İbrahim GÜÇLÜ
PKK’nın çatışmaları yeniden başlatması ve Devletin de PKK’ya karşı operasyonları gündeme getirmesiyle: AZADÎ Hareketi, ÖSP, PAK, PAKURD, PDK-BAKUR, KADEP; PKK’nın “Özerklik” ilan ettiği ve Devletin bunun üzerine “Sokağa Çıkma Yasağı” ilan ettiği ve operasyonlar yaptığı ilçeleri ziyaret etmek, gelişmelerle ilgili rapor hazırlamak için, birlikte çalışma yapmaya başladıklarına şahit olduk.
Bu gelişme, şüphesiz olumlu bir gelişme.
TKDP’de bu çalışmalar içindeydi. Ama son ve birlikte yapılan “Savaşa Hayır; Kürdistan’a Evet” eylemine katılmadıkları görüldü. Oysa 12 Eylül Askeri darbesi Protestosu eylemine de katıldıklarına şahit olduk.
Bu hareket ve partiler, çatışma bölgelerini ziyaret ettikten sonra, görüşlerini, Avrupa Birliği Türkiye Temsilciliğine de aktardılar: Bu görüşleri, basında yansı buldu.
Ondan sonra da, 12 Eylül 1980 Sömürgeci Faşist Diktatörlüğünü, Diyarbakır 5 Nolu Ceza Evinin önünde protesto ettiler. Bu protesto hareketi sırasında, son gelişmelerle ilgili de görüşlerini açıkladılar. Bu açıklamaları da basında yansıdı. Ben de bu eyleme katıldım.
Bu Hareket ve partiler arasındaki ilişkiyi, bir “güç birliği” ilişkisi olarak nitelendirmek olanaklı. Taraflardan edindiğimiz bilgilere göre, bu güç birliği geçici, ama koşullar olgunlaşırsa da kalıcı güç birliği yapısına kavuşabilecek. Bu daha da olumlu bir gelişme olur.
Bazı temel Sorunlar…
Bu güç birliğinden sonra, gündeme gelen ya da gelmesi gereken bazı temel konuların olduğunu düşünüyorum. Bunları ifade ve analiz etmeyi yararlı görüyorum.
ÖSP ve Azadi Hareketi, hep PKK/HDP ile ittifak içinde oldu. ÖSP ve Azadi Hareketi’nin bu yeni güç birliği platformuna katılması, ÖSP ve Azadi Hareketi’nin PKK ittifakından koptuğu anlamına geliyor mu?
Bilindiği gibi, ÖSP ve Azadi Hareketi, PKK/HDP’e yakın duran gruplar. ÖSP, seçimlerde HDP’yi kayıtsız ve şartsız destekledi. Azadi Hareketi, HDP’yi hem seçimde destekledi ve hem de sözcülerinden birini milletvekili adayı yaptı. Ve seçimde de kazandı.
Bence, hem ÖSP ve Azadi Hareketi ve hem de tüm parti ve hareketler, değişik dünya görüşlerine sahip olan, ama Kürdistan’ın bağımsızlığını, Kürtlerin egemenlik ve iktidar hakkını savunan topyekûn Kürdistan yurtseverlerinin, devlete ve PKK’ya alternatif olacak bir örgütlenme ve hareket üzerinde kafalarını yormaları gerekir. Bunun için de, devlete ve PKK’ya alternatif bir parti ve hareket olarak, ona göre yapılanma, ona göre programını, mücadele ve çalışma yol ve yordamını tayin etmek gerekiyor.
Bu güç birliği ilişkilerinde, PKK ile ilgili ortak ve yeni bir tanım üzerinden mi, yoksa herkesin kendi eski PKK tanımları üzerinde mi hareket ediliyor? Bu hayati bir soru.
Buna bağlı olarak, HDP, kendisini Kürt ve Kürdistan partisi olarak tanımlamadığı halde, HDP Kürt ve Kürdistan partisi olarak görülecek mi? Eğer öyle görülürse, Kürtler adına bir muhatap güç olarak görülmesi normal. Ama eğer bir Kürt ve Kürdistan partisi olarak görülmüyorsa, Kürtler adına bir muhatap olamayacağı konusunda netlik sağlamak gerekir.
En önemlisi de HDP, PKK’ya bağlı bir parti. Bağımsız ve özgür bir parti değil. Bu durumda da, HDP mi ya da, PKK mı; ya da her ikisi birlikte mi muhatap olacak? Sorunlarının da netleşmesi gerekir.
Ayrıca, son eylemde de yeni bir çözüm sürecinin başlatılmasından bahsediliyor. Bu bağlamda muhataplık önemli olacak. Bir devlet (ler) projesi olan PKK da, muhatap kabul edilecek mi?
PKK’nın Kürt ve Kürdistan partisi olduğu teziyle hareket edilecekse, sivil demokratik ve siyasi yolla Kürdistan’ın Bağımsızlık stratejisini gerçekleştirmeye çalışanlar, PKK gibi silahlı bir gücün muhatap kabul edilmesine ne diyecekler?
Son Eylemindeki Sorunlu Konular…
Güç Birliği içindeki ismi geçen parti ve hareketler 19 Eylül 2015 Tarihinde Saat 13.00 Şeyh Sait Meydanında, “Savaşa Hayır; Kürdistan’a Evet” eylemi yaptılar. Ben de bu eyleme katıldım. Eylem sonrasında da birkaç televizyonda açıklama yapma ve görüş sunma olanağı elde ettim.
Bu eylemde ortak bir metin okundu. Devletten ve PKK’dan taleplerden bulunuldu. Bu metinde sorunlu konular ve alanlar vardı.
Birinci sorunlu konu ya da alan: PKK’nın silahlı mücadeleyi bırakması talep edilmedi. Bu aşamadaki silahlı eylemlerinin durdurulması istendi. Parti ve Hareketlerin metnindeki, “Silahla değil demokratik sivil siyasetle ve milyonların katımlıyla sivil itaatsizlik temelinde çözüm arama dinamiğine herkesi omuz vermeye çağırıyoruz” görüşleri de, PKK’dan silah bırakılmasını istemeyi gerekli kılar.
Biliniyor ki, PKK’nın lideri Öcalan da 2013 Newroz’unda meydanda okunan mektubunda “silahlı mücadele döneminin son bulduğunu ve PKK’nin silah bırakması gerektiğini” çok net bir şekilde açıkladı.
İkinci sorunlu konu ve alan: Yeni çözüm süreci öneriliyor. Ama muhataplık konusunda PKK ve HDP’nin muhataplığı konusunda bir netliğin olmadığını yukarıdaki satırlarda ifade ettim.
Üçüncü sorunlu konu ve alan: Çözüm Süreci önerilmesine rağmen, Kürdistan ve Kürt Millet Meselesinin çözümünde bir önerme yok. Elbette her parti ve hareketin farklı önermelerinin olduğunu biliyoruz. Ama bu talep ve programatik görüşlerde ortaklaşması gerekir.
Dördüncü sorunlu konu ve alan: Ortak metinde, “Türkiye Devletini Kürt halkına şiddet ve baskı yüzünü değil demokratik yüzünü göstermede cesaretle davranmaya çağırıyoruz” deniliyor.
Bu tespit, iki temel sorunu içinde barındırıyor.
Birinci temel sorun: “Türkiye Devleti” diye bir devlet yok. “Kemalist Devlet” ve “Türk Devleti” denilen bir devlet var. Çünkü bu devleti, Kemalistler kurdu. Kemalistler, Türk ulus topluluğuna dayanarak bu devleti kurdular. Bu nedenle devlet, son “Türk Devleti” olarak kabul görüyor.
Ayrıca devlet, “Türk ulus Devleti” değil. “Devlet Ulus”tur. Yani önce devlet kurulmuştur. Devlet, Kürtleri ve diğer etnik grupları da asimile ederek, Türkleştirerek bir ulus yaratmaya çalışmıştır. Ne kadar başarılı olup olmadığı, bugün tartışmalı bir konu.
İkinci temel sorun: Devletler, ya demokrat olurlar, ya da demokrat olmazlar. Monarşik, Otoriter, oligarşik, totaliter, faşist olurlar. Türk Devleti de, ya demokrattır ya da değildir. Tanımlandığı gibi, Türk Devletinin iki yüzü yoktur. Bir yüzü demokrat ve diğer yüzü demokrat olmayan bir devlet yapısı yoktur. Türk Devleti, sömürgeci, otoriter, ırkçı, faşizmi de içselleştiren bir devlet.
Bu nedenle, bu devlet her şeyiyle değişmek zorunda olan bir devlettir. Devletin değişmesi, devletin uluslar, ideolojiler, dinler, sınıflar üstü devlet olmasıdır. Bu devlet de en azından federal Devlettir.
Amed, 20 Eylül 2015