İbrahim GÜÇLÜ
Çocukluğumda ben de her Kürt ve Kürdistan Dava adamı/insanı olarak, büyüklerimizden, Kürtlük yapmanın, Kürdistan için mücadele etmenin riskli; ölümle, işkencelerle ve çok ağır hapislerle kardeş ve özdeş olduğunu dinledim. Buna rağmen, Kürtlük yapmaktan ve Kürdistan için mücadele etmekten geri durmadık, geri adım atmadım.
Büyüklerimizin Kürtlük ve Kürdistan Davası hakkında söylediklerini, çocuk yaşlarda bu yola girerken tam olarak ne anlama geldiğini anlamadım ve kavramadım. Ama zamanla okuyarak söylenenleri daha iyi kavrama, anlama, bilince çıkarma olanağım oldu.
Büyüklerimin söylediklerinin, çocukluk yaşlarımızda bize söylenen dramatik bir şarkı sözleri gibi gelse de, olgunlaştıkça, Kürtlük ve Kürdistan davasından ilerledikçe, okuyup öğrendikçe, büyüklerimizin söylediklerinin az bile olduğunu; onların Kürtlük ve Kürdistan Davası gerçeğini belli yönleriyle anladıklarını, anlattıklarını tespit ettim.
Bu benim için de önüne bir yol ayrımını başka bir ifade ile iki yol çıkarıyordu.
Yollardan biri, Kürt ve Kürdistan Davası için çalışmaya, mücadeleye devam etmekti.
İkinci yol, Kürt ve Kürdistan davası için çalışmaktan, mücadeleden vazgeçmekti.
Ben ikinci yolu seçtim. Bu ikinci yolu seçtiğim zaman, Kürt ve Kürdistan Davası için çalışmanın ve mücadele etmenin, ölümle, işkenceyle, ağır hapisle özdeş ve olduğunu kabul ederek yola devam ettim.
Kürt ve Kürdistan için mücadelenin örgütlü olması gerektiğini de lise sıralarında bilince çıkardım. Bu nedenle, Türkiye Kürdistan Partisinin (TKDP) varlığına ve çalışmalarına olumlu baktım. 1969 yılında üniversite gençleri olarak Kürtlük temelinde, Kürt milletinin varlık ve milli hakları için mücadeleye örgütlenmeyle karar verdiğimizde, DDKO kuruluş çalışmalarına katıldım. Ankara DDKO’nun kurucusu, yöneticisi, başkanı oldum.
Kürt ve Kürdistan Davasının örgütlü sürdürmenin daha riskli olduğunu bilerek yaptım. Üstelik de DDKO’yu legal çerçevede kurmuş olmak, doğrudan devlete hedef olmak anlamına geliyordu. Bundan geri atmayı hiçbir an düşünmedim.
DDKO’yu kurduğumuz zaman, Türk Devletinin saldırısıyla kısa sürede karşı karşıya geleceğimizi biliyorduk. Bundan da yanılmadık. Türk Devleti klasik Kürt düşmanlığı karakterini ortaya koydu. DDKO’nun kuruluşundan bir buçuk (1,5) yıl sonra, operasyon geliştirdi. İstanbul, Ankara, Diyarbakır’da birçok arkadaşımızı gözaltına aldı. Sorgulamadan sonra bir kısmımız, ben de içinde olmak üzere tutuklandık. Tutuklandım diye öfkelenmedim, kılım bile kıpırdamadı. Tutuklanmamı çok doğal karşıladım. Kürt ve Kürdistan için mücadele ediyorsam, devletin de buna karşı tutumunun bu olacağını çok iyi biliyordum.
*****
Bizimle tutuklu olan Dr. Tarık Ziya Ekimci, Musa Anter, M. Emin Bozarslan, Canip yıldırım tahliye edildiler. Bizler (Ben, Mümtaz Kotan, Sabri Çepik, Nezir Şemmikenlı) Ankara’da cezaevinde tutuklu kaldık. Cezaevinde olduğum zaman, hiçbir şekilde şikâyetçi olmadım. Cezaevini, evim gibi karşıladım. Cezaevi yaşamımı ona göre organize ettim ve devam ettirdim. Türk Ceza Kanununun 141. Ve 142. Maddelerinden dolayı Ankara’da Ağır Ceza Mahkemesi karşısına da çıktığım zaman, tahliye beklentim olmadı. Mahkemede söylenmesi gerekenleri söyledim. Mahkeme bizi tahliye etmedi, biz güle oynaya cezaevine döndük.
*****
12 Mart 1971 Muhtırasından sonra, Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevinden alınıp, Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Cezaevine götürüldük. Bu bizim için tam anlamıyla bir milli olay oldu. Çünkü askeri cezaevinde bütün dostlarımızla, Kürdistan’ın büyükleri, kanaat önderleri ile bir araya gelmiştik. Burası benim için daha da şenlikli evime dönüştü. Cezaevinde örgütlenmeye başladık. Dayanışmamızı güçlendirdik. Cezaevi yönetimine örgütlü direniş gösterdik.
Hakkımızda iddianame tanzim edilip bize sunulduğunda gördüm ki, hakkımızdaki ceza maddesi değişmiş. Türk Ceza Kanununun 125.maddesinden, yani idamla yargılanacağız. Bunu öğrendiğim zaman da, benim için sürpriz olmadı, olayı normal karşıladım.
Yargılanma sırasında, sonuç idam olsa bile Kürt ve Kürdistan Davasının mahkeme karşısındaki radikal savunucusu oldum. Yüzlerce sayfalık iddianameye cevap ve siyasi savunmaları arkadaşlarımızla birlikte mahkemeye sunduk. Tutuklu kaldığım sürece mahkemeden hiç tahliye talep etmedim. Bize hüküm kesilmeden önce mahkemenin verdiği son sözde, Kürt ve Kürdistan Davasını savunmaya, mahkemeyi ve devleti suçlama devam ettim. En sonunda da, ağır ceza alan iki kişiden (Ben ve Mümtaz Kotan) biri oldum.
O günden sonra da özellikle 1974 yılından sonra devleti hesaba katmadan mücadeleyi sürdürdüm. Sürgün yaşadım. Avukat olmama rağmen, tutukluluk halimle gizli olarak Kürt ve Kürdistan Davasına hizmete devam ettim. Yeni tutuklamalar, yeni hapisler, yeni onlarca ceza, Kürdistan’ın dört parçasından mücadeleye katılmak, PKK ile çetin kavga ve PKK’nın hakkımdaki ölüm kararları gibi 55 yıllık uzun bir kavga ve mücadelen bugünlere ve aşamaya geldim.
SON GÜNLERDE ŞAŞIRTICI, HAZMEDEMDİĞİM, BEKLEMEDİĞİM GELİŞME…
Son günlerde hiçbir Kürdün ve benim de aklıma gelmeyecek bir gelişme oldu. O gelişme de: On yıllardır açık bir şekilde PKK’ya karşı olan, PKK tarafından ölümle tehdit edilen ve hakkında ölüm kararı alınan, PKK’ya muhalifliğimin Türkiye’de, Kürdistan’ın dört parçasında, uluslar arası düzlemde, yazılarımda, röportajlarımda, basın toplantılarımda, televizyon programlarımda bilinmesine rağmen; benim de savcı tarafından PKK/KCK propagandası yaptığım ithamıyla sorgulanmış olmamdır.
Kısaca gelişmeye bakalım: Bir vatandaş, benim Uzay Televizyonunda katıldığım “Büyüktimur’la Gündem” programındaki görüşlerimi Türk Devleti için tehlikeli, bölücü nitelikli görüşler gördüğü, Kürtlerin işgal edilmiş ülkesini de Türk vatanı sayarak, vatanını koruma adına hakkımda Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CIMER)’e ihbar ve şikâyetten bulunmuş. CIMER’ın talebi üzerine, Diyarbakır’da bir cumhuriyet savcısı da benim hakkımda, bu saçma sapan olan ihbarı esas alarak, soruşturma başlattı.
Aslında buraya kadar olanlar tam anlamıyla Türk Devletinin resmi devlet ideolojisini benimsemiş olan, Kürtlere ve Kürdistan’a karşı olan kurumların, savcıların, kimselerin tam anlamıyla bir klasiğidir. Ayrıca, bu gelişmenin kendisi de çok sorunlu, keyfi bir durum ve hukuk bir garabet olmasına rağmen; asıl olarak savcının akıl tutulmasını, sosyolojik körlüğünü ve cehaletini, hukuk çılgınlığını ifade eden şey, görüşlerimin, “PKK/KCK terör örgütünün propagandasını yaptığımın anlaşılmış olmasıdır!!!” şeklinde tanımlanmasıdır.
DEVLETİN VE SAVCILARIN ÇOK AMAÇLI YARALAYICI DAVRANIŞI…
Devlet kurumlarının ve savcılarının böyle bir yola başvurması sebepsiz değildir. Stratejik amaçları olan bir yaklaşımdır. Devletin bu stratejik amaçları konusunda bir hukukçu olarak uzun zamandır emniyet ve savcı sorgulamalarında da açıklamalarda bulundum.
Bu stratejik amaçları sıralarsam:
1-Kürtlerin, özellikle Kürt aydın ve siyasetçilerinin ifade özgürlüğünü katletmenin, onları Kürt mücadelesinden uzaklaştırmanın kolay yolu, PKK ile irtibatlı gösterilmeleridir. Bilindiği gibi, ifade özgürlüğü mutlak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, diğer uluslararası sözleşmelerin güvencesi altından oldukları için güvenceli bir özgürlüktür. Suç kapsamında ele alınacak bir durum değildir. Kürt aydınlarının ve siyasetçilerinin bu korumadan yararlanmamaları için PKK terörü ile irtibatlandırmak en kolay ve rahat cezalandırma; Kürt haklarını savunmaktan uzaklaştırmak için de çok etkin bir yoldur.
2- Kürt milletinin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini sürdüren dava insanlarını, Kürt aydın ve siyasetçilerini, örgüt ve partilerini kolaylıkla cezalandırmak için PKK terörü ve şiddetiyle ilişkili göstermek, oldukça çok rahat bir yoldur. Ayrıca, onları mücadele alanından uzaklaştırmanın oldukça verimli de bir yoludur.
3- Tarihi ve büyük Kürt-Kürdistan meselesinin krîmînalîze edilmesi, meşru gösterilmemesi için PKK dışında Kürtlerin olmadığı kanaat ve görüşünün dünyada ve kamuoyunda egemen kılınması için, bütün Kürtler terörist olarak kabul edilen PKK ile ilişkili gösteriliyor.
4-Devletin kurumları, PKK ile terörize ve krîmînalîze olmuş bir Kürt hareketini bastırmanın kolay, sivil- milli kitlesel yaygın bir Kürt hareketinin onların sonu olacağı için, Kürtler PKK’lı gösterilmek isteniyor
Bu amaçlar açıkça gösteriyor ki: Türk savcılarının, PKK’ya karşı olan Kürt yurtsever aydınlarını ve siyasetçilerini PKK’lı göstererek cezalandırılmalarını sağlamaları, PKK hizmet etmeleri anlamına gelir.
Sonuç olarak diyorum ki, Kürt ve Kürdistan Davası uğruna ölümü, işkenceleri, ağır cezaları göze aldım; almaya da devam ediyorum. Ama PKK için bir saniye, bir dakika, bir gün ceza almak, benim için töhmet, zül ve ihanettir.
Bu iddia ile hakkımda iddianame tanzim edilip dava açıldığı zaman, savcının başına gelecekleri düşünmek bile istemiyorum.
Diyarbekîr, 03. 05. 2022