Berjin Haki’nin Tersine Akan Zaman üçlüsünün bir yıl önce çıkan Meşe Ağacı adlı birinci kitabının (cild) ardından bir ay önce de ikinci kitabı Zilan’ın Dengbêjleri adıyla yayımlandı (Sınırsız Yayınları, Mayıs 2024). Zilan adı daha ziyade Ağrı Dağı Ayaklanması sırasında Kürtlere yönelik olarak Van’ın Erciş ilçesi yöresinde aynı adla anılan vadide 13 Temmuz 1930 tarihinde başlatılan bir soykırım ile tanınır. Ayrıca Kürtçede aşiret ve kız adı olarak da bilinir. Kızlara verilen ad bu yöre veya aşiretten nakledilmiştir. Zilan sözcüğü birinci anlamına atfen romanın adında kullanılmıştır. Romanın ilerde çıkacak olan üçüncü ve son kitabında Zilan’ın başına neler geleceğini kestirmek güç olmayacaktır. Doğaldır romanın üçüncü kitabı çıkmadan ve okunmadan en azından edebi bağlamında şimdilik Zilan’ın çizilecek imajı hakkında herhangi bir yorumda bulunmak oldukça güçtür. Son yıllarda Kuzey Kürdistan’da artan bir Zilan literatürüne de tanık olmaktayız. Yörede gözlemlerde bulunan gazeteci ve yazarlar özellikle bu soykırımın son tanıklarının anılarına odaklanmışlardır.
ROMANIN COĞRAFYASI
Zilan’ın Dengbêjleri romanındaki olaylar Van Gölü kuzeyinde geçmesine rağmen şehir olarak aynı adla anılan Van’dan pek o kadar söz edilmez: “Van çok güzel bir yerdi. Şehrin güzelliğini görenler anlatmakla bitiremiyorlardı. Lakin Artin Bey öngörüsüyle bu güzelliğe Moğolların ve Selçukluların göz dikeceğinden emindi” (s.32). Yörenin en büyük gölü romanda “Van Denizi” olarak bilinir. Van Gölü Kürt şarkılarında “Kürdistan’ın Yüreği” (Dilê Kurdistanê) olarak da tanımlanır. Zilan’ın Dengbêjleri romanındaki olayların büyük bir kısmının geçtiği yer Van yöresindeki Zilan Vadisi’dir. Bu yöre ve mekanlar bugün Serhat diye adlandırılan daha büyük bir sınır bölgesinde bulunuyor. Kürt kaynaklarında yer alan dağlık ve yüksek arazileri olan Serhat boyları dengbêjleriyle tanınmıştır. Bu durum romanının adına da yansır. Roman adının seçimi bence isabetli. Belki de yazar Serhat’ın bu folklorik yanının bir minyatürünü de getirip Van yöresine yerleştirmek istemiştir. Romanda sadece birkaç yerde Serhat adı geçer: “Dengbej, Emin Sîyabend û Xecê’yi anlatıp tüm Serhad’ta gönüllere taht kurmuştu. Mîrler eğer lütfederse dengbejler, onların divanında yer alabiliyorlardı. Eskisi gibi mîrler dengbejleri önemsemiyordu. Halk kendi arasında divan kuruyor, dengbejine sahip çıkıyor, yediğini onlarla paylaşıyordu” (s.166).
Burada adı verilen Sîyabend ve Xecê destanı yörenin dağlarından Süphan’ı da yüceltip halkın belleğine ve kültürüne kazımıştır. Bu ünlü destan hep Van yöresindeki Süphan ile birlikte anılır. 1878 yılında Van yöresini ziyaret eden Ermeni etnologu Garegin Srvandztiants, Süphan Dağı’nı kutsal Yunan dağları Parnas ve Olimpos’a benzetir ve daha sonra şu belirlemede bulunur: “Eğer yaylalarda genç bir oğlan bir kızı atının terkisine alıp Süphan’ın yamaçlarına kaçırırsa, bu dağın hatırı için kimse arkalarına düşmez. Süphan onları muradına kavuşturur”. Ermeni şair Hovhanes Şiraz (1914-1984) da Sîyabend ve Xecê üzerine yazdığı poemde, Sîyabend’i tanıtırken ağaçtan yapılan kavalı hakkında “O yüreğinin gözyaşlarını kavalın yedi deliğinden çıkarırdı” der (Rêya Teze). Görüldüğü gibi Zilan yöresi coğrafya olarak hem yollara düşen insanlar için romanda bir barınak olmuş, hem de farklı kültürlere kucak açarak beraberlerinde getirdikleri fidelerle yeni ağaç ve bitkilerin bu bereketli topraklarda yeniden yeşermesine olanak yaratmıştır. Zilan canlanır. Yazar belki de bu topraklarda kültür sözcüğünün “ekmek” fiilinden türediğini bir kez daha okuyucuya hatırlatmak ister. Kürtçedeki kültür sözcüğünün karşılığı olan “çand” da aynı etimolojik temel üzerine türetilmiştir.
KÜRTLERIN DOĞUŞ VE YARATILIŞ ÖYKÜLERİ
Romanın başında uzun bir yolculuktan sonra Zilan yöresine varan Kürtlerin doğuş ve yaratılış öykülerine de yer verilir. Kürtlerin ortaya çıktıkları en eski yurtları olan Zagros Dağları ve çevresini zamanla terk etmek zorunda kalan insanlardan bir kafile yönlerini Batıya çevirmiş, bugünkü Van Gölü’nün kuzey taraflarına yönelmişlerdir. Yazar Berjin Haki kitabının ilk bölümlerinde bu kafilenin daha Zilan Vadisi’ne gelmeden önce yaşadıkları yöre üzerinde de durur. Ağaçların belleğine göre kitapta değişik yaratılış öyküleri anlatılır. Birinci kitapta geçen Meşe Ağacı yani Genç Meşe olarak adlandırılan ağaç üç kitabın anlatıcısıdır. Şimdi Entelektüel Kayın’ın Yaşlı Sedir’den dinlediği sözlere kulak verelim: “Yaşlı Sedir’in dediğine göre, Loristan tüm canlıların ilk oluştuğu topraktır. Uzak okyanuslardan kopan büyük kayaların bulunduğumuz bu sonsuz toprak parçasına çarpması sonucu oluşmuş dağ silsilesinin doğu tarafında bulunur. O dağ sırasının ismine Zagros derler. Güneş doğduğunda dünya üzerinde aydınlanan ilk yer burasıdır. Önce Zagros aydınlanır, sonra dünyanın geri kalan kısmına ulaşır. Bu dağlarda yetişen ilk bitkiler, ağaçlar ve diğer tüm canlılar ilk atalarımızdır. İster bitki cismi olsun, ister hayvan, ister mantar, ister insan… Hepsi ilk bu dağlarda doğdu ve dünyaya yayıldı” (s.19).
Nar ağacı, çiçeği ve meyvesine anlam kazandıran, ona adeta tapan Kürtler, Zilan’ın yolunu tutan insanların en eski ataları olarak bilinirler. Onlar bu muhteşem güzellikteki ağacı, çiçeği ve meyvesini kendi yaratılış öykü ve efsanelerine de katmışlardır. Kitapta “Sürgüne gönderilen ağaç” olarak tanımlanan Nar Ağacı da söz alır: “Size buraya nereden ve nasıl geldiğimi anlatabilmem için büyük büyükannemin hikâyesinden başlamam gerekiyor. İlk Nar ağacı Şehrezûr isimli şehirde hayat buldu. Loristan’ı var eden Zendi-rud gibi Şehrezûr’a da hayat veren Dicle Nehri’dir. Soyumun annesi olan bu Nar ağacı Dicle’nin kenarında yetişmiş, onun bereketli besiniyle yücelmişti. Zaman içinde en geniş gövdeye sahip olan tek ağaçtı. Çiçeğe kesip bol meyve verince tabiatın gözdesi oldu. Ağacın kıymeti ve şanı daha çok insanların bu topraklarda yer edinmesiyle arttı” (s.25).
