Mültecileri hedef alan ırkçı saldırıların ardından Van’da yaşayan mültecilerde tedirginlik hakim. Halk, “Biz de Kürt olduğumuz için ötekileştiriliyoruz” diyerek saldırılara tepki gösteriyor, STK’ler ise mülteci politikalarına işaret ediyor.
Zelal Sahidenur SARI
VAN – Kayseri’de bir Suriyelinin, çocuğa istismarda bulunduğu iddiasının ardından başlayan ve birçok ile yayılan ırkçı saldırılar, Türkiye’de yaşayan mültecilerin neredeyse hepsini kaygılandırmaya başladı. Şiddetin kendilerine de yönelmesinden yana kaygılı olan mülteciler bulundukları kentlerde evlerinden çıkamayacak hale geldi.
Geçmişten bugüne mülteciler tarafından kullanılan önemli bir güzergâh olan Van’da bugüne kadar böylesine bir ırkçı saldırı yaşanmamış olsa da sosyal medya ve televizyondan yayılan görüntüler burada yaşayan mültecileri de tedirgin etti. Mülteciler herhangi bir saldırıya maruz kalmaktan korkarken, göç alanında on yıllardır çalışma yürüten STK’ler ise sağduyu çağrılarında bulundu.
‘ÇOCUKLARIM ÇOK KORKTU’
Kendi ülkelerinde yaşadıkları çeşitli sorunlardan sonra Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan mülteciler burada da benzer sorunlar yaşamaya devam ediyor. 6 yıl önce eşinin siyasi durumu
nedeniyle İran’dan ayrılmak zorunda kalan C., daha sonra eşi tarafından terk edilmiş. Bir sabah uyandığında eşinin gittiğini gören ve sonrasında kendisiyle birkaç kez telefonda konuşan C., iki yıldır eşinden haber alamıyor.
Üç çocuğuyla Van’da zor bir hayat yaşayan C., Kayseri’de yaşanan ırkçı saldırıları sorduğumuzda, “Çocuklarım çok korktu” yanıtını verdi. Yaşanan bütün olayları sosyal medyadan ve televizyondan takip eden C., “Burada zor bir hayat yaşıyoruz ama Van’da böylesi bir olayla karşılaşmadık. Çocuklarım çok korktular. Aynısını bizim de yaşayabileceğimiz ihtimali onları korkutuyor. Ben de korktum ama şu an en çok çocuklarım için korkuyorum” dedi.
‘SADECE MÜLTECİ OLDUĞU İÇİN BİR İNSANA SALDIRMA HAKKIM YOK’
Mültecilere dönük son saldırıları konuştuğumuz Vanlı S., saldırıları doğru bulmadığını ve mültecilerden rahatsız olmadığını belirtti. S., “Hırsızlık yapan oluyor, taciz eden oluyor onlardan elbette rahatsızız ama biri bunu yaptı diye bütün mültecilere saldırmayız. Bu saldırıları doğru bulmuyorum. Bana biri kötü davrandığı zaman sadece Suriyeli ya da Afgan olduğu için kaba kuvvet uygulayamam. Buna hakkım yok. Yakmayı, saldırmayı onaylamıyorum. Ülke, ırkçı ve cehaletin yaygın olduğu bir ülke. Bu yüzden bu tür olayların önüne geçmek mümkün değil bence” dedi.
S., “Ben bir Kürt olarak zaten yeteri kadar baskıya maruz kalıyorum. Böyle olunca bir mülteciye ya da bir başkasına nasıl baskı uygulayıp, ona zarar verebilirim ki?” ifadelerini kullandı.
‘MÜLTECİLERİN ÖNEMLİ BİR KISMI ÇOK KÖTÜ ŞARTLARDA YAŞIYOR’
İHD Van Şube Eşbaşkanı avukat Mehmet Salih Coşkun, gerçekleştirilen saldırıların yanlış yürütülen iç ve dış politikanın bir tezahürü olduğunu vurguladı. Coşkun, “Hangi sebeple olursa olsun ülkelerinden ayrılarak Avrupa’ya gitmek isteyen mültecilerin ülkede tutulması için AB tarafından ödendiği iddia edilen paralar toplumda ‘mültecilere biz bakıyoruz’ algısı yaratmakta, kötü giden ekonomik şartların sorumlusu olarak mülteciler görünmektedir. Oysa ki mültecilerin önemli bir kısmı ülke içinde çok kötü şartlarda yaşamaktadırlar” diye konuştu.
‘SİYASETÇİLERİN HAMASİ SÖYLEMLERİ İNFİALE NEDEN OLUYOR’
İHD Van Şubesi olarak 22 Şubat’ta yayınladıkları raporda mültecilerin hangi şartlar altında yaşamak zorunda kaldıklarını kamuoyu ile paylaştıklarını ifade eden Coşkun, “Bunlar yürütülen dış politikaların yanlış sonuçları. Diğer yandan iç politikada ana muhalefet partisi de dahil olmak üzere birçok siyasi parti ve aktör mültecilere karşı hamasi söylemler geliştirmekte ve derhal ülkelerine gönderilmesi gerektiğine ilişkin açıklamalar yapmakta. Bu söylemler toplumda infiale neden olmakta ve öfkelenen şahısların öfkelerinin onlara yönelmesine sebep olmakta” dedi.
‘SON DÖNEMDEKİ SALDIRILARIN BİR NEDENİ DE EKONOMİ’
Coşkun, Van’da ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde bu tür saldırıların gerçekleşmemiş olmasını yürütülen iç politikaya ve siyasetçilerin hamasi ve infial yaratan söylemlerinin destekçi bulamamasına bağladıklarını söyledi. Mültecilerin, iş güvenliği ve özlük hakkından mahrum bir şekilde çalışmak zorunda kaldıklarını belirten Coşkun, şunları söyledi:
“İşveren için ucuz iş gücü olarak birçok alanda çalıştırılıyorlar. Haliyle iş güvencesinden yoksun, hatta insan onuruna yakışmayacak bir şekilde ucuz iş gücü olarak çalıştırılabilecek mülteciler varken birçok işveren tercihini bundan yana kullanıyor. Bu durumun sorumlusu mülteciler değil, onları güvencesiz ve ucuz bir şekilde çalıştıran işveren ve bu duruma göz yuman, görmezden gelen idarecilerdir. İşçiler ise emeklerinin karşılığını alamamanın ya da iş bulamamanın sebebini mültecilere olarak değerlendirip öfkelerini onlara yönlendiriyor. Son dönemde yaşanılan saldırıların sebeplerinden biri de elbette ekonomik durumdur diyebiliriz.”
‘SALDIRILLARLA İLGİLİ ETKİN VE ETKİLİ SORUŞTURMA YAPILMALI’
Coşkun, medyaya yansıdığı üzere saldırıların tacize karşı bir hassasiyetle değil, mülteci karşıtı bir saikle gerçekleştirildiğini gözlemlediklerini söyledi. Coşkun, “Çünkü saldırıları yapan ya da destekleyen kişi veya gruplar ’tacizci istemiyorum’ şeklinde söylemler değil de ‘mülteci/göçmen istemiyorum’ söylemini geliştirerek saldırıları gerçekleştirdiler” diye ekledi.
Irkçı saldırılarda gözaltına alınan 474 kişiden 285’inin daha önce göçmen kaçakçılığı, hırsızlık, yağma, cinsel taciz gibi suçlardan birçok sabıkası olmasının saldırıların bir grup ya da oluşum tarafından organize bir şekilde gerçekleştirip gerçekleştirilmediği sorusunu gündeme getirdiğini vurgulayan Coşkun, “Bu sorunun cevabı ancak etkin ve etkili bir soruşturmanın sonucunda ortaya çıkarılabilir” dedi.
Coşkun, son olarak, ülkenin birçok yerinde aynı dönemde gerçekleştirilen saldırıların etkin ve etkili bir şekilde soruşturulması ve kamuoyunun bu duruma ilişkin şeffaf bir şekilde bilgilendirilmesi gerektiğini söyledi.
‘ANLIK GELİŞEN BİR DURUM DEĞİL’
TİHV Van Temsilcisi Sevim Çiçek, söz konusu saldırıların ardından akla gelen ilk sorunun bu fitilin kim tarafından ateşlendiği olduğunu belirterek böylesi saldırıların anlık gelişen bir durum olmadığını, toplumun linç ve kışkırtmaya adım adım alıştırıldığını söyledi.
Çiçek, iktidarın ve muhalefetin mültecilik meselesi üzerinden sık sık hedef gösterme, toplumu kışkırtma, bu tür saldırıları meşrulaştıran ya da meşru gören bir anlayışla hareket ettiğini belirtti.
‘MADIMAK KATLİAMI’NDAN BUGÜNE DEĞİŞEN BİRŞEY YOK’
Kayseri’de yaşanan saldırıların Madımak Katliamının 31’inci yıl dönümünde yaşanmasının ise 31 yılda hiçbir şey değişmediğini aksine bu insanlarla bir arada yaşadığımız için hiç kimsenin güvende olmadığını vurgulayan Çiçek, şöyle konuştu:
“Bu insanların bu ülkeye neden geldiği, hangi koşullarda, nasıl geldiği konusunda doğru bir yaklaşım sergilemeden, siyasal iktidarın mülteci politikasına dair hiçbir eleştiri yapılmadan sadece mültecilere dönük saldırılar kabul edilebilir değildir. Bu insanlar kendi ülkelerinde yaşıyorken tam da bu ülkenin taraf olduğu bir savaşın, yıkımın yaşandığı yerden kaçmak zorunda kaldıkları için bu ülkeye geldiler.
Bu ülkeye geldiklerinde kamplarda ya da sığınma merkezlerinde yaşadıkları ihlaller ve sömürüye dair çok ciddi raporlar var. Ucuz iş gücü olarak her türlü istismara her türlü sömürüye açık bir şekilde burada istihdam ediliyorlar. En kötüsü de Avrupa’yla pazarlık konusu yapılıyorlar. Statüleri ve insan olmalarından kaynaklı sahip oldukları hakları yok sayılıyor.”
‘SALDIRILARI VATANSEVERLİKLE AÇIKLAMAYA ÇALIŞMAK AKILDIŞI’
“Bu vatan bizim” diyenlere sorulması gereken bazı sorular olduğunu aktaran Çiçek, devamla şunları söyledi:
“Bunun vatanseverlikle açıklanmaya çalışılması akıl dışı bir yaklaşım. Bu vatan nasıl senin? Eğitim hakkın yok, sağlık hakkın yok, iş güvencen yok, ekonomik krizde söz hakkın yok, ormanların yanıyor buna dair bir söz söyleyemiyorsun ve yaşadığın bütün sorunlardan kendini sıyırıp vatanın sahibi olarak sadece en zayıf, savaş koşullarından çıkıp gelmiş insanlara dönük bu tür saldırılarla tatminin, sağlıklı bir ruhsallıkla açıklanabilir bir durumu yok.
Demokratik bir hukuk devletinde hiçbir zaman yöntem mahkeme yerine geçip suçluyu yargılama, ilan etme ve ceza kesme hatta cezayı da kendisinin yerine getirmesi bir yöntem olamaz. Hiçbir zaman demokratik bir devlette bu bir yöntem olamaz. Eğer böyle bir yöntem varsa orası bir hukuk devleti değildir ya da devlet değildir. Mafya ya da çetevari, herkesin kendi adaletini sağladığı düzensiz, hukuksuz bir şeyden bahsediyoruz anlamına gelir.”
‘İSTİSMAR FAİLLERİNİN ORTAK ÖZELLİĞİ ERKEK OLMALARI’
Saldırıların istismara yönelik çıkmadığını vurgulayan Çiçek, sözlerini şöyle tamamladı:
“Toplumda istismar olaylarına karşı bir duyarlılık olması buna tepki gösterilmesi her vatandaşın sorumluluğu. Fakat bunun yöntemi toplanıp ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmeden cezasını kendi kesme, linç, yağma, ev yakma gibi bir durumda olması mümkün değildir. Bugün torba yasadan kadına yönelik şiddete dair maddelere baktığımız zaman kadına yönelik şiddetin neredeyse kelime olarak bile geçmediğini görüyoruz.
Sadece haziran ayında 34 kadın erkekler tarafından katledildi bu ülkede. En az 7 çocuk istismara uğradı ve 3 çocuk gene erkekler tarafından öldürüldü. Bu tür suçlarda mevzu failin mülteci ya da yerli olup olmaması değil, erkeklerin işlediği bir suçtur. Bunların ortak bir özelliğini arıyorsak öyle bir bakış açısıyla bakmak istiyorsak, bunların ortak özelliği erkek olmalarıdır. Erkek şiddetinin meşru olması ve cezalandırılmıyor olmasıdır.”
AG