fazlası söz konusuydu.
Ama Sait Elçi ile tanışmak DDKO kuruluşundan sonra mümkün oldu. Onu şahsi olarak gördüğümde, onda milli ve toplumsal liderlik vasıfları, milli heyecan her yanıyla kendisini dışa vuruyordu.
DOĞUMU, YAŞAM ŞARTLARI, EĞİTİM KONUMU…
Sait Elçi, Kürdistan’ın çok özel bölgelerinden biri olan Bingöl’de 1925 yılında dünyaya geliyor. O Bingöl’de tanınan ve etkin olan ailelerin birinde dünyaya geliyor. Köyde, Zeynep Köyünde dünyaya geliyor. O, Kırsal kesimin özellikleriyle kent özelliklerini aristokrat bir yapısallıkla sentezleştiren bir şahsiyetti. Elçi ailesinin ileri gelenlerinde Züfür Bey’in oğluydu.
Yaşamına bakıldığı zaman görülür ki, O eğitime ve okula sevdalı bir çocuktur. İlkokulu Bingöl’den başarıyla bitirir. Orta öğretimi, Liseyi, üniversiteyi okumak ister. Ne yazık ki, babası buna izin vermez. Bu Sait Elçi için büyük bir darbe olur. Babasından habersiz Erzurum’a okula gitmek ister ama başarılı olamaz. Böylece de Sait Elçi için eğitim macerası son bulur.
Ama kitap okuma sevdası son bulmaz. 1950 yılında İstanbul’a gider. Asar-ı İlmiye Kütüphanesinde çalışmaya başlar. Bu onun kitap kurdu olması için büyük fırsat yaratır. Bu arada muhasebe mesleğinin bilgilerini edinir. İstanbul’da geçiminin sağlamak için çalışırken, İstanbul’daki Kürt aydınları ve üniversite öğrencileriyle de ilişki kurar. En çok da Ziya Şerefhanoğlu’nun Kürt milliyetçisi düşüncelerinden etkilenir.
Sait Elçi’nin dünyaya geldiği tarih, 1925 Milli Ayaklanma hareketinin geliştiği yıldır. Bilindiği gibi hareketin önemli merkezlerinden biri Bingöl’dür. O, çocukluk yıllarından 1925 Hareketinin hikâyelerini dinleyerek büyür. Ağrı milli ayaklanması tarihinde 8-9 yaşındadır. Dersim Kürt soykırımı olduğu zaman,13 yaşındadır. Bingöl, Dersim eyaletinin kapsamı içinde olan bir Kürt yerleşim birimi olduğu için, Dersim Kürt soykırımından derinden etkilenen ve zarar gören bir yerdi. Her Kürt çocuğu kadar Sait Elçi’yi de etkileyen bir olaydı.
Bu nedenlerden dolayı, çok küçük yaşlarda Kürt milliyetçiliğiyle, milli ayaklanmalarıyla, ünlü Kürt liderleriyle yüzleşen, Kürt milliyetçiliğini benimseyen çocuk yaşta bir milli genç oldu.
49 DAVASI VE SAVUNMASI…
1958 de Irak’ta General Abdülkerim Kasım önderliğinde yapılan askeri darbe sonucu Kral Faysal tahttan indirilerek Irak anayasası değiştirildi. Yeni Anayasa’ya, Irak devletinin iki asli unsurdan yani Arap ve Kürtlerden oluştuğunu kabul eden bir madde eklendi. Irak’ta bu politik gelişmelerin üzerine,12 yıldan beridir Sovyetlerde 500 arkadaşıyla beraber sürgünde bulunan Mele Mustafa Barzani Irak’a geri döndü. Böylece Irak’ta yeni bir süreç başladı. Bu yeni süreç, her zaman olduğu gibi Türkiye’yi endişelendirir. Türkiye, Güney Kurdistan’daki gelişmelerden kuzeydeki Kürtlerin de etkilenmesinden korkuyordu. Bunun için, ön tedbirlerle ilgili senaryolar üretilir. Önce binlerle ifade edilen tutuklama ve infazlar gündeme gelir. Dış konjonktürün elverişli olmadığı düşüncesi ağır basarak tutuklamalar 50 kişiyle sınırlandırılır. Sait Elçi de bu tutuklular arasındadır. Nisan 1959’da Kerkük’te bazı olaylar olmuş, çıkan bir provokasyon sonucu istemeden de olsa bazı Türkmenler de ölmüştür. Bu vesileyle zamanın Niğde milletvekili Asım Eren, TBMM ye bir önerge vererek “mukabeleyi bil misil”de bulunulmasını istemiştir. O dönemde İstanbul’da muhasebecilik yapan Said Elçi, diğer bazı Kürt aydın ve öğrencileriyle birlikte Asım Eren’in bu önergesini protesto etmek için telgraf çekme eylemi düzenlerler. Çekilen telgrafta şöyle denmiştir: “İnsan haklarının hükmü ferman bulduğu bu dönemde Kürtleri kimse imha edemez. Bunu küflü kafana koy.”
Sait Elçi, davranışlarıyla, 49’lar davasının en dikkat çeken siyasi Kürt tutuklularından biriydi. Hapishanede ve cezaevinde hiç taviz vermediği her arkadaşı tarafından ifade ediliyordu. Davada mahkeme huzurunda ateşli savunmaları meşhurdu. Dilden dile dolaşan savunmalardı.
TÜRK DEMOKRAT PARTİSİNİ KÜRTLÜK İÇİN ARAÇ KABUL ETMESİ VE ÜYELİĞİNDE DE KÜRTLÜĞE DEVAM ETMESİ…
Sait Elçi, 49’lar Davasından sonra milli mücadelesine devam etti. Örgütlü mücadele ile milli davaya hizmet edeceğini düşünenlerden biriydi. Ama ne yazık ki bir Kürt ve Kürdistan partisi kurması için şartlar söz konusu değildi. Bundan dolayı da Kürtler için küçük bir ışık gördüğü yöne giden, kuruma destek veren bir Kürdistan sevdalısıydı.
Demokrat Parti de yarı-buçuk da olsa Atatürk-CHP diktatörlüğüne karşı pozisyon alan bir partiydi. Kürtlerle ilgili yumuşak yaklaşım içinde olan bir parti olduğu için de Demokrat Partiye üye oldu. Üye olur olmazda 1954 yılında da İl Başkanlığına seçildi.
“Sait Elçi 1954’te Bingöl’de DP il başkanlığı yaparken Cumhurbaşkanı Celal Bayar seçim gezisi nedeniyle Bingöl’e uğrar. Sait Elçi kürsüye çıkarak ateşli bir konuşma yapar. Kürsüden indikten sonra Celal Bayar Sait Elçi’yi tebrik ederek hangi üniversiteyi bitirdiğini sorar. Sait Elçi de Cumhurbaşkanına şu cevabı verir: “Sen benim memleketimde kaç tane üniversite yaptın ki ben üniversite bitireyim. Anamın çorbası ile ancak ilkokulu bitirebilmişim.” Cumhurbaşkanı Celal Bayar beklemediği bu tepkinin karşısında şaşkınlık geçirir ve bundan sonra Sait Elçi’yi kindar Kürt olarak tanımlar. 1959’da yapılan 49’lar operasyonunda, Celal Bayar kindar Kürdün de aralarında olup olmadığını merak edip sorar.”
1963 TUTUKLULUĞU VE 23’LER DAVASI…
Talat Aydemir darbesinden sonra yine Kürtler kendi paylarına düşeni aldılar. Değişik Kürdistan parçalarından Kürt aydınlarının ve öğrencilerinin içinde olduğu bir Kürt tutuklaması oldu. Bu dava, “23’le Davası” olarak Kürt milli literatürüne geçen dava oldu. Bu tutuklamada Sait Elçi ve Edip Karahan da tutuklu olanlardandılar.
Uzun sözün kısası, Sait Elçi 4 yılda iki defa tutuklanıyor. Askeri cezaevlerinde kalıyor. Tebürküloz hastası olmasına rağmen, hem 49’lar Davası sırasında ve hem de 23’le Davasında her zaman başı dik, azimli, direngen, Kürt ve Kürdistan davasını savunan bir Kürt milliyetçisi konumunda oluyor.
Tutuklanmasından önce, Ziya Şerefhanoğlu’yla birlikte Rêya Rast Dergisini çıkarma hazırlıkları içindeler. Talat Aydemir darbesinden sonra yayınlanan sıkıyönetim re askeri rejimi, önce derginin çıkışını engelledi. Sonra da her ikisinin tutuklanmasına karar verdi.
TÜRKİYE KÜRDİSTAN DEMOKRAT PARTİSİNİ KURMAK…
Sait Elçi, 1964’te hapisten çıktıktan sonra Diyarbakır’a yerleşir. Elçi, bir taraftan muhasebecilik yaparken diğer taraftan da yeni politik faaliyetlerini hızlandırır.1938 kırılma noktasından ve Kürdistan’daki derin sessizlikten sonra ilk kez ciddi anlamda illegal Kürdistani bir parti kurma hazırlıklarına başlar. Elçi, parti kurma fikrini bazı Kürt aydınlarına götürür ve ona verilen cevapta: “Sait sen aklını mı kaçırdın, bize diyorsun illegal Kürdistani bir parti kuralım!”
Sait Elçi de, söz konusu aydınlara bu tavırları üzerine verdiği cevapta: “Ben Diyarbakır’ın hamallarıyla da olsa bu partiyi kuracağım” diye kararlılığını gösterir.
Nihayet 11 Temmuz 1965 günü Diyarbakır’daki Gazi Köşkü’nde beş arkadaşı ile beraber toplanarak Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ni kurarlar. İlk başta parti kurma fikrine tam hazır olmayan avukat Faik Bucak’a yeniden gidilir. Tüm parti kurucuları ve Fehmi Bilal’ında ısrarlarıyla Faik Bucak ikna edilerek parti genel başkanlığına getirilir. Faik Bucak’ın avukat olması, tecrübeleri ve entelektüel yapısı parti genel başkanlığına getirilmesi için yeterli sebeplerdi. Ne var ki Faik Bucak’ın genel başkanlığı ancak 11 ay sürebildi. Aşiret içi çatışmayla başlayan trajik olaylardan sonra, derin devletin de sinsice müdahil olduğu bir takım gelişmeler sonucu Faik Bucak 4 Temmuz 1966 günü silahlı saldırıya uğradı ve şehit oldu.
Faik Bucak’ın şehit edilmesinden sonra partinin liderliğini Sait Elçi üstlendi. Parti genel başkanlığına da laik olduğunu kısa sürede gösterdi. Parti çalışmalarına yoğunluk kazandırdı. Kürdistan’ın birçok il ve ilçesinden teşkilatlanmayı başardı.
Diyarbekîr, 1 Haziran 2021
(Devam edecek)