Müzisyen ve ses sanatçısı Aram Tigran (1934-2009) aslen Diyarbakır yöresi Ermenilerinden sayılır, Ermenilere yönelik baskıların arttığı bir dönemde ailesi gidip Suriye’de bulunan Qamışlo’ya yerleşir. Burada doğan Aram, daha sonra 1966 yılında, ailesiyle birlikte asıl memleketi olan Ermenistan’a göç eder. Burada yıllar boyunca Erivan Radyosu Kürtçe bölümünde şarkılar söyler. Ermenistan’a ayak bastığı yıl, burada Kürtçe yayımlanan ‘Rêya Teze’ (Yeni Yol) gazetesi muhabiri Emerikê Serdar, onun aile bireyleriyle bir röportaj-söyleşi yapmak için Lusavan (Çarentsavan) kasabasına gider.
Bu, Aram Tigran’ın aile bireyleriyle yapılan ilk Kürtçe röportaj sayılır. Bu görüşme, 3 Ağustos 1966 tarihli Rêya Teze gazetesinde “İki Ömrün Tanıklığı” (Şedê Du Emra) başlığıyla yayımlanır. ‘İki ömür’ ifadesiyle Türkiye ve Suriye’deki baskılı yıllar ile Ermenistan’daki özgür ortama bir göndermede bulunulur. Röportaj boyunca Diyarbakır ve Qamışlo’daki Kürt-Ermeni dostluğundan söz edilir. Örneğin 1915 yılında birçok Ermeni, Kürt dostlarına sığınır, bunlar içinde Aram Tigran’ın yakınları da vardır. Daha sonra Suriye’de bulunan Qamışlo’ya göç ettiklerinde bu kez yine Kürtlere komşu olurlar. Bu komşuları arasında ünlü Kürt şairi Cegerxwîn ve aile üyeleri de vardır. Aram’ın kardeşi Hayk, şunları aktarır:
“Geçen sene grubumuzla beraber Kürtlerin şairi olan Cegerxwîn’ın oğlu Kesra’nın düğününde çaldık. Bütün Qamişlo bu düğünü izleyebilmek için gelmişti. Cegerxwîn ile çok yakın komşulardık, gece gündüz birbirimizin evlerindeydik, eşi Kehla bizlere kardeş gibiydi, kızı Sinem ise gözlerimizin önünde büyümüştü.”
Bu röportaj sırasında Aram Tigran’ın evde olmadığı görülüyor. Daha ziyade anne ve babası Azniv ve Tigran Melikyan ile oğullarından Hayk’ın anılarına yer verilir. Bu röportaj yayımlandıktan yaklaşık on yıl sonra, bu kez Erivan Radyosu Kürtçe Yayınları Bölümü Başkanı Xelîl Muradov’un, 3 Ağustos 1977 tarihli Rêya Teze gazetesinde ‘Aram Tigran’ başlıklı biyografik, Kürtçe güzel bir yazısı yayımlanır (Xelîl Muradov, Aram Tigran, Rêya Teze, 3-8-1977). Bu yazı aşağıda Türkçe çevirisini verdiğimiz röportajdaki Aram Tigran eksikliğini fazlasıyla dolduruyor.
Aram büyüdüğünde asıl yurdunun Ermenistan olduğunun farkına varır. Babası ilk yıllarda sık sık oğluna dönerek, “Söyle, söyle şarkını evladım, bakalım ne zaman hayır kapısı bize de açılır” der (Bistrê lawo, bistrê, ka kingê dergê xêrê li me jî vebe!). Sanatçı Aram Tigran “Diçim diçim” (Gidiyorum gidiyorum) şarkısını bu sırada söyler: “Gidiyorum kalmıyorum burda/ Yeter çektiğim dertler” (Diçim li vir namînim/Bes e derda hilînim…). Aile daha sonra Ermenistan’a varır ve başka bir şarkıda ‘gitmek’ fiili yerine bu kez ‘gelmek’ fiili yer alır: “Geldim geldim Ermenistan/Çok güzel Erivan…” (Hatim hatim Hayastan/Gelek xweş e Yêrîvan…). Muradov, bu on yıllık süre zarfında Aram’ın 60’a yakın parçasını kaydettiklerini belirtir; Aram, zamanla en çok sevilen sanatçılardan birisi haline gelir, düğün ve şenliklere de katılır. Muradov’a göre parçaların sözlerini ya kendisi yazar, ya da ünlü Kürt yazarların şiirlerinden de yararlanır. Örneğin ‘Keşke çocuk olsaydım’ (Xwezila disa zar bûma) ve ‘Sinegê’ (Ünlü Sinek yaylası) sevilen parçalarından bazılarıdır.
‘Sinegê’ şarkısında aşk temasına yer verilir: “Sineg kayalıkların önünde…Resmim senin koynunda” (Sînekê ber zinêr de…Şiklê min paşla te de). Muradov kendi vatanına geri dönen Ermenileri bu yazısında “wetenveger” olarak adlandırır. Kürtçe “wetenveger” sözcüğüne ilk kez bu yazıda rastladım.
Gerek Emerîkê Serdar’ın yukarıda değindiğimiz ve aşağıda Türkçe tüm çevirisini sunduğumuz röportajı, gerek Xelîl Muradov’un 10 yıl sonra kaleme aldığı yazısı birbirini tamamlar nitelikte. Her iki yazı da Aram Tigran hakkında bize ilginç bilgiler sunuyor. Yaklaşık yarım asır önce yayımlanan bu kaynaklar, Kürt-Ermeni kültürel ilişkileri tarihi açısından iki değerli belge olarak büyük bir önem taşırlar.
İki Ömrün Tanıklığı
Emerikê Serdar (1966)
Trenin vagonları arka arkaya vermiş, sıra halinde zincir oluşturmuşlardı. Trenin gurbetteki Ermenileri, Sovyet Ermenistan’ı toprağı ile kavuşturması üzerinden henüz bir süre geçmişti. Tren Ermenistan ve Gürcistan sınırında durduğu zaman, yılların vatan hasreti yüreklerinde olan gurbetteki Ermeniler trenden indiler, yere secde ettiler, vatan toprağını öptüler, kokladılar ve ancak gönüllerindeki hasret dindi. Birbirlerine baktılar, yeniden yaşama bağlandılar ve böylece gönüllerinden büyük bir yük kalkmış oldu, çünkü vatan toprağı onlara büyük bir güç verdi. Unutulmaz bir andı o an, çünkü yüreklerinde birikmiş olan yılların yarasını unutup iyileştirmişti. Yalnız vatan toprağı ile değil; taşı toprağı, dağ ve ovasıyla, yer ve gökle, tabiat ve havasıyla ve oranın halkıyla bütünleşiyorlardı. O kadar sevinçliydiler ki birbirlerine sarılıp mutluluklarını paylaşıyorlardı. Mutlulardı, etrafındaki insanları, oradaki halkı ve trendeki yolcuları da bu mutluluğa dahil ediyorlardı.
Trenin vagonları arka arkaya vermiş, sıra halinde zincir oluşturmuşlardı. Azniv Melikyan her şeyi görebilmek için pencerenin önünden uzaklaşmıyordu. Her şeye bakıp, görmek istiyordu… Öyleydi o, yıllardır bunun hasretiyleydi. Etrafına bakıyordu ve zaman tıpkı trenin vagonları gibi zincir oluyordu. Tren ileri hareket ettikçe anılar Azniv’in aklında geriye doğru hareket ediyordu.
Sasun, Pasur’un köyü. Gözümde aynı şekilde canlanıyor. Tıpkı daha dün oradan ayrılmış gibi. Köyün ahalisi çalışkandı. Köylerinin doğasını, düğün ve eğlencelerini severlerdi. Atalarının adet ve geleneklerine çok bağlıydılar. Katliam… Renginin evinden sadece o ve kız kardeşi Xatun kurtulabilmişlerdi. Her tarafı talan ettiler, kan ve su bir olmuştu, cenazeler kalkıyordu. Kaçış… O ve kız kardeşi de yerlerinden oldular, bilinmez diyarlara kaçtılar, ümitsiz ve acılı, yapayalnız… İbrahim, Tahar ve Gerto ile karşılaştılar. Onlar Kürt idi ve bu Kürtler onlara destek oldular. Evlerine götürüp, katliam ve kandan kurtardılar. Saldırılar ve talan bitene kadar onları evlerinde sakladılar. O ve kız kardeşi, birlikte Diyarbakır’a geldiler.
Artık büyüdüler. Denir ki, ‘Bahtı bir olan insanlar birbirlerini çabuk bulurlar’, çünkü alınyazıları birdir. Birbirlerine baktıkları zaman tanırlar ve gözlerinden kaderlerini okurlar. Tigran Melikyan’ın da kaderi onlarınkiyle aynıydı. Diyarbakır’da sokakta karşılaştılar, birbirlerinin gözlerinden kaderlerinin bir olduğunu anladılar, böylece birbirlerine kol kanat gerdiler. Azniv û Tigran tanışarak evlendiler. Dört sene Diyarbakır’da yaşadılar fakat Türkiye hükümeti rahat bir nefes almalarına izin vermedi. Artık Türkiye’de yaşayamayacaklarını anladılar, başka çareleri olmadığı için de Qamişlo (Suriye) şehrine taşındılar ve tekrardan Kürtlerin komşuları oldular…
Tigran Melikyan’ın hanesi ilk sefer ile gelip Lusavan’a yerleşti. Azniv Melikyan’ın tren yolculuğu sırasında aklında yarım kalan anılar zinciri, Tigran Melikyan’ın Sovyet Ermenistan’ındaki yeni evinde tamamlanmıştı.
Ey Azniv Melikyan, gurbette gün yüzü göremediğimizi söylersek bu yerinde olurdu. “Orada dükkânımız da vardı fakat ne vatan ve ana baba, toprağının yerini tutabilir. Biz Komünist Partisi’nden fevkalade razıyız ve Sovyet Hükümeti’ne müteşekkiriz çünkü onlar bize bu büyük lütfu sunup vatan sahibi yaptılar. Artık yok olmayacak bir vatanımız vardı ve biliyorduk ki neslimiz burada tükenmeyecek.”
Vatan topraklarında Tigran Melikyan’ın evi, üç ev oldu. Üst üste bulunan bu yeni yapılmış apartman daireleri iki odalıydı ve tüm imkânlarla donatılmıştı.
“Benim Aram’ın evi çok katlı bir binada ikinci katta, Gevorg’um üçüncü katta ve biz de dördüncü kattayız.” Azniv’in diğer oğlu Hayk şu şekilde anlatıyor: “Biz üç kardeş ben, Aram ve Gevorg, Dusavan fabrikasında çalışıyoruz.”
“İşe başlamamızla beraber yıpranmaya başladık ve şu anda evlerimizin geçimine yetecek kadar maaş kazanabiliyoruz. Çalışanlar bizleriz, anne ve babamız yaşlı oldukları için çalışmıyorlar, yaşı gelen çocuklarımız okula başlıyorlar ve henüz yaşı gelmemiş olanlar ise çocuk bahçesine gidiyorlar. Erken vakitte anne ve babamızı emekli edeceğiz. Bütün bunlar hümanist Sovyet meclisi, Sovyet partisi ve dünyayı demokrasiye götürecek anayasamız sayesinde oluyor. Bizler de vatanımızın gelişmesi ve şenlenmesi için kuvvetimizin yettiği hiçbir şeyden geri kalmıyoruz.”
Tekrardan konu Qamışlo’daki hayattan açıldı.
“Ben otuz yıl bir ağanın evinde çalıştım” diye anlatıyor Tigran amca: “Pamuk ve pirinç işlerinden anlıyordum. Fiziksel emeğimden başka bütün kazancım karın tokluğuna çalışmaktı. Bizler o dünyayla bağlarımızı kopardık. Yalnızca Sarkis’im orada kaldı, fakat o da en yakın zamanda yanımıza gelecek. Maalesef ki kardeş gibi olduğumuz Kürt komşularımız o zulüm dünyasında kaldılar.”
“Gerçekten de doğru söylüyorsun Tigran” diye konuşmaya dahil oldu Azniv.
“Hatırlıyor musun, komşumuz olan Haco’nun evine gittiğimiz zaman bize ne demişti: ‘Size gıpta ediyoruz, buradan uzaklaşıp kendinizi bu yaşamdan kurtarıyorsunuz’.”
“Komşuluğumuzu katma buna” diye konuştu Tigran’ın oğlu Hayk. “Biz Ermeniler ve Qamişlo Kürtleri bir kardeşin bir kardeşe olabileceğinden daha öteydik. Tek bir gün birbirimize karşı kötü bir davranış ve sözde bulunmadık. Gideceğimiz zaman bütün tanıdığımız Kürtler gelip bizi yolcu ettiler. Birbirimizden uzaklaşacağımız için üzülüp ağlasalar da diğer yandan atalarımızın topraklarına ve vatanımıza döneceğimiz için adımıza seviniyorlardı.”
Oradaki herkes Hayk’ın dediklerine hak verdi.
Büyük küçükleri, hepsi Kürtçe konuşup Kürtçe şarkılar söylerlerdi. Evlerindeki müzik grubunun namı bütün Suriye’de tanınır hale gelmişti. Özellikle Aram o kadar güzel şarkı söyleyip saz çalıyordu ki bütün gün onu dinler ve doyamazdın.
“Geçen sene grubumuzla beraber Kürtlerin şairi olan Cegerxwîn’ın oğlu Kesra’nın düğününde çaldık ve bütün Qamişlo bu düğünü izleyebilmek için gelmişti. Cegerxwîn ile çok yakın komşulardık, gece gündüz birbirimizin evlerinde idik, eşi Kehla bizlere kardeş gibiydi, kızı Sinem ise gözlerimizin önünde büyümüştü.”
Cegerxwîn, Aram’ı çok severdi. Onu yanına oturttururdu ve Aram, Cegerxwîn için saatlerce şarkı söylerdi.”
Azniv, oğlunun sözlerini tamamlıyor:
“Cegerxwîn’ın o güzel şiirlerini okuduğu anları gözümdeki ışık gibi saklarım” diye anlatıyor komşusu Marîam Hovhannîsyan’a. Cegerxwîn bütün şiirlerini bizim evde kayda aldı ve biz bu kayıtları birçok defa kazalardan koruduk. Yalnızca Cegerxwîn ve bizim ilişkilerimizin iyi olduğunu söylemek doğru olmaz çünkü Qamişlo’daki bütün Ermeni ve Kürtler kardeş gibiydi.”
“Baas rejimi Kürtçe şarkı söylememize izin vermiyordu”, diye anlatıyor Hayk: “Bizler bu duruma tahammül edemezdik; odamıza girer, kapıları üzerimize kitlerdik, Aram saatlerce şarkı söyler, biz de saz çalardık. Eğer o zaman farkına varsaydılar, bizi sırasıyla hapsederlerdi. Çünkü gönlümüzdeki sesi ve ruhumuzu susturamazdık. Nihayet özgürlüğün olduğu ülkemizdeyiz. Boş zamanlarda işimiz ve mesleğimiz Kürtçe şarkılar ve müzik. Lusavan şehrinde birkaç kez izleyicinin karşısına çıktık, bizleri coşku ile karşıladılar.”
Bu seneki ilk seferle beraber yedi yeni Ermeni aile, Suriye’den gelip Lusavan’a yerleşti. Bu her yedi evin aile üyeleri de (sadece onlar değil) yeni mahallelere yerleşip çalışıyorlar, okula gidiyor ve adım adım mutlu yaşamımıza katılıyorlar.
Gün çoktan batmıştı fakat karanlık Lusavan’da çökmez. İsminden de anlaşıldığı gibi bu küçük şehir aydınlık denizinde parıldamaya başlar. Anayasamızın bu parıldaması ülkemiz mutluluğunun her vatandaşının yolunu aydınlatır.
(Kürtçeden çeviren: Dewranê Dilxêr)
Agos