ABD’nin Çekilmesinin Gölgesinde Olası Politik ve Askeri Gelişmeler

Saddam Hüseyin rejiminin 2003’te devrilmesinin 21.yıldönümünde, Bağdat ile Washington arasındaki ilişkiler bir kez daha dönüm noktasında. Mevcut gerilim, ABD’yi Irak’tan çıkarma hevesi, Gazze savaşında ABD’nin İsrail’e verdiği desteğe yönelik halk muhalefetinden yararlanmaya kararlı olan İran’ın Irak’taki siyasi ve paramiliter müttefiklerinin artan etkisinden kaynaklanıyor.

Bu durum, açıkladığı stratejisi ‘’güvenli, istikrarlı, egemen bir Irak”ı teşvik etmeyi amaçlayan Washington için bir ikilem teşkil ediyor . Bu strateji, “Irak’ın egemenliğine yönelik hem iç hem de dış tehditlere karşı koyma yeteneğini geliştirmek” için bir güvenlik ortaklığının gerekli olduğu bir stratejidir. Milislerin Irak, Suriye, Ürdün ve bölgenin başka yerlerindeki ABD kuvvetlerine saldırıları bu stratejinin gerçekleştirilmesinin önünde önemli bir engel haline geldi. Ekim ve Şubat ayları arasında sayıları 170 civarında gerçekleşen bu saldırılar , düşmanca bir ortam yarattı ve Husi füzelerinin deniz güvenliğini tehdit ettiği Ukrayna, Gazze/İsrail ve Kızıldeniz’deki diğer güvenlik krizleriyle aynı zamana denk geldi. Aynı zamanda ABD-Irak güvenlik ilişkisinin geleceği de sorgulanıyor. Bu ortaklığın IŞİD’in bölgesel yenilgisini sağlamasından yedi yıl sonra, Irak liderlerinin gözünde bu ortaklığın faydası azalıyor gibi görünüyor.

Milislerin aylarca süren sürekli saldırılarının ardından Irak’ta gergin ama görece sakin bir dönem yaşandı. İran, ABD ordusunun, ABD kuvvetlerine yönelik saldırıları planlayan önemli milis komutanlarının öldürülmesi de dahil olmak üzere bir dizi güçlü misilleme saldırısı gerçekleştirmesinin ardından Şubat ayında, İslam Devrim Muhafızları Birliği komutanı aracılığıyla milisleri saldırıları durdurmaya ikna etti. Bu arada Washington, Bağdat’ın ABD liderliğindeki Koalisyon güçlerinin geri çekilmesi konusunda müzakere yapma talebini kabul etti. Gerilimin azalmasına rağmen, ABD-Irak güvenlik işbirliğinin geleceği belirsizliğini koruyor ve Washington’un yaklaşımının, Bağdat’taki değişen güç dinamikleri ve siyasi gerçekleri hesaba katacak şekilde ayarlanması gerekiyor.

Milislerin Ürdün’deki Kule22 üssünde üç ABD askerini öldüren son önemli saldırısı, Bağdat’taki mevcut hükümetin Ekim 2022’de kurulmasından bu yana pek çok gözlemcinin kabul etmekte zorlandığı rahatsız edici bir gerçeği ortaya çıkardı: Başbakan Sudani Irak’tan sorumlu değil. Sudani’nin göreve gelmesine yardımcı olan İran destekli milisler ve müttefik gruplar kararları verirken, başbakan da onların amaçlarına hizmet ediyor. Irak topraklarında faaliyet gösteren milisler, uluslararası sınırların ötesinde yasa dışı bir şekilde ABD askerlerine saldırdı ve onları öldürdü. Sudani hükümeti milislerin saldırılarını kınamak yerine faillerin yanında yer aldı; vatandaşları öldürülen ABD’nin ya da toprakları ihlal edilen Ürdün’ün yanında yer almadı.

ABD-Irak güvenlik işbirliğinin geleceğine ilişkin görüşmeler ilerledikçe, müzakerecilerin ve karar vericilerin bazı önemli hususları akılda tutması gerekiyor.

Öncelikle ABD’nin Irak’ta somut bir varlığını sürdürmesi zorunludur. İran ve vekilleri, tüm ABD güçlerini Irak’tan çıkarmayı başarabilir ve ABD’nin diplomatik nüfuzunu azaltabilirse, zaten güçlü olan milisler daha da cesaretlenecek ve Irak’ın ekonomisi ve güvenlik aygıtı üzerindeki kontrollerini en üst düzeye çıkaracak. Bazılarının zaten yolda olduğunu iddia ettiği bu devralma, Irak’ın İran kontrolünden bağımsız olma yeteneğini tehlikeye atıyor ve Tahran’ın ve onun “direniş ekseninin” hakim olduğu bir Ortadoğu olasılığını daha da artırıyor.

Acil sonuçlar açısından bakıldığında, ABD’nin çekilmesi durumunda Irak’ın IŞİD tehdidine karşı mücadelede kalma becerisi ciddi şekilde test edilecek. ABD liderliğindeki IŞİD’i Yenmeye Yönelik Küresel Koalisyon, IŞİD’in bölgesel yenilgisine ve devam eden baskısına etkili oldu. Bu istikrar sağlayıcı varlığın ortadan kaldırılması, zorlu zaferlere zarar verecek ve IŞİD’in yeniden ortaya çıkabileceği bölgelerdeki Iraklı sivilleri tehlikeye atacaktır. ABD’nin geri çekilmesi, Bağdat ile Erbil arasında zaten kötüleşen ilişkilerde önemli bir arabulucuyu ortadan kaldıracak. Federal hükümet ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) arasında koordinasyon tamponu olarak Koalisyonun bulunmaması, federal ve Peşmerge güçleri arasındaki güvenlik koordinasyonunun, özellikle de zorlu Diyala , Salahaddin ve IŞİD kalıntılarının faaliyetlerini sürdürdüğü Kerkük vilayetlerindeki kendi hatları arasındaki boşluklar boyunca muhtemelen kötüleşeceği anlamına geliyor.

Bazı Irak uzmanlarının önerdiği gibi, ABD güçlerinin Irak Kürdistan Bölgesi’ne (KRI) taşınmasının, Erbil’i milis saldırıları için bir mıknatısa dönüştürerek Bağdat-Erbil ilişkilerinin daha da bozulması riskini taşıdığı unutulmamalıdır. Milisler, İran ve onların Irak parlamentosu ve yargısındaki müttefikleri, iktidardaki Kürdistan Demokrat Partisi’ni (KDP) cezalandırmaya ve onun ekonomik özerkliğini ve siyasi duruşunu kırmaya hevesli. Erbil’e taşınmak onlara saldırmak ve taciz etmek için yeni bir bahane verecektir.

Bir diğer endişe verici nokta ise KBY liderleri arasındaki iç çekişmeler. Koalisyon güçlerinin ayrılması halinde, özellikle de KDP’nin Federal Mahkemenin müdahalesini protesto etmek amacıyla bölgesel seçimleri boykot etmesi halinde, KDP ile Koordinasyon Çerçevesi’ne (CF) uyum sağlayan Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) arasındaki gerilim ve düşmanlık da muhtemelen artacaktır

Ancak cesaretlenen İran ve onun Iraklı müttefikleri tarafından tehdit edilen tek grup Kürtler değil. Koalisyon sonrası Irak’ta kendilerini daha güvende hisseden milisler, Sudani’nin  akıl hocası Nuri El Maliki’nin görev süresi boyunca yaptığı gibi, muhtemelen nüfuz alanlarını genişletecek ve Sünni Arap topluluklarını marjinalleştirecek, nötralize edip etkisiz hale getirecek.

Geçtiğimiz Kasım ayında, Irak’ın siyasallaşmış yargısının Meclis Başkanı Muhammed el Halbusi’yi görevden almak üzere harekete geçmesi, bu girişimlerinin önemli bir dönüm noktası oldu. O tarihten bu yana CF grupları, önde gelen Sünni blok tarafından aday gösterilen bir ismin seçilmesini engelledi. Salahaddin’de  CF, temsilcilerinin eyalette “yeni çatışma” tehdidinde bulunmasının ardından seçilmiş valiyi istifaya zorladı. Ninova’da popüler vali, eski ordu komutanı Cuburi, Baas’ı ortadan kaldırma suçlamaları nedeniyle diskalifiye edilmesinin ardından Kasım ayında eyalet seçimleri öncesinde istifa etti. Diyala’da ise CF fraksiyonları çoğunluğa sahip olmasa da (il meclisinde 15 sandalyeden 7’si var), geri kalan 8 sandalyeyi işgal eden Sünni Arap partileri ile CF fraksiyonları arasında yeni bir vali seçimi konusunda devam eden kavgaya seyirci oldular .

Açık olmak gerekirse, eğer Irak’ta bir nebze olsun hukukun üstünlüğü olsaydı, Koordinasyon Çerçevesi’nin (CF) kanunları seçici olarak uygulama kampanyasına maruz kalan partilerin ve politikacıların hiçbiri yönetmeye veya kamu görevi üstlenmeye uygun olmazdı.

Belki de daha tehlikeli olanı, ülke çapında Şubat ayından bu yana hızlanan ifade özgürlüğü ve sivil haklara yönelik saldırıların artmasıdır. Başbakan, cumhurbaşkanı, yargı ve parlamento liderlerinin de katıldığı bu baskı, ceza kanununun hükümete, parlamentoya, orduya hakaret edici sayılan bir şey söyleyen herhangi bir kişiyi suç sayan Baas dönemi acımasız bölümlerine giderek daha fazla güvenmeyi ortaya çıkardı.

Bozulan güvenlik işbirliği, bastırılan özgürlükler, marjinalleştirilmiş siyasi ortaklar, sömürülen kamu fonları, siyasallaşan mahkemeler ve yaygın milislerin tümü, ister IŞİD’in yeniden canlanması, ister başka bir şey olsun, başka bir krizin bileşenleridir. Giderek büyüyen bu duruma bir yanıt bulmak için paydaşların Irak’ın buraya nasıl geldiğine bakmaları ve Sudani hükümetinin üzerine kurulduğu sorunlu, neredeyse gayri meşru temeli tanımaları gerekiyor.

Sudani’nin Ekim 2022’deki atanması , Nuri El Maliki ile İran destekli grupların ittifakı tarafından Irak hükümetinin ele geçirilmesine işaret ediyordu; bu ittifak parlamentoda yalnızca 50 sandalye kazandı; bu, meclisteki 329 sandalyenin yalnızca %15’iydi. Ortaya çıkan Şii oluşum Koordinasyon Çerçevesi (CF), seçimin galibi Sadrcıların kendilerini marjinalleştirecek bir çoğunluk hükümeti kurma çabalarını boşa çıkarmak için yargıyı bir silah haline getirdi. Daha sonra sandalye kazanan başlıca Sünni ve Kürtleri işbirliği yapmaya ve CF’nin aslan payına sahip olduğu bir hükümete katılmaya zorlamak için zorlayıcı güç kullandılar.

Bu hiziplerin yerleşik hale gelmesi ve parlamentonun, yürütmenin, yargının, devlet medyasının ve diğer kurumların kontrolünü ele geçirmesinin uzun vadeli sonuçları ciddidir. Irak’ta 2025 sonbaharında bir seçim daha yapılırsa, en muhtemel sonuç, İran destekli şiddet yanlısı aşırılıkçıların yasama organı ve dolayısıyla hükümetin diğer tüm organları üzerinde tartışmasız kontrole sahip olacağı bir hükümet olacaktır.

Kule 22 saldırısı ve sonrasında Bağdat’ın karar alma yetkisinin İran ajanları tarafından ele geçirilmesi, Bağdat’ın günümüzde Tahran’ın satraplığı (yetki bölgesi) haline gelme riskini artırıyor. Stratejik olarak bu dinamiğin pekişmesi, İran İslam Cumhuriyeti’nin fiilen Ortadoğu’nun yeni imparatorluğuna dönüşmesine yol açacaktır.

Rotayı tersine çevirmek ve İran’ın Irak devletini ele geçirmesini önlemek, acil ve güçlü bir eylem gerektirecektir. İdeal durumda Bağdat ile Koalisyon arasındaki müzakereler Koalisyonun Irak’taki varlığının devam etmesine olanak tanıyacaktır. O zaman bile, ne kadar gerekli olursa olsun, yalnızca bir Koalisyon varlığına sahip olmak Irak’ta bir stratejiyle karıştırılmamalıdır.

Devrim Muhafızları ateşkes çağrısı yaptığı için en kötü teröristlere ve insan hakları ihlalcilerine karşı hava saldırılarının ve diğer uygun kinetik önlemlerin durdurulmasına gerek yok. Bunun yerine, bunları düzenli hale getirmek milis komutanlarını yeraltına itebilir, hareket özgürlüklerini azaltabilir, inisiyatif almalarını engelleyebilir ve sivil topluma ve eleştirmenlere bir miktar rahatlama sağlayabilir. Müzakereler Koalisyonun Irak’tan ayrılmasına yol açarsa tehdit ve saldırılar devam etmelidir, çünkü bu onları daha da değerli bir koz unsuru haline getirecektir.

Washington ve müttefikleri ayrıca milislerin rolünü normalleştirmenin ve Irak devletinin Tahran yöneticilerine tabi kılınmasının Iraklı politikacılara maliyetini artırmanın yollarını bulmalı. Sudani yönetimindeki Irak hükümeti, Halk Seferberlik Güçleri(Haşdi Şabi) kisvesi altında her yıl Irak bütçesinden terörist gruplara milyarlarca doların akmasına izin veriyor. Her 4 Iraklıdan 1’i yoksullukla karşı karşıyayken , Irak halkına ait fonların bu şekilde sömürülmesi kontrolsüz bırakılmamalı. Yaptırımların kapsamı, devlet kurumları, Mali denetim ve üst düzey yetkililer de dahil olmak üzere şimdiye kadar kovuşturmaya maruz kalmayan suç ortağı aktörleri hedef alacak şekilde genişletilmelidir. Terörizmin finansmanına karışan hiç kimse, kötü davranışların sonuçlarından muaf hissetmemelidir.

Aynı zamanda uluslararası toplum, Irak’ın kırılgan demokratik kazanımlarını korumak ve bir sonraki genel seçimlerin bütünlüğünü sağlamak için daha uyumlu ve düşünceli bir çaba sarf etmelidir. Bu, reformist ve ılımlı siyasi güçlere daha fazla desteği de içermelidir.

Irak, 2021 ve 2023’te art arda iki kez seçimler düzenledi. Ürettikleri ulusal ve yerel hükümetler çoğunlukla halkın iradesini temsil etmekte başarısız oldu.(Kaynak)

 

*Ömer El-Nidavi- Ömar El-Nidavi, Washington DC’de yaşayan bir Irak analistidir. Kendisi Dış Hizmet Enstitüsü’nde Irak tarihi konusunda misafir öğretim görevlisidir.

NA

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *