Mehmet YIǦIT
Van Özalp’te 33 Kürt köylüsü General Muğlalı tarafından kurşuna dizilerek katledildi. Ahmet Arif bu katliamı anlattığı şiirinden dolayı öldüresiye işkenceden geçirilip çöp bidonuna atıldı. Düne kadar Muğlalı’nın adı cadde ve kışlalarda yaşıyordu.
Yargısız infazın gerekçesi olarak köylülerin İran’dan hayvan çaldıkları, kaçakçılık yaptıkları iddiasıydı. Daha önce mahkeme köylülerin kaçakçılık yapmadıklarını tespit ederek, hepsini serbest bırakmıştı. Ancak 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Mustafa Muğlalı, köylüleri yakalayarak kendi inisiyatifiyle kurşuna dizdirdi.
Katliamın ardından Orgeneral Mustafa Muğlalı 6 yıl askerlik görevine devam etti. 1949’da hakkında dava açılan Muğlalı, askerî mahkeme tarafından tahliye edildi. Ancak Yargıtay kararı bozdu ve Org. Mustafa Muğlalı 2 Mart 1950’de idama mahkûm edildi. Cezası yaşı sebebiyle 20 yıl hapse çevrilse de Muğlalı sadece birkaç ay hapishanede kaldı. “Akli dengesi bozuk” raporu alarak tahliye olan Mustafa Muğlalı, 1 Aralık 1951’de öldü. Bu sonuca şaşırmadık, sistem her zaman katilin korur.
Van Özalp’teki askerî kışlaya 2004’te AK Parti hükümetinin Milli Savunma Bakanlığı tarafından 33 köylünün katili Org. Mustafa Muğlalı’nın ismi verildi. Daha sonra yoğun tepkiden dolayı o tabela kaldırıldı.
Şair Ahmed Arif, olaydan yıllar sonra katliama dair bir şiir yazdı. Ahmet Arif “Otuz Üç Kurşun” şiirinde köylülerin katledilişini şu dizelerle dile getiriyordu:
“Vurulmuşum
dağların kuytuluk bir boğazında
vakitlerden bir sabah namazında
yatarım
kanlı, upuzun…”
Katliamın kendisi kadar olayın nasıl örtbas edilmeye çalışıldığı da yüz karası bir hikâye olarak tarihimize geçmiş bulunuyor.
1943 senesi Temmuz’unda Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı, Özalp ilçesine gelmiş ve Askeri mahfelde Van Valisi Hamit Onat, Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Sulh Yargıcı Baki Tekin, Tabur Komutanı Şükrü Tüter ile beraber bulunurken, Van Valisi ile Özalp Yargıcı, Özalplı bazı vatandaşların hududun öbür tarafındaki şahıslarla münasebette bulunarak emniyet ve asayişi ihlal etmekte olduklarından şikâyet etmişlerdir. Bu şikâyet üzerine Ordu Müfettişi, Tabur Komutanı Şükrü Tüter’e, bu adamları sana teslim ettireceğim, icabına bakar temizlersin, diye emir vermiş ve bu emir üzerine hazırlanan listeye isimleri ithal olunan 32 vatandaş Vali Hamit Onat’ın emriyle Özalp Kaymakamı tarafından Polis Vazife ve Salahiyat Kanununun mülga 18. maddesine dayanılarak yakalattırılmış ve polis nezaretinde Hudut Tabur Komutanı Şükrü Tüter’e teslim ettirilmiştir. Bundan sonra, bu şahıslar Yedek Subay Nejdet Bilgez ve Bilal Bali komutalarındaki iki müfrezeye tefrik olunmuş (ayrılmış) ve Kukur deresinde elleri kolları bağlandıktan sonra üzerlerine makineli tüfekle ateş edilmek suretiyle öldürülmüşlerdir. Tabur komutanı Şükrü Tüter hadisenin bu mahiyetini tamimiyle uydurma bir vaka raporu tanzim etmiş ve bu raporda mezkur 32 kişinin İran-Türk hududu üzerindeki gizli geçit ve yolları göstermek üzere hududa sevk olunduklarını ve bu sırada Çaldıran’ın Çilli gediği mıntıkasında muhafızlarını atlatarak karşı tarafa kaçmaya teşebbüs ettiklerini, fakat müfrezenin uyanık davranması üzerine buna muvaffak olamadıklarını ve karşı taraftan bu kaçışı himaye etmek için açılan ateşle müfrezenin ateşi arasında tamamıyla imha edilmiş olduklarını tespit etmiştir.
Zira, yine Başbakanlık tezkeresine ekli rapora göre, katliam, bu “uydurma” yazı eşliğinde kaymakamlık ve askeri makamlara bildirilir, ancak yargı mercileri “resmen” haberdar edilmez. Başbakanlık raporuna tam 8 yıl sonra girebilen olay, sonrasındaki örtbas etme süreciyle de bir hukuk katliamına dönüşür. 33 (ya da 32) köylünün 30 Temmuz 1943’te kurşuna dizilmesinden 1,5 ay sonra, Van Cezaevi’nde hükümlü olarak bulunan İsmail Özay, katledilenler arasında bulunan kardeşlerinin katilleri hakkında soruşturma açılmasını ister. Özay, 20 Aralık’ta verdiği ikinci dilekçede de, katledilen köylülerle aynı suçlamaya hedef olarak yargılanan beş kişinin Van Ağır Ceza Mahkemesi’nde beraat ettiklerini vurgular! TBMM kovuşturma ister, bakanlıklar direnir. TBMM Dilekçe Komisyonu, Özay’ın başvurularını Adalet, İçişleri ve Milli Savunma bakanlıklarına havale eder. Komisyon, gelen yanıtlara dayanarak, tam 5 yıl sonra, 7 Aralık 1948 tarihinde Özay’ın başvurusunu sonuçlandırır. Dilekçe Komisyonu, İçişleri ve Milli Savunma bakanlıkları ile Genelkurmay Başkanlığı’nın, önlerine getirilen olaya yaklaşık 4 yıllık bir gecikmeyle el koyduklarını vurgulayarak, askeri ve idari makamların ihmali konusunda kovuşturma yapılması için TBMM Başkanlığı’na tezkere yazar. Katliamın üzerinden 4 yıldan uzun bir süre geçtikten sonra olay TBMM gündemine gelir ve Dilekçe Komisyonu’nun tezkeresi 19 Ocak 1949’da kabul edilir. Adalet ve Milli Savunma bakanlıklarından birer, İçişleri Bakanlığı’ndan iki, Genelkurmay Başkanlığı’ndan da bir temsilcinin katılımıyla oluşturulan komisyonun hazırladığı raporda, suçluların kovuşturulmasına 4 yıl gecikmeyle başlanmasının “ihmalden değil, olayın oluş biçiminden kaynaklandığı” savunulur. TBMM Dilekçe Komisyonu bu rapor üzerine Başbakanlık’tan olayın incelenmesi için yeni bir komisyon kurulmasını ister.
Rapora göre, katliam emrini veren Mustafa Muğlalı, olayı 13 Ağustos 1943’te, Tabur Komutanı Şükrü Tüter’in “uydurma” raporu çerçevesinde Genelkurmay’a iletilir. Ancak Van Cezaevi’nde hükümlü İsmail Özay’ın Adalet ve İçişleri bakanlıklarına çektiği telgrafla yaptığı ihbar üzerine sivil makamlar devreye girer. Adalet Bakanlığı, olayı Van Başsavcılığı’na sorar. Başsavcılık vilayetten aldığı Şükrü Tüter’in 31 Temmuz 1943 tarihli yazı örneğini bakanlığa gönderir. Başsavcılıktan gelen cevabı yeterli görmeyen Adalet Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’ndan olayın soruşturulmasını ister. Adalet Bakanlığı, 31 Ocak 1944’te Genelkurmay Başkanlığı’na da bir yazı gönderir. Milli Savunma Bakanlığı, Üçüncü Ordu Müfettişliği’nden tahkikatin sonucunu bildirmesini ister. Müfettişlik, daha önce Şükrü Tüter’in “uydurma” raporuna dayanarak hazırladığı yazının bir kopyasını göndermekle yetinir. Genelkurmay ‘muamele yapmaya’ lüzum görmez. Bu cevap üzerine ne olur? Milli Savunma Bakanlığı, Adalet Bakanlığına, hadiseden en büyük adli amir olan Genelkurmay Başkanlığı’nın haberdar edilmiş olduğunu fakat bu makamın bir muamele yapmaya lüzum görmediğini bildirmiştir! Olay TBMM Dilekçe Komisyonu’na gittikten sonra, yeni Milli Savunma Bakanı Hüsnü Çakır’ın imzasıyla yazılan 28 Haziran 1948 tarihli “emir” üzerine, Genelkurmay Başkanlığı beş yıl sonra harekete geçer.
Katliamı anlatan yazı İçişleri’nde kayboldu. Bu arada İçişleri cenahında da ilginç (belki de hiç ilginç değil!) olaylar yaşanmaktadır. Birinci Umumi Müfettiş Avni Doğan imzasıyla 8 Eylül 1943 tarih ve 857 sayı ile geçilen şifre, İçişleri’nin katliamın gerçek mahiyetinden bu tarihte haberdar olduğunu gösterir. Ancak İçişleri, gerçeği bilmesine karşın, başvurulara Tabur Komutanı Tüter’in “uydurma” raporuyla cevap verir! Umumi Müfettiş Doğan, aynı şifre yazısında “hadisenin bazı cephelerini izah eden hususi bir tahriratın cuma günü hareket edecek posta ile doğruca Bakan adına sunulduğunu” bildirir. Ancak hiçbir zaman işleme konulmayan bu özel yazının ne aslı, ne de kopyası İçişleri’nde bulunur! İçişleri Bakanlığı, katliamdan 8 yıl sonra, 1951 yılında eski Van Valisi Hamit Onat, eski Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, eski Özalp Jandarma Komutanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar, eski Van Mektupçusu Tevfik Yener, Başgedikli Ali Sever hakkında “nezaret altına aldırdıkları vatandaşları kanuni merci olan adalete teslim etmeyerek Hudut Tabur Komutanı Şükrü Tüter’e teslim etmek suretiyle vazifelerini ihmal ettikleri” gerekçesiyle soruşturma yapar. Müfettiş, “katliamın”ın söz konusu edilmediği bu soruşturmanın sonunda olayın “af” kapsamına girdiğini rapor eder. Evrak 20 Şubat 1951’de Danıştay’a gönderilir. Danıştay İkinci Daire de, 6 Mart 1951 tarih ve 579 / 644 sayılı kararında “zaman aşımı” gerekçesiyle davanın düşmesine karar verir!
Katliamı yapanları himaye ettikleri görülen Milli Savunma Bakanı emekli Korgeneral Ali Rıza Artunkal ile İçişleri Bakanı Hilmi Uran, 1950 seçimlerine kadar parlamentoda görev yapar. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kazım Orbay 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Temsilciler Meclisi Başkanlığı’na getirilir. Orbay, 1960 darbesinden sonra kurulan Cumhuriyet Senatosu’nda hayatının sonuna kadar Kontenjan Senatörü olarak görev yapacaktır.
Yıllar süren örtbas etme girişimlerinin ardından, Menemen olaylarından sonra kurulan Divan-ı Harb Başkanlığı görevinde idamına karar verdiği 28 kişiyi ibret olsun diye kent merkezinde astırdığı belirtilen Orgeneral Mustafa Muğlalı hakkında soruşturma başlatılılır.19 Ocak 1949’da başlayan soruşturma Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nin 23 Kasım 1949’da verdiği “görevsizlik” kararı üzerine tahliye ile sonuçlanır. Askeri Yargıtay 9 Ocak 1950’de bu kararı bozar ve Orgeneral Muğlalı 2 Mart 1950’de idama mahkûm edilir. Ancak bu ceza, yaşı dikkate alınarak (o sırada 68 yaşındaydı) 20 yıl hapse çevrilir. Muğlalı ile yargılanan diğer askerlerin ise beraatine karar verilir. Muğlalı, mahkûm edildikten sonra Gülhane Askeri Tıp Akademesi’nin “ileri derecede aklî yetersizlik” raporu üzerine tahliye edilir. Tahliyenin TBMM’de tartışmalara neden olduğu sırada, 1 Aralık 1951’de vefat eder.
Özalp’teki kışlanın adı Mustafa Muğlalı! Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verilen Muğlalı’nın adı Özalp’teki askeri kışlada yaşıyordu. Özalp’teki o kışla 2004 yılından beri “Mustafa Muğlalı”nın adını taşıyordu, daha sonra yoğun tepki o tabelayı indirdi. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik’in ne demek olduğuna yargı karar versin. Ama ne yaparsanız yapın, bir Ahmed Arif çıkar, katledilen masumların hikâyesini bir anıt gibi vicdanlara dikmekle kalmaz… Şiirini, o katliamı yapanlar ile katilleri koruyanların yakasına, zaman durmadıkça zaman aşımına uğramayacak bir hüküm gibi asar…
Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van’da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı…
Yiğitlik inkâr gelinmez
Tek’e – tek döğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzüç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda…
Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alaçakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı
Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.
Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!
Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere…
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri…
Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri…
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi…
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun…
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…
Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden…
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına…
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda
Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…
Ahmed ARİF
https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=888761874865945&id=100011964222625