İbrahim GÜÇLÜ
(ibrahimguclu21@gmail.com)
Geleneksel toplumların ve Üçüncü Dünya Ülkeler insanlarının en büyük sorunu, söyledikleriyle yaptıklarının farklı olmasıdır.
Aslında bu sorun, tüm insanlığın bir sorunu ola gelmiştir. Bunun bir nedeni, sahip olunan değerler, ikincisi olanaksızlıklar ve imkânların darlığı olarak gösterilebilir.
Türk halkı bu nedenle “sözünün eri kişi”, “sözün arkasında duran kişi”, sözünü tutan” insan kavramlarını kullanmak zorunda kalıyor. Çünkü herkes söylediğinin arkasında maalesef durmuyor.
Bilimsel teoride de, “teori ve pratiğin birliği” diye bir tanımlama var. Bu tanımlamaya göre, bir teoriye sahip olan kişi, kurum, parti, belki de devlet, teorisine uygun olarak pratiğini, amelini, yapması; teorisini hayata geçirmesi gerekir.
Bundan dolayı, kendisine demokrat diyen kişinin, kurumun, partinin, rejimin, devletin de buna uygun bir pratik ve uygulama içinde olması gerekir.
Ne yazık ki geleneksel ve Üçüncü Dünya Ülkeler insanlarının, teorileri/nazariyeleri ile pratiklerinin birbirini tutmaması, farklı olması sorunları var.
Bu çelişki ya da sorunsal, Türkiye’de ve Kürdistan’da ”demokratlık” ve “demokrasi” konusunda da bariz bir şekilde kendisini gösteriyor.
*****
Demokrasi, halkın kendi kendisini yönettiği, hak ve özgürlüklerin geçerli olduğu ve güvenceye bağlandığı, hukukun üstünlüğünün olduğu, herkesin hukuk ve kanun karşısında eşit olduğu, hukukun herkes için aynı derecede geçerli olduğu, imtiyazlılığın olmadığı, kuvvetler ayrılığının olduğu, her kuvvetin (yasama, yürütme, yargı) birbirinden bağımsız olduğu, evrensel kurallara ve gerçekte bir toplumsal sözleşme niteliğinde olan anayasa ile bağlı olduğu, bütün kurum temsilcilerinin, belediye başkanlarının ve belediye meclis üyelerinin, valiler ve emniyet müdürlerinin, halkın oylarıyla seçildiği rejimin, siyasal sistemin, devletin adıdır.
Demokrasilerde halk, doğrudan ve dolaylı temsil yoluyla kendi kendini yönetir. Demokratik rejimlerde, halk kendi milletvekillerini, senatörlerini, temsilciler meclisi üyelerini, belediye başkanlarını, belediye meclis üyelerini, valileri ve emniyet müdürlerini demokrat genel seçimlerde verdikleri oylarla seçerler.
Bu milletvekilleri, senatörler, temsilciler meclisi üyeleri, belediye başkanları halk adına yönetim yaparlar.
Demokrasilerde asıl amaç halkın doğrudan/dolaysız kendisini yönetmesidir. Bu da “referandum müessesi” yoluyla gerçekleşir, Bu nedenle halk, aynı zamanda, referandumla, kendi hayatını ve kaderini ilgilendiren çok hayati meselelerde kararları, referandum yoluyla alarak, doğrudan kendi temsilini sağlar.
Demokrasi, herkese için bir rejimdir. Her sınıfa ve toplumsal tabakaya aittir. Tek bir sınıfa ait değildir. Bu nedenle, burjuva demokrasisi, halk/proletarya demokrasisi yoktur. Demokrasi, burjuva ve halk/proletarya demokrasisi diye bir tanımlamaya kavuştuğu zaman, bir kesimin ya da bir sınıfın diktatörlüğünden bahsediliyor demektir.
Bu nedenle, Almanya ve İtalya’daki bir kesimin ya da burjuvazinin diktatörlüğü faşizme; Sovyetler birliği, Çin Halk Cumhuriyeti ve diğer sosyalist ülkelerdeki halk/proletarya diktatörlüğü Sol Faşizme, parti ve elit diktatörlüğünü doğurmuştur.
Demokrasi, bütün dinler ve mezhepler için olmalıdır. Bir dine ve bir mezhebe ait olan rejim, demokrasi değil, teokratik bir rejim ve diktatörlük olur.
Demokrasi, bütün uluslar için olmalıdır. Demokrasi, sadece şu ya da bu ulusa ait olamaz. Sadece bir ulus için var olan rejimin adı demokrasi değildir. Sömürgeci Faşist ve Otoriter diktatörlüktür.
Bu nedenle Rizgarî Dergisi 1976 yılında, demokrasinin bir ulusa ait olması halinde demokrasi olmayacağını yazmıştı. “Hangi ulus ya da ulusla için demokrasi” cesaretle sormuş ve sorunun üstüne gitmiştir.sorusunu sormuştu.