DENGBÊJLER: YÜZYILLARIN KÜLTÜR TAŞIYICILARI
Burada görüldüğü gibi Zilan’ın Dengbêjleri romanı adından da anlaşılabileceği gibi büyük ölçüde Kürt tarihinin kültür taşıyıcıları olarak bilinen hikaye ve destan anlatıcıları dengbêjler konusunu işler. Dengbêj sözcüğü romanın yüzün üzerindeki sayfasında geçer. Böylece romanın bir dengbêjler romanı olduğu görülür. Bazı bölümler sadece dengbêjler, folklor ve müzik konularını ele alır. Aşağıdaki kısa tanıtımda daha ziyade romandaki bu dengbêj teması üzerinde duruluyor. Dünyanın en eski dillerinden Kürtçenin bir yaşam alanına kavuşması konusunda dengbêjler yüzyıllar boyunca bir okul işlevini görmüş, Kürt medreseleri örneğinde olduğu gibi büyük bir önem kazanmışlardır. Yazar daha kitabın başında: “Zilan’ın Dengbêjlerine…” sözcükleriyle bu romanını onlara adadığını belirtir. Romanın değişik bölümlerinde yazar ona yakın dengbêjin adını vererek kısaca onları bize tanıtır. Berjin Haki romanın son ana bölümünü de ünlü dengbêj Hûso ve sevgilisi Nazê’nin hüzün dolu öyküsüne ayırır. Eşsiz bir güzellikteki Nazê romanda “…Dengbêjlerin hayalini süsleyen” (s.10) bir kadın olarak tanıtılır. İlerde göreceğimiz gibi yazar onu romanın diğer kadın kahramanı Berzê’ye benzetir. Düzenlenen şevbihêrk, şarkılı eğlence ve divanların saygın konukları hiç kuşkusuz yörede çok tanınmış bu ses sanatçıları dengbêjlerdir. Romandaki bir dipnotta şevbihêrk sözcüğü şöyle tanımlanır: “Geleneksel Kürt kültüründe, akşamları kurulan ve gece yarılarına kadar süren gece meclisleridir” (s.169).
AĞAÇLAR, DENGBÊJLER
Romanda Dengbêj Hûso hariç birçok hayali dengbêjin adı verilir, örneğin Dengbêj Musa, Dengbêj Bedo, Dengbêj Sılo, Dengbêj Haco, Dengbêj Emîn, Dengbêj Dodo ve Dengbêj Hûso. Genç Meşe’ye göre: ”Her akşam gelip gövdemin dibinde yatan Dengbêj Bedo… Aklını klamlarla ve kavalındaki nağmelerle bozmuştu” (s.119). Romanda bir o kadar da ağaç adı geçmektedir: Ergin Meşe, Mavi Ladin, Kırmızı Alıçlar, Çam, Mürver, Ardıç, Genç Meşe, Ukala Meşe, Nar, Pars Kaidesi. Ağaçlar romanın birinci kitabında olduğu gibi ikinci kitabında da değişik işlevler görürler. Bu yeşil yaratıklar romanın erkek ve kadın kahramanlarıyla farklı ilişkiler de geliştir, Aralarında konuşur ve birbirlerini yeniden adlandırırlar örneğin “Dengbêjlerin Ağacı” (s.167) gibi. Zamam zaman sırtlarını bu ağaçlara veren dengbêj veya bilûrvanlar (kaval çalan kimse) da vardır. Bazı çalgı aletlerinin ağaçtan yapılmasının ister istemez müzik ve ağaç dünyasını birbirine yakınlaştırdığı görülür. Romanda örneğin “Ardıç dalından yapılan Mam Dodo’nun kavalı….”ndan söz edilir (s.163). Ağaçtan yapılmış kavalların zaman zaman başka kaynaklarda, Kürtçe şarkılarda anıldığı görülür, örneğin Derwêşê Evdî adlı şarkıda kız tarafı aşık olduğu erkek sevgilisinin kaval üzerindeki çok çalmaktan uyuşan parmaklarına hayran kaldığını poetik bir biçimde şöyle dile getirir: “Kaval odunu üzerinde uyuşan sarı zeytin parmaklarına hayran olduğum“ (Ezê bi heyrana tilî û pêçiyên zere zeytûnî qerimîne li ser darê bilûrê de).
ZİLAN’DA ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK
Romanda değişik bazı halk temsilcilerinin 17. yüzyılda Van’ın Zilan yöresindeki vadiye yerleştikleri görülür. Başta Kürt, Ermeni ve Asuriler olmak üzere farklı halklardan tiplere romanda rastlıyoruz. Surxab Bey ve Berzê Hanım Kürt, Artin Bey ve Şuşan Hanım Ermeni kökenli. Bunladan Berzê Hanım, Genç Meşe’nin de dikkatini çekmiştir: “Zaman içinde çok güzel, gösterişli, alımlı, nadide hatta destanlara ismini yazdıran, dengbêjlerin hayalini süsleyen ve size ileride anlatacağım Nazê’yi gördüğümde bile Berzê Hanım’daki ışığı bulamayacaktım. Ona verilmiş ‘yüce’ anlamına gelen isim sahibini bulmuştu” (s.10). Kürtçede yüce ve ulu anlamındaki berz sözcüğü yüksek anlamına da gelmektedir. Bir Ermeni ailesi buralara geldiğinde Nune adlı Süryani evlatlık kızı da beraberinde getirir: “Yolculuk sırasında Şuşan Hanım, Berzê Hanım’a büyük kız olan Nune’nin Süryani dostlarının kızı olduğunu itiraf etti. Ailesi katledilince Nune’yi evin gizli bir köşesinden çıkarıp yanlarına aldıklarını gözyaşı içinde anlattı” (s.33). Bir yerde Süryani ve romanın başka yerlerinde bu kızın Asuri kökenli olduğu belirtilir: “Asuri hıristiyan bir ailenin emaneti” (s.61). Nune ve Hezarerf arasındaki aşk romanda bazı engellerle karşılaşır. Baskı, zulüm ve yoksulluktan kaçıp yollara düşen insanlar en sonunda Zilan Vadisi’ne ulaşırlar:
“Surxab Bey ve Artin Bey’in anlattıkları, gördükleri zulüm, burada yaşayanların yüreklerini dağladı. Dengbêjler gelip Surxab Bey ve Artin Bey için klamlar yaktılar. Kalplerinin acısını, gamını aldılar. Surxab Bey de tamburunu eline aldı ve stranlarıyla onların gönüllerini yüceltti. Mir Cemşit’e haber verildi. Mir üşenmeden konukların yanına geldi. Mir yol yorgunu konuklarına, ‘Zilan’da herkese yetebilecek kadar yer ve toprak var’ dedi.” (s.34).
DENGBÊJ HÛSO VE NAZÊ’NİN KARA ALIN YAZILARI
Hûso ve Nazê öyküsü halk arasında günümüze kadar ulaşır. Dört ana bölümden oluşan Zilan’ın Dengbêjleri romanının son dördüncü ana bölümünde Dengbêj Hûso ve Mir İso’nun kızı Nazê arasında mutsuz bir son ile biten aşk öyküsüne yer verilir. Güzelliği ile nam salan Nazê romanda şöyle tanımlanır:
“Gün doğarken Nazê’nin mahmur gözleri hâlâ parlıyordu. Aydınlık oturanlar arasında onun yüzünü tamamen özel kıldı. Dengbêj Hûso’yu susturan gün değil, nefesini kesen tamamen ortaya çıkan Nazê’nin güzel yüzü oldu. Nazê dengbêji hayranlıkla dinledi. Nedense sabah ilk kez Hûso’nun gözlerinin içine içine baktı. Kalbinde kımıldanışı o sıra hissetti. Divan şimdilik dağılıp akşamı bekleyecekti…” (s.174).
Babası kızını Dengbêj Hûso’ya vermek istemez, diğer yandan Colemêrg Eyaletinin Beyi Xalit Bey de Nazê’yi istemeye gelir. Kızının inatçılığı karşısında şaşıran babası en sonunda 7 yıl yanında çoban olarak çalışmak koşuluyla kızını Dengbêj Hûso’ya verir. Daha sonra Hûso, cüzzam hastalığına yakalanır, götürülüp bir mağaraya konulur. Daha sonra Nazê Hûso’nun ölüm haberini alır. Yazar bu durum karşısında ağaç kahramanlarına usta bir biçimde ruh ve can kazandırıp, onları Hûso’nun bu amansız hastalıktan kurtulması için seferber eder. Genç Meşe, ağaçların göz kamaştırıcı ve hayranlık uyandırıcı bu hareketlenişini romanda şöyle rapor eder:
“Şifalansın diye esintimi ondan esirgemedim. Diğer ağaçlara durumu iletince onlar da nebatlarındaki rayihayı sundu. Mürver henüz çiçek açmıştı. Polenlerini Hûso için savurdu. Kokusuyla canlandı. Lakin bir sonu önleyemeyeceğimi anladım. Hûso’nun çok geçmeden hastalığı derinleşti. Çağın hastalığına yakalandı. Cüzzam olmuştu”(s.194).
Yoksulluk ve Hûso’nun hastalığı Nazê’yi her yönüyle sarsar ama umutlar tümüyle romanda tükenmiş değildir:
“O günden sonra Sarı Alıç şifa arayanların, âşıkların, fakirlerin ve Zilan’ın Dilek Ağacı oldu. Nazê’nin mendilini ağaçta gören her kişi mendilini ağacın dalına asarak dilekte bulunacaktı. Nazê’nin yaptığı merhem işe yaramış olmalı ki, birkaç kez daha gelip Mavi Ladin ve Sarı Alıç’a dua edip şükranda bulundu” (s.196).
Rengareng mendiller ve kumaş parçacıklarıyla süslenen dilek ağaçları (Kürtçe: dara miraza, dara mirada) özellikle yaylalarda (zozan) kutsî ziyaret yerlerine yakın noktalarda bulunur. Romanda Sarı Alıç Ağacı böyle bir “Dilek Ağacı” işlevi görür, onlarca renk ve tonlarından oluşan bu görüntü ayrıca görmeye değerdir.
VAN VE ÇEVRESİ ÜZERİNE YARATILAN EDEBİYAT
Yaşar Kemal ve İsveç şairi Gunnar Ekelöf’ün roman ve şiirlerinde de günümüz Van’ına benzemeyen düşsel güzellikteki bir Van ile karşılaşırız. İnsanlar Van’ın yolunu tutar. Yaşar Kemal’de Çukurova yöresinde zor koşullarda yaşam mücadelesi veren, buraya sürgün edilen Kürtler büyük bir Van hasreti ile tutuşur. Gunnar Ekelöf de bir divanında Konstantinopolis’teki Bizans zindanlarında tutsak edilen, daha sonra büyük bir işkence gören ve gözlerine mil çekilen Vanlı bir Kürt beyinin öyküsünü ve memleket hasretini çok coşkulu bir dille anlatır. Bir an önce Van’a ulaşmak ister. Yaya olarak bir kadının rehberliğinde ülkesine Van’a geri döner. Yazar Berjin Haki’nin bu Serhat ve Van romanında da bir küme insan uzun bir yolculuğa çıkar ve yönlerini Van’a çevirir. Van onlar için bir barınaktır. Yazarın Zilan Dengbêjleri romanını okurken biraz da dünyaca tanınmış iki Van hayranı yazarı Yaşar Kemal ve İsveç şairi Gunnar Ekelöf’in muhteşem Van anlatımları ve tanımlamalarını düşünmüş veya göz önüne getirmişimdir. Bu durum belki de Van’ı edebiyat dünyalarına taşıyan bu her iki ünlü yazar üzerine birer kitap çalışmamın olmasından kaynaklanıyor. Bu çalışmalarımın geçmişi 1990 yıllara kadar uzanır. Böylece Van edebiyatına yakın bu duruşum hep sürüp gitmiştir. Berjin Haki’nin üç kitaptan oluşacak olan bu roman üçlemesi Van literatürüne büyük bir katkı olarak da görülebilir. Van üzerine yaratılan bu ve başka edebi yapıtların ilerde karşılaştırmalı edebiyat araştırmalarına konu olabileceğini de umut ediyoruz.
SONUÇ
Romanın sonlarına doğru bir yerde şu önemli belirlemeye rastlarız: “Zilanlılar hikâye yazmaya bayılırdı. Burayı memleket yapan işte bu hikâyelerin kendisiydi...” (s.186). Kendisi Vanlı olan yazar Berjin Haki’yi de bu Zilanlı anlatıcılara dahil edebiliriz. Yazar romanında aynı yöredeki birkaç dengbêjin öyküsünü ön plana çıkartarak okuyucunun ilgi ve merakını dengbêjlik sanatı üzerine kaydırır. Yazar, zaman zaman dengbêjler dışındaki çalgıcılar, masal anlatıcıları ve şairleri de bu ses ve söz dünyası ustaları arasına katarak insanların gündelik yaşamlarını romanda daha da renklendirir.