İnsanlık mücadele tarihi göstermiştir ki tarihsel dayanaklardan ve geçmiş mücadele birikiminden soyut “kişiye özgü” bir cemaat kültürünü oluşturmanın en önemli adımlarından biri, mevcut genel geçer kavramları ters yüz edip onlara farklı anlamlar, farklı yüklemler yüklenerek “yeni anlamlandırmalarla” pazara sunmaktan geçiyor. Ne yazık ki bütün ezilen toplumlarda olduğu gibi yaşadığımız coğrafyada da, mensubu olduğumuz toplumda bu psikoloji egemendir.
Demokrasi, demokratik haklar adı altında diktatörlük ve karşıt düşmanlık ekseni üzerinde toplumu dizayn etmek ve miadını sona ermiş bir sistemin dişlileri arasında, yeni rant sahaları yaratılmak istenilmektedir.
Mevcut egemen sistem yaşamsal dayanaklarını sürdürebilmek için, toplumsal mücadele zemininde var olan politik güçler arasındaki çelişkileri daha da körükleyerek, çatışma zeminine bir derinlik katmaya çalışır. Taraflar birbirlerini mevcut farklılıklarla kabullenmekte zorlanırlar. Çünkü sistem baskın tarafların arasına sızdırdığı sicili kadrolarla, sorumluluk almadan müfettişlik sıfatının gereğini yapan gönüllü boşboğazlarla, durumdan vazife çıkaran politik komiserler aracılığıyla toplumu yeniden terbiye etmeyi esas alır. Böylelikle tekçi felsefeye dayalı kapalı bir toplum modelinin döşeme taşlarını birer birer döşenmiş olurlar.
Son dönemlerde, Kürd ve Kürdistan sorunun uluslararası bir boyut kazandığı bir süreçte, anlı şanlı Kemalist Türk solcu “yoldaşlar” ve sistemin baskın medya grupları gözümüzün içine bakarak bize, yeni bir coğrafya, yeni bir halk ve yeni bir ulus keşfetmenin müjdesini haykırmakla meşgul olduklarını görüyoruz. Israrla bizi ikna etmek için gecelerini gündüze katarak ceylan derili koltuklarda uyuya kaldıklarına şahit oluyoruz. Rüyalarında kendilerini “Rojava” ülkesinin sınır kapısından yığınların omzunda “NO PASARAN” diye sloganlarla hayal çadırına doğru ilerlediklerini düşlüyorlar.
Ya da gizliden gizliye Kürdistan’ı yeniden sisteme entegre etme sevinciyle kendi kendilerine “HAN PASADO” mu diye haykırıyorlar? Cihangir-Nişantaş cumhuriyetinin güzel, alımlı ve bol makyajlı güvercinleri pandora kutusunun derinliğinde bu rüyaları yorumlamaya çalışıyorlar.
Tv ekranlarında, gazete sayfalarında arz-ı endam eden bu çok “ünlü” bay muhalif-lere (!) toplum bilimcilerine, akademisyenlere, düşünür ve fikir sahibi aydınlara yeni keşfedilmiş Rojava coğrafyası ve Rojava halkıyla ilgili bir iki soru sormak istiyorum.
Bu sol-sosyalist yelpazede kendilerini tarif eden, öz itibariyle Kemalist olan bu muhaliflerin yanıtlarını gerçekten merak etmek en doğal hakkımızdır. Hiç olmazsa, bu fikir ve zikir sahibi koltuk sevdalı “dost”ların fikriyatından yararlanmış oluruz.
Rojava ülkesi hangi coğrafyaya tekabül ediyor sınırları nereden başlıyor nerede bitiyor? Bize tarif edebilirler mi?
Rojava halkı kimdir? Toplumsal ve tarihsel dayanakları nelerdir? Kısacası uzun ve yakın tarihinden söz edebilir misiniz?
Acaba Kürd halkı demek çok mu zordur?
Acaba Kürdistan’ın bölünmüşlüğünü meşru göstermek için mi bu hassasiyeti gösteriyorsunuz?
Rojava kavramı yerine, Güney-Batı Kürdistan kavramını kullanmaktan neden imtina ediyorsunuz?
Resmi ve gayri resmi tarih tezlerinize göre de, bu coğrafyada yaşayan halklar ayan beyandır. Siz bu coğrafyaya gelmeden önce Kürdistan’da yaşayan halklar ve azınlıklar bu coğrafyada yaşadıklarını neden kulak ardı ediyorsunuz?
Sizin için Kürd ve Kürdistan kavramları milliyetçiliği, ilkelliği; Türk ve Türkiye’cilik ise devrimciliği, ilericiliği ifade ediyor değil mi?
Bir an için aynanın karşısına geçin ve ilgili kavramların yerini değiştirin, bakalım ne
göreceksiniz? Aynaya bu kez daha dikkatli bakın, renginiz solmasın sizin gördüğünüz yüz ifadeleri biz yıllardır görüyoruz.
Son zamanlarda ısrarla “Demokratik ulus” kavramına göndermede bulunuyorsunuz ve yakın doğuda yaşayan bütün ulus ve azınlıkların isimlerini zikrederek, hırdavat dükkânını bize tarif ediyorsunuz. Bu dâhiyane buluşunuzla sözüm ona “ulus devlet” tehlikesine karşılık demokratik ulus mu öneriyorsunuz? Yoksa özünde ulus devlet olan Türk devlet gerçeğini mi korumaya çalışıyorsunuz?
Dünyada ulus devlet tarifi gerekirse en iyi örnek Kürdistan’ı bölüştüren işgalci devletlerin mevcut karakterleri akla gelir.
Üniter devlet yapısı diye tarif ettiğiniz formül ulus devletin ta kendisidir.
Demokratik bir ülkede bütün halkların evrensel hukuk kuralları içinde birlikte yaşamaları gerektiğini ifade etmek için “demokratik ulus” buluşunuzu yap-boz gibi cümle aralarına yapıştırmaktan vazgeçin artık!
Evrensel kabul gören ve dünyanın her yerinde aynı anlam ve içeriğe sahip siyasal kavramları kendi egonuz için, hüsnü kuruntunuz için, grupsal çıkarlarınız için anlamsızlaştırma faaliyetlerinize bir son verin! Bu kavramları doğru yerde ve doğru anlamlarla kullanmış olsaydınız, belki bu denli eksen kayması olmazdı!
Ulus devlet masallarıyla, Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesinin önüne yeni bariyerler oluşturmaktan vazgeçin!
Eğer çok merak ediyorsanız buyurun Güney Kürdistan anayasasını ve Türk anayasasını karşılaştırın. Parlamentodaki siyasal, dinsel ve etnik dağılımı bir karşılaştırın bakalım, hangisi ulus devlet ya da üniter devletinin fotoğrafını yansıtıyor.
Bir kez daha size soruyorum, Dünyada yeni keşfedilmiş ilginç türlerden biri olan bu “demokratik ulus”un bir başka türü ve benzeri var mıdır? Varsa hangi kıtada yaşıyorlar? İçerik ve çerçevesi neye dayanmaktadır? Acaba “demokratik ulusu” oluşturan şartlar nelerdir?
Ayni dilli konuşan, aynı topraklar üzerinde yaşayan ve iktisadi yaşam birliği ve ruhî şekillenmenin dışında “demokratik ulusu” oluşturan şartlar nelerdir? Bu yeni keşfedilmiş “demokratik ulus” türünün Kürd ve Türk uluslarıyla tarihsel bir bağı var mıdır? Varsa nelerdir? Bu “demokratik ulus” diye kodladığınız yeni strateji Misak-ı Milli’nin güncelleşmiş bir versiyonu olmasın mı?.. 30:06:2015
Cano Amedi