Demokrasi, bir elite ve sınıfa ait olamayacağı gibi tek bir fikre ve düşünce sistemine ait bir rejim değildir. Tek düşüncenin egemen ve hâkim olduğu rejimler demokrat ve rejimler, siyasal sistemler olamaz. Kemalizmin, Baasizmin, Stalinizmin, Leninizmin, Maoizmin, Jakobenizmin egemen olduğu rejimlerin demokrasi ile hiçbir alakası yoktur.
Apoizmin de egemen olacağı rejim de demokrat olmayacaktır.
Çok milletin birlikte yaşadığı bir alanda, demokrasi çoğulcu olmak, devletin ideolojiler, sınıflar, uluslar üstü ve en azından federal olması gerekir. Egemenlik, iktidar, Meclis ve tüm kurumların ikili bir yapıda olması zorunludur.
Türkiye’de Kürtler, Türkler, diğer etnik gruplar, birlikte yaşıyorlar. Demokrasinin belirlediğimiz kriterleriyle Türkiye’deki rejim analiz edildiği zaman ve T.C Devletine bakıldığı zaman, rejimin demokrasi ve devletin demokrat olmadığı görülecektir.
Türkiye’de rejim ve devlet demokrat olmadığı için, meclis, hükümet, yargı, siyasi partiler, valiler, emniyet mensupları, ordu, bilumum yapılar demokrat değillerdir.
*****
Kürdistan’da da siyasi partiler, siyasetçiler, aydınlar nakıs demokrattırlar. Kürdistan’da demokrasinin bir rejim olarak yapılanması konusunda güçlü bir çerçeveye sahip değiller.
PKK, tek parti, tek ideoloji, tek liderin mutlak egemenliğini sağlayan bir rejimi savunmakla, demokrasi ile alakası olmayan, bir otoriter ve totaliter rejimi yapılandırmaya çalışıyor. Hem de bu demokratik olmayan rejimi, Kürdistan’ın bütün parçalarında yapılandırmak için demokratik olmayan, hegemonik metotları hayata geçiriyor.
Son dönemlerde, PKK/HDP, yerel iktidar olduğu Kürdistan şehir ve ilçelerinde, halkın iradesini ve kendi temsilcilerinin iradelerini hiçe sayarak, silahlı adamları vasıtasıyla “Öz Yönetim” denilen bir diktatörlük modelini savunmuş olmaları, bunun en somut örneklerinden biridir.
Bu konu ayrıca tartışmaya ve analize tabi tutulması gereken bir konu. Başka bir makale konusu yapacağım.
*****
Rejimler ve devletler demokratik olurlar. Demokrasiyi benimseyebilirler.
Kişiler, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri “demokrat” olurlar. Demokrasinin bir rejim olarak yapılanması ve yapılandıktan sonra da, güçlenmesi, gelişmesi ve derinleşmesi için çalışma yaparlar.
Milletler, dinler ve mezhepler, sınıflar ve toplumsal tabakalar, kendi başına demokrat olmazlar. Demokrat olmalarına da gerek yoktur.
“Demokratlık”, “demokrat” kişiye, siyasi partiye, sivil toplum örgütüne ait bir karakter yapısıdır.
Demokratlar, herkes için, her sınıf ve tabaka için, her din ve mezhep için, her millet için, her düşünce sistemi için demokrasiyi istemelidirler. Demokrasiyi bu saydığımız tüm kesimlere layık görmeleri gerekir. Çifte standartlı olmamalıdırlar.
Bir kişinin, bir siyasi partinin, bir sivil toplum örgütünün, bir rejimin ve devletin demokrasi konusunda çifte standartlı olması demek, demokrat olmamaları anlamına gelir.
Ne yazık ki, Türkiye ve Kürdistan’da demokrasi konusunda çifte bir standartlılık var. Bu da demokrasinin Türkiye’de ve Kürdistan’da bir kültür ve toplumsal yapı olarak içselleşmesini engelliyor. Rejimi demokrat kılmıyor. Kişileri demokratlıktan uzak tutuyor.
AK Parti Otoriterizmine karşı çıkıp, CHP Kemalist otoriterliğini, PKK totaliterliğini savunmak, demokrat olmakla, demokratlıkla bağdaşır bir tutum değildir.
Ya da CHP Kemalistliğine ve PKK Totaliterizmine karşı çıkıp, AK Parti otoriterliğine çanak tutmak ve savunmak, demokratlık değildir ve demokrat olmakla bağdaşmaz.
Demokratlık, demokrat olan kişiye, bütün otoriterlik, totaliterlik, diktatörlük biçimlerine standartsız ve kayıtsız şartsız karşı çıkmayı gerektirir.
Yoksa Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün ulusların devleti olacak federal demokratik bir yapıya kavuşması, demokrasinin rejim olarak Türkistan ve Kürdistan’da yapılanması olanaklı olmaz.
Bu olmadığı zaman da, çatışmalar kaçınılmaz olarak devam eder. Eğer egemenlik ve iktidar iki otoriter ve totaliter güç arasında paylaşılsa bile, bu sefer de o iki farklı egemenlik alanlarında çatışmalar, savaşlar, belki de iç savaşlar kaçınılmaz olur.
Amed, 21 Aralık 2015