Yunanlılarla yaşanan iki cephe çatışması dışında asıl savaş Pontoslu Rumlara yönelik yapıldı ve memleket işgalcilerden değil, binlerce yıldır o topraklarda doğup büyüyen Rumlardan kurtarıldı.
Tamer ÇİLİNGİR
Helen mitolojisinin ilk tanrılarından biri olan Pontos, denizi simgelemektedir. M. Ö. 8. yüzyılda buraya yerleşen Helenler Karadeniz’e Pontos ismini verirler.
Eski Helen dilinde, Pontos birçok kaynakta ‘deniz’, ‘Karadeniz sahili’, Pontos Euxenios ise ‘Yabancılara dost deniz’ anlamında kullanılmaktadır. Yine birçok kaynakta Pontos, Küçük Asya’nın kuzeydoğusunda, Kızılırmak Nehri’nin doğusunda kalan coğrafi bölgenin Antikçağ’daki adıdır.
Pontos bölgesi dendiğinde, Helenistik çağda Pontos Krallığı’nın egemenliğini yaydığı tüm bölgeleri anlamak pek doğru değildir. Zira bu egemenlik alanı, Mithradates Eupator döneminde, Küçük Asya’yı, Kolkhis bölgesini hatta Kırım Yarımadası’nı da kapsamıştır.
Bugün Sinop’tan Rize’ye kadar uzanan sahil şeridini ve güneyde Erzincan ile Kemah’ı, Divriği, Sivas ve Yıldızeli’ni, Zile, Tokat ve Turhal’ı, Amasya, Gümüşhane ve Bayburt’u içine alan bölgeye Pontos Helen kültürünün üç bin yıldır yaşadığı coğrafya olarak Pontos denir.
BATILILAŞMADAN PONTOSLULAR DA ETKİLENDİ
15. yy’dan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenlik alanına girmeye başlayan Pontos, Osmanlı’daki gelişmelerden doğrudan etkilenen bir konumdaydı.
Osmanlı’daki Batılılaşma girişimlerinin diğer tüm Hristiyan kesimler gibi sadece Pontoslu Hristiyan Rumlar açısından değil, Müslüman Rumları da edebiyat, sanat, tıp, eğitim gibi konularda 19. yy ortalarından itibaren bir aydınlanma sürecine taşıdığına şahit oluyoruz.
İttihatçılarla direkt ilişki içinde olunmasa da özgürlük, adalet ve eşitlik sloganlarından Pontoslu Rumlar da etkilendi. Pontos şehirlerinde 1908 sonrası kitlesel mitingler düzenlenip bayram havası coşkusu yaşandı ve İttihatçılara ilk etapta olumlu bakıldı.
1876’da ilan edilen I. Meşrutiyet ve Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk anayasayısının kabulü çok kısa sürdü ve II. Abdülhamid tarafından anayasa rafa kaldırılıp, parlamento feshedildi. II. Abdülhamid, 33 yıl süren İstibdad Dönemi’nde tüm muhaliflere ama özellikle Ermenilere yönelik katliam ve sürgün girişimlerinde bulundu. 300 bin Ermeni’nin hayatını kaybettiği bu süreç, Hristiyan uluslara yönelik yapılacak olan soykırım planının başlangıcı oldu.
1909’DAN SONRA ETNİK TEMİZLİK BAŞLADI
1909 yılında Kilikya’da Ermenilere yönelik gerçekleştirilen katliam ile başlayan süreç 1912’de yaşanan Balkan Savaşı yenilgisiyle etnik temizliğe dönüştü. I. Dünya Savaşı’na Almanların safında giren Osmanlı, 1915 yılında özellikle Ermenilere yönelik 1,5 milyon insanın hayatını kaybedeceği dünyanın en büyük soykırımlarından birine imza attı. Bu süreçte 300 bine yakın Süryani ve 150 bin Pontos Rum’u da hayatını kaybetti.
İlk tehcir (sürgün) ise 1911’de Rumlara yönelik gerçekleştirildi. Ermeni Soykırımı öncesi yaşanan bu tehcir, İttihatçılar açısından önemli bir deneyim, tecrübe ve prova oldu. 1916 yılından itibaren ise iki yıl sürecek “Rumların Tehciri”yle bu süreç devam etti; bu süreçte ölen Rum sayısı da 150 bin civarındaydı.
19 MAYIS 1919’DA SOYKIRIM BAŞLADI
Pontoslu Rumlara yönelik asıl soykırım uygulamaları ise 1919 yılından sonra gündeme geldi. 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, burada ilk olarak Pontos Rum Soykırımı’ndan başrol oynayan Topal Osman, Kel Hasan, Halil Tapanoğlu, Said Tapanoğlu, Mehmet Tataloğlu, Kara Mehmet, Larçınzade Hakkı Bey, Mehmet Tirali, İpsiz Recep gibi çetecilerle görüştükten sonra Pontos Rumlarına yönelik başlattıkları saldırılarda binlerce Rum katledildi. Bu görüşmenin ardından başlayan süreçte Pontos’ta büyük çoğunluğu sivil halkın olduğu büyük bir soykırım başladı.
Yürütüldüğü iddia edilen savaş ‘yedi düvele’ karşı verilmiş bir savaş değildi. Zira ne İngilizlerle ne Fransızlarla ne de İtalyanlarla bir çatışma yaşanmıştı. 9 Aralık 1920 tarihinde kurulan Merkez Ordusu’nun karargahı ve çalışma alanını ne İngilizlerin olduğu İstanbul, ne İtalyanların olduğu Antalya, ne de Yunan ordusunun ulaştığı Afyon olmuştu. Karargah, Pontos şehri Amasya’ya kurulmuştu. Merkez Ordusu’nun başına getirilen Nurettin Paşa sınırsız yetki ilde donatıldı. Yasa da, mahkeme de, savcı da, yargıç da kendisiydi. Ama buradan anlaşılması gereken, ona bu yetkiyi verenlerden bağımsız hareket ettiği değil, Pontos’daki tüm uygulamaları bizzat kendisini yetkilendirenlerin emirleriyle yerine getirdiği olmalıdır.
Özellikle savunmasız Rumların köylerine yaptığı saldırılarda yağma, yakıp yıkmanın yanı sıra, kadın ve çocuklara yaptıkları zalimliklerle Rumları yıldırmayı hedefliyorlardı. Özellikle eli silah tutan Rumların partizanlara katılmalarıyla savunmasız kalan köyler hedefleriydi. Bire bir partizanlarla çatışmaktan çekiniyorlardı. Rumlara karşı kurulmuş olan bu çeteler, sadece Rum köylerine yönelik değil, canları istediğinde Müslümanlara da saldırıyor, köy halkının her türlü erzakına, malına mülküne el koyabiliyor, genç kızlara musallat oluyor, can alıyorlardı.
353 BİN PONTOSLU SOYKIRIMA UĞRADI
Yüzyıllardır Osmanlı’nın zulmü ile açlık ve yoksullukla boğuşan Rumlar birçok katliama uğrayıp dili, dini ve kültürü yok edilmek istendi. 1914-1921 yılları arasında Amasya, Samsun ve Giresun’da 134 bin 78, Niksar’da 27 bin 216, Trabzon’da 38 bin 434, Tokat’ta 64 bin 582, Maçka’da 17 bin 479, Şebinkarahisar’da 21 bin 448 Rum, mübadele yollarında hayatını kaybeden 50 bin insanla birlikte toplam 353 bin Pontuslu soykırıma uğradı.
Yunanlılarla yaşanan iki cephe çatışması dışında asıl savaş Pontoslu Rumlara yönelik yapıldı ve memleket işgalcilerden değil, binlerce yıldır o topraklarda doğup büyüyen Rumlardan kurtarıldı. Bu süreçte ayrıca Pontos ve Küçük Asya’da yaşayan 800 bin Rum kayboldu, akıbetleri öğrenilemedi. Pontos’taki kayıpların arasında 25 bine yakın çocuk da vardı.
Pontos Rum Soykırımı aslında II. Abdülhamid döneminde Ermeniler ile başlayan Hristiyan soykırımının üçüncü etabıydı. 1908’de II. Abdülhamid’in tahttan indirilip II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte 1876’da rafa kaldırılan anayasa tekrar yürürlüğe girdi ve parlamento açıldı. Bu girişimler Osmanlı’dan geri kalan topraklarda özellikle Hristiyan uluslar arasında heyecan yaratıp, bir arada yaşamın umutlarının doğduğu düşüncesini oluşturdu.
Ancak daha 1909 yılında Kilikya’da Ermenilere yönelik gerçekleştirilen katliam, Hristiyan uluslara yönelik niyeti ortaya çıkardı. 1912 yılındaki Balkan savaşından yenik ayrılan Osmanlı iktidarı, 1876’da II. Abdülhamid’in tahta çıkarılması ile başlayan tek bir etnik ve dini kimlikli modern devlet projesi için kolları sıvadı. Daha önce de bahsedildiği gibi 1876’dan itibaren, toplam 4,5 milyon Hristiyan yok edildi. Ki Osmanlı’nın 1914 nüfus sayımındaki toplam nüfusu 16 milyon civarındaydı. Hristiyanlar bu nüfus içerisinde yaklaşık üçte bir oranında bulunuyorlardı.
SERMAYENİN ÖNCE MÜSLÜMANLAŞTIRILMASI SONRA MİLLİLEŞTİRİLMESİ
Bu kadar büyük bir soykırımın bir boyutu da elbette sermaye aktarım süreçleriyle ilgiliydi. Sıkça kullanılan “sermayenin millileştirilmesi” tanımından farklı olarak, bence burada sermayenin millileştirilmesi değil de “Müslümanlaştırılması” süreci desek daha doğru olacak. Genel olarak tüm Hristiyan topluluklarının imhası asıl olarak sermayelerine de el koymak biçiminde şekillendi. Millileşme meselesi Cumhuriyet sonrası için ifade edilebilir.
Rumlar Osmanlı ekonomisinin yüzde 50’sini ellerinde bulunduruyorlardı. Pontos Rumları da bu yüzdenin içinde önemli bir yerdedirler. Pontoslu Rumların da tüm mal varlıklarına el konuldu bu süreçte. Pontos bölgesindeki ticaret hacminden bahsetmek gerekirse, İngiliz tarihçi Antony Bryer, 1869 yılı itibarıyla Trabzon’un sadece İran ile yapılan ticaret ve denizciliğin yüzde 40’ını elinde bulundurduğundan bahseder. Yine Bryer aynı yıl içerisinde bu ticaretten 200 milyon frank gelir elde edildiğinden aktarır. Öte yandan bir dönem Trabzon Metropoliti olarak görev yapan Yunanistan Başkpiskoposu Chrysantos’un aktarımına göre, Pontos bölgesinin tüm ekonomisini Trabzon’daki dört büyük Yunan bankası kontrol ediyordu. Osmanlı Bankası ise ancak beşinci sırada yer buluyordu.
Tekrar sermayenin ilk etapta Müslümanlaştırılması, sonrasında ise millileştirilmesi sürecine dönersek, Pontos bölgesindeki ekonominin büyüklüğü İttihatçı ve Kemalist kadrolar tarafından kontrol edilmek istenmiş olabilir. Burada Küçük Asya’da bulunan Rumları hem soykırım hem de mübadele yoluyla imha etmek bir seçenek olarak doğdu. Mübadele ile Yunanistan’a zorunlu göçe tabi tutulan 1 milyon 250 bin Rum’un yaklaşık 200 bini Pontos Rumlarından oluşuyordu.
PONTOS SOYKIRIMI’YLA YÜZLEŞME
İttihatçi kadro tarafından başlatılan, Kemalist kadro tarafından devam ettirilen soykırım cumhuriyet döneminde inkar ile birlikte asimilasyona dönüştürüldü. Yüz yıldır okullarda Pontos soykırımı üzerine verilen yanlış bilgilerle orada bir kırımın yaşanmadığı, Pontosluların ‘eşkiya’ olduğu öğretiliyor. İlk olarak bu inkar siyasetinden vazgeçilmesi gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’yla başlayan cumhuriyet ile devam eden soykırımı tanımalı, 353 bin Rum’un katledildiğini kabul etmeli. Bu kabul yüzleşmenin ilk adımı olabilir. Fakat bu yetmez. Yüzyıllardır bölgede uygulanan asimilasyon politikaları terk edilerek, Pontos Rumlarının dilini, kültürünü, geleneklerini yaşatmasını bizzat devlet tarafından teşvik edilmeli. Tek dilde eğitim nedeniyle Pontoslulara unutturulan Romeika için devlet bu konudaki sorumluluğunu almalı. Kendi çabalarıyla yok olmaya terk ettiği dili yine kendi çabalarıyla canlandırmalı.
AG