Sanırım bir çoğumuz Osoma adlı filmi izlemiş ya da içeriği konusunda bir fikir sahibiyiz. Son süreçlerde coğrafyamızda yaşanılmakta olan toplumsal sorunlar ve beraberinde sahneye çıkan güç odaklarına baktığımızda Osoma’nın her yerde mantar gibi çoğaldığını ve gündelik yaşamı baskı altına aldığına tanıklık etmekteyiz. Irkçı ve faşizan hezeyanlarla yaşamı ölüm girdaplarında dizayn etmeye çabalayan, yeminli insanlık düşmanları ve onların “yüksek rakımlı tepelerdeki” matruşka türü yeni Dehaqları, coğrafyamızda yeni “Afganistan”ları çoğaltma düşleri peşinde koşuyorlar. Güçle, baskıyla, zulümle, kan ve gözyaşıyla toplumu esir alamaya çalışan bu çevreler topluma iki bin yıl öncesinin gömleğini giydirmeyi arzuluyorlar. Bencil çıkarları için dünyayı yangın yerine çevirmeye yeminli bu hastalıklı çevreler insanlara ölümü vaat ederek saltanatlarını sürdüreceklerine inanıyorlar. Oysa insanlığın tarihine vakıf olmuş olsalardı geçmişteki öncüllerinin akıbetinden ders çıkarmış olurlardı.
Afganistan’daki Taliban rejiminin özünü anlatan ve ayrıntılı bir şekilde sosyal yaşamın resmini çeken “Osoma” adlı filmini izlerken yaşadığımız coğrafyadaki toplumsal dönüşüm sancılarını ve olası sonuçlarını düşünüyorum…
Sosyal dönüşümü tetikleyecek, ivme kazandıracak ve geleceği hedefleyecek toplumsal bileşkeler olmayınca, Silah baronlarının “Arap Baharı’yla” birlikte estirdikleri toz bulutu arasında sığınacak liman arayanlar hüsrana uğradılar. Elbette bölge halkları gibi Kürd halkı da korkunç bir barbarlığın, çok bileşenli bir diktatörler ittifakıyla yüzleşti ve bu kanlı çarkının dişlileri arasında yaşam mücadelesini veriyor.
Tıpkı bugün coğrafyamızı bölen, sunî sınırlarla bizi asimilasyon tornasında geçirmeye çalışan barbarların yanı sıra, Dünyaya hükmeden egemen güçlerde tek renkli, tek sesli ve tek omurgalı ve sürü psikolojisini özümseyen bir toplum modelini önermekteler. Demokrasi, hukuk, demokratik haklar gibi evrensel değerleri yok sayan ve insanlık kültüründen yoksun dini ve ideolojik motifli yaşam tarzlarını topluma dayatanları anlamak açısından mutlaka izlenmesi gereken toplumsal bir dram filmi…
Bu filmi izlerken geçmişten günümüze uzun ve yorucu bir yolculuk yaptım. Düşünürken bugünkü versiyonlar üzerinde uzun uzadıya düşünmeye, yorumlamaya ve insan olmanın ne kadar zor ve emek istediğini hissettim…
Taliban, El kaide, İŞİD, Boko haram, Şia-Haşdi Şabi ve türevlerinin yanı sıra İttihat Terakki orijinli Kemalist hareketler, Arap ırkçılığının öncüsü BAAS rejimlerinin gıdasıyla beslenen bölgesel joker yapılanmaların topluma dayattıkları sistemi, tornadan geçirdikleri birey tipinin güdülme kodlarını, toplumsal yaşam düzeyinin boyutunu gördüm. Mussolinin kara gömleklilerini, Nazilerin SS güçlerini taklit eden; kan ve şiddete dayalı inşa etmeye çalıştıkları iktidarlarının fotokopilerini izliyorum.
Yıllardır toplumsal mücadelenin farklı zeminlerinde değişim ve dönüşümden söz eden politik yapılanmaların, kendi varlık nedenlerinden uzaklaştığı oranda insanlık düşmanları bu boşluğunu doldurduklarını görüyoruz. Bu insanlık düşmanı güçlerin ideolojik kodlarına baktığımızda Afganistan’ın kanlı girdabında piyasaya sürülen seri bir üretimin ana karakterlerini görüyoruz.
Temel toplumsal sorunlara yönelik idealist arayışlar-çözümler amacından saptığı an bu çevreler güç zehirlenmesinin etkisiyle karşıtını taklit etme ve onun yol ve yöntemini kullanmaya çalıştıklarını biliyoruz. Bu yaklaşım süreç içerisinde bir nevi “mahalle baskısının” etkisiyle, toplumsal bir kuşatmaya dönüştüğünü birçoğumuz biliyor ve tanıklık ediyoruz.
Gölge oyunun oynatıcılarının beklentileri doğrultusunda sistematik bir şekilde eski kadrolarla yeni kadrolar arasındaki köprüler yıkılıyor. Kuşaklar arası bilgi, deneyim ve yaşanmışlığa dair tecrübe aktarımı engellenip hızla bireysel çıkar eksenli karanlık bir gelecek vaat ediliyor. Evrensel hukuk normlarını esas alan ve demokratik bir gelecek öneren her türlü sosyal ve siyasal etkinliklerin önüne bariyer yerleştirmeyi hedefleyen korku cumhuriyetinin bilumum efradı ve teşkilatı Mahsusa’nın has kadrolarının direktifleriyle, geleceğimizi karartmayı ve toplumumuzu bin yıl geriye götürme konusunda yeminli olduklarını biliyoruz.
Daha önce tekrarladığım gibi eskilerin eskimeye yüz tutuğu, yenilerin ise inkârcı ve öfke yüklü yıkıcı dalgalar eşliğinde devamlılığı ret eden emekten yoksun yaklaşımlar yaşamın doğal akışına aykırıdır. Toplumsal mücadeleler tarihi bir devamlılık ve ilerleme ekseninde geliştiğini biliyoruz. İnsanlığın tarihi, toplumların mücadele geleneği bir nevi geleceği hedefleyen bir bayrak yarışına benzer. Topluma tekçi ve diktacı bir yaşam biçimi dayatanlar er geç mücadele geleneğinden yoksun basit bir sokak dilliyle red-i miras temellinde gelişen, tepki veren, her şeyi kendileriyle başlatan bir kuşakla yüzleşmek zorunda kalacaklardır. Dolaysıyla güç, iktidar ve çıkar temellinde sıklıkla saf tutanlar, saf değiştirenler eninde sonunda yaşama öfkeli kalabalıkların günü birlik tepkilerine esir düşeceklerdir. 08-11-2017 Cano Amedi