Kurdistan’da Yangın; Kâr Hırsı mı yoksa Rutin Sömürgeci uygulama mı?

Bakurê Kurdistan’ın 2 önemli şehri sınırları içinde yaşanan yangın 15 kişinin ölümü, yüzlerce kişinin yaralanması ve binlerce kişinin maddi ve manevi kaybına neden oldu. Bu yangın fiili zarar görenlerin dışında 4 parça Kurdistan başta olmak üzere her yerdeki Kurdleri ve dostlarını derinden etkiledi ve özdü. Kurdler ve dostları bu olumsuzluğun üstesinden de yakın zamanda gelecekler ve unutulan olaylar arasına sokacaklar. Gönül isterdi ki büyük bir dayanışma örneği gösterilerek yaralar sarılsaydı.

Yaşanan bir olayı doğru tahlil ederseniz bundan ders çıkarabilir ve gelecekte benzer sorunları engelleme çalışmaları yapabilirsiniz. Bilim, bazılarının anlaşılmasını istediği gibi karmaşık değildir. Doğru yol ve yöntem en zor soruları kolay çözüme ulaştırır. Yönteminiz ve kullandığınız veriler (olgular) yanlış ise sadece boş bir uğraşı içinde olursunuz ve yeni denklemler yaratmaktan başka bir şey elde edemezsiniz.

Bakurê Kurdistan’da doğa katliamı ve yangınlar sıradan olaylar haline gelmiş bulunmaktadır. Son 40 yılda bölgedeki ağaçlık alanların %70 oranında azaldığı iddiası meclis kayıtlarına bile girmiş bulunmaktadır. Ağaç kesimi ve yangınların tümüne yakınının resmî kurumlar veya ilişkili guruplar tarafından yapıldığı bölge insanları tarafından bilindiği gibi sıklıkla bazı basın organları tarafından da gündeme getirilmektedir. Kurdlerin devleti olmadığı için Kurdistan’da olanların net bilgilerine Kurdler sahip olamıyorlar. Egemen devletler ise manipülatif bilgiler servis etmenin dışında başka bilgi akışına izin vermiyorlar. İşte devletsiz olmak öyle bir şeydir.

Son yaşanan olay normal bir devlette olsaydı siyasetin rotası değişeceği gibi bazı kurumlar ve yöneticileri ağır cezai yaptırımlar ile karşılaşacakları gibi kurumların yapısı da değişime uğrardı. Bu nedenle son olayı daha iyi tahlil edebilmek için aşağıdaki bazı soruların yanıtına ihtiyaç vardır.

  • Çıkan yangın doğal bir afet mi?

Bir olayın doğal affet olabilmesi için insan olanakları ile engellenemiyor olması gerekir. Burada etkisinin azaltılabilmesinden bahsetmiyoruz. Yangının tartışılan çıkma nedenlerine bakılacak olursa, hangisinin doğru olduğuna bakılmaksızın gerekli tedbirler alınmış olsaydı, bu yangın çıkmazdı diyebiliyor muyuz? Bu sorunun cevabı evet olduğuna göre, doğal affet değildir ve sorumluları vardır.

Doğal afet olmadığına göre, zarar görenlerin tazminat alma hakkı vardır ve tazminatı ilgili kişiler ve kurumlar karşılamalıdır. Sorumlu kurumların sigortalama işlemini üstlenen sigorta şirketleri (ki mutlaka yaptıkları sigortayı uluslararası sigorta şirketlerine satmışlardır. Uluslararası şirketler zararı karşılamak zorunda kalırlar ise işin arkasındaki gerçeği ve yapılan işlerin mantığını inceleyeceklerdir.) yangının arkasındaki mantığı mutlaka inceleyecekler ve bu durum egemenlik sisteminin işine gelmez. Dedaş’ın sözleşmesindeki sigorta koşuluna bakmak yeterli bilgiyi verir. 2 Büyükşehir Belediyesi yönetimi de en azında Kurdlük ideasında bulunanların elindedir ve bu bilgiye sahip olmaları gerekir. Değiller ise elde etme şansına sahipler.

Doğru talepte bulunursanız, sağlıklı sonuç elde edersiniz. Bölgeyi afet bölgesi olarak ilan edilmesini istemek, zararın halklara yüklenmesini talep etmekten farklı bir anlayış olmadığı düşüncesindeyim. Yine de talepte bulunulmadan bir sonuç elde edilemeyeceğinin bilinmesi gereklidir. Afet bölgesi ilan edilmesi talebi devletin işine gelmediği için direnmeye çalıştı ama yine de zarar görenlere kısmi avantajlar sağlayacak bu anlayışı kabul etmek zorunda kaldı. (https://artigercek.com/guncel/afad-duyurdu-diyarbakir-ve-mardinde-yanginin-yasandigi-bolge-18-gun-sonra-afet-310377h ). Oluşan maddi ve manevi zararın karşılığı vardır ve o bedel bölgeden kazanç elde eden kurumlar ve şahıslardadır ve onlardan istenmesi hukuken ve ahlaken mümkündür. Keşke gerçekten zararı karşılaması gerekenlerden zararın tanzim edilmesi isteği yükseltilseydi. Ayrıca bu talep uzun süreli sömürgeci anlayışın sonuçlanması çalışmasına da katkı verir.

  • Sorumlu DEDAŞ mı?

DEDAŞ ve yöneticilerinin sorumluların arasında olduğu tartışmaya açık olmayacak kadar gerçektir; ama asıl sorumlu olamazlar. Dünyanın hiçbir ülkesinde geçerli hukuk kurallarına göre, iş güvenliğinin asıl sorumlusu işveren yerine taşeron şirketler görülemez. DEDAŞ görevli şirkettir ve belirli bir süre için Enerji Bakanlığı’nın bir şirketi olan TEİAŞ’den aldığı ihale ile bedel karşılı hizmet veren bir şirkettir. Asıl işveren TEİAŞ’dır ve DEDAŞ işveren talimatları ve denetimi altında çalışmaları yapmak zorundadır. Şirketin üzerindeki bütün mallar kendisine ait değil, Bakanlığa aittir ve sözleşme süresi sonunda gerisin geri verilecek mallardır. DEDAŞ yaptığı yatırımların karşılığını üzerine kâr ekleyerek bakanlıktan almaktadır. Yenileme ve modernleştirme yatırımlarının yapılmamasının şirketin kâr hedefleri ile ilişkisi olma olasılığı düşüktür. Bunlar asıl bölgeye bakış açısı ve yürütülen devlet politikası ile ilgili olabilir.

Bunların dışında kâğıt üzerinde ilgili modernleştirme ve yenileme yatırımları yapılmış olabilir ve bunların bedeli bakanlıktan alınmış olabilir. (Bu yatırım bedelleri elektrik satış fiyatının belirlenmesinde etkilidir) Bu durumda açıkça nitelikli dolandırıcılık ve kamu malının çalınması söz konusudur ve ağır cezai sorumluluğu vardır. Şirket bunu kendi başına yapamaz, ancak bakanlık yetkilerinin ve ilgili siyasilerin bilgisi ve denetimi altında yapabilir. Gerçeği görmek için DEDAŞ’ın sözleşmesine ve yapılan yatırım kayıtlarına bakmak yeterli sonuca bizi götürebilir. Bu bilgiye belediyeler ve Elektrik Mühendisleri Odası kolaylıkla ulaşabilirler ve elde ettikleri belgelerle hukukçulara yeterli desteği sağlayabilirler.

Sistem mazlumların hedefini şaşırtmaya hep çalışmıştır. Hedefe, kendilerine hizmet etse de bir şirketi koymak egemenlik sisteminin işine gelir. Böylelikle asıl sorumlu olan sistem ve yürütülen devlet politikasının göz ardı edilmesi sağlanır. Bu hatayı yapmamız durumunda istemeden de geçerli politikaya hizmet etmiş oluruz. Kurdler adına siyaset yaptığını söyleyen Tuncer Bakırhan yaptığı açıklamada ( https://artigercek.com/politika/dem-parti-grup-toplantisinda-tuncer-bakirhan-konusuyor-309010h )  “DEDAŞ bölgeyi sömürge olarak görüyor” demiştir. Bu bakış bizi yanlış yola sevk eder. Dünyanın neresinde görülmüş bir şirketin bakışı ile bir ülkenin sömürge olup olmadığı belirlensin. Gerçek sorumluyu hedef tahtasına koymaktan kaçınmanın Kurdlere ve bölgenin mazlum halklarına faydası olamaz.

Çıkan yangın ve ormanların yok edilmesi Bakurê Kurdistan’da yürütülen politikanın gereği olduğu göz ardı edilmemelidir. Sorunun kaynağı sorunun çözümü olamaz. Bu anlayışı Sevgili Celal Temel hocamız yazdığı 1918-1923 Mondros’tan Lozan’a Kürtler (İBV Yayınları) kitabında ne kadar güzel anlatmış. Kitabı okumak birkaç gün alabilir ve yeterli zamanı olmayanlar https://www.youtube.com/watch?v=Rut-GbbNCJg linkinden sevgili hocayı daha kısa süre harcayarak dinleyebilirler.

Kurdler doğru hedefe yönelmediği sürece sadece ara suçluları gerçek suçlu olarak görme anlayışı çevresinde dönüp dolaşırlar. Son yaşanan yangında sınıfta kalan Dedaş değil Egemenlik sistemi ve onun Kurdistan’a bakışıdır. Hizmet TEİAŞ tarafından yapılmış olsaydı da sonuç değişecek miydi? https://artigercek.com/guncel/dem-parti-es-genel-baskan-yardimcisi-akin-elektrik-dagitimi-dedastan-alinmali-ve-309715h , https://www.tigrishaber.com/dicle-elektrik-sinifta-kaldi-7438yy.htm ve https://www.batmansonsoz.net/yazi/dedas-sinifta-kaldi-696.html linklerinde var olan bakış açıları önemli doğruları içerdiği halde gerçek hedeften uzaklaşmayı sağlayacağından Kurdler ve siyasetçileri uyanık davranmalıdır. İlgili görüşleri savunanlar biraz daha dikkatli olsalardı bazı yanılgıları içeren bu beyanatlar yerine daha farklı davranacaklarına inanıyorum.

  • Algı yönetimi için DEDAŞ kullanılıyor mu?

Türkiye’nin bütün bölgelerinde elektrik dağıtım şirketleri iletim ve dağıtım işini yapmaktalar ve hepsi de hemen hemen aynı kurallar çerçevesinde çalışmalarını yürütmekteler ve patronları Enerji Bakanlığıdır. Basında kaçak elektrik konusu nedense DEDAŞ Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş ve VEDAŞ Van Gölü Elektrik Dağıtım A.Ş. bölgesinde gündeme getirilmektedir. Sürekli kullanıcılar ve ilgili şirketler arasında sorun varmış görüntüsü verilmektedir. Bölge halkı (Kurdler) elektrik hırsızlığı ile suçlanmaktadır. Bir başka anlamda halk aşağılanmaya çalışılmaktadır.

Bu çalışmaların hepsi algı politikasının gereğidir ve gözler gerçeklerden uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır. 2 bölgede tüketilen elektrik toplam tüketimin % 4’ün altındadır. Elektriğin çoğunluğu sanayide tüketilmekte ve bölgede sanayi az olduğu için elektrik tüketimi azdır. Son yıllarda Türkiye genelinde kayıp kaçak oranının ne düzeyde olduğu bilgisini ilgili kurumun internet sitesinde bulamadım. Eskiden bu %15 ile %18 arasında değişmekteydi. Sanayi ve sanayi sayılacak hizmet sektörleri (oteller vb.) elektriğin yaklaşık %90’nına yakınını tüketmektedir. Vatandaş tükettiği elektriğin tümünü kaçak kullansa bile toplam kaçağı yakalama şansına ulaşamıyoruz. Ayrıca Kurdistan’daki kayıp kaçak oranı diğer bölgelere göre daha düşüktür. Enerji Bakanlığı’nın 2015 öncesi verilerine bakmak yeterli olabilir. Kendi tabirleri ile “Güneydoğu’da kaçak elektrik kullanımı fazladır” şeklinde açıklama yapan şovenist siyasiler alenen yalan söylüyorlar ve ahlaksızca bir davranış içindedirler.

Elektrik üretim maliyeti bölgelere göre ciddi farklılıklar göstermektedir. Kurd illerindeki halk bölgede üretilen elektriğin maliyetinden elektriği tüketme talebinde bulunur ise egemenlik sistemi ne yapacağını şaşıracak duruma düşer. DEDAŞ ve VEDAŞ’ın neden algı yönetimi için kullanıldığını tahmin etmeye çalışmaya gerek var mı?

  • Zarar görenlere yardım yapılabilir mi?

Yangından zarar görenlere yardım yapılması önemli önceliklerden biri olmalıdır ama bunun nasıl yapılacağı önemlidir. Doğru yol ve yöntemle azami ölçüde zararın karşılanması sağlanabilir. Can kaybı en önemli kayıptır ama telafisi mümkün değildir. Ancak gelecekte benzer olayların olmaması için gerçek sorumluların cezalandırılması gereklidir. Bu da dönemimiz koşullarında hukuk yolu ile olabilme şansına sahiptir. Maddi kayıplar ise yaşamını devam ettiren çoğunluk için önemlidir ve birkaç ay sonra bunun etkisini ağır bir şekilde yaşamaya başlayacaklar. Afet Bölgesi ilan edilmesi ile yaşanan kayıplar en asgari düzeyde karşılanmaya çalışılacaktır ve aileler arasında ayırım yapılarak da halkın arasında sorun çıkarılmaya çalışılacaktır. Verilen az bir bedelin karşılığı da yaratılacak iç ayrılıklarla fazlası ile alınacaktır.

Devletin ve kurumların yoksa sağlıklı yardım yapamaz ve kampanya açamazsınız. Öncelikle bu bilinmelidir. Bu sıkıntılar var diye Kurd aydınları ve partileri boş duracak değiller.

Aşağıda 2 yöntemin devreye sokulması hem sorunun çözümünü hem de Kurdlük bilincinin gelişmesini sağlar. Aynı zamanda sisteme de korku verir.

  • Zarar gören halkımıza hukuki destek sağlayarak sorun gerek T.C. içindeki mahkemelere ve gerekse de sorunun aciliyeti açısında uluslararası mahkemelere taşınabilir ve ilgili kurumlar ile sigorta şirketlerinden zararın karşılanması talep edilebilinir. Bu yol aynı zamanda siyasi kararlılık, bilgi birikimi ve finansman desteği gerektirir. Finansman desteği olması durumunda Kurd hukukçularının gereken işlemi kararlılıkla yapacağına inanmak için kâhin olmaya gerek yoktur. Zarar görenler Büyükşehirlerin sınırları içinde yaşıyorlar. Belediyeler kanunu ( https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.5393.pdf ) ve yerel yönetimler yasası ( http://www.xn--yerelynetimler-0pb.cbs.gov.tr/ ) muhtarlar aracılığı ile belediyelerin gerekli finansman desteğini sağlamasına olanak veriyor eğer verilmek istenirse bunun örnekleri iktidar belediyeleri uygulamalarında vardır. R.T.E boşuna sık sık muhtarlar toplantısı yapmıyor.
  • Uluslararası yardım kuruluşlarından yardım talep edilmesi diğer bir yöntem olarak önümüzde duruyor. Bunun bir başka yararı da geleceğe yöneliktir ve sömürgeciliğin teşhirini uluslararası gündeme taşır. Yine Kurdlere ait bir uluslararası resmi bir statüye sahip bir yardım kuruluşumuz zaten var ve onların yardım yapabilme olanağı da vardır. Bu kurum Dezgeha Xêrxwaziya Barzanî’dir (Barzani Yardım Vakfı’dır) ( https://bcf.krd/kur/derbare/ ) Vakfın Kurdler için ne kadar başarılı çalışma yaptığının en büyük kanıtlarından biri de 2023 yılında Kurdistan coğrafyasında yaşanan depremde yaptıklarıdır. Böyle bir talep olması durumunda vakıf yönetiminin olumlu cevap vereceğini ve harekete geçeceğini düşünüyorum. Devletin bunu engelleyeceğini söyleyerek olumsuzluk beyanında bulunmak doğru tutum değildir. Tam tersine devlet “zararı gidereyim de Kurdler arası dayanışma duygusu gelişmesin” tavrını geliştirmeye çalışır. Talep resmi olarak bir belediye veya bir kamu yararına bir kurum tarafından yapılmalıdır ki uluslararası statü devreye girsin.

Gerçekçi olmakta uzun vadeli çözüm ve dayanışma yolları aramaktan başka çaremizin olmadığını görmeliyiz. Belirli konulardaki farklı anlayışlarımızın her şeyin önüne geçirmeye çalıştık ama hep yanıldığımızı artık görmenin zamanı geldi ve geçti. Biraz ironi olacak ama Uganda’daki bir yapı ile dayanışmayı bile uygun görüp bir Kurd kurumunda yardım talebinde bulunmaktan kaçınmanın Kurdlere ne kadar zarar verdiğini anlamalıyız.

En sağdan en sola kadar Türk basını Kurdistan’daki yangınlar karşısında sınıfta kaldı demeyeceğim gerçek niteliğini gösterdi demekten başka bir tanım bulamıyorum. Aynı olay batıda olmuş olsaydı farklı olur muydu? Cevap binlerce kez “evettir”. 15 kişi öldü ama bir Sinan Ateş’in %1 i kadar haber konusu olmadı.

Kurd kurumları olsaydı bunlar olmayacaktı. Analiz yaparken bakış açımızı biraz değiştirmede sonsuz yarar vardır.

Sloganlarla düşünme ve tavır alma dönemine son verip ortak çalışma ile Kurdlerin politika belirlemesi ve tutum geliştirmesi dileği ile……

Şefik Çolak

17.07.2024

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *