Emekli Büyükelçi Volkan Vural: İş YPG’nin Ankara için meşru muhataba dönüşmesine gidiyor

T24’ten Cansu Çamlıbel. Emekli Büyükelçi Volkan Vural ile bir röportaj gerçekleştirdi. Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylık işlerini yürütecek ana kurum olarak AB Genel Sekreterliği’ni kuran Volkan Vural,bir döneme damgasını vurmuş bir büyükelçi. Vural’ın kariyer durakları arasında Tahran da var Moskova da, NATO da var BM Daimî Temsilciliği de bulunmakta.

Tansu Çiller döneminde de ‘başbakan başdanışmanı’ olarak atanan Vural ile gerçekleştirilen  röportajdan öne çıkanlar şöyle:

“Öcalan yakalandığında Kürt sorununun demokratik çözümü için fırsat yakalamıştık ama o fırsatı kullanamadık sonra AB uyum sürecince tekrar fırsat yakaladık yine olmadı hep sonunu getiremediğimiz bir konudur Kürt sorunu”

– O yayında verdiğiniz mesajların bana kalırsa en önemli bölümü şu; Öcalan’ın yakalanması ve yargılanmasının Türkiye’nin demokrasi vasfının dünyaya gösterilmesi için büyük bir fırsat olacağını söylemeniz. Neden böyle düşünüyordunuz?

Çünkü Öcalan yakalandığında Türkiye, Kürt sorununun demokratik bir şekilde çözümü açısından da hakikaten büyük bir fırsat yakalamıştı. Sadece terörün bitirilmesi için değil, demokratik çözüm açısından da…İkisi aynı anda yapılabilirdi ama biz bu fırsatı maalesef kullanamadık. Türkiye’de şüphesiz kamuoyunda önyargılar var ama önemi olan siyasetin gerekli adımları atmasıdır. Bunun için de eşit vatandaşlık ve eşit kültürel haklar konusunda somut birtakım kararların alınması gerekiyordu. Biz bu fırsatı sonradan bir de Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde yakaladık. Yine sonunu getiremedik. Hep böyle başlattığımız ama sonunu getiremediğimiz bir konudur Kürt sorunu. Biz Tansu Çiller’e de başbakanken hep aynı şeyi söyledik; sadece askeri tedbirlerle bu sorunu bitirmek mümkün değil. Her devlet terörle mücadele eder, bu zaten devlet olmanın gereği. Ama meseleyi çözümleyebilmek için daha başka adımlar atılması lazım. Ben burada hep İspanya’yı, İngiltere’yi falan örnek gösterirdim Tansu Hanım’a. Bizim ülkemizdeki sorun bu ülkelerdekiyle birebir aynı olmayabilir ama nihayetinde bir siyasi anlayışa varılması gerekiyor.

– Siz Tansu Çiller’e İspanya ve ‘Bask Modeli’ni anlatıyorsunuz biraz genel çerçeve oluşturmak için. Ama Tansu Hanım henüz ‘Bask Modeli’ hakkında pek de bilgisi olmadan çıkıp basına demeç veriyor. Siz saçınızı başınızı yoluyorsunuz ama ne fayda çünkü Türkiye yıllarca ‘Bask Modeli’ tartışıyor!

İspanya aslında adı konmamış bir federasyondur, 17 tane özel bölge var ve her birinin yetkisi farklı. Ben bizdeki konunun İspanya’nın o modeli çerçevesinde değil, Avrupa Konseyi’nin Yerel Yönetimler Şartı çerçevesinde değerlendirilmesini uygun bulurum. Bu da nedir? Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, mali imkanlarının arttırılması ve bazı vergilerin toplanması ya da eğitim konusunda bazı yetkiler verilmesidir. Kürt sorunu, bu çerçevede çözülebileceğimiz konudur.

– Bu bahsettiğiniz Avrupa Konseyi’nin 1985 yılında kabul ettiği Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı. Türkiye 1988’de imzaladı, 1992’de bir bakanlar kurulu kararı ile yürürlüğe koydu. Ancak taraf olurken özerlikle ilgili en kritik maddelerine çekince koydu. Ve bu çekinceleri bugün de hala devam ediyor.

Evet, hala devam ediyor.

– Sizce bu maddelere yönelik çekincenin kaldırılması ‘Terörsüz Türkiye’ diye başlatılan sürecin sonraki aşamalarından biri olabilir mi? Bu yönde bir emare görüyor musunuz?

Şu anda görmüyorum ama olması lazım. Yerel Yönetimler Şartı’na uygun birtakım düzenlemelerin de yapılması lazım. Yerel yönetimlerin mutlaka güçlendirmesi, biraz ademi merkeziyetçiliğe gidilmesi lazım.

“Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi Türkiye’ye zarar vermez aksine ülkemizi güçlendirir”

– Bunu sizin gibi 40 sene boyunca Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyada temsil etmiş birinin söylemesi çok mühim. Yani diyorsunuz ki; Türkiye’de yerel yönetimleri gerçek manada güçlendiren bir yasal düzenleme yapılması ülkemizin uluslararası statüsüne, toprak bütünlüğüne ve egemen devlet olma haklarına halel getirmez. Doğru anlıyorum, değil mi?

Hayır getirmez, doğru anlıyorsun. Benim samimi kanaatim bunun Türkiye Cumhuriyeti’ni daha da güçlendireceğidir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ülke bütünlüğü bakımdan bence bir tehdit değil. Yani tehdit olmayacak biçimde bir düzenleme yapılabilir. Ayrıca ben Türkiye’de gerçekten ayrılıkçı yapıların çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Bazı münferit grup ve kişiler olabilir ama bunların çoğunlukta olmadığını düşünüyorum.

“İyimser yorumum Bahçeli’nin olgunlaşıp daha iyi görmeye başladığı yönünde Kötümser yorumum bu sürecin iktidarda kalma hedefiyle yürütülmesi”

– Bugün içinden geçtiğimiz duruma dönersek, Öcalan üzerinden yürüyen bu son sürecin itici gücü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli oldu. İttifak ortağını cesaretlendiriyor, yeri geldiğinde de bir biçimde itekliyor. Oysa bundan 23 sene önce Türkiye yine bir anayasa değişikliği paketini konuşurken koalisyonun küçük ortağı durumunda olan MHP, işi tıkayan aktör konumundaydı. Bunun en önemi sebebi de o anayasa değişikliği paketinde Öcalan’ın durumunu da etkileyecek olan ‘idam cezasının kaldırılması’ maddesi vardı.

MHP itiraz etti ama paket meclisten geçti. Devlet Bahçeli de seçime götürdü Türkiye’yi.

– Sizce MHP lideri Bahçeli o günkü konumundan bugünkü konumuna nasıl ve niye geldi? Öcalan’ın ‘idam yerine müebbet hapis’ alma ihtimali bile kendisi için konuşulamaz bir konuyken nasıl oldu da Öcalan için ‘terörist başı’ yerine ‘PKK’nın kurucu önderi’ gibi bir ifade kullanabilir oldu?

İyimser yorumum, Sayın Bahçeli’nin olgunlaşıp gerçekleri daha iyi görmeye başladığı yönünde. Biraz daha çekimser yorumum ise şu; AKP iktidarı ile MHP artık ayrılmaz bir bütünlük içine girdi ve bu iktidarın muhafazası için DEM Parti’nin oylarının da alınması zorunluluk, bu yaptığı da bu hedefle yapılan bir şey. Tabii bir de Bahçeli’nin motivasyonlarından bir diğerinin de Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmelere karşı bir ön alma, bir savunma hattı oluşturma çabası olduğunu görüyorum.

“İsrail’in yayılmacı politikası Türkiye açısından ciddi tehlike”

– Siz de Ortadoğu’daki gelişmelere bakınca Devlet Bahçeli gibi Türkiye açısından ciddi bir varoluşsal tehdit görüyor musunuz?

Varoluşsal mıdır bilmiyorum ama ben de Türkiye açısından ciddi bir tehlike görüyorum. İsrail’in Ortadoğu politikası yayılmacı bir hale geldi. Suriye’de artık İsrail’in de çok önemli söz sahibi olduğunu görüyoruz. Ve daha önemlisi, İsrail’in en büyük tehdit olarak gördüğü İran’a karşı da bazı harekatlara girişme ihtimali görüyoruz. Böyle bir ortamda Suriye’de bir bütünlük olması ve Kürt meselesinin Suriye’nin gündeminden bir şekilde çıkması Sayın Bahçeli’nin tercih edebileceği bir şeydir.

“İş YPG’nin Ankara açısından meşru bir muhataba dönüşeceği noktaya doğru gidiyor”

– Siz de bu sözlerinizle Suriye’deki gelişmeler ile PKK’nın kendini fesih kararı arasında doğrudan bağ kurmuş oluyorsunuz. Bu sürecin doğal sonucu şu olacakmış gibi görünüyor; PKK kendini feshettiğinde artık bir terör örgütü kalmamış olacak, dolayısıyla da YPG’nin bir terör örgütüyle bağı da kalmamış olacak. YPG içindeki Türkiye’nin ‘PKK’lı’ diye gördükleri de bir biçimde temizlenince YPG/PYD de Ankara açısından aynı Irak Kürdistan’ındaki KDP ya da KYB gibi meşru bir siyasi partiye mi dönüşecek? Yani işler ileriki bir tarihte PYD’nin Ankara açısından meşru bir muhataba dönüşeceği bir noktaya mı gidiyor sizce?

Bence oraya gidiyor

“Terörden arındırılmış bir YPG Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliği açısından sorun olmaz”

– Peki bunun Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal egemenliği açısından bir sakıncası olur mu sizce?

Bence olmaz.

-Siz bu süreci eleştiren pek çoklarının aksine atılacak adımların içeriği açısından kaygılı değilsiniz ama yine de sürece yönelik kuşkularınız var. Neden?

Motivasyonu konusunda tereddütlerim var.

– Ama hizmet edebileceği sonuçların nihayetinde Türkiye açısından bir tür ‘kâbus senaryosu’ olmayacağını, aksine faydalı olacağını düşünüyorsunuz.

Terörden arındırılmış bir YPG’nin, meşru bir siyasi muhatap olarak Suriye yönetiminin bir parçası olmasının bence Türkiye’yi rahatsız edecek bir şey olmaması lazım. Biz eskiden Barzani’yi de ‘terörist’ olarak gören bir ülkeyiz. Ama şu anda Barzani’yle son derece yakın ilişkilerimiz var, ekonomik ilişkilerimiz var. YPG de buna dönüşebilir. O bakımdan kaygı duymuyorum.

“Türkiye içinde Kürtleri mutlu edecek bir düzen kurmak bizim elimizde”

– YPG meselesinde şüpheli bakanların itirazlarının kökeninde bütün bu gelişmelerin yakın bir gelecekte bir tür ‘birleşik Kürdistan’ın yolunu açabileceği endişesi var. Zaten Irak’taki federatif yapının içinde anayasal olarak tanınan bir Kürdistan bölgesi var. Suriye’nin de gevşek bir federasyona doğru gitmekte olduğu açık. Siz de hatırlattınız İsrail, İran’ı kaşıyacak ve muhtemeldir ki İran Kürtlerini de…Bu senaryoya bir de Türkiye’de yerel yönetimlerde güçlenmiş bir Kürt siyasi hareketini ekleyin. Mesela 20 sene sonra bütün bu parçalarda yaşayan Kürtlerin birleşmek istemeyeceğinin garantisi var mı?

Bunun garantisi yok ama şu var; Kürtler eğer bulundukları ülkeden memnun olsalar, statülerini sorun etmeyecekler. İçinde yaşadıkları ülkedeki statüleri konusunda sorun yaşayan halklar sorun çıkartır. Türkiye Cumhuriyeti içinde Kürtleri de mutlu edecek bir düzen kurmak bizim elimizde.  Bizim şöyle bir şansımız var; Türkiye Kürtlerinin önemli bir çoğunluğu Türkiye’nin batısında yaşıyor. Batıda yerleşmişler, entegre olmuşlar. Hayatın gerçekleri var; iş bulması için sadece Kürtçe de yetmiyor, İngilizce lazım, başka yabancı diller lazım. Artık çok değişken bir dünyadayız ve bizim olaylara böyle statik biçimde ve kalıplar haline bakmamız yanlış.

“Büyükelçi Tom Barrack bize ayar vermek istiyor ABD onun vasıtasıyla ‘Suriye’de patron biziz’ mesajı gönderiyor”

– Size deneyimli bir büyükelçi olarak bir başka büyükelçinin söz ve eylemlerinin ne anlama geldiğini yorumlatmak istiyorum. Malumunuz ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi Tom Barrack alışık olduğumuz bir diplomat profili değil. Trump’ın yakın çevresinden Lübnan asıllı milyarder bir finansçı. Hayatı ‘al ver’ dengesi üzerinden tanımlayan birisi olarak bölge diplomasisinin kalbine ‘ekonomik çıkarları’ koyacağını daha ilk haftalardan kanıtladı. Gitti Suriye’de Colani ile birlikte üç ülke (ABD, Katar, Türkiye) şirketlerinden kurulu konsorsiyuma 7 milyar dolarlık doğalgaz anlaşması imzalattı. Türk şirketlerinin İBB soruşturmasıyla birlikte “Acaba AKP için üvey evlat mı olmaya başladılar?” sorularına neden olan Kalyon ve Cengiz olması da çok çarpıcı. Tam bunlar olurken Barrack sosyal medya hesabından “Orta Doğu bir ziyafet gibidir; ya misafir listesindesinizdir ya da menüde. Misafir listesinden düşmek kolaydır, ancak menüden çıkmak zordur” şeklinde bir mesaj paylaştı. Tam olarak ne yapıyor ve bize ne demek istiyor?

Bence bize ayar vermek istiyor. ABD kendi görüşüne uyumlu hareket etmemizi bu büyükelçi vasıtasıyla sağlamak istiyor. “Suriye’de patron biziz, bizimle çalışırsanız ne ala. Bizimle çalışmazsanız, başınıza geleceklerden sorumlu olmayız” diyorlar.

“Sonuçta büyük ölçüde bölünmüş bir Suriye ortaya çıkacak. İsrail Suriye’deki herkesi bir noktada kendisine muhtaç olsun istiyor”

– Ne gelebilir ki Türkiye’nin başına?

Ekonomik sorunların derinleşmesi gelebilir. Uluslararası finans çevrelerine istedikleri mesajı verebilirler. Tabii şunu da unutmamak lazım; ABD’nin kendine özgür bir Suriye politikası olabilir ama orada bugün asıl belirleyici olan İsrail. Bence Amerikan politikası da İsrail’in nasıl bir Suriye görmek istediğine bağlı olarak gelişecek. Peki İsrail ne istiyor? Bir, Suriye çok istikrarsız olmasın. İki, Kürtler de Suriye içinde bir söz sahibi olsun. Colani şu an için tamam ama çok da kuvvetli olmayacak. Büyük ölçüde parçalanmış bir Suriye çıkacak bunun sonunda. Yani nihayetinde Suriye içindeki herkes bir noktada İsrail’e muhtaç olacak. Amerika da aşağı yukarı bunu istiyor.

– YPG sizce ABD açısından bir dönem sanıldığı kadar ‘vazgeçilmez’ değil mi?

YPG varlığını korusun, ona bazı işler yaptırsınlar ama Suriye’nin merkezi hükümeti ile çatışma içinde olmasınlar. Amerika’nın bakışı bu formülü başarmak üzerine kurulu. Bence Tom Barrack da Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi olarak bu misyonu üstlendi.

“ABD, Türkiye’de zayıf hükûmet olsun istemez. Güçlü ama kendi çıkarlarına karşı çıkmayacak hükûmet ister”

– “ABD nasıl bir Suriye’yi tercih ediyor” sorusuna verdiğiniz yanıtlar bana Türkiye’deki “ABD nasıl bir Türkiye istiyor” sorusu üzerinden yürüyen tartışmaları anımsattı. Belki farkındasınız Türkiye’de sağdan sola, muhafazakardan sekülere yaygın kanaat ABD’nin güçsüz ve istikrarsız bir Türkiye’yi tercih ettiği yönünde. Sizce bu yorumda haklılık var mı?

Hayır, bence bu aşırı bir yorum olur, biraz komplo teorisiyle benzer. Amerika nasıl bir Türkiye ister? Birincisi, istikrarlı bir ülke ister. İkincisi, Türkiye’yi batı ittifakı içinde bir ülke olarak görmek ister. Sadece askeri iş birliği de değil ticari iş birliği de ister. Bunun için de Türkiye’de yatırım yapabilecekleri ortam lazım. Bunun için de hukuk lazım. Bunların hepsinden daha da önemlisi Türkiye’de kendi çıkarlarına karşı olmayacak hükümetler ister. O kadar. Türkiye’de zayıf hükümet olsun istemez, tam tersine güçlü ve sözünü dinletebilen hükümet ister yeter ki kendi çıkarlarına karşı olmasın. (T24/NA)

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *