Ortadoğu’da ABD ile İran arasında devam eden mücadelede dengeler İran lehine dönerken Tahran’ın art arda yaptığı hamlelerle ve agresif politikalarla hem çok ilginç bir manipülasyon başarısına imza atıyor hem de sahadaki varlığını tahkim ediyor.
O nedenle İran’ın “manipülasyon” silahına göz atmakta yarar var.
İran, “mazlumiyet” edebiyatı yapıp “zalimlerle” iş tutmuştur
Şah’ı deviren Humeyni, devrimden hemen sonra bir yandan Saddam’ı savaşa zorlayarak diğer yandan ise ABD Tahran Büyükelçiliğini işgal ederek rehine krizini çıkarmış ve ABD-Saddam’ı bir cephede göstererek 20’nci yüzyılın en büyük manipülasyonuna imza atmıştır.
Humeyni, bu hamlesiyle “direniş cephesi” olarak bilinen ABD-İsrail karşıtı grupların desteğini arkasına almış, “İslami direniş” adı altında İslamcıları yanına çekmiş ve Saddam’a karşı savaşacak “savaşçı” bulmakta hiç zorlanmamıştır.
Oysa diğer yandan İrangate olayı ile İsrail üzerinden ABD silahlarını almayı da başarmıştır.
ABD karşıtı görünen Humeyni, ABD silahlı ile Irak’a karşı savaşmıştır.
“Şeytan-ı Ekber/Büyük Şeytan” olarak tabir ettiği ABD silahları ile kendisine karşı “Kadisiye” savaşını başlatan Saddam’a “Mukaddes Savunma” savaşı vermiştir.
Bu her açıdan muazzam bir olaydır ve gerçekten de Humeyni’nin başarısıdır.
Bu anlattıklarımın iftira, uydurma ya da ispatlanamayacak bir iddia olduğunu düşünenler olabilir. Değil.
Tüm bunları o tarihte devrimin ikinci ismi olan Montazeri bizzat anlatıyor. Biraz tarama yaparsanız bu bilgilere rahatlıkla ulaşabilirsiniz.
Humeyni/Şii/İran/Tahran’ın bu manipülasyon başarısı ve komplolardaki başarısı 45 yıldır hız kesmeden devam ediyor ve bir yandan kendileri için ölüm sloganları attıkları “ABD-İngiliz-İsrail” devletleri için en büyük pazarlıkları yapıp en büyük anlaşmalara imza atarken, diğer yandan bunlara karşı duran en büyük cephe olarak arz-ı endam edip Suriye, Lübnan, Filistin, Yemen ve Irak’ta binlerce milis gücü etrafında toplayabiliyor.
İran artık Ortadoğu’da bir manipülasyon ustasıdır.
Şah’ın devrilmesi de bir ABD-İngiliz oyunudur aslında fakat birçok kişi bunu “İslam’ın zaferi” falan şeklinde itikadi bir mesele görür.
İran-Irak savaşında Saddam’a değil aksine Humeyni’ye silah veren ABD, hala daha Saddam’ı İran’a karşı kışkırtan taraf olarak görülür.
Oysa kimse Humeyni’nin emperyal emellerini görmek istemez.
Çünkü Humeyni’nin “İsrail’e herkes bir kova su dökse boğulur” tarzı aforizmalarını ayet bellerler.
Humeyni’nin bu sözleri söylerken İsrail’den silah aldığını kabul etmeye asla yanaşmazlar.
İran-Irak savaşında Saddam’a “yaramaz çocuk” Humeyni’ye ise “Mehdi” ya da “mazlumların koruyucusu” rollerini uygun görürler. Çünkü bu herkesin işine gelir.
İran karşıtlarını “mutlak kötü” gören Türk basını ve İslamcılarının hali içler acısı
İran, manipülasyonda çok mahir bir ülke. Kimi nasıl manipüle edeceğini çok iyi biliyor.
Mesela kendisine düşman Türkiyeli islamcıları bile Erbil’e düzenlediği saldırının “Mossad üssüne yapıldığına” inandırdı.
Türkiye’nin ana akım medyası ve sözüm ona gazetecileri ilk dakikadan itibaren Erbil saldırısını “Mossad üssüne saldırı” başlığıyla verdi.
Burada İran’ın nasıl bir oyun kurduğunu ve esasında kutsadıkları Türkiye milli çıkarlarına taban tabana zıt bir hamle yaptığını bile anlamaktan aciz bir kof şovenist Kürt-Kürdistan düşmanı bir kitle söz konusu.
İran, ayrıca Kürtler arasındaki Hizbullah’ın legal yapılanması Hüda-Par’ı bile bu anlamda manipüle etmeyi başardı.
Hüda-Par Erbil saldırısını kınayamadı. Sivil bir iş adamı ve 1 yaşına basmamış kızı ile 2 misafirinin öldüğü saldırıyı kınamaktan imtina etti Hüda-Par.
Fakat aynı harekete bağlı İLKHA adlı haber ajansı Erbil’e hergün güze atan, halkın güvenliğini ve huzurunu tehdit eden, Kürdistan’ın istikrarını baltayalan Haşdi Şabi milislerini ise “şehit” ilan etmekten çekinmedi.
Böyle garip bir denklem söz konusu. Buna toplu olarak İran’ın manipülasyon başarısı diyoruz.
İran Devrim Muhafızları Ordusu, Erbil’deki saldırıyı “biz yaptık” dedi ve orada “Mossad Üssü” vardı diye açıklama yaptı.
Sözde sabah-akşam İran’ın Suriye ve Irak’taki politikalarını eleştiren Türk basını da olayı “Erbil’deki Mossad Üssü vuruldu” başlıklarıyla sundu.
İran’ın Haşdi Şabi güçlerini tehdit gören ve bunu eleştirenler “İran Erbil’de Mossad Karargahı Vurdu” manşetlerini tercih etti.
Bu tam bir akıl tutulması halidir. Türk basınının düştüğü içler acısı hali de göstermesi bakımından ibretliktir.
Saddam’ın vurulmasını Kürtlerin (KDP-KYB) sağladığına ya da teşvik ettiğine inanır geniş kitleler.
Çünkü İran’ı tanrılaştırırlar. Saddam mutlak “kötü” ise İran mutlak “iyidir”…
“İran, Saddam’a karşıdır fakat ABD’nin de Ortadoğu’ya yerleşmesine karşı en büyük güçtür” masallarına inanmayı tercih ederler.
ABD’yi Afganistan’a, Irak’a ve hatta Suriye’ye davet edenin İran olduğunu asla kabul etmeye yanaşmayanlar, İran’ın Erbil’de işinde gücünde sivil insanların evlerine atılan balistik füzelerin hedefinin gerçekten de “Mossad merkezleri” olduğuna inanır.
İran bölgede mutlak hegemonya peşinde
İran, Irak’ta kendisine biat etmeyen tek siyasi ve askeri güç olan KDP’yi dize getirmek için İsrail-Hamas-Gazze savaşını fırsat bilerek tüm gücüyle saldırıyor.
ABD’nin Irak’taki varlığı bir açıdan İran’ı frenleyen bir etken ancak diğer yandan da KDP’ye saldırı için argüman üretme kolaylığı sağlıyor.
İran bunu sonuna kadar kullanıyor ve gerekli riskleri de alıyor diyebiliriz.
İran, bölgenin hakimi olduğununun mesajını etraf ülkelere bir şekilde vermek istiyor.
Eş zamanlı olarak Suriye, Irak ve Pakistan’da doğrudan İran topraklarından füze atarak bunu gösterdi.
Yemen’de, Lübnan’da ve Suriye’de yürüttüğü vekâlet savaşları ile bunu yıllardır farkettirmeye ve kabul ettirmeye çalışıyor.
Gelinen aşamada bunu göstermek için daha agresif hareketler yapıyor. Bu agresifliğini de İsrail-Gazze savaşıyla kamufle edebiliyor.
Bu noktada aslında Rusya ile İran’ın başarısından da söz etmek mümkün.
Rusya da Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısı sayesinde dikkatleri Ukrayna işgalinden Filistin’e çevirmeyi başardı ve Ukrayna dünyanın gündeminden düştü.
ABD’nin Ürdün’deki askeri üssüne de İran’a bağlı silahlı gruplar saldırdı.
Irak’ta Haşdi Şabi yapılanmasının ABD’ye saldırıları üstlenmesi için kullandığı “Irak İslam Direnişi” birkaç kullanımlık bir isim.
Aradan zaman geçince ismini değiştirip “Irak Şehitler Hareketi” koyarlar.
İran için bu örgüt isimleri dijital ortamlarda yaygın olan tek kullanımlık şifre gibidir. Bütün bunlar bir manipülasyon aracıdır. Tıpkı hedefi de tek kullanımlık ithamlarla servis ettiği gibi.
Yerine göre saldırıları doğrudan kendisi Devrim Muhafızları Ordusu adıyla düzenler ve hedefi “Mossad üssü”, “İsrail yuvası”, “IŞİD karargahı”, “Ceyşul Zulm” (Ceyşul Adl örgütünün ismini bu şekilde yazıyor İran rejimi) ya da “Munafikin hücresi” (Halkın Mücahitleri Örgütü de bu şekilde isimlendiriliyor İran rejimi tarafından) olarak sunar.
Yeri de gelir ABD’nin üslerine, Irak Kürdistan Bölgesi’nin havalimanları, peşmerge binaları, doğal gaz sahaları vs. gibi kritik yerlerine saldırılar düzenler ve bunu “Irak İslam Direnişi” adını verdiği paravan bir örgüte mal eder.
Türkiye’nin Irak’taki üslerine saldırıları da yine bu veya buna bağlı örgütler üstlenir.
İsrail’e mesela Lübnan Hizbullahı üzerinden füze, drone vs. attırır ama bunu Irak Hizbullahına üstlenmesi talimati verilir.
Neden? Çünkü maliyetinin daha düşük olduğu ya da bedelin daha hafif olduğu varsayılır.
ABD’nin Ürdün’deki üssüne saldırıyı da yine İran’ın devlet organizasyon gücü ve askeri kapasitesi olmazsa Irak Hizbullahı gibi bir örgüt yapamaz.
Bunu ABD de çok iyi biliyor İsrail de Rusya da. Bölgesel güç iddiasındaki Türkiye, Suudi ve Mısır da bilir.
Fakat herkes bir şekilde yarar sağlıyorsa tüm bu senaryolar “makbul” görülür.
İran’ın Irak’ta tam hegemonya kurması normalde ABD’nin kabul etmemesi gereken bir şeydir fakat Tahran rejimi ABD’yi razı edecek ulufeler verdiği için Washington yönetimi buna tav oluyor.
Bu anlamda ABD’nin dürüstlüğü, samimiyeti ya da ciddiyetinden bahsetmek mümkün değildir.
(ABD’yi eleştirdiğimizde bizi ABD’cilikle suçlayanlar “ABD’nin kucağına oturmasaydınız” klasik iftirasını savurmaktan hiç haya etmiyor.
Kendileri 100 yıldır ABD-İngiliz kucağında oturuyor ve Kürtler 100 yıldır İngiliz-ABD’ye karşı ya doğrudan ya da kurdukları kukla yönetimlere karşı savaşıyor.
ABD karşıtı olduklarını iddia edenler ABD’ye karşı nerede savaştıklarını söyleyebilir mi?
Nerede mücadele ettiler ABD’ye ve İngilizlere karşı?
Peki ya Kürtler?
Kürtler Irak’ta Şeyh Mahmud Berzenci liderliğinde İngilizlere karşı amansız bir savaş verdi, Türkiye’de İngilizlerin kurduğu rejime karşı Şeyh Said mücadele etti, İran’da Kadı Muhammed İngiliz-ABD kuklası Şah rejimine karşı savaştı.
Barzaniler 1930’lardan 1958’e kadar İngilizlere karşı savaştı. 1975’te Kürtleri büyük felaketle karşı karşıya bırakan Cezayir Anlaşmasını ABD imzalattı.
ABD karşıtlığını imanın şartı haline getirenler, nerede İngiliz-ABD’lilerle birlikte değildiniz?)
Serbest Ferhan Sindi