Kürdistan’da Demografik Mühendislik ve Ulus-Devletin Asimilasyon Politikaları: 1925’ten Günümüze

Husamettîn TURAN

1925 Şeyh Said Serhildanı sonrasında Türk devleti, sadece isyan bastırmakla kalmamış; aynı zamanda Kürtlerin kültürel, demografik ve toplumsal varlığını ortadan kaldırmaya yönelik çok katmanlı bir asimilasyon politikasını da devreye sokmuştur. Bu politikanın temel hedeflerinden biri, Kürdistan’ın demografik yapısını değiştirmek ve yerli Kürt halkının siyasal, kültürel ve toplumsal bütünlüğünü parçalamaktı. Özellikle Karadeniz, Ön Asya ve Balkanlar’dan getirilen toplulukların Kürdistan coğrafyasına yerleştirilmesi, devletin bilinçli bir mühendislik projesinin parçasıdır.

Bu süreç, modern ulus-devlet inşası sürecinde sıkça rastlanan “yerli nüfusu bastır ve yerine güvenli unsur getir” mantığının Türkiye bağlamındaki yansımasıdır. Benedict Anderson’un hayali cemaatler kuramında belirttiği gibi, ulus inşası çoğu zaman tarihsel gerçekliklerin değil, iktidar merkezlerinin tahayyüllerinin ürünüdür. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu hayali ulusu, Kürtlerin, Lazların, Ermenilerin, Rumların ve diğer halkların varlığını görmezden gelen, onları ya inkâr eden ya da asimile etmeye çalışan bir yapı üzerine kurulmuştur.

Kürtlerin yaşadığı coğrafyaya yerleştirilen yeni halk kitleleri, çoğu durumda kendileri için de belirsiz bir geleceğe itilmiş, aidiyet kriziyle baş başa bırakılmıştır. Ancak bu yer değiştirmeler, devletin ana hedefinden sapmamıştır: Kürdistan’ı Kürtsüzleştirmek. Michel Foucault’nun “biyopolitika” kavramı bağlamında okunduğunda, bu politikaların yalnızca mekânı değil, yaşamı, kimliği ve geleceği hedef aldığı görülmektedir. Yerinden edilen Kürtlerin yaşadığı travma, sadece fiziksel değil; aynı zamanda ontolojik bir kopuştur.

Uluslararası belgelerde de bu tür uygulamalar “etnik mühendislik” olarak tanımlanmakta ve insan hakları hukuku bağlamında değerlendirilmektedir. Özellikle Avrupa Konseyi’nin “azınlık hakları” çerçevesinde geliştirdiği ilkeler, demografik yapının zorla değiştirilmesini insan haklarına aykırı olarak değerlendirmektedir. Aynı şekilde Birleşmiş Milletler’in 1998 tarihli “Etnik Temizlik ve Demografik Değişim” raporunda, zorunlu iskân politikaları uluslararası hukukun ihlali olarak tanımlanmıştır.

Türkiye’de ulus-devletin inşası, sadece eğitim ve dil politikalarıyla değil; aynı zamanda nüfus hareketleriyle, coğrafi izolasyonla ve toplumsal belleğin parçalanmasıyla yürütülmüştür. Kürt halkı bu süreçte hem demografik kuşatmayla hem de kültürel imhayla yüzleşmiştir. Bugün hâlâ bu politikaların izleri, köy boşaltmalardan zorla göç ettirmelere, eğitimdeki tek dillilikten medya sansürüne kadar birçok alanda kendini göstermektedir.

Bu nedenle Kürtlerin yaşadığı hafıza kaybı ve kimlik mücadelesi, sadece yerel bir sorunun değil, aynı zamanda evrensel bir hakikat arayışının parçasıdır. Tarihin, coğrafyanın ve halkların tanıklığıyla yüzleşmeden demokratik bir gelecek inşa etmek mümkün değildir.

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *