Kejê BÊMAL Prf. Murat ARDELAN ile röportaj

Size eğitimli, entelektüel, karizmatik, ulusal kimliği ve hakları konusunda asla taviz vermeyen bu konuda asiliğini nefis bir asalet olarak taşıyan, sohbetine doyamayacağınız dört dörtlük bir Kurd getirdim bugün.

Kendisini yıllardır sosyal medya üzerinden büyük bir hayranlıkla takip ederim.

Çok yönlü ve realist bakış açısıyla sayfası bütün Kurdlere açık öğretim gibi nefis bir eğitim çalışması sunar.

Doğruları konusunda uzlaşmasız tavrı her koşul ve zeminde sergilediği Kurd ve Kurdistani refleksleri kendisini seyrederken bana zihnimde hep aynı soruyu sordurtmuştur; “Bu adam bu kadar dinamik enerjiyi, bu kadar tavizsiz direnmeyi, bu kadar halkını özgürlük kavgasında doğru zemine kendilerine rağmen çekme inadını, bu kadar tek başına kaldığı zamanlarda bile inatçı cesareti ile gerçeklerin zeminine doğru halkını iteleme gücünü nereden buluyor?’’

Ve hep aynı sonuca ulaştım ‘’O halkını ve kimliğini ve aidiyetlerini tutkuyla seviyor ‘’. Muhteşem ön görüsü ile ait olduğu halkın çok zor durumda olduğunu ve yanlış zemine doğru kaydığını görüyor buna engel olabilmek için de olağanüstü bir çabayla durmaksızın çabalıyor.

Tıpkı beyaz adamlardan halkını kaçırmak için kadın, çocuk, ihtiyarları dağlardan aşırıp güvenli alana götürmek zorunda olan, en önde bağıra bağıra şarkılar söyleyip halkını cesaretlendirerek yürüten, yolda takatsiz düşen kadınları sarsarak parmağı ile gidilecek uzak ufukları işaret eden ‘’Ya şimdi yürürsün ya da geri dönersin beyaz adam ırzına geçer!’’ diyen son Mohikan Geronimo gibi kestirmeden gerçekleri net şekilde açıklayan tavizsiz bir üslubu var.

Birbirini kötü yönleriyle idare etmesi salık verilen,  birbirinin ayıbını gizlemenin matah bir şey olduğu öğretilen,  hatır ve aracı hatırı ile yönlendirilen ve bu yüzden ciddi kayıplar veren bizim gibi toplumlar için üslubu ilk başta yüksek dozda rijitlik içerir gibi gelse de  kendisini dinlediğinizde olmazsa olmaz ilk koşulun idare etme kültürünü öncelikle aşmak ve hatır gönüllü bir kenara bırakarak  bizi hedefimizden saptıran içimizdeki çürük elmaları ayıklayarak bu mücadelede nihai hedefimiz olan statüye ulaşmak olduğunu görüyorsunuz .

Yanlış yolda olan kim olursa olsun taviz yok!

Kutsallarınız sizi yanlış zeminlere çekip yok oluşunuza sebebiyet veriyorsa onları itinayla çiğnemekte zerre kadar tereddüt etmiyor.

Bizim gibi birbirinin her türlü zaafını, ihanetini, yanlışlarını, günahlarını idare etmeye ziyadesi ile meyyal ve bunun için sürekli nal toplayan ve içten içe çürüyen bir halk kültüründen gelenler için adeta can suyu öğretileri.

Dediğim gibi o benim Geronimo’m!

Ama Kızılderililerin makus talihinin tersine bizim son değil ilk Mohikanımız!

Kurd kimliği ve özgürlük mücadelesinde kendisinin kırmızı çizgilerini taşıyan ve aydınlık zekasına sahip milyonlarca Kurd bireyi görmek en büyük dileğim!

Şimdi sizi doyumsuz sohbeti ve geniş bakış açısıyla kendi özgün kimliğimizi kullanarak sömürgecinin çöplüğünde kırıntı aramadan geleceğini şekillendiren bir Kurd bireyi nasıl olmalı zeminden yapılan ve kendisi ile yapılan her sohbette olduğu gibi eğitim çalışmasına dönen bu röportajla baş başa bırakıyorum.

İyi ki bizimsin Geronimo!

 “Ve son olarak bu çalışmayı bedeni bizi terk etse de ruhu o kutlu güne kadar Kurd Özgürlük Savaşçılarının yanından asla ayrılmayacak Akif Adsız’a adıyorum.’’

Profesör Murat Ardelan;

‘Statü istiyorsan alt yapını kurmak zorundasın’ 

– Merhaba öncelikle sizi tanıyabilirmiyiz?

–  Böyle kendini tanıtma işlerini pek sevmesem de madem âdettendir diyorsun tanıtayım.

Akademideyim. ODTÜ mezunuyum. Daha sonra Oslo üniversitesine geçtim. Oslo üniversitesinde eğitimimi tamamladıktan sonra Norveç’in en büyük üniversitesi olan Norveç Bilim Ve Teknik Üniversitesi NTNU de çalışmaya başladım.  Kurd’üm. Yaptığım iş aslında Kurdlerin çok ilgi duyduğu bir alan değil. Deniz ve kutup biojeokimyası ile ilgili bir alan.

Ama oradan bakıldığında aman bundan bize ne diyebilir denizi olmayan insanlar. Gel gör ki bu iş öyle değil. Okyanuslardaki ve kutuplardaki bütün prosesler bütün dünyayı etkileyen süreçler. İklimi etkileyen süreçler; besin döngüsünü, su döngüsünü etkileyen süreçler. Dolayısıyla bu döngülerin karada yaşayanlarla etkisi olduğuna göre Kurdlerin yaşamı ile de haydi haydi ilgisi var.

Ben uzun zamandır sizi sosyal medyadan izliyorum. Birçok konuda Kurdistani refleksleriniz çok gelişkin. İklim değişiklikleri konusunda da kaygılarınız var. Tıpkı tufanın Nuh’u gibi sürekli uyarı halindesiniz. Bir şeyler yaklaştığını, bir şeylerin geldiğini söylüyorsunuz. Öncelikle iklim değişimi ile alakalı dünyanın başına ne geliyor ve Kurdistan bunun neresinde?

–  Bir: Kurdler arasında siyasi tartışmalarda en fazla hâkim olan kültür öngörüde bulunmak. Herkes bir öngörüde bulunur. Bazen bu iş öyle bir noktaya geliyor ki habire totoloji yaparlar. Çok basit örneği ile ‘dışarıda ya yağmur yağıyordur ya da yağmıyordur’ dersen yüzde yüz bilirsin. Bu elbette öngörü olmaktan çıkıyor. Bilimin öngörüsü güvenilir veri ve kanıtlara dayanır, bilgi denilen şey böyle neler olacak diye mutlak bir reçete vermez. Mesela iklim değişikliği ile ilgili şunu söyler; çok hızlı bir değişiklik var. Ha dünya var olduğundan beri iklimler değişti, öyle değişti ki beş kere büyük biodiversite çöküşleri ve şiddetli ekolojik değişiklikler oldu. Hem öyle oldu ki biyolojik yaşam en büyükleri beş adet olmak üzere defalarca neredeyse yüzde seksen, doksan yok oldu. Şimdi insanların sebep olduğu düşünülen altıncısını bekliyoruz, hatta belki de bu biodiversite çöküşünün içindeyiz.

Şimdi oradaki değişikliklerle bu günkü değişikliklerin arasında beklenen fark ne? En önemli fark, bugün çok hızlı değişiyor her şey. Örneğin 650 milyon yıl önce değişiklik yine oluyor. Yine karbondioksit çok aşırı derecede birikmiş ama bir milyon yılda belki 10 birim birikmiş atmosferde, şimdi bireysel olarak Antarktika’da CO2 ölçümü yapılmasına 1997 ve 2019 yılları arasında tanık olduğum için çok ürkütücü geliyor bana. Sadece yirmi yılda 50- 60 birim CO2 birikmiş. Yani daha önceki dönemlerde bir milyon yılda olan değişikliğin beş katı şimdi 20 yılda oluyor. Ve biyoloji bu hızlı değişime adapte olacak yetenekte değil.

Peki, bu değişimin ‘Tarım devriminin başladığı yer’ ve bugün de tarımın en önemli faaliyet alanı olduğu Kurdistan’a etkileri ne olacaktır?

–  Kejê, bu teknik soruyu alıp, birkaç cümleyle cevaplayıp, başka bir alana dalacağım. Hoşuna gitmeyebilir ama böyle yapacağım.

İklim değişikliğinin dünyanın her yerine ve doğal olarak Kurdıstan’a da ciddi etkileri olacak.

Yağış ritimleri, beklenmedik zamanlarda seller veya kuraklık, yer altı sularının çekilmesi, bütün ekosistemi düzenleyen fonksiyonel biyolojik türlerin yok olması vs. Bütün dünyada olan biten her şey bizim ülkemizde de olacak.

– Kurdler Kürd olmaktan kaynaklı karşılaşılan zorluklarla, politik sorunlarla uğraşmaktan, kimlik mücadelesini öne çıkarmaktan, genel olarak tüm dünyayı ilgilendiren iklim değişikliği gibi problemleri ıskalıyorlar sanki. Değil mi?

–  Kurdlükle ilgili probleme gelelim. Bizim en çok ne zaman Kurd kimliğine sahip çıkmamız gerekiyor?  Biri bize gelip de bizim ne olduğumuzu, ne yapmamız gerektiğini, hangi alanlarda hareket edebileceğini dikte ediyorsa ki Araplar, Türkler ve Farslar bize aynen öyle yapıyor işte tam o anda bu saldırgan ve vahşi baskıya karşı hepimiz Kurd ulusalcısı olmak zorundayız! Bu vahşete ancak bu şekilde karşı koyabiliriz. Sana yapılan zihinsel saldırıyı bertaraf edebileceğin tek donanım budur! Bu adama karanfil verirsen gelir iyice tepene çıkar. Bu nedenle benim bu noktadaki kişisel tavrım Kurdlere saldıran düşmanlık ilan eden bize ne yapmamız gerektiğini, alacağımız isme kadar dikte edenlere karşı realist olan tek yol olan milliyetçiliktir. Bunun negatif sonuçları elbette olur başka zamanlarda. Ama bizim başka seçeneğimiz yoktur. Savunma aparatlarımız içerisinde en gerçekçisi budur. Ama dünya problemleri gündeme geldiğinde benim Kurdlere önereceğim ‘dünyanın bir parçası olan dünya insanı ‘ olmalarıdır. Hulasa problem iklimle de olsa siyasi kültürel de olsa Kurdistan dünyanın bir parçası olarak var olmalı, Türklerin Arapların Farsların keyiflerine göre var olmak istemiyoruz.

– Bayıldım ben bu yaklaşıma. Tabi ki evet! Hadi bakalım.

–  Dünyadaki iklim krizi bu hızla devam ederken elbette tarımla uğraşan bir Kurdün ‘El Nino ‘ ‘La Nina’’yı bilmesi gerekiyor. Bir kere memleketlerindeki yağış ritmini değiştiriyor, kuraklık ihtimalini gösteriyor vs. Burada El Nino, La Nina nedir detaylarını filan anlatmayacağım ama bu devasa vakıalar denizle atmosferin etkileşiminden meydana gelen bir büyük okyanus akıntılarıdır, iklim olayıdır. Bu dünyadaki hemen hemen her yerdeki iklim dinamiklerini değiştirir. Bunları izleyen ülkeler var çünkü o ülkelerin akademileri, kurumları var, üniversiteleri var, uzmanları var bunu günü birlik izler, tarımcılarına yatırımcılarına haber verirler.

– Tam olarak bunu soracağım. Sömürgecilerimizin cehaleti ve hali ortadayken zira hiçbirinde bu kapasitede bir çalışma yok biliyorum. Onlardan bağımsız Kurd tarımcısını yatırımcısını bu yönde uyaran bir kurum, kişi, yer var mı? Nihayetinde Güney parçamızda bir federe devletimiz var. Oradaki üniversitelerde dünyada bu işi yapanlarla bir iş birliği ya da yapılan bir çalışma var mı? Sizlerden bu konuda bir destek istediler mi?

– Bir kere bu bir kapasite meselesi. Belki buna alt yapıları uygun değil yani isteseler bile yapamazlar. İstediler mi yapamadılar tabi onu bilmiyoruz.

– Peki, nasıl bir kapasite ya da alt yapı gerekiyor?

– Başlarken kapasite ve alt yapı oluşturma isteği gerekiyor.

Bir kere yönetim kültürü diye bir şey var. Güney’in yönetim kültüründe belli problemler var. Bunu onları suçlamak için değil durum tespiti açısından söylüyorum.

Belki de gidermeye çalışıyorlar ama henüz beceremiyorlar ya da becerebilecekleri mekanizmalar henüz oluşmamış. Ben davet edildim. Ziyaret ettim üniversiteleri, iklimle ilgili konuşmalar yaptım. Herkes alkışladı gelip fotoğraf çektiler falan gerisi yok. Çok girift ilişkiler var. Beni yemeğe çağırdılar gittim. Dekan bilmem kimin eniştesi ‘’Hocam konuşmanda mümkünse şöyle deme böyle deme’, demeye başladı. 

Bu kültür kötü bir kültür. Yani adamlar haklı bile olsalar bu kültür kötü bir kültür. Akademik konuda bir tartışma iletişim kurmak niyetinde olan bilimciye ne söyleyip söylemeyeceğini kibar bicimde bile söyleyemezsin.  Bunun dışında herkesin hayatını etkileyecek şeyleri ahaliden saklayamazsın. Saklarsan gider gelir seni vurur. Somut belki de haklı nedenin bile olsa bu kültür gerçekten kötü bir kültür.

– İdarecilerle akademisyenlerin ilişkileri nasıldı?

– İdarecilerle akademisyenler arasında bir gerilim olduğu belli.
Akademisyenler yeterince saygı görmediklerini düşünüyorlar. Muhtemelen de doğru. Ama belki de yöneticiler akademisyenlerin yeterince çalışıp çalışmadığından emin değiller. Yani ben de idareci olsam belki de yatıp gazete okuyan akademisyenlere saygı göstermeyebilirim. Hepsinin öyle olduğunu söylemiyorum, ama bir bolumu öyle.

Dikkatimi bir şey çekti. Örneğin oradaki akademisyenlerin çoğunun altındaki arabalar benim arabamdan çok daha iyi. Yani nerelere yatırım yaptıklarını gündelik hayatlarından tespit edebiliyorsun. Ben araba almasın demiyorum ama Kurdistan’da bir akademisyenin o markalarda bir arabayı kullanması garip bir şey. Üniversite de zaten dökülüyor her yer. En basit bir spektrometre bile yok laboratuvarda. Yani paranın harcandığı kanal çok berbat bir kanal. Burada kültürel bir problem var. Bu adamları suçlamak için söylemiyorum. Genel bir kültürel problem var. Gösterişli araba almak tıpkı “tragedy of the commons” durumuna benziyor; herkesin yaptığını yapmak bir çeşit “mecburiyet” gibi olmuş adeta.

– Sizin arabanız nedir?

– Eski bir araba diyelim.

– Çalıştığınız üniversiteye mali katkınız?

– Bilimsel faaliyetlere kaynak sağlamak dersek; son on yılda üç aşağı beş yukarı 30- 40 milyon Euro yu buldu.

Peki, hazır oralara gitmişken Erasmus’la Kurd öğrencileri Norveç’e davet etmediniz mi?

– Erasmus programı tabi oraya ulaşmış. Ben oraları bu konuda biraz karıştırdım ama öğrenci yerine yaşlı yaşlı adamlar gönderiyorlar sağa sola. Yani adamlar onu öğrencileri için kullanmaları gerekirken kendileri gezmek için kullanıyor. Gelip fotoğraf çekip çekip gidiyorlar.

