Cano AMEDÎ
Türk’ün aklının yeni bir Lozan ekseninde mevcut Türklük sözleşmesini güncellemeyi hedeflediğini çok net olarak görüyor ve okuyoruz. Yaşadığımız realiteler ve devletin göstermiş olduğu reflekslerin arka planına baktığımızda daha somut öngörülerde bulunabiliriz. Yine bu öngörülerimizin temel dayanaklarında biri de Türklüğün dayandığı “üç tarz-ı siyaset”in kodları doğrultusunda, mevcut siyasi otoritenin egemenlik stratejisini zamana uyarlayarak, bir restorasyon sürecini amaçladığını pratik uygulamalarından okuyor ve anlıyoruz.
Devletin mevcut politikasının hala üç saç ayağı üzerinde “tek ulus, tek vatan, tek dil” temelinde ısrarla yürütüldüğüne tanıklık edebiliriz. İnkâr ve imha siyasetinin temellinde Türk Devleti’nin mevcut refleks ve tehdit algısında; Kürdlerin iç düşman olarak kodlandırıldığı ve siyasi tespitlerinin de bu eksende yol aldığını görüyoruz. Sömürgeci sistemin, Kürdleri “şeytanlaştırma” sürecini “düşük yoğunluklu savaş” konseptine paralel olarak zamana yaydığını da görebiliyoruz. Yoğun mülteci akını, bölünme-parçalanma paranoyası, gelecekle ilgili kaygı ikliminin potansiyel ağırlığı, sağduyulu düşünmenin önünde ciddi bariyerler, ciddi tehditler algısı oluşturduğunu ve eski politikalarının devamı noktasında ısrarcı davranıldığı aşikardır.
Devletin günlük propaganda dili, milliyetçi-ırkçı söylemler, güvenlikçi bakış açısı gösteriyor ki hala Türk toplumu içinde solcusuyla, milliyetçisiyle, dincisiyle ağırlıklı bir kesim, devam edegelen yüzyıllık siyasetin devamı noktasında bugün de hemfikirdir.
Egemen siyasal anlayışın, dün de bugün de demokratik karakter ve insani bir kültürden yoksun olduğunu biliyoruz. Paramiliter ve mafyanın klasik sokak kültürüne dayalı baskın bir dil ve tutumla sürecin yürütülmeye çalışıldığını; toplumsal kuşatma çemberi için sistemden nemalanan siyasal bir ağ oluşturma ve etkin kılmak için ciddi çabalar sarf edildiğini görüyoruz.
Sömürgeci mantık silsilesinin ve baskın “hukuk sisteminin” son yüzyılda yürüttüğü siyaset ve pratik uygulamaları orta yerde dururken; tabi ki demokratik bir ortam ve atmosferi umut etmenin eşyanın tabiatına aykırı olduğu gerçeği, bizi umutsuzluğa sevk etmemelidir! Aksine, çözüm odaklı yol ve yöntemler noktasında yoğunlaşmak ve politik iklime paralel çözüm odağını oluşturmak gerekmektedir.
Devletin hala, Enver Paşa’nın Sarıkamış’ta ölüme sürüklediği 90 bin Kürd insanın katliamla sonuçlanan sürecine ilişkin savunmasını örnek alarak, imha ve yok etme temellinde yürütülen politikaların devamından yana ısrarcı olduğu yaklaşımı gün gibi orta yerde duruyor.
Yine demografinin değiştirilmesi, sosyal dokunun yeniden dizayn edilmesi siyasetinin, 1925’lerden bu yana İsmet İnönü’nün, İbrahim Tali Öngörür, Abdülhalik Renda ve benzeri kişilerin hazırladığı raporların ruhuna uygun bir şekilde politik devamlılıkta ısrar edildiğini görüyoruz. Aşağıdaki raporların listesi bile devletin günümüze kadar devam edegelen nasıl bir politikayı tercih ettiğine dair bize bir fikir vermektedir.
- Abdülhalik Renda Raporu (1925)
- Cemil Uybad Raporu (1925)
- Hamdi Bey Raporu (1926)
- Ali Cemal Bardakçı Raporu (1926)
- İbrahim Tali Öngören Raporu (1930)
- Fevzi Çakmak Raporu (1931)
- Ömer Halis Bıyıktay Raporu (1931)
- Şükrü Kaya Raporu (1931)
- Abdullah Alpdoğan Raporu (1936)
- İsmet İnönü Raporu (1935)
- Abidin Özmen Raporu (1935)
- Celal Bayar Raporu (1936)
- CHP azınlıklar Raporu (1940)
- Avni Doğan Raporu (1943)
- Burhan Ulutan Raporu (1947)
- 27 Mayıs 1960 Doğu Raporu (1961)
- DSP Güneydoğu Raporu (1987)
- SHP Raporu (1990)
- Recep Tayyip Erdoğan Raporu (1991)
- MÇP Doğu ve Güneydoğu Anadolu Raporu (1991)
- SHP Newroz Raporu (1992)
- Adnan Kahveci Raporu (1992)
- ANAP Raporu (1993)
- TBMM Göç Araştırma Komisyonu Raporu (1997-98)
- CHP Demokratikleşme ve İnsan Hakları Raporu (1999)
- Algan Hacaloğlu Raporu (2000)
- DTP Siyasi Tutum Belgesi/ Demokratik Özerklik (2007)
- SAADET Partisi Raporu (2009)
- AK Parti Demokratik Açılım Kitapçığı (2010)
Bilgi ve belge noktasında tarihin tozlu rafları arasında gezinirken, sırlar girdabının derinliklerinden günümüze sirayet eden inkâr ve imhaya dayalı siyaset tarzının, farklı zamanlarda farklı söylem ve yöntemlerle yeniden ısıtılıp sofraya konulduğunu görüyoruz. Özellikle muhalefet partilerinin hazırladıkları raporlar, önerdikleri çözüm önerileri ve sorunun çözümüne yönelik normalizasyon “yol haritaları” iktidara geldiklerinde hasır altı ediliyor. Bu muhalefet partilerinin kendi iktidarları döneminde kendi raporlarının tersine hareket etmeleri ve klasik düşman hukukun devamında ısrarcı olmaları ya da çıtayı yükselterek şiddet sarmalına asılmaları gösteriyor ki Türk devleti “üç tarz-ı siyaset” mekanizmasını kutsamayı sürdürüyor.