15-17 Mayıs 2016 tarihleri arasında, Süleymaniye’de, Kürd Kimliği’yle ilgili olarak uluslar arası bir sempozyum gerçekleşti. Bu sempozyumu, Süleymaniye Üniversitesi düzenlemişti.
Bu sempozyuma, İBV Başkanı İbrahim Gürbüzle birlikte ben de katıldım. Sempozyumda bir bildiri sundum.
Bu sırada, Süleymaniye çevresinde, gezilerimiz oldu. Şeyh Mahmud Berzenci’nin ve Abdurrahman Paşa-i Baban’ın heykellerinin bulunduğu Baziyan bölgesinde, ilgiyle, dikkatle dolaştık. Heykeller ana yolun hemen sağında yer alıyor. Yolun iki tarafında da dağlar yükseliyor. Bu geziler sırasında bize eşlik eden, Süleymaniye Üniversitesi’nde hoca olan Dialpak Hanım’ın, dikkate değer açıklamaları oldu.
Abdurrahman Paşa, Süleymaniye Şehri’nin kurucusu, İbrahim Paşa’nın ölümünden sonra Baban Beyliği’ni yönetmiştir. Mir Abdurrahman, 1789-1813 yılları arsında Baban Miridir. Osmanlı’ya karşı 1806 direnişini başlatmıştır.
Baziyan, Kerkük’den ve Hewler’den, Süleymaniye’ye doğru gelirken, Süleymaniye’ye 22-23 km. mesafede bulunan bir bölge. 1919 yılında, Mayıs-Haziran aylarında, Şeyh Mahmud Berzenci komutasındaki Kürdlerin, Büyük Britanya’ya karşı yürüttüğü savaş burada gerçekleşmiş. Şeyh Mahmud’un yaralandığı ve yakalandığı büyük taş, taşın alt kesimleri özenle korunmuş. Bir kitapta, bu taşın altında bir mağara olduğunu, Şeyh Mahmud’un yaralı olarak bu mağarada yakalanmış olduğunu okumuştum. Bu alanda, 1919-1920 savaşların dile getiren bir şehitlik inşa ediliyor. Bu çerçevede çok geniş bir alanda, çok yoğun bir çalışma var. Şehitlik, aynı zamanda bir müze olarak düzenleniyor. Ziyaretçilerin dinleneceği salonlar, kafeler de var. Bu salonlarda, savaşla ilgili fotoğraflar, savaşa katılanların fotoğrafları, eşyaları vs. sergileniyor. Bu çabalar, hafızayı canlandırmak, korumak anlamına geliyor.
Bir İşkence Merkezi
Saddam Hüseyin rejimi döneminde, işkence merkezi olarak kullanılan, Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı’nı da gezme fırsatı bulduk. Bu cezaevi, bu işkence merkezi, şimdi müze olarak kullanılıyor. Bu, eski Süleymaniye’nin ortasında, çok geniş bir alanda kurulan, çok büyük bir yapı. Daha doğrusu, birbirleriyle ilintili birçok binadan meydana gelen bir yapı.
Bu işkence merkezinin çeşitli birimlerini birer birer dolaştık. Bu yazıda, bu işkence merkezi ile ilgili olarak duygularımı ve düşüncelerimi belirtmeye çalışacağım.
Tutsakları askıya alma, elektrik verme hücrelerini birer birer dolaştık. Bazı hücrelerde, tutsaklar, kafaları duvarlara çarptırılarak öldürülüyor. Falaka hücreleri çok. Bazı bölümlerde, tutsaklar, sadece kilit altına alınıyor. Su, ekmek hiç verilmiyor. Uyumalarına engel olmak için devamlı gürültü yapılıyor. Daha doğrusu, kayda alınmış gürültü dinlettiriliyor. Bu hücrelerde tuvalete çıkmak da yok… Bu hücreler, sadece, birkaç hafta sonra cesetleri almak için açılıyor. Bu hücrelerde, bu işkenceleri dile getiren heykeller de yapılmış. Bu heykellerin hepsi de sanat eseri… Bu heykeller, işkenceler hakkında sağlıklı bilgiler veriyor. İşkenceleri yakında hissediyorsunuz.
Bizi, cezaevinin çeşitli bölümlerinde gezdiren müdür, bu işkence merkezine on binlerce Kürdün konulduğunu, buradan sağ çıkanların çok az olduğunu vurguluyor.
Bu cezaevinde, Polonya’daki Austwich’ soykırım merkezini çağrıştıran hücreler, bölümler de var. Bu bölümlerde tutsakların bazı eşyaları olduğu gibi bırakılmış. Bazı eşyaları da sergileniyor. Tutsakların, üzerinde oturduğu veya yattığı çullar, kumaş parçaları bütün canlılığıyla duruyor.
Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı’nda, “Kadınların Şerefine Tecavüz Odaları” da var. Müzede bu hücreler de aynen konuyor. Bu hücrelerde de heykeller var. Bu hücrelerin işlevi nedir? Devlet-hükümet, peşmergeyi arıyor. Peşmerge dağda, yakalayamıyor. Onun yerine, peşmergenin, karısını, kızkardeşini, anasını vs. tutuklayıp bu cazevine koyuyor. Bu cezaevinde tecavüze uğrayan kadınlar, bu kadınlardır. Saddam Hüseyin’in bu görevi, Bağdad’a sığınan Filistinli gerillalara verdiği biliniyor. Filistinliler bu görevleri karşılığı maaş da alıyorlar…
1982 Lübnan’da gerçekleşen, İsrail-FKÖ Savaşı’ndan sonra, Filistinliler, Ortadoğu’nun dört bir tarafına savrulmuştu. Bir kısmı da Bağdad’a sığınmıştı.
Bu görevlilerin mesleği hakkında ‘Halk Ordusunda savaşçı’ ibaresi var. İşinin, ‘Kadınların şerefine tecavüz’ olduğu belirtiliyor. Maaş Bordrolarında böyle ifadeler var. Kenan Makiya’nın Vahşet ve Sessizlik kitabında, bu hücrelerin, bütün büyük cezaevlerinde olduğu vurgulanıyor. (Kenan Makiya, Vahşet ve Sessizlik, Savaş, Diktatörlük, Başkaldırı ve Arap Dünyası Çeviren Arif Karabağ, Avesta/Acil Kitaplar, 2003 İstanbul, s. 354-355)
‘Halkların kardeşliği’, ‘Halkların dayanışması’ boş bir slogan. ‘İslam kardeşliği’, ‘Ümmet kardeşliği’ de boş bir slogan. Kürdistan’da yaşanan süreçler, Kürdlere karşı tutumlar bu sloganı her zaman çürütüyor.
Eritreli gerillaların, Filistinliler, Filistinli gerillalar ile ilgili olarak söyledikleri, Bengal ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten savaşçıların, ‘biz kardeşiz, İslam kardeşiyiz, ümmet kardeşiyiz’ diyerek Bengal ulusal mücadelesini bastırmaya çalışan, Pakistan Devleti’ni ve Pakistan aydınlarını, ‘biz kardeş değiliz, siz bizim ülkemizi işgal ettiniz, dilimizi yasakladınız, böyle kardeşlik olmaz’ diyerek bu kardeşlik anlayışını eleştirmeleri dikkate değer bir tutumdur. ‘İslam kardeşliği’ Doğu Bengal’i (Bengladeş) kandıramamış, Kürdleri her zaman kandırıyor.
Kürdleri baskı altında tutan devletlerin hepsi de İslam devletleri. Bu bakımdan, Müslüman Bengal halkının, Müslüman Pakistan devletine karşı verdiği ulusal kurtuluş mücadelesi, Kürdlere yol gösterecek, Kürdlere ilham verecek çok önemli bir mücadele. Bu ilişkilerin bilincine varmak da önemlidir. Kürd seyyah İbrahim Sediyani’nin, Bengladeş Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ile ilgili yazıları bu bakımdan dikkate değer. Bir Yanım Su, Bir Yanım Ateş Aç Bana Kucağını Bengladeş…
Bu müzede, Enfal’i dile getiren, Enfal’le ilgili gelişmeleri gösteren salonlar da var. İkiyüzbin civarında Kürd, ( 200 bin) 1983-1988 arasında yok edilmiş. Müzede, Enfal’e ilişkin belgeler, belgeseller, fotoğraflar, sesler, görüntüler… etkili bir şekilde sunuluyor. Kürdistan’da, Enfal’in nerelerde, ne zaman yaşandığına dair haritalar da hazırlanmış. Haritalarda, bazı alanlarda, meydana gelen kayıpları görmek de mümkün. Enfal ile gerçekleşen Kürd soykırımının, Güney Kürdistan’ın her tarafına yayılmış olduğu rahatça izlenebiliyor.
Müzede Exodus’u gösteren salonlar da var. Halepce’de meydana galen soykırımdan sonra yaşanan Exodus, 1991 saldırısından sonra yaşanan Exodus… Sesler, görüntüler, fotoğraflar… ağır bir hüzün içinde izleniyor.
Müze, Hafıza Neye Hizmet Eder?
Şimdi, müze olarak kullanılan bu zindanda dolaşırken bir konu, insanın zihnini sürekli olarak işgal ediyor. O konu şu:
Süleymaniye’de, caddelerde, sokaklarda dolaşıyorsunuz. Çeşitli alanlara, yol kavşaklarında asılan pankartlara, resimlere fotoğraflara bakıyorsunuz. Lokantalarda, otellerde, duvarlara asılan fotoğrafları inceliyorsunuz. Bunlarda, Mesut Barzani ile ilgili hiçbir görüntü, iz yok. Fotoğraflarda görülen siyasetçiler arasında, Başkan Mesut Barzani’ye, Başbakan Neçirvan Barzani’ye ilişkin bir iz, görüntü göremiyorsunuz. Yerel basında, gazetelerde, Başkan Mesut Barzani’ye, Başbakan Neçirvan Barzani’ye ilişkin bir haber, bir yazı, bir fotoğraf görülmüyor. Otellerde, lobide, odalarda, magazin dergiler var. Bu dergilerde de Kürdistan Demokrat Partisi’ne siyasetçilere ilişkin bir yazı fotoğraf vs. göremiyorsunuz. Lokantalarda da durum böyle…
Gerek bazı otellerde, gerek lokantalarda, duvarlara asılmış, eski dönemlere ait fotoğraflar var. Bu fotoğraflarda da örneğin, Abdüsselam Barzani’ye, Şeyh Ahmed’e, Mele Mustafa Barzani’ye ait bir görüntü bir iz göremiyorsunuz.
Hewler, Baxdinan ziyaretlerinden hatırlıyorum. Buralarda da sadece, Kürdistan Demokrat Partisi’ni, Mesut Barzani’yi, Neçirvan Barzani’yi parti ileri gelenlerini görüyorsunuz. Dergilerde, gazetelerde, televizyonlarda, radyolarda, hep böyle bir anlayış sergileniyor. Celal Talabani ile, İbrahim Ahmet ile, Kürdistan Yurtseverler Birliği ile YNK’li siyasetçilerle ilgili bir görüntü bulmak zor.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, 15 yıla yakın bir zamandır televizyon yayınları var. Televizyonlar, siyasal partilerin televizyonları. Radyolar yine öyle… Bu zamana kadar, merkezi bir televizyonun, bir radyonun, devlet televizyonunun, radyosunun kurulmaması çok şaşırtıcı bir durum. Merkezi bir ordunun, Kürd ordusunun oluşturulmaması çok sakıncalı. Merkezi bir maliyenin, vergi ve gümrük politikalarının olmaması elbette çok sakıncalı.
İşte, Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahını dolaşırken, zihninize bunlar canlanıyor, bunlar gözlerinizin önüne geliyor. Bu kadar baskı, bu kadar zulüm, bu kadar soykırım, Kürdistan’da, bir Kürdlük bilinci, Kürd ulus bilinci, Kürdistan bilinci yaratamamış.
Herkes Kürd olduğunu, Kürdistan’ı elbette biliyor. Kürd Bayrağı Kürdistan Bölgesel yönetiminin her noktasında var. Ama bilinc, farklı bir farkındalık … Bir Kürdlük bilinci, ulus bilinci, Kürdistan bilinci olduğunu söylemek zor. Örgüt çıkarı, parçacı çıkar bilinci daha önde. Bu kadar yoğun ve baskının, zulmün, derin baskını ve zulmün, Kürd ulus bilinci, Kürdlük bilinci Kürdistan bilinci yaratamaması çok şaşırtıcı.
Kuzeyde, Bakur’da, iki satır bile Kürdçe konuşamayan, Kürdçe bilmeyen, öğrenmek için çabası da olmayan gençler vardı. Bunlar, Kürd dilini gündeme getirenleri, Kürdçe konuşalım, Kürdçe yazalım vs. diyenleri, araştırmacıları, ırkçılıkla, milliyetçilikle, ilkel milliyetçilikle suçlarlardı. Böyle bir ortamda, Kürdlük’ün bilincine varmak, elbette mümkün olmaz. Kürdlük bir Kürd değeridir. Kürd dil ve kültürünü baskıdan kurtarmak, Kürd dilinin yaşamak, yaşatmak anlamına gelir. Kürdlüğü küçümsemek aşağılamak ise devletin değeridir, Türk solunun değeridir. Böyle anti-Kürd bir tutumun Kürd hareketine yansıması, dikkate değer bir süreçtir.
Saddam Hüseyin rejimi, bu cezaevini, bu işkence merkezini neden yapmış? Bu işkence merkezini, neden sistematik bir şekilde kullanıyor? Bu işkence merkezinden onbinlerce Kürd gelip geçmiş, daha doğrusu, bu işkence merkezinde tutsak edilmiş, buradan, ancak, cesedi, cenazesi çıkmış… Hem Süleymaniye tarafında, hem Baxdinan tarafında bu işkence merkezleri Kürdlere mezar olmuş. İşkencelerde katledilen onbinlece Kürdün, Kürd yurtseverinin, mezarları bile yok, onbinlerce Kürdün, Kürd yurtseverinin adı bile bilinmiyor…
Saddam Hüseyin’in bu işkence merkezlerini neden kurduğu, kararlı bir şekilde kullandığı çok açıktır. Kürdleri öldürmek, yok etmek için… Kürdleri, dilleriyle, kültürleriyle, ülkeleri Kürdistanla birlikte yok etmek için… Kürdlere düşman devletlerin, Kürdleri yok etmek için çok kolay bir şekilde, birleştikleri de görülmektedir. O zaman, Kürdlerde, doğal olarak bir refleksin harekete geçmesi gerekli değil midir? Ölmemek, yaşamak, yaşatmak için birleşmek, bir güç olmak… Bu niye olmuyor? Çok şaşırtıcı bir durum. Kürdler neden birbirlerine taviz vererek güç olamıyor? Halbuki, Kürdler’in, birbirlerine verdiği taviz, sonuçda, Kürdleri/Kürdistan’ı büyütür. Birbirlerine taviz vermedikleri zaman ise, devlete/devletlere taviz vermek durumunda kalıyorlar. Bu da her zaman onur kırıcı oluyor.
Ana akım Kürd siyasal hareketlerinden bir de PKK’dir. PKK Kürd Bayrağı’nı tanımamaktadır. Kürd/Kürdistan tarihin kendisiyle başlatıp, Kürdistan Demokrat Partisini de Kürdistan Yurtseverler Birliği’ni de kabul etmek, tanımak istememektedir. Bunları, ‘ilkel’, ‘ilkel milliyetçi’ bulmaktadır. Örneğin, Başkan Mesut Barzani, PKK medyasında her zaman küçümsenerek, aşağılanarak gündeme getirilmektedir.
Bütün bu baskılara, işkencelere, zulümlere rağmen, soykırıma rağmen, Kürd ulus bilincinin, Kürdistan bilincinin oluşmaması, Kürdistan ordusunun, merkezi bir ordunun, merkezi polis gücünün, merkezi jandarma gücücün, merkezi bir maliyenin oluşmaması, hala parçacı siyasetlerin ön planda olması, parçacı siyasetlerin belirleyici olması, şununla ilgili olabilir.
Bölünme, parçalanma, paylaşılma, sömürge bile olmayan bir toplum, bir ülke yaratmıştır. Kürdlerin/Kürdistan’ın dostu olmamış, düşmanı çok olmuştur. Düşmanı çoğalmıştır. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdlere statü vermeyen, anti-Kürd uluslararası nizam kurulmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler döneminde de bu anti-Kürd uluslararası nizam aynen sürdürülmüştür. Anti-Kürd uluslararası nizamın bilincine varmak bu bakımdan önemlidir.
Sömürge bir statüdür. ‘Tanzanya, Kenya… Birleşik Krallık’ın sömürgesidir’ ifadesi bir statüye işaret eder. Alt düzeyde de olsa, sömürge bir statüdür. Tanzanya, Kenya gibi ülkeler var. Bu ülkelerin sınırları belli. Önceden çizilmiş. Bu ülkeleri, kendi ekonomik çıkarlarına uygu olarak Birleşik Krallık yönetiyor. 1960’larda, Kenya, Tanzanya, Zambiya, Zimbabwe, Senegal, Gana gibi sömürgelerin, bu sınırlarla bağımsız oldukları biliniyor.
Kürdistan’da böyle sınırlar yok. 11 Mart 1970’de, Mele Mustafa Barzani ile Saddam Hüseyin arasında yapılan Kürdistan’ın özerklik anlaşmasından beri Kürdistan’ın sınırlarının çizilememesi, Saddam Hüseyin’in anlaşmaya uymayarak Kerkük’de sayım yapmaya gitmemesi, 2005 Irak Anayasası’na göre ve 140. Maddeye göre Kürkük’de sayımın hala yapılmamış olması, ayrıntılı bir şekilde irdelenmesi gereken bir süreçtir. Peşmergenin, İŞİD savaşından sonra, bu sınırı fiili olarak çizdiği bilinmektedir. Sınır, sınırları belli olmak, elbette çok önemli bir keyfiyettir. Nitelikle ilgili bir durumdur. Kürdistan’da olması gereken sınırlar yok, olmaması gereken beş sınır var. Kürdistan/Kürdler, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmıştır. Bu beş sınır hep, Kürdlerle Kürdleri bölüyor.
Sömürge bile olamamak, en azıda bir asırdan beri bu şekilde yaşamak, Kürdlerin zihin yapılarını bozmuştur. Ezilen halklar, sömürge halklar, baskında kurtulmak, bağımsızlaşmak için yoğun bir çaba sarfederler. Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, en azından 50 milyon olmasına rağmen, uluslararası ilişkilerde, geçerli bir statüye sahip olmayan, bir kimliği olmayan Kürdler ise, bağımsızlık gündeme geldiği zaman, “şimdi zamanı değil”, “altyapımız yok”… vs. diyerek, süreci belirsizliğe itmektedirler. Bir kısım Kürdler de devleti küçümseyerek, devletin çok kötü bir yapı olduğunun dile getirerek, bağımsız devlet istemediklerini vurgulamaktadır.
Devletin kötü olduğu vurgulanırken, Türkiye, İran, Irak, Suriye gibi devletlerin kötülüklerinden söz edilmiyor. Sadece, muhtemel Kürdistan’a kaşı çıkılıyor. Bu arada, örneğin, elbette, Filistin Arap Devleti’nin bağımsızlığı destekleniyor.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, kuşkusuz, Değişim Hareketi (Goran), Kürdistan İslami Birliği (Yekgirtu), Kürdistan İslami Hareketi (Komel) gibi siyasal partiler de var. Ama, bu partiler de, ‘Zamanı değil, hazır değiliz…” gibi şeyler söylüyorlar. Kürd siyasal partileri arasında, şüphesiz, Kürdistan Sosyalist Partisi’ni de saymak gerekir. Bu siyasal parti, bağımsızlığı seslendiren, referandumu dile getiren, Kürdistan Demokrat Partisi’ni, Başkan Mesut Barzani’yi destekliyor.
Bütün bunlar, Kürdlerde görülen zaaftır. Bu zaaflardan arınmanın tek yolu, bu zaafların bilincine varmaktır. Bu zaafların bilincine varanlarda, örgüt bilinci, parçacı bilinç aşılarak Kürd ulus bilinci, Kürdistan bilinci gelişmeye başlar. İşte o zaman, Kürdler, birbirlerine taviz vererek Kürdleri/Kürdistan’ı büyütmeye başlar. Buysa yüksek bir Kürd/Kürdistan bilinci gerektirir.
Müze kurmak, hafızayı canlandırmak, canlı tutmak, korumak güzel bir süreç. Ama, geçmişte yaşananlar, bugüne ilişkin tavır ve davranışlar konusunda bir ilham veremiyorsa müze kurmanın, geçmişte yaşananları anlatmanın bir değeri olmaz.
1990’larda, ‘brakuji’ de Kürdler arasında yaşanan bir süreç. Bu sürecin de bugünkü Kürdlerin tavır ve davranışlarına ilham vemelidir. Böyle bir süreci yaşanmaması için Kürdlük bilincinin, Kürd ulus bilincinin, Kürdistan bilincinin gelişmesi önemli olmalıdır.
Soykırımlara karşı en iyi, en sağlıklı mücadele yüzleşmedir. Irak devletinin, merkezi hükümetin, Halepce hakkında, Enfal hakkında, 1983-1988 süreci hakkında ciddi bir yüzleşme yapmadığı bilinmektedir. Bu, aynı süreçlerin tekrar düşünüldüğü, tasarlandığı anlamına gelir. Irak Devleti, hükümeti, kendini Saddam Hüseyin döneminde olduğu gibi güçlü hissettiği, Kürdleri de güçsüz hissettiği zaman, bu soykırımlar tekrar yaşanabilir. Soykırımlarla karşılaşan halkların devletsiz halklar olduğunu bilmek gerekir. Devletsiz Halklar-soykırımlar ilişkisinin bilincine varmak önemlidir.
Sorunlara İdeolojik Yaklaşım-Değerlere Göre Yaklaşım
Kürd/Kürdistan sorunlarına, ideolojik açıdan değil, değerler açısından yaklaşmak gerekir. Özgürlük, eşitlik, adalet, insan hakları, ulusların kendi geleceklerin belirleme hakkı, vs. evrensel değerlerdir.
İdeolojik yaklaşımlar, ‘bizden olanlar- bizim taraf’, ‘bizden olmayanlar- karşı taraf’ ayrımına götürür. Bu anlayışta bütün çaba, ’bizden olanlar- bizim taraf’ için ortaya konur. ‘En doğru siyaseti biz yapıyoruz, en doğru olan biziz, herkes bizim etrafımızda toplanmalıdır.’ denir. Bizim etrafımızda’ toplanmayanlar için, baskı-zulüm her şey yapılarak, etkisiz hale gelmeleri sağlanır. ‘Bizden olanlar’ın gelişmesi, yükselmesi için her şey yapılır. ‘Bizden olmayanlar’ın ayağına çelme takıp düşürmek, hatta onu çalışamayacak duruma getirmek de vardır.
Kürd/Kürdistan sorunlarının, özgürlük, eşitlik, adalet, insan hakları, demokrasi, ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı gibi evrensel değerlerle yaklaşmak isteyenler, bu bilince ulaşanlar ise, bir iç sorgulamadan hareket ederler. “Kürdler, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da, bu kadar büyük bir nüfusa, en az 50 milyon nüfusa sahip olmalarına rağmen, neden bir statü, bir kimlik sahibi olamamıştır?”, ‘Kürdistan/Kürdler, neden bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmıştır?”, “Kürdler, Kürdistan neden sömürge bile olamamıştır? “Kürdler,/Kürdistan, neden Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı gibi uluslararası örgütlerde, gözlemci bile olamamıştır?”, “Bu kadar ağır bedellere rağmen, neden ciddi bir kazanım elde edememiştir?”… Bu iç sorgulamanın, bir süre sonra, basında, kamuoyu önünde yapılacağı da açıktır.
Dünyadaki Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri-Kürdistan Ulusal ve Toplumsal Kurtuluş Mücadelesi
Biz, dünyadaki ulusal kurtuluş mücadelelerini biraz biliyoruz. Bu mücadelelerin, Kürdlerin/Kürdistan’ın, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesiyle karşılaştırılması bize çok önemli bilgiler vermektedir. Kürdler, bu mücadelede çok ağır bedeller ödemiştir. Dünyada, hiçbir ulus, Kürdler kadar ağır bedeller ödememiştir. Bu ağır bedellere rağmen ciddi bir kazanım da yoktur. Bundan daha önemlisi, bu ağır bedeller, Kürd ulus bilinci, Kürd dil bilinci, Kürdistan bilinci yaratamamıştır. Hala, ‘Bizim taraf-bizden olanlar’, ‘karşı taraf-bizden olmayanlar’ siyaseti egemendir.
Kürdler’in, Kürdistan’ın, Yakındoğu’daki, Ortadoğu’daki konumlarını, çok farklı olduğu hemen görülmektedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Milletler Cemiyeti döneminde, Araplar da bölünmüştür. Ama Araplar, daha sonra, ayrı ayrı bağımsız devletler olarak organize olmuşlardır. Bugün Basra Körfezi’nden Fas’a kadar, 22 Arap devleti vardır. Yakında kurulması muhtemel, Filistin Arap devletiyle 23 olacak.
Örneğin, Filistinli Araplarla Kürdlerin konumları çok farklıdır. Filistinli Arapların Ortadoğu’da tek bir hasmı vardır. O da İsrail’dir. Ama 22 Arap devleti Filistin’li Araplara dosttur. Filistinli Arapları maddi ve manevi olarak desteklerler. Bunun yanında, İslam Konferansı’na üye 57 İslam devleti, Filistinli Arapları maddi ve manevi olarak destekler. Kürdlerin, Kürdistan’ın durumu hiç böyle değildir. Bölünme, parçalanma, paylaşılma, Kürdler, dostsuz bırakmış, düşmanlarının sayısını arttırmıştır. Kürdlerin, Kürdistan’ın etrafı, Kürdleri, Kürdistan’ı yok etmek isteyen güçlerce çevrilmiştir.
1960’lardan itibaren, günümüze kadar, Kürd/Kürdistan Milli Mücadelesi döneminde, Güney Kürdistan’da, 400 bine yakın (400 bin) kayıp vardır. Bunun 200 bini Enfal’de gerçekleşmiştir. 1940’lar, Mahabad, Dersim, Sason, Ağrı, Zilan, Guew, 1925 Şeyh Said, Qoçgiri, 19. Yüzyıl… Ubeydullah Nehri, Mir Bedirxan, Revandizli Mir Muhammed, Abdurrahman Paşa-i Baban dikkate alındığı zaman bu rakamın milyonları bulduğu söylenebilir.
Birinci Dünya Savaşı’nda, Sarıkamış’da, Enver Paşa komutasındaki ordunun, Ruslarla savaşmadan, açlıktan, hastalıktan, soğuktan, donmaktan öldüğü vurgulanmaktadır. Bu ordunun askerlerinin çok büyük bir kısmının Kürd olduğu söylenebilir. Sarıkamış’da 92 bin askerin kaybından söz edilmektedir. Bu askerlerin 90 bininin Kürd olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Daha sonra, 1919-1922 savaşında, Kazım Karabekir’in yönettiği ordunun askerlerinin, Kafkasya’da, Musul taraflarında, Viranşehir taraflarında savaşan ordunun askerlerinin çok büyük bir kısmının Kürd olduğu söylenebilir. Mustafa Kemal’in, Türk Milli Mücadelesi döneminde, neden Erzurum’a, Bitlis’e, Diyarbakır’a yöneldiğinin, Bitlis’de, Diyarbakır’da, neden Kürd giysileri giydiğinin, Kürd giysileri ile dolaştığının bilincine varmak önemlidir.
Birinci Dünya Savaşı sürecinde, İttihat ve Terakki hükümeti tarafından gerçekleştirilen Kürd sürgünleri… Sürgün yollarında, hastalıktan, açlıktan ölenler… Bu sürgünlerin yüzbinlerce olduğu bilinmektedir.
Peçar Tenkil Harekatı/1927 yazısından sonra, bir okuyucumuz siteye bir not göndermiş. Bu notu okuyucularla paylaşma gereğini duyuyorum “ Elazığ’da staj yaptığınız için belki hatırlasınız diye düşünüyorum. Elazığ’dan Palu’ya giderken, Murad Nehri’nin üzerinde, beyaz bir köprü vardı. İki yanı yarma olan bu geçiş yerinde, 400 Kürd’ü kurşuna dizip kayalıktan nehire atıyorlar. Başaret’li ve Paxo’lu iki köylü, ayakları zincirli olduğu halde atlayıp kurtuluyor. Onların sayesinde bu katliamı biliyoruz.
Kısacası resmi tarih ne derse desin, 14 yaşı üstü veya altı desin fark etmiyor, Hiçbir kural tanımadan acımasızca, çoluk-çocuk katlettiler. Yüz yıl önce, kimse duymaz diye rahatlıkla yaptılar, bugünde gözümüzün önünde yine yapıyorlar. Neden? Çünkü, Kürdün nasıl olsa unutacağını, tepki vermeyeceğini biliyorlar. Nitekim, Dersim unutup Kemalistleşirken, Palu unutup faşistleşti. Neyseki Dersim tam olmasa da kendine geldi. Fakat Palu hala uyuyor. İşte bu manzara o katliamlardan çok daha korkunçtur…” (kürdistan-post.eu 25.5.2016)
Fuat Önen, bir yazısında, 28 üyeli Avrupa Birliği’ne üye olan ve nüfusları 2-3 milyon arasında değişen, Estonya, Letonya, Litvanya, Slovenya, Slovakya gibi devletler kastederek, Kürdlerin 200 yıldır sürdürdükleri mücadelede, verdikleri şehitlerinin sayısının, bu devletlerin nüfusundan daha fazla olduğunu belirtmiştir. Kanımca, bu hesap, bu saptama doğrudur.
Avrupa Birliği’nde, sadece 5 devletin nüfusu, Kürdlerin toplam nüfusundan fazladır. Fransa, Almanya, İtalya, Birleşik Krallık, İspanya… Belki Polonya’nın nüfusu Kürdlerin nüfusu kadardır. Geriye kalan 22 devletin nüfusları Kürdlerin toplam nüfuslarından çok çok azdır.
Dünya Uluslar Ailesi ve Kürdler
Dünya uluslar ailesine katılmak, bu ailenin eşit bir ferdi olmak için çaba harcamak önemlidir. Kürdler/Kürdistan’sa, dünya uluslar ailesinin eşit bir üyesi olmak bir tarafa, dünya uluslar ailesinin bir üyesi bile değildir.
Bölünmenin, parçalanmanın, paylaşılmanın, iki önemli etkisini dile getirmek mümkündür. Çok önemli bir etki, bölünmenin, parçalanmanın, paylaşılmanın, Kürdleri, Kürdistan’ı, bilimsel çalışmalara kapatması olmuştur. Bu süreç, Türkiye’de resmi ideoloji tarafından gerçekleştirilmiştir. Resmi ideolojinin, herhangi bir ideoloji olmadığını, devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla korunan ve kollanan bir ideoloji olduğunu bilmek gerekir.
1940’ları, 1950’leri, 60’ları, 70’leri, 80’leri hatırlayalım. Kürdlerden, Kürdçe’den vs. söz edenlerin, çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya olduğu bilinmektedir. Değerli Sosyal Bilimci Barış Ünlü bunu, Türklük Sözleşmesi kavramıyla açıklamaktadır. Bu sözleşmeyi ihlal edenlerin çok ağır idari ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya kaldığını belirtmektedir. Bu, üniversitenin ve basının, Kürdlerle, Kürdistan’la ilgili bilimsel çalışmalara kapatıldığı anlamına gelmektedir. (Barış Ünlü, BAK Bildirisi, Entelektüellik, ve Akademik Özgürlük, Ayrıntı Dergisi, Sayı 15, Nisan-Mayıs 2016)
Avrupa’da, ABD’de, Sovyetler Birliği’nde/Rusya’da ise, Türkiye’yi gücendirmemek, İran’ı gücendirmemek, Irak’ı gücendirmemek, Suriye’yi gücendirmemek, anlayışı, Kürdlerle/Kürdistan’la ilgili sağlıklı çalışmaların yapılmasına, bunun basına yansımasına engel olmuştur.
Avrupa’da, ABD’de, Sovyetler Birliği’nde/Rusya’da, bilim adamları, basın mensupları, elbette, Kürdlerle, Kürdistan’la ilgili çok değerli çalışmalar yapmışlardır. Ama bu devletlerin politikaları hep anti-Kürd olmuştur. Bu da bu çalışmalara, ilişkilerin gelişmesine engel olmaktadır.
Kürdistan’da yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen buluntuların, neden Kürdlerle bağlantılarının kurulmadığı, hep Sumerle, Hititle, Asurilerle, Ermenilerle bağlantılarını kurulduğu dikkate değer bir durumdur. Bu buluntularla ilgili olarak, Kürdlerle ilgili bir değerlendirme yapılmasından özenle kaçınıldığı gibi, Kürdleri çağrıştıracak, Hurri, Kassid, Mitanni, Subari, Nairi, Med gibi kategorilerle de bağlantı kurulmadığı, bu tür yorumlardan kaçınıldığı hemen görülmektedir.
Halbuki, bugün, Kürdlerin yaşadıkları bu alanlarda, genel olarak Zağroslar ve çevresinde, İsa’dan Önce, 2000’lerde, bu hakların yaşadıkları görülmektedir. Dolayısıyla, bugünkü Kürdlerle bu halkların bağlantılarının kurulması, buluntularla ilgili olarak, bu yönde yorumların yapılması kaçınılmazdır. Bahoz Şavata’nın ve Dr. Battal Odabaşı’nın çalışmaları bu bakımlardan çok değerli değerlidir. İhsan Çölemerikli hocanın, Hakkari Suretleri, Lis, Ocak 2006, Mezopotamya uygarlığı’nda Hakkari Lis Ekim 2006, isimli çalışmaları da değerlidir.
13 Temmuz 1989 İran Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Abdurrahman Qasımlo ve iki arkadaşı, Viyana’da, bir evde, İran’dan, diplomat kılığında gönderilen pastaranlar tarafından katledildiler. Katliamı yapınlar, kısa bir süre içinde, Viyana polisinin gözleri önünde, evi, Viyana’yı, Avusturya’yı terk edip İran’a ulaştılar. Kahramanlar gibi karşılandılar.
Bunun, genel olarak Kürdleri yasa boğan bir süreç olduğu açıktır. Bu süreç, ‘tasada kıvançta ortağız’ sloganının ne kadar sahte olduğunu da gösteriyor. Qasımlo’nun eşi Helena Krulich’in, bu cinayet hakkında, Avusturya’da, neden bir ceza davası açtıramadığı ibretle incelenmesi gereken bir süreçtir.
Bugün, Kürd/Kürdistan çalışmaları artmaktadır. Bu konuda şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır. Kürdler, tarihte, Asuri-Süryani, Ermeni gibi halklarla birlikte yaşamışlardır. Bu bakımdan çalışmalarda, Kürd-Asuri-Ermeni ilişkilerinin dikkate alınmasında da zorunluluk vardır.
Bölünmenin, parçalanmanın, paylaşılmanın önemli bir etkisi de siyasal partiler, örgütler üzerinde görülmektedir. Bu siyasal partiler, örgütler de İran taraftarı, Türkiye taraftarı, Irak taraftarı, Suriye taraftarı diye bölünmüşlerdir. Bu bakımdan, bu siyasal partilerin, bu örgütlerin, bu sürecin bilincine varmaları, Kürdlük şemsiyesi altında, Kürd ulus şemsiyesi altında, Kürdistan bilinci altında toparlanmaları gerekir. Bu devletlerle ilişkilerde bu sürecin bilinciyle tutum almak önemlidir.
Şunu hatırlatmakta yarar vardır. Gelecekte Kürd nesilleri, babalarını, dedelerini, bizim taraf-karşı taraf, bizden olanlar-bizden olmayanlar ölçülerine göre yargılamayacaklarıdır. Eşitlik, özgürlük, adalet, İnsan hakları, ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı gibi evrensel değerlerle yargılayacaklarıdır. Neden, Kürdlerin/Kürdistan’ın, dünya uluslar ailesine eşit bir üye yapılmadığı, bunu gerçekleştirmek isteyenlere karşı neden engel olunduğu önemli bir soru olacaktır.