İşte tam da burada sistemin yöneticisi bir şey yapamaz. Burada bahsettiğimiz kültürel sorun devreye girer.

– Eee akademisyen bunu yaparsa bu sorun nasıl çözülecek?

– Aşağıdan yukarı çözülmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani önce halkta çözülecek. Önce ilkokullarda, aile içinde verilen kültürde değişim olmalı

– Umuyorum.

– Asma suratını öyle Kejê. Şimdi olumlu örneklere geçelim.
Duhok’ta konuşma yaparken Mimarlık Fakültesinden sen yaşta kadın akademisyenler geldiler ve dediler ki ‘Hocam şu anda öğrencilerimizin yaptığı sergimiz var, gelmenizi istiyoruz’ ‘Seve seve gelirim’ dedim. Gittik. O kadar güzel projeler vardı ki hepsi “vernacular architecture” olarak tabir edilen geleneksel, Bölgesel mimari ekolü benimseyip bugüne uyarlamışlar ki çok doğru. Bize Duhok ve Hewler’deki koca koca gökdelenler yerine böyle binalar lazım.
Uygar bir millet o coğrafyada nasıl bir gelenek oluşmuşsa oluşsun onu korumak ve onun kredilerini hakiki kişilere vermek zorundadır. İçinde yaşadığımız coğrafyada çok müthiş bir mimari gelenek var. Yani o coğrafyanın ise yarar geleneğine, sahip çıkmak zorundasın.

Bizim kültürel mirasımız zengin ve bizim ona sahip çıkmamız gerek ve burada o kadın akademisyenlerin yaptığı oydu. Muhteşem bir şeydi. Ve para gelmiyor onlara. Kadınlar ondan yakınıyorlar. Hepsi genç kadınlar. Talebeleri onlardan da heyecanlı. Projeleri muhteşem. Heyecan var, heves var ama para yok! Buraya parayı aktarmak için tüm koşulları zorlaması lazım idarecilerin. Niye? Bir kere kadınlar orada, yüzde ellilik bir nüfusu sen mobilize etmişsin. Sekiz- dokuz bin yıldır bunlar evlerine tıkılıp kalmış bir potansiyel. Kim bilir ne gibi yaratıcılıklar gelecek nasıl bir potansiyel çıkacak. İdarecinin görevi buraya ne yapıp edip parayı akıtmak. Görmeniz gerekirdi. Hayran kaldım. Örneğin bir otel antik Asur mimarisine benzetilerek yapılmıştı. Başka bir ev Mitanni uygarlığından esinlenmiş. Bunların hepsi mükemmel şeyler ve müthiş bir potansiyel var geliştirmek lazım.

– Umarım gerekli kaynağı bulur ve projelerini hayata geçirirler. Gözümde canlandırıyorum da gerçekten heyecan verici bir proje.

– Kejêcim, ben orada dolaşırken gördüm, mesela Amerikan Kurd üniversitesi. Süslü püslü müthiş bir bina yapmışlar. Çok ciddi para yatırdıkları belli. Adamları arıyorsun AB projelerinde partner yapmak için, yani dışarıdan fon alacaklar eğer proje beğenilirse, yahu sorumluları sana ne geri dönüyor ne adamla konuşma imkânın var böyle şey olur mu? Üniversite ‘Univers ‘demektir. Ulaşılabilir bir şey olması lazım. Bu adamlar öyle bir şato yapmış kendilerine bilmedikleri adam onlara ulaşamıyor.

Akademinin ulaşım kanalları kapalı olmaz. Oradaki o bilgi o malumat ahaliye çok hızlı bir şekilde ulaşması gerekiyor. Sen o kanalları kapatırsan bana ulaşmayan şey ahaliye nasıl ulaşsın? Burada paranın ve enerjinin yanlış yöne doğru gittiğini hissediyorsun. Oğluna üniversite açmış öteki, oğlana bakıyorsun davranışlarından, hal ve hareketlerinden, üniversiteye girişinden belli, akademik kültürden bi haber. Üniversiteye öyle giriş olmaz. Yani sen orta çağın kontu musun yahu öyle giriyorsun? Bunlar kötü şeyler yani. Hemen kendini belli eden şeyler. Üniversite alçak gönüllü ama tavrında, ifadesinde bilgi aktarırken Net bir kurum olmak zorunda. Bilgi ürettiğinin dışarıya servis verdiğinin farkına varması lazım. Burada konuşurken ben böyle davranmayabilirim ama bilgiyi üretirken alçak gönüllü olmak zorundasın. Dersin ki ‘Bu bilgiyi ben ürettim. Şu kadar yanlışlığı olabilir. İnanıp inanmamakta serbestsin. Ama elde avuçtaki veriler bize bunu söylüyor. Bazı bölümleri yanlış çıkabilir ama piyasada daha iyisi üretilene kadar bundan daha iyisini bulamazsın. İleride yanlışı eksikliği çıktıkça güncelleyip düzelteceğiz.’ Burada dikkat ettiysen düşünsel olarak da alçak gönüllük var. Yani ben bunun her şeyini bilirim diye ortaya çıkamazsın!

– Umarım paranın lüks harcamalara değil bilgiye aktarıldığı kültürel evrimi Kurdler hızla tamamlayıp önlerine bakarlar.

– Zenginliğin değişik değişik biçimleri var. Paran olur, zengin olursun bunun verdiği rahatlık vardır. Para peşinde olmaları normal insanların. Çünkü para sana kültür de satın alabilir, güzel bir araba da satın alabilir. Onun dışında bir itibar da var. O da önemli bir şey. O itibar, demek ki o toplumda ona iyi bir araba iyi bir ev verebiliyor. Çünkü o toplumda kültürel bir sinyal yani. Dolaysıyla biz becerebiliyorsak buralardaki değerleri değiştirebilmemiz lazım. Bunlar aslında iklim değişikliğine bile neden olan şeyler.

– Tam da gelmemiz gereken yere geldik. Şimdi daha heyecanla dinliyorum sizi? Gereksiz lüks tüketimin iklim değişimindeki payını bir anlatın da lütfen dinleyelim. Belki ki bir tık arlanırız.

– Beş tane big driver/stressor denen şey vardır. Hem iklimi hem biyo çeşitliliği etkileyen. Teknik terimlere mümkün mertebe girmeden ana okul düzeyinde kalarak anlatacağım ki kolay anlaşılsın, Bu 5 ana stresi/baskıyı çoğunlukla endüstri üretiyor; Bunlar doğal kaynakları sorumsuzca kullanma, çevreyi, atmosferi, suyu, denizi atıklarla kirletme; Karaları ve denizleri kullanım biçimlerinin değişimi, iklim değişikliği ve invasive species (istilaci türler).  Mesela diyelim ki doğada kaynaklar var. Denizden örnek vereyim; Balık.  Bu balık sonsuz değil yani. Balık Endüstrisi gidiyor ne varsa toplayıp getiriyor. Yani orada balık bırakmıyor. Kaynağı acımasızca kurutuyor.

Karadan örnek verirsek Gılgamêş’i okuyanlar bilir ormanlardan bahsediyor. Sedir ağaçlarından. Nerede bu sedir ağaçları? Yok!  O kadar uzağa gitmeden bugüne gelirsek 1830larda Osmanlılara askeri danışman olarak bölgede yasamış Helmuth von Moltke anılarında yazmış; Malatya’dan Cizre’ye kadar olan alanda sincabın bir ağaçtan bir ağaca atlayarak gittiği ormanlık bir bölgeden bahsediyor. Şimdi oraları çorak bir alan. Nerde bu orman? Yani ilk faktör acımasız kaynak kullanımı. Bunu daha çok endüstri yapıyor, ahaliyi suçlamayalım şimdi. Ahali de yapıyor gerçi. Ama daha çok zaruri ihtiyaçtan. Ve küçük çaplı.

İkincisi; Şöyle örnek vereyim bunu anlatırken bizim bölgede diyelim ki fıstık endemik bir bitki. Ama diyelim ki fıstık Antep’te endemik bir şey değildi. Ama bir baktılar ki Antep’te fıstık iyi oluyor oraya bütün arazilerdeki endemik bitkiler sökülüp fıstık ekilirse, belli bir eko sistemin ürünü olan endemik bitki örtüleri binlerce yılda kurduğu hayati fonksiyonları olan dengeyi bozarsın. Sen para kazanmak için yok edip, endemik fukaralığa mahkûm edersen, çok azgın bir şekilde büyüyen yabancı bir bitki oraya gelip oradaki eko sistemi işgal edebilir ve bunun tahripkâr soncuları arkası arkasına gelebilir.

Hidrolojik döngü de hızla değişiyor. Gidersin geleneksel tarımla uğraşanlar sana der ki ‘nisan ve mayıs ayında yağmur yağar. Biz ekimi falanca tarihte yaparız, falanca ay kuraktır, büyür. Sonra falanca tarihte yine yağar, hasat yaparız’ falan filan. Bu geleneksel tarımın hidrolojik döngüye bağlı ritmidir. Hidrolojik döngü bozulduğu an, tarımın döngüsü de alt üst olur. Sıcaklığa bakalım; Ortalama sıcaklık iklim değişikliği yüzünden yükselmeye devam ediyor, bunun etkileri kaçınılmaz, ardından kontrolden çıkan endüstriyel atıklarla kirlenen su, hava, çevre problemi ve endemik bitki örtüsünü bozan ve ekolojik dengeleri alt üst eden işgalci türleri de ilave edince, bu beş büyük faktör anamızı ağlatacak. Bunlara ilaveten irili ufaklı küçük faktörlerde var.

– Kurdistan’da tarım işi ile uğraşanlar son yıllarda bu döngünün bozulmasıyla inanılmaz zarar ediyor.

– Bu sadece Kurdlere özgü bir şey değil. Her yerde bu böyle. Haberlerden izlemişsinizdir. Suudi Arabistan’ı sel götürdü, ayni biçimde Sahra da aşırı yağmur. Göller oluştu çölde. Bunlar geçmiş dönemlerde olabilecek şeyler ama şimdi ritmi çok hızlı bir şekilde değişiyor. Mesela üç yıl yağmur yağıyor beş yıl kuraklık sonra tekrar üç yıl yağmur yağıyor yedi yıl kuraklık… Eğer bir sistemden başka bir sisteme geçiyorsanız orada önce feci salınımlar oluyor. Çok ani dalgalanmalardan sonra yeni bir moda geçiyor iklim. Bu kestirilmesi güç salınımlar bir dönemden ötekine geçiş anlarında değişimin hızlı olduğu dönemlerde olur.

– Yani felakete adım adım yaklaşırken dünyanın bir parçası olduğunu Kurdler kabul edecek. Bu küresel felaketlerle, iklim değişikliğine karşı dünyaya entegre olarak tedbir alacak ve düzenlemeler yapacak.

– Yani şimdi bütün datalar açık Kejê. Mesele şu Güney Kurdistan’da dört beş tane üniversite var. Sen kadro yetiştirmiş olsan, şimdi Rojava’da da bir üniversite açıldı. Abuk sabuk lidere tapınma, abuk sabuk sosyal saplantılardan kurtulup da çocuklarına kabul edilebilir düzeyde eğitim verseler. Şimdi artık herhangi bir online servisini oluşturan üniversitelere cüzi bütçelerle online sistemlerine üye olduğun anda oradaki bilgilere erişebiliyorsun zaten. Düşün Harvard’daki UC Berkeley´deki eğitime evinde oturup ulaşabiliyorsun.

Dünyanın en iyi üniversiteleri bir sürü dersi online servis veriyor. Bunların bir sürü dersini takır takır izlersin, oradaki bilgiyi de edinirsin. Bu bir. İkincisi pahalı ve gücünün yetmeyeceği teknolojik ihtiyaç duyulan alanlara girmez, daha ucuz teknoloji gerektiren veya teknolojik ihtiyaç duyulmayan alanlarda kalırsın. Bu iklimdeki dataları yorumlamak öyle pahalı teknolojilere ihtiyaç duyulan bir alan değil. Benim öyle bir Kurd öğrenci gurubu elime geçse örneğin, öğretirim nasıl datayı kullanacaklarını, nasıl yorumlayacaklarını. Ondan sonra otururlar El Niño’yu, La Niña’yı Kuzey Atlantik salınımını izler ne kadar yağmur gelecek ne zaman kuraklık olacak, başka neler olacak tahmininde bulunurlar.

Tarımcısına da bunun haberini verebilirler. Bunu yapan ahalileri izleyip oradan da çıkabilirler sonucu. Bunu anlamaya yönelik bir kadro oluşturduğun zaman aynen bu çakalların aslanlardan kalan avı yemesi gibi bir çakal stratejisi uygulayabilirsin (şimdi bundan hoşlanmayacak Kurdler aslan dururken çakal stratejisi olacak şey mi? Ama çakal, zor olan işi yapan aslan payını da yutan, aslandan arta kalan atıkları zahmetsiz yiyerek yaşama stratejisinin ucuza çıkartıyor).. Senin Aslan gibi pazuların pençen olmayabilir şimdilik. Ama ileride aslanlaşabilmen için aslanı izle. Bu stratejiler önemli. Güney Kurdistan’ın rektörlerinin idarecilerinin böyle stratejiler geliştirmesi lazım.

Dördüncüsü kirlilik. Genel kanı şudur. İşte Hakkâri dağlarında pınarlar akıyor orada her şey tertemiz. Endüstriden uzak falan. İşin gerçeği maalesef öyle değil. O Zagros ve Torosların Akdeniz cephesindeki atmosferik transfere bakan yanlarına bütün Avrupa’dan gelen cıva ve kurşun oraya inen yağışla oralarda birikiyor. Bu iki örnek metal ki en toksik iki metaldir; nörolojik sistemleri etkilerler (Johnny Depp in oynadığı Minamata filimi izlenebilir- madem okuma olurluyuz filimden de cıvanın ne ölçüde felaketlere yol açabileceği fark edilmiş olunur). En berbat iki ağır metal. Bunlar yağmur ve karla tam o Zagrosların tepelerine iner. Datalar var. Mesela oradaki kurşun datasına bakarsın çok yüksek çıkar. Oradaki ağır metaller yağmur ve karla ister istemez kaynak suyuna karışacak sen de içerken onu içmiş olacaksın.

– Peki, bunu engellemenin bir yolu var mı?

– Global bir biçimde ancak engellenebilir. Aslında bazı şeyler engelleniyor da. İnsan faaliyetlerinden kaynaklanan cıva salınımı çok hızlı bir şekilde düştü. Cıva ve kurşun birçok yerde yasaklandı.

Kelebek etkisi bu değilse nedir?  Avrupa’nın endüstriyel ölümcül çöpü gelip Zagrosların başına yağıyor demek. Ve bizlerde her şeyden habersiz cahil körlüğü içerisinde yaşayıp gidiyoruz. Hiç müdahil olmadan hiç dur demeden. Sorsan hepimiz vatanseveriz. Kafamızdaki vatan algısı neyse artık?  Peki, bu hasarı düzeltmenin bir yolu var mı?

– Tabi ki var. Kurşun örneğin. Nereden geliyordu?  Kurşunlu benzin vardı. Şimdi o kurşun çıkarıldı oradan. Artık oktan arttırıcı olarak kullanılmıyor. Biz mesela gözlüyoruz. Kurşun konsantrasyonları bu yasaktan sonra hızla düştü. Eski değerlerine geldi. Bu neyi gösteriyor? İnsanlar ortak karar aldıklarında, doğru bilgiyi kabul ettiklerinde bazı problemleri çözebiliyorlar. Kurşun bunun için özel örnek. Ben derslerimde anlatıyorum. Muhtemelen gelecek yıllardaki kurşun miktarı bizim dağlarda da azalacaktır. Bütün dünya ortak olarak hareket ederse daha hızlı arınma mümkün tabi. Bu düzeltmeyi de bir tek başına cesurca ve inatçı bicimde kurşunlu benzine karsı savaşan jeokimyacı Claire Patterson’a borçluyuz. Adam işini kaybetmek pahasına ölçüm sonuçlarının, kurşunlu benzinden saçılan kurşunun özellikle çocukların beynini feci derecede kötüleştireceğini ısrarla savundu ve herkese kabul ettirdi. Onu anmadan bu konudan bahsetmek olmaz! Esine güç rastlanır insanların kadri kıymetini bilmek lazım. Hulasa çevre bilinci geliştirip, küresel ısınma ile ilgili çalışmalarda Kurdler ve Kurdistan sorumluluğundan istese de kaçamaz. Bu öyle bir felaket.

– Kendileri bilir. Gerekeni yapmazlarsa nasılsa başlarına gelecek felaketler yüzünden kafalarına vura vura öğrenmek zorunda kalacaklar.

– Bu daha da ileride bir şey Kejêcim. Bugün Kurdlerin en büyük sorunu ‘statü sorunu’ değil mi? Bu karmaşık dünyada eğer statü istiyorsan bilgiye az çok hâkim insanlarınla alt yapını kurmak zorundasın. Geçmişte yeterince trenleri kaçıran millet bu. Oradaki trenleri bambaşka dinamiklerle kaçırdık. 21 yüzyılda artık devlet kurmak statüye ulaşmak eskisi gibi kolay değil. Lenin’in deyimi ile sihirli çizmeleri ayağına çekip devleti kurduktan sonra benim bahsettiğim bu işleri yoluna koymak imkânsız artık. Devlet eskisi gibi kolay kurulabilen bir şey değil.  Bu günkü dünyada kolektif akıl oluşturmadan, bir yere varılamaz. Kolektif bir akılla bu günkü dünyadaki değişiklikleri, trendleri beraber yakalamalılar. Ve stratejiler, taktikler bu bilgilerden derlenmiş trendleri kollayarak yapılmalı. Açıkçası iletişim kanalları hiç bu dönemdeki kadar bunu oluşturmak için açık olmamıştı. IT teknolojileri dizi dizi, en kötüsü sayılan sosyal medya denilen bir mecra var örneğin. Kolektif uzlaşma (uzlaşma harmoni değildir. Tartışarak kafa göz kırarak ulaşılabilecek bir denge halidir) için ziyadesi ile uygun. Bunca işimizin gücümüzün arasında orada ne arıyoruz sanıyorsunuz? Bütün bunları yapacak olanlar tabi ki kitleler değildir. Bizim çekirdek kadrolara, yetenekli guruplara ihtiyacımız var bu günkü dünyayı yakalayabilmek için. Kolektif akıl oluşturup soracaklar ‘’ Neler değişti? ‘Neler değişiyor? Hangi imkânlar yok oldu?’ ‘Hayati belirleyen koşullar nedir?  Hangi imkânlar hangi ihtiyaçlar belirdi? Ve biz bunları nasıl adresleyebiliriz?’  Akıllı sorular sormak; bu işin metodolojisi bu. Bu soruları soranlar girişimci olabilir, sanatçı olabilir, bilim adamı olabilir.  Yani hayatın değişik alanlarından öncüler lazım potansiyel enerjiyi ortaya çıkarmak için ve kolektif akıl oluşturmak için. O zaman siyasi biçimlenmen de daha kaliteli olur. Bu konu üzerinde kafa yormak lazım.

– Gelelim hepimizin gönlünde taht kuran Antarktika’ya Kurdistan bayrağı dikmenize. Ne heyecan verici bir görüntü o. Bana sorsan Kurdistan tarihinde önümüzdeki yüz yılın bile en önemli fotoğrafı. (Gülüşmeler.)

Akademi de her ne kadar milli kimlik ortaya koymaktan hoşlanmasam da, ben bir Kurdüm Kejêcim. Bu varoluş pozisyonum benim. Zamanımın çok önemli bir bölümünü de ister istemez buna ayırıyorum. Bu benim varoluş biçimim. Bunu seçtim ve demin de söyledim klasik bir Türk, bir Arap bir Fars bana kendi seçimlerini indirek biçimde dahi olsa dayatmaya başladığında benim Kurdlüğüm dizginlenemez bir noktaya gelir. Ve ben her Kurde bunu öneriyorum. Çünkü bu insanlar Kurd kimliğine yaklaşım konusunda bu zamanda kabul edilemeyecek ilkellik ve vahşilik içindeler. Bu insanlarla görüşmek zorundaysanız Kurdlüğe başka uluslara gösterdikleri asgari saygıyı göstermek zorunda olduklarını bu hakkı hukuku tanımış olmaları şartını arayın.

Bunun dışında bir dostluk mümkün değil. 

Kimliğime ve varoluş biçimime bu cepheden bakan bir Kurd olarak da Antarktika’ya yaptığımız bilimsel gezi sırasında bayrağımı götürüp oraya diktim. Tabi ki bu anı da ölümsüzleştirmek için birkaç kare fotoğraf çektik. Güney Kurdistan’da bir sunumum sırasında o fotoğraflardan birini kullandım ve alkış kıyametten bu sefer kimse benim anlattığım iklim değişikliği mevzusunu dinlemedi. (Gülüşmeler). İş çığırından çıktı. Millet geliyor fotoğraf çektirmek istiyor.

O arada bir tane eskilerden yaşlı ve ünlü yüz ifadesinden çokça görmüş geçirmiş olduğu belli olan peşmerge komutanı yanıma geldi ve koluma sertçe yapıştı çekti beni böyle kaba bir sevecenlikle ‘bir fotoğraf çektireceğiz ‘dedi. Ya dedim ‘benim seninle fotograf çektirme talebinde bulunmam lazım. Ben bayrağı uçakla, gemiyle zahmetsiz risksiz götürdüm, bayrağı oraya koydum. Senin bu vatana verdiğin hizmetin yanında lafı mı olur o bayrağı oraya dikmenin?’Yok” dedi “sen anlamadın, biz yıllarca bu vatanın özgürlüğü için dağda bayırlarda yaşadık. Ellerimizde sevdiğimiz insanlar öldü. Amerikalılar geldi hiçbir şey yapmadılar burada bütün bu ahali Amerikalılar bizi kurtardı diyor. Sen o bayrağı Amerikalıların bayrağının üzerine koydun ya bu bana yeter.” Düşün, bu adam ahalisine karşı bir kızgınlığı var.  Ahalinin algısında bir sorun var demek ki. Doğru adam kredisini almamış. Ve kredisini toplama yolu olarak benim o bayrağı Amerikan bayrağının üstüne koymamı seçmiş. Doğru orada Amerikan bayrağı var. Başka bayraklar da vardı en üstte Amerikan bayrağı vardı. Ben de onun üstüne Kurdistan bayrağını koydum. Bu onu tatmin etmeye yetmiş.

– Valla o harekete ne söylesek boş. Hepimizi ziyadesi ile tatmin etti ve daha uzun uzun yıllar bir Kurd bilim adamının Antarktika’da en tepeye Ala Rengini dikmiş olmasının haklı gururunu ulusça yaşayacağız. Bize bu gurur yaşattığın için çok teşekkür ederim. İyi ki bizimsin! Görmezlikten gelinen Kurdler her yerde, onları görmezden gelenlerin asla gidemeyecekleri yerlerde Antarktika’da bile düşmanın gözüne diken olarak Ala Renginimiz sonsuza kadar dalgalansın.

Türkiye Devletinin başkanı ‘Kurdistan Arjantin’de kurulsa bile karşı çıkacağız ‘’ demişti. Kendisini Antarktika’ya davet ediyoruz. (Gülüşmeler)

Ne çok öğreniyor insan sizinle sohbet edince. Ne büyük bir heyecan. Keşke bu heyecanı meraklı ve öğrenmeye açık Kurd gençlerinin her biri yaşayabilse…

– Ayarlayın yapalım.

 

– Nasıl yani? Bunca yoğun programınızın arasında bizim kara çocuklara ders verir misiniz?

– Neden vermeyeyim Kejêcim. Onlarla aynı heyecanı duyarak veririm hem de. Yılardır bu Üniversite’ye Kurd gençlerinin gelmesini bekledim. Belli ki koşullar zorlu. Gelemiyorlar. Hazır bilgiye erişim bu kadar kolaylaşmışken onlardan talep gelirse seve seve ders veririm.

– O zaman hemen burada sizden bir söz alalım. Bizim çocuklar örgütlenip aralarında bana mailimden ulaşırlarsa belli zaman limitlerinde online ders vermeniz için kendilerine el sıkışmış olalım.

– Seve seve Kejêcim. Ne zaman isterlerse. İnan bana bu benim onlardan daha fazla arzuladığım bir şey olur.

– Kurd çocukları zekidir. Bunca fırsat eşitsizliğine rağmen bakın Norveç’te akademideler. Ben onların yerine olsam bu fırsatı değerlendirir, sizin öncülüğünüz de saygın üniversitelerdeki Kurd ve Kurd dostu akademisyenlere ulaşır, dünyanın en iyi hocalarından online eğitim alma şansını elde ederdim. Top kendilerinde.

 

Bak Kejêcim, ben seni izliyor ve eğitime verdiğin önemi, Kurd çocuklarına burs bulmak için çabanı görüyorum ama bu konuda açıkçası biraz konuşmamız lazım.

– Bunu birazdan konuşalım. Öncesinde konuşmamız gereken bir sorun var.  Kurdlerin sömürgesi olduğu devlet her alanda büyük bir gürültüyle çöktü. Sağlık, eğitim ve hukukta gün geçmiyor ki yeni bir skandal patlamasın. Kurd çocukları varoluşlarına cepheden bakan bu ülkenin kimliklerini taşıyor, vatandaşı sayılıyor, onların okullarında onların dilini kullanmak zorunda bırakılarak eğitim alıyor ve gariptir kendilerinin çocuklarının çoğunluğunun beceremediğini becerip üniversite sınavlarında tüm eğitimde fırsat eşitsizliklerine rağmen hatırı sayılır bir başarı elde ediyorlar.

Lakin bu başarı aynı zamanda onları, bu devletin üniversitelerinde, gençliklerini çürütüp karşılığında mezun olduktan sonra bu faşizan rejim içinde çalışırken kimliklerini geri plana itmeye zorluyor. Örneğin benim tanıdığım Kurd dili ve edebiyatına müthiş katkıları olabilecek kadar bu konuda üstün yeteneğe sahip bir evladımız mühendislik fakültesini bitirdi. Türk devletinin bir kurumunda şimdi memur statüsünde, tüm bu yeteneklerini körelterek zaman geçiriyor! Kendi gençlerimizi mevcut şartlarda kimliklerini koruyarak nasıl eğitebilir ve potansiyelimizi koruma altına alabiliriz sizce? Yani burada üniversite eğitimlerini tamamladıktan sonra nasıl bir yön çizsinler? Ne yapsınlar?

– Hemen söyleyeyim sana Kejêcim; Türkiye’deki sayıları galiba 200’e dayanan olur olmaz üniversitelerin hiçbir işe yaradığı yok. Oralardan doğru düzgün bilgi de elde edemezler. Bazı az sayıda üniversiteler iyidir, onu kabul etmek lazım. ODTÜ mesela benim üniversitem olduğu için söylemiyorum, hala iyi bir performansı var. Hocalarını tanırım, ciddiye alıyorlar ama onların da durumu vahim. Sütçü İmam Üniversitesi ile aynı değerlendiriliyorlar, para bulamıyorlar falan. Sınırlı sayıda da olsa Türk entelektüelleri ve akademisyenleri bilim alanında Kurdler olarak çektiğimiz sıkıntıların benzerini çekiyorlar. Sadece ulusal kimlik olarak rahatlar ama teknik açıdan benzeri problemleri var.

Kurd gençlerinin heveslerini kırmak istemem çok az sayıda olan ciddi üniversitelerin dışındaki üniversitelerde zaman öldürsünler istemem. Boşa zaman kaybı.
Bireysel çabaları ile bir şeyler öğrenebilirler. Mesela ben burada birini tanıyorum, Berbat bir Türkiye üniversitesinin kötü bir bölümünden kendini yetiştirip sıyrılıp gelmiş. Ama bu örnekler yüz binde belki de bir milyonda birdir.

Genel trend için önereceğim şey şudur. Bir diploma almak bir yerde durması bazı işleri kolaylaştırabilir. Ama öncelikle hangi alanda kontrol azdır onu bulmaları gerek. Örneğin devlet memuru olursun dakika başı kontrol edilirsin. Benim gördüğüm şudur; Dünyanın her yerinde girişimcilik kontrolden en uzakta duran faaliyet alanıdır bu anlamda. Ben Kurd gençlerine şu ya da bu şekilde girişimciliğe doğru yönelmelerini tavsiye ederim. O uyduruk üniversitelere girip zaman kaybetmek yerine bence bu zamanı hayatın içinde birtakım girişimleri deneyerek geçirmelerinde yarar var.

– Peki, yabancı dil sorunlarını çözüp dünyanın herhangi bir yerinde üniversite okumalarını önerir misiniz?

– Şimdi internet denilen şey çıktı. Ellerinin altında. Bizim zamanımızda İngilizceyi öğrenmek için ciddi bir imkânınız olması gerekirdi. Ulaşabileceğin elektronik hiçbir servis yoktu. Şimdi binlerce bedava imkân var internette. Hiçbir Kurd çocuğu bu durumda koşulların uygun olmadığın dair yakınma hakkına sahip değil. Dil sorununu çözdüklerinde zaten dünyaya entegre olmalarının önündeki ilk ve en zorlu bariyer ortadan kalkacak ama çok da Avrupa’ya gelmesi gerekmiyor. Şu anda bireyin oturduğu yerden ulaşabileceği imkânlar on yıl öncesine göre on kat arttı. Elli yıl öncesine göre bin kat arttı.   Eğer gerçekten hakiki bir bilgi açlığıyla bir şeyler öğrenmek istiyorsan şu anda zaten internet ortamı bu eğitimi sana çok ucuz bir fiyata sağlayacak.

– Peki diploma almak istiyorlarsa? Okumak istiyorlarsa?

– O zaman diploma almak için uygun bir mektebi kendisine en az masrafı çıkaracak mektebi bulacak ve mutlaka ama mutlaka bireysel olarak harıl harıl yukarıda kısaca değindiğim imkânları kullanarak kendini yetiştirecek.

– Hâlihazırdaki Kurd ekonomisi ile bu pek de mümkün görünmüyor.
Peki, Kurd kurumları, iş adamları, STK lar bu masrafları üstlenemez mi?

– Şimdi bir dakika. Geldik senin öğrencilere burs arama meselene. Bir defa bu çok büyük bir nüfus. Ben Kurd iş adamlarının paralarını buraya kullanmalarını istemiyorum. Girişimciliği desteklesinler. Mesela o Hamdi Ulukaya’nın yaptığı eğer Kurdlere yapılmış olsaydı çok önemli bir şeydi. Ne yaptı adam? Girişimci gençleri sorguladı. Projesi olana, fikri olana destek verdi. Adam çok doğru bir şey yaptı. Ama yanlış bir popülasyona uyguladı. Devletleri var Türklerin neden biz onlara daha fazla servis verelim ki? Bizim öyle bir açlığımız var. Bizim öyle çok yetenekli olabilecek gençlerimiz var bu soruyu ona sormak lazım.

– Anladım. Belki bir yerlerde kıstırır ben sorarım. Ne yapalım şimdi peki çocuklara burs aramayalım mı?

– Bir kere biz acımasız olmak zorundayız, yeteneklileri yeteneksizlerden ayıracak bir filtre sistemimiz olmalı. Mesela zengin varsıl biri ya da bizim kurumlardan biri burs mu verecek, bu komiteyi mümkün mertebe objektif değerlendirme yapacak kişilerden kurması lazım.
Örneğin o komitede benim gibi bir adamın olması lazım. Senin gibi birinin olması lazım.

– Ben bütün Kurd gençlerine burs veririm sorgusuz sualsiz. Kurd olması yeterli beni almayın.

– Kejêcim, biz de zaten en zayıf durumda olanları desteklemek için o komiteyi öneriyoruz. Bunu tabi öyle ortaokul müsamere düzeyinde söylemiş oluyoruz. Bu öyle olmuyor. Bir gurup kurduk ve o gurupta tartışıyoruz. Şimdilik her hafta konuşup tartışacağız. Bunun tek amacı var Kurdlerde bir girişimci atmosferi oluşturup o platformda neler yapılabilir?

Girişimcilik önemli bir şeydir. Girişimcilikten sonra buna bir fon bulmak lazım. Bu fonu kimler sağlar?  Devleti olanlar sağlar. Ama şimdi devletin ötesinde imkânlar da var. Ben senelerdir bunu anlatmaya çalışıyorum. Avrupa Birliği fonları. Akademik projeler olsun milyar dolarlık imkânlar var. Ben bunu yazalı belki de 15 yıl oluyor. Yazdım, kimsenin ilgilendiği yok. İncelemek yok, araştırmak yok, öğrenmek yok. Dil bilmek ne gibi faydalar sağlar? Avrupa birliği projeleri nelerdir? Horizon programı nedir, Erasmus nedir? Erasmus plus nedir? Buralara ben nasıl ulaşırım? Bu soruları sormadan nasıl yapacak? Girişimci derken akademisyen olacaksa da girişimci olsun. Ben akademisyen olacağım, eee bir abim gelsin benim elimden tutsun. Yok öyle bir dünya, eşekler gibi çabalaması lazım. Hepsinin bu terbiyeyi edinmesi gerek.

Dolayısıyla ben böyle ne idiğü belirsiz üniversiteleri kazananlara parayı verme yanlısı değilim. Çok ciddi bir filtreden geçtikten sonra hak eden birinin o desteği alması gerek. Ve bunu ne sen ne de ben değerlendiremeyiz tek başımıza. Yanı başımızdaki birinin bizi uyarması gerek. Bu çocuk çok iyi dediğimde, sen oraya baktın ama bak buraya da bakman lazım diyebilecek çeşitlilikte insanlardan oluşan komite bunun için lazım. Ve başta da dediğim gibi kolektif davranış burada da lazım. Örneğin bir komite Diyarbakır’daki bilime meraklı gençlerin ne çeşit imkânlarla hangi fonlara nasıl ulaşabileceğini aktarmak için bir gurup kuracağız ve bu bilgiyi onlarla paylaşacağız. Sonra da örneğin bir dernek kuracağız, o derneğin çatısı altında bu çocuklara başvuru nasıl yapılır, proje nasıl hazırlanır, kime sunulur kursunu açıp onu öğreteceğiz.  Bunu Kurdlerin öğrenmesi gerek.  Kurdler bu konuda çok zayıf.

– Kurd gençleri bu kıymetli önerilerini dikkate alacaktır eminim. Gelelim Kurd iş adamlarına onlar ne yapsın?

– Ben yine kendi ortamımdan örnek vereyim bu soruna Kejê. Norveç’te, zamanında Konya’ya sürülmüş orada doğmuş büyümüş İç Anadolu Kurdleri var.

Çok çalışkanlar. Çok çabalıyorlar. İyi girişimciler. Hakikatten yemek piyasasını kısa sürede ele geçirdiler. Ben bunlara hep bir araya gelip ortak hareket etmelerini önerdim. Düşün ki sen yüz tane Pizzacı ya da kebapçı açmışsın. Bunlar gidip tek kullanımlık ambalajlarını İsveçli, Norveçli dünkü çocukların kurduğu şirketlerden alıyorlar. Fiyatları da o çocuklar belirliyor. Ya siz kendi aranızda bir adama bu rolü verin, zaten biliyorlar bu kartonun, tek kullanımlık ürünlerin, ambalajın, şunun bunun nereden geldiğini? Bunu kendileri yaparsa hem sektörü rahat kontrol edecekler hem daha ucuza mal edecekler. Üstelik kaliteyi de kontrol etme şansları olur.

Yine örneğin şimdi telefonla bulunduğun yere yemek ısmarlama modası internetten. Türkiye’deki karşılığı ‘’ Getir ‘ya da ‘’Yemek Sepeti ‘’ gibi siteler. Deli gibi bir kazanç sağlıyor ve inanılmaz basit bizin üniversiteden iki tane çocuğun evlerinde kurdukları bir sistem. Çok basit bir sistem. Dünya kadar para veriyorlar o çocuklara kazançlarından. Yemek siparişlerini oradan alıyorlar. Bütün bunları gayet rahat kendileri yapabilir. Bu işte yine bir ‘’kolektif kültür ‘’ meselesi.
Benim önerim sermayenin bir araya gelmesinden önce Kurd iş insanlarının dünyada bu ‘’kolektif kültürü ‘’ oluşturmaları öncelikle. ‘Biz bunu yapabilirizi’ bilmeleri lazım önce.

– Umarım önerinizi hızla dikkate alır hem kendileri hem de ulusları için bir araya gelip hepimizin menfaatine olan bu kültürü oluşturmanın taşlarını döşerler.

Ve Diaspora. Size sormayıp da kime sorayım ki yıllardır buradasınız Kurd diasporasının durumu nedir?

– Bu günkü Diaspora denince Abdullah Öcalan’ın 30 yıldır Kurdlere verdiği zayiatı anmadan tarif etmek mümkün olmayacak. Onu sevenler bana kızabilirler, kızsınlar ama bu adam Kurd siyasi kültürünün Kurdistan’ın dört parçası ve Kurd diasporasında adeta bir meteor gibi üstüne düşmüş bir kişidir. Kurdlerin zihninden koparılıp atılması elzemdir. Ha bu adamın asıl niyetinden bağımsız, PKK’nin faydaları olmuş mudur? Olabilir. Bazen çok kötü dizayn edilmiş bir proses olumlu sonuçlara taşıyabilir bizi. Napolyon’un savaşı bunun tipik örneğidir. Napolyon’un niyeti Avrupa’ya demokrasi saçmak değildi ama işlevi o oldu. Rusya’nın mujikleri Napolyon ordusuna karşı savaştıklarında bambaşka bir dünya olduğunu daha eşitlikçi ilişkileri fark ettiler; büyük bir olasılıkla bu mujikler askerden dönünce ileride ekim devriminin tohumluğu olmuşlardır.

Yine kadınların en altta korkunç derecede ezildiğini fark ettiği için kurnazca bir yöntemle onlara yöneldi ve şimdi aslında biz onun sonucu olarak Kurd toplumunda müthiş bir kadın mobilitesini görüyoruz.

Bunları bir kenara koyarsak zararları faydalarından kat kat fazladır. Her alanı tahrip etti. Diaspora ’da mesela ben bunu izledim. Nasıl kötüye kullandı buradaki hevesi nasıl anlatamam. Bütün stratejisini bu hevesi kullanarak nereden nasıl her alanda sineğin yağını çıkarırım mantığıyla hareket etti.  Her alanı tahrip etti.

Bak Kejêcim diaspora zihinsel açlık halindeki bir toplumun bireylerine müthiş imkanlar sunabilecek bir platform. Sen buraya bütün nüfusunu taşıyorsun. İlk kuşak ve ikinci kuşak diyelim ki bu imkânlardan yararlanabilecek zihinsel formata ulaşmadı ve ayak işlerini yaptı ama üçüncü dördüncü kuşağın artık buradaki imkânlardan Kurdler adına faydalanması lazım. Buradaki imkânlar en az işle en fazla faydayı sağlayacak imkânlar demektir. Yani o popülasyona en az işle en fazla faydayı sağlayacak imkânlar verir.

Sen buradan adamı alıp dağa üç sene ömrü olmayan stratejisi olmayan bir gerilla hayatına sürüklersen, buradaki insanlardan akan parayı akümüle edilip daha üst seviyelere çıkarılabilecek sermayeyi buralardan amacı belli olmayan bir savaşa aktarırsan burayı çökertirsin.

Üstüne üstlük kültürel faaliyetlerini, propaganda faaliyetlerini Avrupa modlarından çok uzak şeylere yöneltirsen, sempati kazandıramadığın gibi antipati kazandırırsın.
Buradaki son otuz yıllık macera şudur Norveç gazetelerinde Türk elçiliğinin önünde gösteri yapan PKK’li Kurdlere ‘’Sokak Serserileri ‘diyen yazılar okudum. Aynı tür gösteriyi yapan Filistinliler için bu tabiri asla kimse kullanmaz.

– Avrupa’nın birçok ülkesinde terörist örgüt olarak ilan edildi sanırım.

– Evet. Üstelik başlangıçta hiç de öyle değildi. PKK’nin cephe örgütü Oslo’da resmi izinli büro açtı, düşün. Terörist ilan edilmesi ya da edilmemesinde başka faktörler de var. Bu uzun bir süreçtir. Bu ülkelerinden herkes gibi haber alma teşkilatları var. Üstelik ana işleri Türk MİT’i gibi adam öldürmek değil gerçek anlamıyla haber almak. Tüm bu teşkilatlar uzun süreli izlemeye alırlar herkesi. Doğal olarak bu örgütü de izlemeye aldılar. Hatta Amerikalılar buraya adam yolladı. Oslo’da görüşmeler yapıldı. Alman bir gazeteci izledi örneğin. Bunların raporların bazıları halka açılır, bir ara yayınlandı ne kadar ince detaylar var aklınız almaz.

– Oslo görüşmelerinden sonra mı?                           

– Hayır hayır, Oslo görüşmelerinden çok önce, ondan bağımsız. O Oslo görüşmelerinin uluslararası platformda yeri meri yok. Öyle bir hava vermek için seçmişler Oslo’yu. İki tarafın yanında onlardan ayrı bir üçüncü gözlemci tanık yok. Bu Kürtleri kafaya alma yöntemlerinden biridir. Her seferinde de kurdler bu tuzaklara düşer.

Ben şunu anlatmaya çalışıyorum, millet seni uzun süre izler. Senin uzun zamanlı performanslarını, değişim trendlerini, nasıl bir kültüre doğru evrildiğine, kimi kendine çoban seçtiğine bakarlar. Bakarlar ki senden bir bağlaşık, partner olmayacak, bir iş çıkmayacak, kapılarını kapatırlar.

Şimdi PKK prosesi de böyleydi. PKK başta tüm imkânları sınırsız kullandı. Yasaklı değildi. Bu belli bir sürecin ürünü. Sürecin sonunda üzerine çiziği attılar. İşin kötüsü onlara atılan çizikle tüm kurdlerin üzerine de çiziği attılar.

Eğer ulusal bir meselesi olan PKK veya DEM’liler varsa, senelerdir bunu tartışmış olmaları lazım. Hala tartışamıyorlar. Oradan kopup da dirsek temasında olanlar bile bunu tartışamıyor. Bu nasıl bir korku veya nasıl bir bağnazlık, yani bunu ben açıklayamıyorum. Çok da zeki, çok sevdiğim bir sürü insan tanıyorum o guruptan tartışamıyorlar yani. Benim, insan beyni ve Kurdlerle ilgili cevaplayamadığım sorular içinde Kurdlerle ilgili bölümde bu var. Bu bir hastalık. Bunun tek tedavisi siyasi ekiplerin tavırlarını, seçimlerini sürekli sorgulamak, bu biçimde bir kolektif akıl oluşturmaktır. Olan oldu bundan sonrası için önümüze bakacağız.

– Ağır darbe aldığımız açık umarım uzun vadede olsa toparlanabiliriz.

– Yok, bence akıllı olursak kısa vadede de toparlanırız. Mesela şu anda dijital yaşam ve elektronik sistemler hiç farkında olmasak bile hayatımızın her alanına sirayet etmiş. Bu elektronik sistemlerde bir çöküş olduğunu düşün. Kaldı ki olabilir. Bu çok önemli bir korku olarak AB projelerine yansımış. Bunla ilgili güvenlik üretmemizi istiyorlar akademiye ‘’ biz ani bir kriz olduğunda ne yaparız?’’diye soruyorlar. Düşün bir an tüm elektronik sistemler çöktü ne yaparsın? Panik içinde kalırsın. Aynı panik doğal yaşamın sınırında olan toplumlarda olmaz. Bu sınırda yaşayan insanlar kendilerini hızla reorganize etme yeteneğine sahiptir. Kurdlerin böyle bir yeteneği vardı bugüne kadar. Ama son zamanlarda kendilerinin de çoluk çocuk, maaile bu trendin içinde olduğunu görüyorum. Böyle bir eğilim var Kurdistan’da da son zamanlarda. Teknolojinin en son noktasına bizden hızlı ulaşıyorlar. Bu beraberinde bir teknolojik bağımlılık da getiriyor.

Bu konuda önerim şu bilgi toplamak için elzem teknolojileri dışında bireysel yaşamınızda kendinizi fazla teknolojik aletlere bağımlı hale getirmeyin. Evet, teknolojinin yasamı kolaylaştıran yanları çekici ve bunlar çoğu zaman kaçınılmaz ama yaşamın bir de teknolojisiz sürdürülebilen yanları da var. Yaşamını baz düzeyde tutanlar, gerekli- gereksiz her işi teknoloji ile yapmaya bağlanmışlardan ani bir kriz yaşandığında reorganize olmak için çok daha avantajlı olur. Aslında teknoloji kullanılsa bile alternatiflerinden kopmadan teknolojik bir kriz anına her an hazırlıklı olmak gereklidir. Aslında hayatin her alanında hazırlıklı olmak önemlidir. Nelerin nasıl gelişeceği hiç belli olmaz. Bu konuda örneğimiz de Rojava’dır. Rojava’nın öncesine geç, Suriye’de kavga çıkmadan önce orada öyle bir imkânın aniden oluşacağı hiç kimsenin beklentisi olamazdı. Ne siyasi analizcilerin ne Türklerin ne Kurdlerin. Ne oldu? Ani bir virajda kriz çıktı ve Rojava Kurdleri PKK’nin manasız savaşı için onları dağlara götürüp harcayacağı bir depo olarak kullandığı Rojava bu krize bambaşka bir nedenle de olsa hazırlıklı durumdaydı artık manasız bir savaş için kuzeyde ölmeleri gerekmiyor. Kendi hayatları için mücadele edebilecek durumdaydılar. Bu planlanmamış bir şey olmasına rağmen hazırlıklı olmak ne kadar büyük avantaj getirdi bugün görüyoruz.

Hazırlıklı olmak önemlidir. Kurdler her turlu muhtemel duruma hazırlıklı olursa hangi virajda kimin neyin başına nelerin geleceği belli olmadığından, öngörü yapacak imkân ve donanıma sahip değilseniz bile değişikliklere karşı hazır olursunuz.

Son mesajımız da bu olsun!  

– Bunca yoğunluğunun arasında bize bu kadar cömertçe zaman ayırdığınız için minnettarım.

– Ne demek, ben teşekkür ederim Kejêcim. Röportaj boyunca dikkat ettim çok fazla sigara içiyorsun. Bu kadar kişisel özgürlüğün olan bir alana girmek istemezdim ama sen de bizim doğal kaynaklarımızdan birisin. Sigarayı az içip hatta mümkünse bırakıp hem çevreyi hem de Kurdlerin doğal kaynağını korumak mümkün mü?

Nasıl bir Kurd centilmeniyseniz artık, ömrümde aldığım en güzel iltifat. Çok teşekkür ederim.

 

Kejê Bêmal

kejebemal@hotmail.com

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *