Bir tarafta “Altın tepside Kürdistan’ı verseler almam” diyen Öcalan, diğer tarafta “Anayasada Özerk Kürdistan deseler, Kürdçe anadil serbesttir diye açıkça yazsalar ve bunun karşılığında anayasanın bir maddesinde başkanlık sistemi yazsalar biz o anayasaya evet demeyiz” diyen Demirtaş var. İkisi de 4 parçada devam eden Kürd ulusal sorunlarını emperyalizmin oyunu olarak değerlendiriyor. İkisi de emperyalizmin Sykes-Picot anlaşması ile Kürdistan’ın dört parçaya böldüğünü ve pay edildiği devletlere değil Kürd’lerin federasyonuna ya da bağımsız devlet olmasına karşı çıkıyor.
Türk’lerin Anadolu’ya gelmesi ile başlayan ilişkilerde sürekli zararlı çıkan ve Cumhuriyet ile birlikte kadim yurtlarında varlıkları bile inkar edilen hep Kürd’ler oldu.
Ülkeleri kendi iradeleri dışında, 2.paylaşım savaşı sonrası emperyalist ülkelerin onayı ile dört parçaya bölünmesine rağmen, Kürd’ler her parçada bölücü ilan edildiler.
600 yıllık devlet geleneği üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti Kürd’leri oyalamak ve asimile etmek için baskı ve zorun yanında Diyap ağa gibi benzeri isimleri kullandı. Çok partili sisteme geçişiyle birlikte idam edilen ve hala mezar yerleri gizli tutulan Kürd önderlerinin itibarları iade edilmeden çocukları ve yakınları meclise taşındı.
Devlete ayar vermek için yapılan 60 darbesinden sonra kısmen tanınan demokratik ortamda özünü Kemalizm’den alan “Türk tipi sosyalizm” ile sınıf mücadelesi Kürd ulusal mücadelenin önene konuldu. “Bütün halklar kardeştir” sloganı ile Kürd’ler bu sefer de ideolojik söylemler ile asimile edilmeye çalışıldı. 70’li yıllara gelindiğinde sınıf mücadelesi ile sağ ve sola bölünmüş olan Kürd’ler bu sefer solda dünyada ne kadar birbirine düşman “sosyalist” devlet varsa onlardan birini savunup kendi içinde amip gibi paramparça bölündüler.
12 Eylül sonrası ve 90’lı yıllarda yaşananlara, boşaltılan köy ve mezralar, faili belli cinayetlerden pislik yedirmeye kadar uygulamalara tepkiler yeniden Kürd’lerin ulusal birliğini dayattı. Kullanılan zor ile çözüm anlayışı yeterli olmayınca bu sefer devlet aklı yeniden devreye girdi. Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay açıkladı, “MİT ve Öcalan ile birlikte legal siyaset yapılması için HDP kuruldu.”
Devlet dizayn ettiği legal siyaset de başıboş bırakmazdı. Sürekli atanan yöneticiler ile legal siyasette denetim altına alınmak istendi.
Yetenekleri ile dikkat çeken Demirtaş 2010 yılında Eş Genel Başkan seçildi.
HDP Eş Başkanı olduktan sonra yıldızı parlayan Demirtaş’ı Öcalan kendisine rakip gördü. İmralı’ya görüşe gittiğinde Öcalan “Seni liderliğe hazırlıyorlar,
farkında mısın? Anladım, heveslisin, liderlikte yapabilirsin. Ama ben, önderlik tedbirlerimi aldım” diye uyarılmıştı.
Demirtaş’ı kim veya kimler liderliğe hazırlıyorlar? Öcalan liderliği kaybetmemek için kim ya da kimler ile birlikte nasıl tedbir aldı bu ancak Kobani Kumpas Davası sonuçlanınca açık ve net bir biçimde ortaya çıktı.
Demirtaş parlamenter ya da Türk tipi Başkanlık sisteminde beyaz yakalı Kemalistlerden yana taraf oldu. Her iki yönetim sisteminin Kürd’ler için değişiklik ifade???? etmemesine rağmen Diyarbekir Newroz’unda bildirisi okunan Öcalan’dan farklı olarak “Seni başkan yaptırmayacağız” dendi.
Randevu almak isteyen AKP heyetine S.Süreyya Önder “Kaçak çaylarını içip giderler” demişti. Demirtaş Kılıçdaroğlu’na destek için “Hatırım için” diyerek oy bile istemesi bardağı taşıran damla oldu.
HDP’nin iktidar mücadelesinde CHP’nin peşinde taraf olduğu için Erdoğan da “Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’ya verecek” demişti.
Bütün bunlarla birlikte Kobani Kumpas Davası’nda verilen hukuk dışı cezalar Demirtaş’ı kim ya da kimler liderliğe hazırlıyor, buna karşı Öcalan liderliği kaybetmemesi için kim ya da kimlerle birlikte tedbir aldı sorularının veriyor. Anayasaya aykırı olduğunu belirttiği halde dokunulmazlara dokunulmasına mecliste evet oyu veren Kılıçdaroğlu seçimi kazansaydı parlamenter sisteme dönülecek ve Andımız Marşı ilk okullarda yeniden okutulacaktı. Bir ihtimal de Öcalan’a karşı Demirtaş’ın liderliğinin önü açılacaktı. Ama olmadı. Statükonun devamı için devletin tercihi Türk tipi Başkanlık Sistemi ve Öcalan’dan yana oldu.
Öcalan ve Demirtaş’ın görüşleri birlikte değerlendirildiğinde aralarındaki fark iktidar ile ana muhalefet arasında taraf olmak ile sınırlı olduğu görülür.
İktidar ile ana muhalefet anadilde eğitim gibi ulusal ve demokratik talepler gündeme geldiğinde de “devletin bekası için” denilerek birlikte tavır alırlar.
Öcalan dışarıda ve içeride her zaman güçlüden yana taraf oldu. Şam’da baba Esad’dan yana, yakalandıktan sonra da Yalçın Küçük ‘ün belirttiği gibi devlet arasındaki gruplardan güç kimdeyse onlardan yana taraf oldu (1).
İktidar ve ana muhalefet de bu farklılığı Öcalan ve Demirtaş üzerinden seçimlerde Kürd oylarını karşılığı olmadan paylaşıyor.
Kılıçdaroğlu seçimi kaybedince çözüm için “İnisiyatif Erdoğan ve Öcalan’dadır” demesine rağmen Demirtaş Kobani Kumpas Davasından ceza almaktan kurtulamadı. Aynı davada yargılanan bazı yöneticilere “toplantıda olmadıkları için” ceza verilmedi.
Yine Gezi Parkı Direnişinde yaşanan olaylardan dolayı Can Atalay 18 yıl, direniş günlerinde sokakta görülmeyen Osman Kavala müebbet hapis cezası aldı. Haberlerde bol bol resimleri ile iş makinelerinin önüne çıkarak engel olan S.Süreyya Önder beraat etti .Bu gün TBMM’de Başkan yardımcısı ve DEM Parti adına mecliste oturumları yönetiyor.
Kobani Davasında verilen cezalar ile aynı gün 28 Şubat darbecilerinin tahliye edilmesi ile birlikte verilen mesaj üzerinde de önemle durulması gerekiyor.
Bir tarafta “Altın tepside Kürdistan’ı verseler almam” diyen Öcalan, diğer tarafta “Anayasada Özerk Kürdistan deseler, Kürdçe anadil serbesttir diye açıkça yazsalar ve bunun karşılığında anayasanın bir maddesinde başkanlık sistemi yazsalar biz o anayasaya evet demeyiz” diyen Demirtaş var. İkisi de 4 parçada devam eden Kürd ulusal sorunlarını emperyalizmin oyunu olarak değerlendiriyor. İkisi de emperyalizmin Sykes-Picot anlaşması ile Kürdistan’ın dört parçaya böldüğünü ve pay edildiği devletlere değil Kürd’lerin federasyonuna ya da bağımsız devlet olmasına karşı çıkıyor.
Bu konuda aralarında en ufak bir görüş ayrılığı ya da farklı bir bakış açısı yoktur. İkisi de Türkiyelileşmek ile Türkleşmeyi savunuyor. İlla fark var aranıyorsa o fark Demirtaş Öcalan’a göre düşüncelerini daha düzgün ifade edebiliyor.
Dört parçanın bağımsızlığı için “Kurtarılmış Bölge” anlayışı ile silahlı mücadeleyi başlatan Öcalan “Başından beri benim toprak koparma isteğim hiç olmadı.” diyor ve ona inanıp silahlı mücadeleye toprak talebi için katılanlara da içinden güldüğünü söylüyor.
Yine aynı Öcalan “Devlet için tehlike arz eden, bu düşünce sahibi insanları devletten çok ben bitirdim” dediğinde silahlı mücadele sürecinde katledilen “On binlerle ifade edilen faili meçhul cinayetlerin” faillerinden biri olduğunu kendisi itiraf ediyor.
Erdoğan ile Özel’in görüşmesi gibi iktidar ile ana muhalefet arasında siyasetin normalleşmesi için yapıldı. Bu Kürd’lerle olan siyasetin normalleşmesi anlamına gelmiyor. Kürd’lerle olan siyasetin normalleşmesi iktidar ve ana muhalefet partisi arasında bölünerek taraf tutmakla olmaz. Kürd’lerle siyasetin normalleşmesi devletle olur. Devletin onayı ve izni olmadan ne iktidar ne de ana muhalefet partisi normalleşme konusunda adım atamaz. Atılmak istense de (Barış sürecinde olduğu gibi) sonuç elde edilemez.
Kürd’ler normalleşme istiyorsa iktidar veya muhalefetten yana taraf olmadan önce birlik olup kendi tarafında olmalı.
Not:(1) Yalçın Küçük “Öcalan’ın beyni bana aitti. Sonra Genel Kurmayın oldu. Daha sonra da Erdoğan’ın ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın oldu.”
Adnan Güllüoğlu