Toplumların, ülkelerin siyasal tarihlerinde, kimi süreçler vardır ki bunlar bazen sevinç ve kazanımlar için tarihi bir dönemeç olur, bazen de bu dönemeçler, acı ve gözyaşı içinde karanlık dehlizlerin derinliğinde sistematik terör kasırgalarına yol açar. Ağırlıklı olarak bu dönemlerde, İşkence, zülüm, vahşet, katliam ve insanlık dışı uygulamalar doruğa ulaşır. Toplumsal erozyonlar, sosyal çürümeler, insani değerlerin yitirilmesi gibi ciddi toplumsal kırılmalar yaşanır. Tıpkı günümüzde hep birlikte yaşadıklarımız gibi..
Toplumu kör bir terör fırtınasıyla teslim almayı amaçlayan egemen güçler, zaman zaman maskeli balolar eşliğinde kan festivallerini düzenler. Dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi yaşadığımız coğrafyada, özellikle de ülkemizde sayısızca örnek sıralayabiliriz.
Kürdistan’ın tarihi, katliam ve soykırımların tarihidir. Bunca zülüm ve zorbalığa karşı Kürd halkı, birçok katliam ve trajedinin ardından yine sahnede yerini almıştır.
Bugün Kürd halkı, Kürdistan’ın dört bir yanında, farklı yol ve yöntemlerle, çok bilinmeyenli bir denklemler ikliminde özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini yürütmektedir. Ancak bütün parçalarda ulusal bütünlüklü bir kimliğin ortaklaşması için sarf edilen çabalar ne yazık ki çok yetersiz kalmakta, kısır grup ve parti çıkarlarına feda edilmektedir. Bu yetersizlik ve başarısızlık hamleleri, Kürdistan düşmanlarının ellerini güçlendirmektedir ve giderek ulusal taleplerinin grup çıkarlarına kurban edilmesiyle, karanlık dehlizlerden umut tomurcuklarının filizlenmesini budamaktadir.
Son on yildir, her nedense kürd siyasal katmanları, ezilenlerin psikolojisi gereği, egemen ulusların ulus kimliklerini doğal ve kabul edilebilir bir kimlik olarak görmektedirler. Ancak Kürd ulusal kimliği ise “milliyetçi” ve “gerici” bir yaklaşım olarak gören Türk kesimler, Kürd toplumun ulusal çıkarları etrafında kenetlenmesi ve ortak paydalarda buluşmasını önlemek için grup ve parti kimliklerini kutsamayı tercih etmektedirler. Bu politikaların yürütücüleri, genellikle “enternasyonalist” ve “ümmetçi” geçinen egemen ulus orijinli görevli bu kesimlerin ki bu kesimler, genellikle Kürd siyasal güçlerinin saflarına transfer ettikleri ya da sızdırdıkları başmüfettişlerden oluşmaktadır.
Bu görevlilerin esas amacı Kürdistan ulusal bilincin törpülenmesi ve siyasal fay hatlarının derinleşmesi yaşatmak için olmadık stratejiler geliştirmektedirler. Kürdistan’daki politik aktörleri ve siyasal güçleri birbirlerine düşmanlaştırma temellinde politik yozlaşma ikliminin yaratmak çabası içerisindeler. Bu görevli, güzide transferler-müfettişler Kürd halkını ve toplumunu siyasal bir denek, Kürdistan’ı da birer laboratuar olarak görmektedirler.
Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesinin önünde bariyerler oluşturmakla meşgul olan “kıymetli” aktörler ve yıkım elamanlarının en fazla cirit attıkları alan egemen Kürd medyasıdır. Özellikle yazılı ve görsel söz konusu Kürd medyası üzerinde titizlikle durulması gereken puslu ve sisli bir zemindir. Gerek sunmuş olduğu perspektifler, gerekse kullandığı dil babında, nasıl bir yol haritası izlendiği ya da çizildiğini son yıllardaki yayın çizgilerine bakarak bir sonuca ulaşabiliriz. Niyet okumalardan ziyade, yaşanılan farklı pratik süreçler büyüteç altına alındığında, daha net sonuçlar elde edebiliriz.
Özellikle son yıllarda Kürdistan’ın statüsü konusunda geliştirilen bariyerler ve direnç noktaları araştırılırsa bu söylediklerimiz daha net anlaşılacaktır.
Parti ve grup çıkarlarının kutsandığı, ayrıştırıcı ve yıkıcı eksenli katı muhafazakâr bir dilin etkin olduğu zeminlerde, ulusal çıkarlar genellikle göz ardı edilmektedir.
Toplumsal yenilgilerin ardından toplumsal çıkarlar, toplumsal hedefler ve geleceğe dair toplumsal düşleri, kısır politikalara ve ortaçağ kalıntılarının bir yansıması olan tutucu ideolojilere feda etme alışkanlığı, yenilgi psikolojisinin yaratmış olduğu iflah olmaz bir hastalıktır. Umarım tez elden tedavi ve çözüm yolu bulunur.
Bu yaklaşımı siyasal bir karaktere büründüren egemen güçler ve yerel dayanakları, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesini, hedefinden saptırmak ve önüne set çekmek için ulusal kimlik etrafında ortaklaşmayı amaçlayan her türlü siyaset tarzını mahkûm etmek için canla başla çalışmaktadırlar.
Ne acıdır ki bu siyaset tarzını eleştiren, karşı duruyormuş gibi davranan gündelik siyaset müdavimleri, hazan kuşları gibi güç kapılarının önünde mavi boncuk beklentisi içinde olmaları bir başka trajediyi yansıtmaktadır.
Kişisel ve grupsal çıkarlara dayalı gündelik siyaset arenasında yaşanılan 180 derecelik dönüşler, politik tercihler silsilesi, ithal kurtarıcı arayışları ve eskimiş politik transferlerle “yeni ve dinamik” zemin arayışları hep başarısızlıkla sonlanmaktadır. Doğal olarak bu tür girişimler birer “umut kıran” hamlelerine dönüşmektedir. Son yıllarda bu “umut kıran” girişimlerinin değişik versiyonları denendi ancak sonuç hep olumsuz oldu. Böylelikle her hamle yanlışlar hanesine yeni bir yanlış halkası eklenmiş oluyoruz.
Yanlış zeminde yanlış aktörlerle ve geçmiş geleneklerin karakter dayatmasıyla yamalı bohça imal etmek doğru değildir. Yılgın ve dar bir piyasa zemini üzerinde “umut” örgütlemek beraberinde umutsuzluğu körüklediğini yaşanan “deneme” fasıllarında hep birlikte şahit olduk. Ne yazık ki olmaya hala devam ediyoruz! 7-4-2016