Genel Valî
Seyahatimizin birisinde Süleymaniye de Süleyman Palas Otelinin restoran’ında kahve altı yapıyoruz. Başkan ve İstanbullu bir iş adamı İLE AYNI masadayız. Bu İstanbul iş adamı başkana sordu “Nedir Komutan, Komutan dediğiniz? Kimdir, necidir bu komutan” dedi. Başkan “Bir nevi Genel Vali” dedi. İstanbullu İş Adamı: “ –Nasıl Genel Vali? Peki hangi sömürgenin Genel Valisi? Kararnamesini kim imzaladı” soruları sormaya başlayınca Cengiz Bozbeyoğlu “Ya… sende öyle anla, onun gibi bir şey” dedi.
Mîran Fırması ve Ahmed Mîran
Ahmet Mîran isminde Babanzade ve büyük bir iş adamı Süleymaniye de 35 kişilik kafilemize kendi Otelinde bir öğlen yemeğini ikram etti. U şeklinde 40 kişiye değil 140 kişinin yerleşebileceği bir masa da 7 geniş sini (bizim yörede Kürtçe olarak bergêş denir) renkli Pirinç pilavı, (mor, kırmızı, sarı, mavi, beyaz, renkte pirinç) sinilerin üzerinde çeşitli kırmızı, beyaz et ızgaraları ve balıklarla doluydular. Ayrıca etli tırşık (güveç) ve tatlılar, meşrubatlar. Evliya Çelebinin Bitlis’te anlattığı Abdel Han sofrasının küçük bir benzeriydi bu sofra. Bizim Ankaralı yaşlı başlı esnaf arkadaşlar, tabakları ellerinde, o siniden diğer siniye, dolaşa dolaşa öyle yediler, öyle yediler ki geçmişteki bütün kriz ve kıtlıkları unutmuş oldular. Bir ara arkadaşlardan biri: “- Peki bu adam bize böyle bir sofra ikram etti, o Ankara’ya gelirse biz kendisini nasıl karşılayacağız?” diye bir soru sordu. Arkadaşlar dediler ki: ”- Onu Lokantaya götüreceğiz, garsonu çağıracağız kendisi ne isterse siparişini versin” dedi.
Gerçekten aylar sonra Ankara da, günlerden bir gün Başkan Cengiz Bey bana telefon açtı “- Şakir Abey Ahmed Mîran Ankara Hilton da onu yemeğe götüreceğiz, durma gel dedi. Hilton Oteline gittim baktım bizim cemaat tam takır orda. Ahmet Bey aşağı indi, hep beraber Çetin Emeçte Kocaman bir lokantaya girdik. Garson geldi önümde durdu, yemeklerden ve ızgaralardan ne var dediğimde, sadece İskender yemeğimiz var dedi. Ben de Ahmet bey’e Kürtçe durumu anlattım; Ahmet bey “ben yağlı yemek yiyemem, bana bir yeşil salata yapsın” dedi. O yeşil salatayı yerken, bizimkiler İskender yemeğine iştahla saldırdılar ve dikkat ettim ne üzüldüler ne de merak ettiler. Ben sıkıldım Yemek yemedim. Ahmed Mîrandan üzür diledim. “Mam Şakir sorun değil alışığız böyle şeyler e” dedi.
Ahmed Mîran Süleymaniye de bizleri ev yemeğine davet etti
Davet ederken “İran Senendeşten de birkaç kışıyı yemeğe çağırırsam uygun düşer mi” dedi. Başkana sordum, Başkan “zararı yok” dedi. Ahmed Bege “Buyursunler, sorun yok” dedim. Bizi ev yemeğine aldı. Sanırım hepimiz 10 kişi civarındaydık. Başkan:”- Şakir Abê, bu arkadaşlara sor bakayım, bizleri görmekten memnunlar mı” dedi. Yanımda oturan Senendaşlı tüccara sordum, bana: “kendinize sorun, siz memnunsanız, bizde memnunuz” dedi. Cengiz beye ayni şekilde aktardım. O sırada 500 sergilik bir açık hava fuarı Süleymaniye de, bu Senandaşlılar tarafından sergilenmiş ve adeta: Ey Türkiye ye, bakınız bizde varız” demek istemişlerdi.
Dost Ne demek
İşin başında söylemiştim Güney de iki Hükümet vardı. Mesut Barzani ve Celal Talabani Hükümetleri veya Parti ve Yekiti Hükümetleriydi bu hükümetler. Bu hükümetlerin her ikisinin de partilerine bağlı 15 kadar şirketleri vardı. İthalat, ihracat, sanayi ve ticaret işleri kendi şirketleri üzerinden yaptırıyorlardı. Mam Celal’ın Şirketlerinin başında Şêx Daro bulunuyordu. Şêx Daro bir sefer Ankara’ya gelmişti, Behruz Glalalla henüz Türkçe öğrenmemiş olduğundan tercümanlık benim boynumda kaldı. Şêx Daro ve ASİAD aralarında bir ön protokol imzaladılar, iki taraf DOST adı altında ortak bir şirket kuracak ve İnşaat, Ticaret ve diğer dallarda bu ortak şirketin üzerinden gerçekleştirip büyük azançlar elde edeceklerdi.
Daha sonra bu konu ile ilgili hep beraber Süleymaniye ye gittik. Şêx Daro Cengiz Başkanı aldı Ofisine götürdü, bir saat sonra otele döndüler ve bizleri de alıp Süleymaniye’nin arkasında Ezmer tepesini aşarak turistik bir tesiste bizlere içkili bir yemek ikram ettiler. Sofra da ”Dost Şirketi “ kurulmuş gibi bir hava esiyordu. Şêx Daro ile yan yana oturuyoruz, Şêx Daro viski ben portakal suyu içiyordum. Diğer arkadaşlar da – bir Konyalı Kürt hariç – belleş içkileri afiyetle yudumluyorlardı. Bir ara Şeyh Daro’ya “ji bo xatırê dostaniye navxwe” diyerek kadehimi onun kadehine vurdum. Süleymaniye de benim KDP’li olduğum biliniyordu. Ben “Kürtler arasındaki dostluk için kadeh kaldırmıştım” Ankaralı arkadaşlar bunu ortak şirket için yaptığımı anladılar ve bardaklar havada çınlanmaya başlandı “dosta dosta” demeye başladılar. Bu arada başkan “- Şakir Abey Dost kelimesinin Kürtçe karşılığı nedir” sorusuna “- Sevgili başkan Dost da Düşman da Kürtçedir” dedim. Başkan tepki gösterdi, nasil olur dedi. İnglizce bilen mühendis arkadaşlar karşı çıktılar. Ben de “- Durun kızmayın, bakın DOST, bir hecede 4 harf, Türk dil kurumu bir hece de dört harfi Türkçe olarak kabul etmiyor. Demek ki DOST Türkçe değildir. Türkçe olmadığına göre Kürtçe olsun, bunda bir zararınız var mı? Düşmana gelince; düşman Kürtçede dijmin dir. “dij + min” den meydana geliyor. Dij Kürtçede aleyhtardır. Min kelimesi de ekidir. Yani benim aleyhtarım”. Ben sözümü bitirince Şeyh Daro özel tercümanı olan Nehro ya “Cengize söyle Şakir doğru söyliyor” dedi. Nehro yüksek sesle: “Cengiz Beg, Şeyh Daro diyor ki: Mam şakir doğru söylüyor” Cengiz Bey kızarak bana döndü ve ”peki mademki bu kadar biliyorsun bunlarla neden anlaşamıyorsun” der demez ben de “ bunlar Kürtçe konuşmuyorlar ki” dedim. “Nasıl yani? “ – Cengiz bey! Babaniler Saray dilini konuşuyorlar. Nasıl ki Osmanlıların bir Saray dili vardı ve Türkler o dilden bir şey anlamıyordu, bizde Babani Hanedanının Saray dilinden az anlıyoruz.” Dedim. Tabî Şeyh Daro tercümanı vasıtasıyla beni hem doğruladı ve hem de Cegiz beye ormanlarla kaplı uzaktaki yemyeşil bir vadiyi göstererek “biz şaristaniyiz, şu gördüğün vadinin ismi şarbazar’dir. Bizim dağlarımızdan, ovalarımızdan medeniyet fışkırıyor” dedi.
“Dost ortaklığını” merak etmeyin, Süleymaniye ile hiçbir şey gerçekleşmedi ve gerçekleşemez de. Tek gerçekleşen şey, Cengiz Bey uzun bir müddet Süleymaniye Hapishanesinde misafir edildi. Onlar sadece Saray dilini konuşmuyorlar, saray entrikalarını da uyguluyorlar. Ve 40 tane bezirgânı çeşmeye susuz götürüp susuz getirmesini, çok iyi biliyorlar. Bitlislilermiş, Siirtlilermiş, Kayserili veya Darendelilermiş, Babanilerin ellerine su dökemezler.
NEWZAD RECEP BOTANİ
ERBİL hükümetinin Maliye Bakanlığı Planlama Genel Müdürü Newzad Recep Botanî, Turgut Özal’ın kopyasıydı. Akıllı, dürüst, fedakar, çalışkan, ticaretten anlayan, ekonomist ve planlamacıydı. Geniş bir vizyona sahip bu şahsiyet bizlere hizmet sunuyordu. Yatağımız ve günde 3 öğün yemeğimiz Çarçıra Otelinde temin edilirdi.. Newzad Recep Botanı, Öğlen ve akşamları gelir bize yapılan hizmeti denetlerdi. randavoları tertip ederdi. Bize etraftaki Turistik yerleri gösterirdi. Yapılaşma için çok çaba harcar ve bizimle ilgilenirdi. Bazı arkadaşlar yemek esnasında Newzad Beyden su veya çatal kaşık isterdi. Onlara “- Siz Ankara da Planlama genel Müdürlere ulaşmak için milletvekilleri devreye sokarsınız, ayıp değimli ondan su veya çatal kaşık istiyorsunuz. Bana söyleyin ben garsonlara söylerim” derdim, ama kime söyleyeceksin.
Bir gün Cengiz Bey Newzad beye: “Yarin Süleymaniye ye iki arkadaşla gideceğim”dedi. “neye gidiyorsun” diye sordu Newzad Bey. “ – Talabani haber yollamış, gelsin ona iş verelim demiş” deyince” Newzad Bey gülerek: “- sen de inandın, sana iş verecek he? Bak beni dinle, Mam Celal sana şunu şunu şunu söyleyecek ve boş gittiğin gibi boş döneceksin, vazgeç gitme” dedi. Cengiz bey gitti geldi sordum ne yaptın. “Şakir Abey bu Newzad ne kadar akıllı” diye cevap verdi.
Newzad’a 2004 te ne oldu biliyormusunuz? Newzad, 1 Şubat 2004’te Kurban Bayramı sabahı saat 10 da Diyarbakır İş adamlarından Şevket Akalın’la beraber benim ofisime bayramlaşmaya geldiler, beni alıp Partinin bayramına götürdüler, bayramlaşma sırasında Elkaide tarafından gerçekleştirilen intihar bombasıyla ikisi de şehit oldu ve ben o korkunç olayda yaralı olarak kurtuldum.
Behroz Gılala ve Mam Celal’ın Güvenlik Sorunu
2003 yılının sonbaharındayız. Ankara Sitelerde mobilyacılık yapan Cengiz Bey benimle görüşmek istedi. Güneye bir seyahat üzerine fikrimi sordu, ben de gitmekten vazgeçmesini, orada durumun değiştiğini, artık büyük firmalarla iş yapmaya başladıklarını söyledim. Bana hak verdi. Kendisininde aynı şeyi düşündüğünü söyledi. Tam o sırada YNK Ankara Temsilcisi Behruz Gilalla kendisine telefon etti onu Gazi Osman Paşadaki ofisine çağırdı. Cengiz Bey, “Hadi beraber gidelim “dedi. Arabaya bindik gittik. Biz YNK ofisinin önüne geldiğimizde Behruz Gilala dışarı da, Ofisin kapısında bizi bekliyordu. Ben arabadan inmedim, Cengiz Beye “gidin görüşün, sizi araba da beklerim” dedim. Cengiz bey görüştü geldi. “Şakir Abey Mam Celal Ankara’da imiş. Behruz Glalla benden bir tapanca istedi, silahım yok, senin var mı? Mam Celalın kaldığı evde nöbet tutacaklarmış” dedi. Çok ama çok üzüldüm. Ankara’da binlerce Kürt var, Bir Hükümetin Başkanı olan Mam Celal’ın güvenliği ve kaderi Cengiz beyin bulacağı bir tapanca ya kalmış diye hayretler içinde kaldım.
Son seyahatimiz
ABD 2003 Nisan ayı sonunda Diktatör Saddam’ın işini bitirmiş, bu koca devleti temsil eden bir kurum, Hewler kenarındaki Xanzad Otelinde Karargâhını kurmuştu. Artık bizim komutanların sözleri geçmiyor olacak ki biz Ankara’dan kendi arabalarımızla Erbile ulaştık. Bu gidiş başka bir gidişti. Cengiz Beye göre ihaleleri ABD dağıtıyormuş. ABD’li ilgililere gidip dağıtılan pastadan pay almalıydık. Ben bu son sefere sadece manzarayı görmek için katıldım. ABD`nin ihalelerle ilgilenecek kadar küçük bir devlet olmadıklarını idrak ediyordum. Bu son sefere Cengiz Bey kocaman firmaları da ilave etmişti. Gıcır gıcır Mercedes ve BMV arabalar, İngilizceyi iyi bilen tecrübeli genç ve dinamik mühendisler yer almıştı bu son sefer e.
Xanzad Otelinin ilk giriş kapısında bir saat kadar bekletildik. Arabalarımız didik didik arandı. Pasaportlarımız kontrol edilip yukarıya bildirildi ve en sonunda görüşmemiz gerçekleşti. Uzunca bir masanın tarafında 10 kişilik ekibimiz, karşı tarafta bir General ve yardımcıları ile oturduk. Taleplerimizi dinlediler. Cengiz Bey söylüyor, Mühendis arkadaşlar İngilizceye çeviriyordu. “3 yıldır buralardayız, inşaat işlerinin her alanında başaracak firmalarımız var. Dağıtacağınız ihale işlerinize talibiz” şeklinde istekte bulunuldu. ABD Generali: “- Biz buraya ihale dağıtmaya gelmedik. Çoktan beri burada girişimleriniz olduğuna göre, burada bir Kürdistan hükümetinin varlığından haberiniz vardır. Biz buradaki meşru hükümetin icraatlarına karışmayız. Bütün ihaleler hükümet tarafından yapılmaktadır. Siz burada iş yapmak istiyorsanız yerli firmalarla ortaklıklar kurarak ihalelere girmeye hak kazanmaya bakın. Biz buradaki yönetimin işine karışmayız” dediklerinde herkesin kafası mihenk taşına değdi. Bundan sonrası yeni bir dönem başlıyordu.
TEKRAR BAŞA DÖNERSEK
Şubat 2001 de Hewlêr’ın eski Valisi Franso Heriri bir suikast sonucu öldürüldüğünde birkaç arkadaşla birlikte taziyeye gittik. 1971 yılından sonra Güney Kürdistana ilk gidişimdi bu gidiş. Taziye esnasında Hawraman Otelindeyiz, Bitlisli Mimar Mühendis ve Müteahit arkadaşım Cemal Bayseferoğlu Çarçıra Otelinden bizi ziyarete geldi. ASİAD adındaki (Ankara Sanayii ve İş Adamları Derneği) dernek mensuplarının Süleymaniye ve Erbil Hükümetleri nezdinde iş arayışından söz etti. Müteahhit Cemal Bayseferoğlu benim yakın arkadaşımdı. Onu yolcu ederken” gel seni dernek başkanıyla tanıştırayım” dedi. Böylece Başkan Cengiz Bozbeyoğlu ile tanıştık ve 2001/2003 dönemini bir iş adamı gözü ile hatta iş adamları arayışıyla her iki hükümetin durumlarını çok yakından gördük.
Erbil ve Süleymaniye’deki iş adamları bana en çok sordukları soru: “- We istismar hey e ” (İstismarınız var mi), sorusuydu. Başta “estexfirullah, istismar li ba me nîne” (Başta esteğfirullah sizleri istismar etme niyetinde değiliz, dedim. Adamlar “İstismar olmadan yatırım yapamazsınız ki” deyince, “istismarın” sermaye olduğunu anladım ve daha sonra ona göre sorularını yanıtlamaya çalıştım.
Oradaki insanlar kalkınmanın sanayii ile gerçekleşebileceğini düşünerek bizim orada fabrika kurmamız beklentisi içindeydiler. Sovyetler Süleymaniye de 2 adet çimento fabrikası kurmuştu. Saddam döneminde bu tesisler Süleymaniye bölgesinde faaliyete geçirilmişti. Birisi faaldı ama ufak bir makine parçasının kırılmış olmasından dolayı ranta bil çalışıyordu. ASİAD dernek başkanından rica ettiler o parçayı getirsinler diye. Tabi bir ufak fabrika parçasını kaçak olarak götürmemiz gerekirdi.
Ambargo bütün şiddetiyle vardı. Saddam’ın üzerindeki ambargo Kürdistan da daha şiddetli ve acımasız tatbik ediliyordu. Bağdad la beraber, Kudastan da, ambargo altındaydı. Kürdistan Hükümetlerinin Birleşmiş Milletler de 6 milyar dolarları birikmişti, Birleşmiş Milletler onlarca iş sektörleriyle ile, teknik kurumları ile Aynkava da, Hiristiyan kardeşlerimizi zengin etmek üzere bazı sokakları baştan başa bir sektöre, bir branşa kiralamış, işçisini, teknik ve kalifiye elemanlarını Hristiyan kardeşlerimizden aylıklarını beş on bin dolarlarla ölçülen maaşlarla çalıştırıyorlardı. Ufak tefek okul, küçük içme suyu projeleri, mayın tarama isleri, bir mayını bilmem kaç dolarla çıkararak rantlı işleri yavaş yavaş yapıyormuş gibi yürütüyorlardı. Hastanelere ve acil ihtiyaçlara bakıyor görüntüsünü istemeye istemeye veriliyorlardu. Birleşmiş Milletler Teşkilatı yılda iki kere 10 milyarlık petrol satıp bu paranın %13’ünü Kürtlere veriyordu. Kürdistanı 3 eyalete bölerek, Erbil ve Dohuk eyaletlerine %8, Süleymaniye’ye %5 veriliyordu. Bu da az bir para değildi. Yılda 2.6 milyar dolar 13 yılda ne yapar? 2.6X13= 33.8 milyar. 2001 de bize sık sık söylenen 6 milyar dolarları Birleşmiş Milletler nezdindeydi.
O dönemin şartlarında BM 33.8 Milyar dolar 6 milyara indirilirken de gerçekten “insani yârdim olarak” bu paradan, yanı 27 milyar dolardan bu miktarın ne kadarı o bölgelere yansımıştı, o da ayrı bir konu. KÜRTLER BM’LERE kafa tutacak pozisyonda değildi.
Benim bildiğim kadarıyla Süleymaniye’deki Fabrikaya parça ihtiyacı ancak Saddam`ın düşmesi ve ambargonun kalkmasından sonra gerçekleşti. BM`deki 6 milyar dolardan ABD baskısıyla zor bela 1,5 milyar alındı. Zaten Birleşmiş milletler Saddam`ın düşmesinden sora da baya direnerek Kürdistan’ın ekonomisini kendileri yürütsün diye direndi. Benim orada gördüğüm manzara ile Dünyanın en zalim emperyalist gücü BM’lerdir kanaati hasıl oldu.
Bu 1,5 milyar doları ABD Süleymaniye ve Erbil hükümetlerine teslim etti. 2003 te Erbil`de Yol, kanalizasyon, İçme Suyu, enerji, eğitim, sağlık dallarında ve özellikle yıkılan köylerin inşası ile bina sektöründe çok yoğun bir seferberlik hamlesini başlattı. Ben kendim bir yol yapım işi ve bir ilçenin alt yapısını alıp bitirip teslim ettim. Kalkınmayı ve yatırımı Sayın Neçirvan Barzani Hükümeti tarafından gerçekleştiriliyordu. Wezirê Encumeni Weziran (Bakanlar Kurulu Başkanı) Şevket Şeyh Yezdin, Başbakanın yatırımlar ve kalkınma sorumlusuydu. Nêçîrvan Barzani’nin çok güçlü bir kadrosu iş başındaydı, bende kalan yol işi için Şevket Şeyh Yezdinle görüştüğüm bir esnada bana:” Mam Şakir! O kadar işlerimiz var ki, dünyanın bütün müteahhitleri gelseler hepsine yeter ve artar. Önümüzdeki temmuz ve ağustosta seni çağıracağım, şu işimizi yap diyeceğim, sen yanaşmayacaksın çünkü çok fazla iş almış olacaksın” demişti.
Ben 2003 yılının Aralık sonunda Şehid Şewket Şeyhyezdinle görüşmüştüm, 2004 yılının 1 Şubatında benim de içinde bulunduğum Kurban Bayramı kutlamaları esnasında bir intihar bombası Sad Ebdullah, Şewket Şeyhyezdîn, Sami Abdurrahman, Mehmud Halo, Ekrem Mantiq, Neriman, Mehdi Xweşnav, Planlama genel Müdürü Newzad Recep Botanı ile birlikte o Bayram Kutlama protokolünün sahasında 47 tane teknokrat ve bir daha yerleri dolduramayacak önemli bir kadroyu aldı götürdü. Belki bu makaleyi yazayım diye ben yaralı olarak kurtulmuş oldum. Bir daha Sayın Nêçirvan Barzani’nin kendi kadrosu olmadı. Her seçim den sonra hükûmeti kurmak için KDP Süleymaniyeli Parti liderlerini ikna edinceye kadar 6 ay zaman bedavadan geçiyor ve koalisyon ortakları hizmete değil partizanlıklarına endeksli adamlarını kabineye sokuyorlar.
ASİAD (ANKARA SANAYİ İŞ ADAMLARI DERNEĞİ) tarafından, Sanırım 2001 Güz mevsiminde Göl Başında zengin bir iş adamının malikânesinde Sayın Mam Celal ve YNK nin ileri gelenleri ağırlandı. Cengiz bey 2001 ve 2002 3 kere YNK Hükümetini Ankara da ağırladı.