İbrahim GÜÇLÜ
1 Kasım seçimlerine bir aydan daha kısa bir zaman kaldı. Bütün siyasi partiler, seçim beyannamelerini ve milletvekili adaylarını açıkladılar. Kamuoyunda yazılı ve görsel basında, bu beyannameler üzerinden değerlendirmeleri devam ediyor ve seçime kadar da devam edecek.
Şu bilinmeli ki, Türkiye’de partilerin beyannamelerinden yola çıkarak onları tümden değerlendirme şansı bulmak yanıltıcıdır. Ne yazık ki Türkiye’de partilerin söyledikleriyle yaptıkları arasındaki fark, çok büyüktür. Her zaman da yanıltıcıdır. Bunun bir bedeli ve karşılığı da maalesef hâkim, anti-demokratik, insan hak ve özgürlüklerinden uzak statükocu siyaset anlayışından dolayı yoktur.
Bu nedenle, doğrusu partilerin söylediklerini ve seçim beyannamelerini çok önemsemiyorum. Buna rağmen, onlara bakmak da gerekli olmaktadır. HDP için bu söylediğim realite de haydi-haydi geçerlidir. Çünkü HDP bağımsız ve otonom bir parti değildir. PKK vesayeti ile kurulmuş, bu vesayetin halen etkin ve egemen olduğu bir partidir.
HDP bu gerçeğinden dolayı, fazlasıyla takiye yapmaya ihtiyaç duyan bir partidir. Ama yaptığı takiyeler üzerinden değerlendirme yapmak da itirazları içerir. Bunu bilerek yine HDP’nin seçim beyannamesi üzerinden değerlendirme yapacağım.
“Neden öncelikle HDP’nin seçim beyannamesini değerlendiriyorsun da, diğer partilerin seçim beyannameleri değil?” diye haklı olarak sorulabilir. HDP, Kürtlerin oylarını çoğunlukla alan ve bütün hesapları Kürtler üzerinde olan bir partidir. Bu nedenle onun beyannamesini değerlendirmek bir Kürt olarak benim için önem kazanmaktadır.
*****
Beyannamede en eksik temel birkaç ve atlanılmaz konu var. Bu konular, stratejik ve Kürtlerin geleceğini tayin edici nitelikdeki konulardır.Onlar üzerinde durmak istiyorum.
Birinci temel konu…
HDP, beyannamesinde, Türkiye partisi olarak, Filistin, Kıbrıs Türkleri, Ermeniler iç.in açık taleplerde bulunuyor. Filistin’in devlet olmasını istiyor. Kıbrıs Türklerinin, Rumlarla eşit bir statüde ortak bir devlet de, federal ya da konfederal bir devlet sistemi içinde yaşamasını talep ediyor. Ermenilere yönelik tarihi haksızlığın son bulmasını istiyor.
Bu taleplerde bulunması olağandır. Karşı çıkılmaması gereken talepler. Bilinen bir şey var ki, Filistinliler devlet için mücadele ediyorlar. Bu mücadeleleri sonucunda yarı-devlet statüsüne kavuşmuş durumdalar. Bütün dünya devletleri de onları devlet olmasını destekliyor. Ayrıca Filistin halkı, 22 Arap Devleti’nin varlığından dolayı da oldukça şanslı bir halk. O devletlerin yakın desteğini alıyorlar. Kürdistan örgütleri ve Kürtlerin hepsi, her zaman da Filistinlilerin devlet olmasını savundular ve desteklediler. Ne yazık ki, Filistinliler Kürtlerin devlet olmasını hiçbir zaman savunmadılar ve istemediler. Hatta şiddetle ve açıkça Kürt Devletine karşı çıktılar. Buna rağmen, Filistinlerin devlet olmaları haklarıdır ve desteklenmelidirler.
Ama ne yazık ki, HDP, Kürtler parçalanmış bir millet olmasına, ülkeleri dört sömürgeci devlet tarafından sömürge altı bir statüde tutulmasına, devletten mahrum olmasına rağmen, Kürtlerin devlet olma geleceği ve kendi kendilerini yönetmeyle ilgili hiçbir talep sahibi değil.
HDP, Türkiye’de, Kürtlerin devlet olmasını istemiyor ve federal bir devletten de yana değil. O zaman en azından Batı ve Güney Batı Kürdistan’la ilgili olarak, Filistinliler için talep ettiğini talep etmesi gerekmez mi? Üstelik Kürdistan’ın Güney Parçasında devletleşme için yoğun çalışmalar var.
Bu pencereden bakılırsa, Kürtlerin HDP’e oy vermeleri ne anlama geliyor? Yani Kürtlerin oylarının bir kıymeti yok. HDP, Kürtler için bir şey de talep etmezse yine de oyları HDP’ye gider diye düşünülüyor.
Böyle bir yaklaşım kadar, dramatik ve irrasyonel bir yaklaşım olabilir mi? Oy verenlerin hesap sorması gerekmez mi? “Filistin’e layık gördüğünü bize de layık görmen gerekir” demesi gerekmez mi?
İkinci temel konu…
Bilindiği gibi, Kürdistan’ın birçok il ve ilçesinde belediyeler HDP’e başkanlığa ve yönetime sahip. Bu, demokrasi penceresinden bakılırsa HDP’nin birçok il ve ilçede yerel iktidar olduğu anlamına gelir. Bu yerel iktidar da, göreceli de olsa, gerçek anlamıyla olmazsa da halkın kendisine verdiği oylarla, demokratik ve siyasi yoldan elde edilmiş bir iktidardır.
PKK, son zamanlarda HDP’nin yerel yönetim olduğu alanların birçoğunda da, silahla ve darbe yoluyla ne olduğu belirsiz “özerklik” ilan etmektedir. Bu silahlı darbe ile oluşturulmaya çalışılan yönetim ve iktidar, HDP’ye alternatif bir yönetim ve iktidardır. HDP’nin kendisinse oy verenlerin hatırı ve kıymeti için de olsa bu silahlı darbe yönetim ve iktidar alternatiflerine karşı çıkması gerekir.
Oysa HDP’nin beyannamesinde, PKK’nın son günlerde şehirlerde yaptıklarına dair bir açıklama ve politika tespiti yok. PKK’nın silahla oluşturmaya çalıştığı yönetime karşı durmuyor.
Bu HDP’nin de bu durumdan ya memnun olduğunu ya da üzerindeki PKK vesayetten korktuğundan karşı çıkmadığı anlamına geliyor.
HDP, gönüllü bir karşı çıkmıyorsa, o zaman HDP’nin alternatif olarak sunduğu demokratik ve siyasi mücadele yolu takiye edilen bir yol. Asıl yol, silahlı yoldur.
HDP böyle düşünüyorsa bunu açıkça halka ve kamuoyuna deklere etmelidir. Deklere etmemesi halkı aldatmak, kamuoyunu aldatmak anlamına gelir. Bu aşamada kamuoyunun yapısı gereği bunun bedeli ağır olmazsa da, gelecekteki değişiklik döneminde bedeli ağır olacaktır.
Üçüncü temel konu…
HDP kendisini Kürt Partisi olarak tanımlamıyor. Kürtlerin çoğunluklu oy verdiği parti. Hatta bazen de Kürtler içinde “Kürt Partisi” olduğunu söyleyerek takiye yapıyor. Şöyle ya da böyle HDP’nin Kürtlerle bir bağının olduğu tartışmasız.
HDP, diğer sistem partilerinden farklı bir parti olduğunu söylüyor. Yeni bir anayasa istediğini ileri sürüyor. Bilindiği gibi, Türkiye koşullarında “yeni anayasa” demek, “yeni devlet” demektir.
HDP’nin bu “yeni devletten” hangi devleti kastettiğini tanımlaması gerekir.
Mevcut devlet, Türk ulus devletidir ve hatta “devlet-ulus” devletidir. Yani Kürtlerin devleti değildir.
Yeni anayasa isteyen bir parti, bu devlete karşı olması, mevcut devletin radikal bir şekilde değişmesini istemesi gerekir.
Mevcut devletin nasıl Kürtlerin ve Türklerin devleti olacağını açık önermeleriyle belirtmesi gerekir.
Devletin değişmesini isterken, “nasıl bir meclis?”, “nasıl bir ordu?”, “nasıl bir yönetim?”, “nasıl bir bürokrasi*?” konularından da değişimci ve reformcu önermelerinin olması gerekir.
Oysa HDP’nin beyannamesinde bunların kırıntısı bile yok. “Demokratik Özerklik” bu söylediğim temel konulara açıklık getirecek durum da değildir.
Dördüncü temel konu…
Devletin karakteriyle, yönetimin ve rejimin karakteri arasından bir bağ vardır. Mevcut ulus devletin devamından yana olursan, devletin olduğu gibi kalmasını istersen, o zaman demokratikleşme konusundaki önermelerin bugüne kadar demokratikleşme adı altında sürdürülen standartların üstüne çıkmaz.
HDP, bu nedenle yarı-otoriter demokrasiden öteye bir önerme içinde değil.
Ama HDP’e vesayet eden, HDP’yi güden PKK’nin de demokrasi ile bir alakası yok. KCK Sözleşmesi, otoreiter ve totaliter bir sistem ve rejim önermesi içinde. Tek parti, tek ideoloji, tek lider diktatörlüğünü savunmakta.
HDP’nin PKK’nın bu paradigmasını aşması olanaklı değildir. Aşması halinde başına büyük işlerin geleceğini biliyor.
HDP, iddia ettiği gibi sistemin diğer partilerinden farklı bir demokrasi anlayışına da sahip değildir. Bu nedenle, demokratikleşme projesi adı altında sundukları, sistem partilerinden daha ileri değildir.
Birçok alanda da onlardan geridir.
Beşinci temel konu…
HDP Beyannamesinde, Kürtlerin kolektif ulusal haklarıyla ilgili de bir önerme yok. Bir açılım yok. Bir tanımlama yok. Kürtlerin kendisine verdiği oyları takmaz bir havada. “Kürtler nasıl olsa bana oy vermek zorundadırlar” anlayışını sergiliyor.
HDP, Kürtçenin eğitim ve öğretim dili olmasını bile savunmamaktadır.
“Çok dilli eğitim”i önerirken, Kürtçe ile eğitim ve öğretimi diğer etnik grupların dillerindeki eğitim ve öğretimden de farklı bir önermede bulunmuş olmuyor.
Kürtlerin diğer ulusal haklarıyla ilgili de hiçbir önermesi yok.
Kürt okulları, Kürt üniversiteleri, Kürt Enstitüleri, Kürt televizyonları, Kürt kültür kurumları, Araştırma merkezleriyle ilgili de bir önermesi yok.
Amed, 7 Ekim 2015